4 Ekim 2020 Pazar

Yeni Ekonomi Programı 2021-2023

 

Yeni Ekonomi Programı 2021-2023: Bir “yeni büyüme”  masalı

Mustafa Durmuş

4 Ekim 2020

Türkiye’de 2021-2023 dönemini kapsayan bütçe süreci 30 Eylül’de (yaklaşık 1 aylık gecikme ile)  başlatıldı. Sürecin ilk adımını, adı Orta Vadeli Program (OVP) olan ve ülke ekonomisinin 3 yılına ait makroekonomik öngörüleri içeren bir programın Hazine ve Maliye Bakanının sunumuyla kamuoyu ile paylaşılması oluşturuyor. Ancak bu program bir süredir Yeni Ekonomi Programı (YEP) adıyla açıklanıyor.

Aynı günlerde yayınlanan Bankacılık Düzenleme ve Düzenleme Kurumu’nun (BDDK) bir kararı ve vergileme alanında iki Cumhurbaşkanlığı kararı var.

Ülkenin politik gündemi her zamanki gibi çok yoğun. Azerbaycan-Ermenistan savaşının yanı sıra, bundan 6 yıl önce gerçekleşmiş, davası görülmüş ve karara bağlanan bir toplumsal olayın dosyası tekrar açıldı. İkinci büyük muhalefet partisi konumundaki bir siyasal parti olan HDP’nin o dönemki çok sayıda üst düzey yöneticisi tutuklanarak cezaevine gönderildi. Operasyon nedeniyle eş genel başkanları tutuklanan Kars Belediyesi’ne ise kayyım atandı. Bu operasyonu İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Av. Eren Keskin “siyasi bir soykırım” olarak nitelendirdi.(1)

Ekonosit

Böyle “havanın kurşun gibi ağır” olduğu günlerde YEP ve diğer kararlar gölgede kaldılar, yeterince tartışılmadılar. Oysa ülke ekonomisindeki gidişat literatüre “Ekonosit”, yani “insanların izlenen ekonomi politikaları yüzünden ekonomik olarak hayatta kalamayacak duruma getirilmesi” olarak tanımlanabilecek bir nekropolitikayı anımsatıyor.

Bu yazıda hem YEP, hem de faiz üzerinden alınan vergilerin sıfıra kadar düşürülmesiyle ilgili kararı değerlendireceğim.

Öncelikle, açıklanan YEP iktidar tarafından (cılız da olsa) bir yeni umut ışığı gibi sunulup, havuz medyası ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından memnuniyetle karşılanıp alkışlanırken, muhalefet partileri ve genelde iktisatçılarca eleştirildi.

Eleştiriler de; “önceki YEP’lerde konulan hiçbir iktisadi hedefin tutturulamadığı” ve “bu YEP’in de geleceğe ilişkin hiçbir umut vadetmediği, tersine ülkenin daha da yoksullaştığının tescillediği” yönünde oldu.

Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli

Gerçekten de başta büyüme, enflasyon, bütçe açığı, devlet borçlanması, döviz kuru ve işsizlik verileri olmak üzere, 2018 yılından bu yana açıklanan Yeni Ekonomi Programlarının hedefleri tutmadı.

Örnek verelim. Geçen yılki programda 2020 yılın ait enflasyon yüzde 8,5 olarak tahmin edilmişti, bu yılki programda bunun yüzde 10,5; ekonomik büyüme oranı yüzde 5,0 olarak tahmin edilmişti, bu yıl binde 3; bütçe açığı yüzde -2,9 olarak tahmin edilmişti, bu yıl yüzde -4,9 ve işsizlik oranı yüzde 11,8 olarak tahmin edilmişti, bu yıl bunun yüzde 13,8 olmasının beklendiği açıklandı.(2) Yani 1 yılda hedeflerde ortalama 2 puan civarında (ortalama yüzde 20)  bir düzeltme yapıldı.

Açıklanan yeni programın kur tahminleri ise başlı başına bir sorun. Çünkü ortalama dolar kuru 2021’de 1 dolar = 7,68 TL; 2022’de 7, 88 TL ve 2023’te ise 8,20 TL olarak tahmin ediliyor. (3)

Dövizin hali hazırdaki kurunu (program açıklanırken dolar kuru 7.85’leri gördü) zıplatan yapısal sorunlar ortadan kalkmadan, önümüzdeki 3 yıl boyunca bugünküne yakın kurların nasıl korunacağını sorgulamak gerekiyor.

Endeks bileşenlerinin değiştirilmesiyle sanal olarak artırılan Tüketici Güven Endeksi ya da bazı yandaş sermaye örgütlerinin güven açıklamasıyla kur artışını durdurabilmek çok zor. Sermayenin (açıkça söylemeseler de) ve finansal piyasaların bu programla ilgili bir güven sorunu yaşadığını tahmin etmekse zor değil.

Kısaca programın özünü oluşturan makroekonomik büyüklüklere ilişkin olarak yapılan tahminlerde birkaç yıldır çok ciddi düzeltmeler yapılıyor. Bunda Korona Salgınının neden olduğu belirsizliklerin etkisi olduğu açık ama Salgın öncesinde de bunların yapılması, sorunun başka nedenlerinin olduğunu gösteriyor.

İktidarın pembe tablo ihtiyacı

İşin aslı, sorun sadece bu tahminleri hazırlayanların, hesaplamaları yapanların yetersizliği ya da eksikliğinden kaynaklanmıyor. Burada asıl sorun siyasal iktidarın sıkışmışlığı ve bunu aşmasına yardımcı olabilecek pembe tabloların yaratılması ihtiyacı.

Örnek olarak artık çok ciddi bir sosyal sorun haline de gelen işsizlik azaltılamayınca, pembe büyüme verileriyle sanal bir iyileşme hissi yaratılmaya çalışılıyor. Yani yeni hikâyelere ihtiyaç var. Bu yüzden olsa gerek, 2006 yılından bu yana adı OVP olan program şimdilerde YEP olarak sunuluyor.

Ekonomi küçülüyor, halk fakirleşiyor

Programın kabul etmek zorunda kaldığı en önemli gerçekse hiç kuşkusuz ülke ekonomisindeki son yıllarda görülen küçülme ve ülke insanının genel olarak fakirleşmesi. 

Çünkü programa göre; milli gelir 2020’de 702 milyar dolar,  2021’de 735 milyar dolar olacak. Bu noktada geriye dönüp baktığımızda nereden nereye gerilediğimizi görebiliriz.  Çünkü kriz yılı olan 2008’de milli gelir 783 milyar dolardı. 2021 yılında ise ekonomi 13 yıl öncesinden daha küçük bir ekonomi olacak.(4)

Yerli veriler uluslararası verilerle uyuşmuyor

Bu noktada programın büyüme öngörüsü ile uluslararası mali örgütlerin öngörüleri arasında ciddi bir fark bulunduğunun altını çizmek gerekiyor. Örneğin YEP, 2022 yılında kişi başı gelirin 9,317 dolar olmasını öngörürken, Dünya Bankası bunun 8,502 dolar olmasını bekliyor. (5) Arada 815 dolar fark var. Yani Dünya Bankası (bugünkü kurdan) 6,300 lira daha az gelirimizin olacağını ileri sürüyor.

Benzer bir biçimde YEP’e göre Türkiye ekonomisi 2020 yılında binde 3 de olsa büyüyecek, IMF’ye göre ise yüzde -5 küçülecek. IMF ayrıca, eğer 2021 yılı başlarında dünyada bir ikinci salgın yaşanırsa dünya ekonomisinin 2021 yılında yüzde- 5 küçüleceğini ileri sürüyor.(6) Yani kaynak temini açısından büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke olarak Türkiye ekonomisinin bu senaryo altında bırakın büyümeyi, daha fazla küçülmesini beklemek gerekir.  

OECD ise daha karamsar. Örgüte göre bu yıl Türkiye ekonomisi yüzde -6 küçülecek. Dünya Bankası bu küçülmeyi yüzde -3,8 olarak öngörürken (7), birkaç gün önce EBRD bu küçülmeyi yüzde -3,5 olarak açıkladı. (8)

Oysa YEP, Türkiye’nin Salgınla mücadeleyi başarılı bir şekilde yürüttüğünü ve önümüzdeki yıl ikinci bir salgın dalgası olmayacağını varsayarak pozitif büyüme öngörüsünde bulunuyor. Ancak Sağlık Bakanının vaka ve hasta sayılarına ilişkin olarak yaptığı açıklama dünyada da kafaları karıştırdı. Öyle ki İngiltere Türkiye’den ülkeye gelecek olan yolculara 14 gün karantina şartı getirdiğini açıkladı. (9) Kısaca her alanda resmi verilere olan güven giderek azalıyor.

Büyüme fetişistlerine kötü haber

Ekonomik büyüme tahminlerine ilişkin bu çelişkili durum kuşkusuz yıllardır bütün başarısını ekonomiyi ne kadar hızlı büyüttüğü üzerine kuranlar için kötü bir haber.

Bu durum ayrıca, bizim gibi meseleye emek ve ekoloji perspektifinden bakanların savunduğu bir tez olan  “niteliğine bakılmaksızın tek başına ekonomik büyümenin bir toplumun iyi olma halini gösterme konusunda son derece yanıltıcı bir ölçüt olduğu” tezini doğruluyor.

Sadece yüzde 1’i ve çevresini mutlu eden bir büyüme

Bir başka anlatımla 2023’te Türkiye ekonomisi örneğin 1,5 trilyon dolarlık bir ekonomi haline gelseydi bile; gelir ve servet eşitsizliğinin büyük boyutlarda olduğu, yoğun bir emek sömürüsü altında işçilerin sağlıksız koşullarda ve uzun saatler çalıştırıldığı, iş ve kadın cinayetlerinde Avrupa birincisi olduğu, doğanın kâr ve rant için sürekli bir biçimde tahrip edildiği, toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı, farklı kimliklere karşı ayrımcılık yapılan bir ülkede, büyük bir ekonomi, yüksek bir ekonomik büyüme hızı, olsa olsa bir avuç seçkin muktedir, az sayıda dolar milyarderi ve bunların etrafında öbeklenmiş çıkar gruplarının mutlu olabileceği bir ülke olurdu.

Ekonomi büyürken, enflasyon, cari açık, bütçe açığı düşer mi?

YEP’e yöneltilecek bir diğer eleştiri iç tutarlılığının olmaması. Öyle ki açıklanana göre gelecek yıl ekonomi ciddi oranda büyüyecek (V tipi büyüme olacağı ileri sürülüyor). Bu arada başta enflasyon olmak üzere, cari açık, bütçe açığı ve işsizlik azalacak.

YEP’te ekonomik büyümenin 2020 yılı için binde 3, 2021 yılı için yüzde 5,8; 2022 yılı için yüzde 5 ve 2023 yılı için yüzde 5 olması öngörülüyor. Enflasyon oranlarının ise: 2020’de yüzde 10,5; 2021’de yüzde 8,0; 2022’de yüzde 6,0 ve 2023’te yüzde 4,9 olması bekleniyor. Yani ekonomi büyürken enflasyon düşecek!

Keza cari açık 2020’de yüzde -3,5; 2021’de yüzde - 1,9; 2022’de binde – 7 ve 2023’te binde 1 olacak. Yani ekonomi büyürken cari açık azalacak!

Bütçe açığı ise 2020’de yüzde - 4,9; 2021’de yüzde - 4,3: 2022’de yüzde -3,9 ve 2023’te yüzde - 3,5 olacak. Yani ekonomi büyürken bütçe açığı da azalacak!

Kısaca YEP’e göre; hem ekonomi büyüyecek, hem de şu ana kadar bu ekonomik büyümenin ana sürükleyicileri olan cari açık, yüksek enflasyon ve bütçe açığı düşecek.

Makro iktisat derslerinde öğretilen temel konulardan biri enflasyon ile istihdamın (ekonomik büyüme aracılığıyla) aynı yönde hareket ettiğidir. Bu ilişki teoride 1958 yılından bu yana Phillips Eğrisi adı altında ele alınıyor.

Enflasyonsuz büyüme

Yani kurama göre ekonomik büyüme varsa, enflasyon da, istihdam da artar, işsizlik azalır. Bu teoriye zıt şu ana kadar bilinen tek bir istisnai uygulama mevcut:  1990-2000 yılları arasında ABD’de yaşanan “enflasyonsuz büyüme”.

Ancak böyle bir büyümenin döneme ait çok özel koşulların (olumlu dış konjonktür,  enformasyon teknolojisi ve elektronik yatırımlarındaki büyük çaptaki artışların emek gücü verimliliğini artırması gibi) ürünü olduğu bugün artık yaygın olarak kabul ediliyor. (10)

Türkiye ekonomisinin en hızlı büyüdüğü dönemlerinin cari açığın da en fazla olduğu, kredi patlamasının neden olduğu yüksek enflasyonlu yıllar olduğu bir gerçek. Bu nedenle de enflasyonu, cari açığı ve bütçe açığını azaltarak ekonomiyi programda öngördüğü gibi (özellikle de 2021’den itibaren) büyütebilmek pek olası görünmüyor.

Düşük enflasyon düşük ücret zammı demek

Diğer taraftan, enflasyonun düşük tutulmasının siyasal iktidar açısından önemli bir pratik faydası mevcut. Enflasyon ne kadar düşük gösterilirse asgari ücrete ve memurların, emeklilerin maaşlarına ve işçilerin ücretlerine yapılacak zamlar da o kadar düşük tutulur ki bu da hem devleti, hem de patronları rahatlatır.

Böyle bir ekonomik büyüme (alternatif olarak), yukarıda belirtildiği gibi, ülkedeki emek gücü verimliliğini, dolayısıyla da üretimi artıracak teknoloji ve ar-ge yatırımları ile sağlanabilir. Ancak bu yatırımların ülkede ne denli yetersiz olduğu ve özellikle de son dönem emek gücü piyasasına katılanların eğitim düzeylerinin ne denli düşük olduğu bir gerçek.

Ucuz ve bol emeğin olduğu bir ülkede emek gücü verimliliği ikincil kalıyor

Yani emek gücü verimliliğinin artırılarak büyümenin arz yönlü olarak gerçekleştirilebilmesi bir hayal. İşçisi, genci, “sabır, şükür, kader, tevekkül ve sınav”  kültürü altında yetiştirilen, biat eden, sorgulamayan, örgütsüz; işsiz sayısının 10 milyonu aştığı ucuz emek cenneti bir ülkede, işçileri daha yoğun, daha uzun saatler ve daha ucuz çalıştırmak varken patronların yeni teknoloji yatırımlarına girişmesini beklemek anlamlı değil.

Ayrıca YEP’te öngörülen büyümenin kaynaklarına bakıldığında savımız daha da güçleniyor. Ekonomik büyümenin iki kaynağı olarak iç talep katkısı ve ihracat katkısına yer veriliyor ancak asıl katkının iç talepten beklendiği görülüyor.

İç talebe dayalı bir büyüme öngörülüyor

Öyle ki 2021 yılında öngörülen yüzde 5,8’lik büyümenin 3,8 puanı (yüzde 66’sı)   iç talepten (iç pazar), 2,0 puanı ise (yüzde 34)  dış talepten (ihracat) gelecek. Süreç içinde ihracatın payı daha da azalacak ve 2022 ve 2023’te binde 2 puana kadar düşecek.

Zaten YEP’te 2023 yılı için ihracatın sadece 214 milyar dolar olarak belirlenmesi, bir zamanlar bu yıla gelindiğinde ihracatın 500 milyar dolara çıkacağı biçimindeki sözlerin de altının ne kadar boş olduğunu gösteriyor. Kısaca, ihracattan umudunu kesen siyasal iktidar ekonomiyi yine (2022’den itibaren) iç talep artışı ile büyütmeyi öngörüyor.

İç talebin unsurları: Gelir artışı ya da krediler

İç talebinse kredi büyümesi ile sağlanacağına kuşku yok zira siyasal iktidar şu ana kadar emek gelirlerini (işçi, memur, çiftçi gelirleri gibi) artıran bir yeniden bölüşüm politikası izlemedi, bundan böyle de izlemeyecek. Gelir artışını zorlayan örgütlü bir emek hareketi de şu anda ortalarda görünmüyor. Bu durumda tek seçenek olarak gündeme gelecek kredi genişlemesi ise (toplumun daha da borçlanmasını artıracağı gibi), enflasyonun düşürülmesinin önündeki en büyük engel olacak.

Diğer yandan uygulama farklı gelişiyor. Eylül’de politika faizinin 200 puan artırılması tüketici kredileri üzerinde caydırıcı bir etki yarattı. Çünkü kredi faizlerinde hızlı bir yükseliş yaşanıyor. Bu da tüketicinin kredi talebini sınırlıyor. Öyle ki ihtiyaç kredisi talebi negatife dönerken,  konut ve taşıt kredilerine olan talepteki artış sıfıra yaklaştı.(11)

Ayrıca BDDK tarafından alınan bir kararla; bankaların uygulaması gereken aktif rasyosunun 5 puan daha düşürülerek yüzde 90’a çekilmesi (12) bankaların kredi vermesini zorlaştıracak bir düzenleme. Nisan ayında bu rasyoyu yüzde 100’e çıkartarak ticari bankaları adeta zorla kredi vermeye yönelten iktidar, bu kez (dolarizasyonu önlemek için) bu rasyoyu düşürüyor. Bu da iç talep üzerinden ekonomiyi büyütme stratejisi ile çelişiyor.

“Sıfır saatlik” iş sözleşmelerine hazır olun

İşin işsizlik boyutu ise çok daha sıkıntılı. YEP bu büyüme sürecinde (hala çift haneli olarak kalsa da) işsizliğin azaltılacağını öngörüyor. Buna göre işsizlik; 2020’de yüzde 13,8; 2021’de yüzde 12,9; 2022’de yüzde 11,8 ve 2023’te yüzde 10,9 olacak.

Yani şu ana kadarki; üniformalı istihdam yaratmak ve inşaat ve bir kısım hizmetler sektöründe olduğu gibi ucuz, esnek ve niteliksiz istihdam yaratmak pratiği dikkate alındığında, yaratılacak istihdamın nasıl bir istihdam olacağını kestirebilmek zor değil. Ancak Salgın kontrol edilemezse ya da ikinci bir salgın dalgası gelirse bu hedefler de dahi tutmaz.

Nitekim YEP “sıfır saat sözleşme” olarak da anılan “esnek çalıştırma”, “evden çalışma” gibi emek sömürüsünü artıran, ücretlerin düşürülmesi ve işçilerin kıdem ve ihbar tazminatı gibi haklarının ortadan kalkmasıyla ve genç işçilerin fiilen emeklilik haklarının yok olmasıyla, buna karşılık patronların işçiler adına SGK primi yatırma zorunluluğunun ortadan kalkmasıyla sonuçlanabilecek istihdam biçimlerine yönelineceğinin işaretlerini veriyor.

“Yerli ve milli” bir iktisat yaklaşımı daha

Özcesi, tıpkı yakın geçmişte “faiz-enflasyon” ilişkisinde olduğu gibi, yeni bir yerli ve milli bir teori ortaya atarak, “hem enflasyonu, cari açığı, bütçe açığını düşürür, hem de ekonomiyi büyütürüz” demenin bir kısım seçmen nezdinde karşılığı olsa da, sermaye sınıfının, piyasaların, özellikle de yerli ve yabancı yatırımcıların gözünde bir değeri yok.

Uzun süre faiz oranları düşük tutulup, kur fırlatıldıktan, döviz rezervleri eritildikten sonra nasıl ki faiz oranları tekrar artırıldıysa, ekonomik büyüme için enflasyon da, cari açık da, bütçe açığı da körüklenecektir. Hele ki seçmen desteğinin hızla eridiği bir dönemde, yeni ekonomik başarı hikâyelerine acilen ihtiyaç varken bunların önemi kalmayacaktır.

Siyasal İslam’ın faizle imtihanı bir türlü bitmiyor

Son olarak, 29 Eylül tarihli bir Cumhurbaşkanı Kararı ile bankalarda Türk lirası cinsinden açılan mevduat ve katılım hesaplarından elde edilen faiz gelirleri ile kâr payları üzerinden yapılan gelir vergisi stopaj oranları bu yılın sonuna kadar düşürüldü.

Buna göre; TL cinsinden vadesiz ve ihbarlı hesaplar ile 6 aya kadar (dâhil) vadeli hesaplarda yüzde 15 olan stopaj oranı yüzde 5’e,  1 yıla kadar (dâhil) vadeli hesaplarda yüzde 12 olan stopaj oranı yüzde 3’e ve 1 yıldan uzun vadeli hesaplarda yüzde 10 olan stopaj oranı yüzde 0’a düşürüldü.(13)

Bu karar reel faizin negatif olduğu bir durumda TL’ye yönelimi artırarak dolarizasyonu zayıflatacağı, tasarrufçuyu koruyacağı gerekçesiyle hemen tüm iktisatçılar tarafından yerinde bir karar olarak değerlendiriliyor.

Ancak bu karar ile emek harcanmadan elde edilmiş çok büyük servetlerin sahiplerinin bu servetlerini daha da büyütürken hiçbir biçimde vergi ödemeyecekleri, bunun da mevcut servet eşitsizliğini daha da artıracağı gerçeği ihmal ediliyor. Bu da kur artışını önlemek gibi gerekçelerle alınmış olan böyle kararların faturasının sonuçta emekçilere ödettirildiğinin bir kanıtı.

Çünkü böyle bir karar hem eşitsizlikleri artırıyor, hem de vergi gelirlerindeki azalmanın diğer vergilerdeki artışlarla (örneğin ÖTV ve KDV gibi), iki gün önce elektriğe yapılan zamda olduğu gibi temel hizmetlere yapılan zamlarla ya da halka dönük sosyal harcamaların daha da kısılmasıyla sonuçlanıyor.

Aynı zamanda da kapitalist düzende siyasal İslamcı bir iktidarın faizle imtihanının asla bitmeyeceğini gösteriyor.

Dip notlar:

(1)     https://bianet.org/bianet/siyaset/231533-hdp-ye-operasyona-tepki-siyasi-soykirim (25 Eylül 202).

(2)     Yeni Ekonomi Programı 2020-2022,  (30 Eylül 2019) ve Yeni Ekonomi Programı 2021-2023, (30 Eylül 2020), https://ms.hmb.gov.tr.

(3)     http://faikoztrak.com/ovp-2023-hedeflerinin-iflasinin-ilani (30 Eylül 2020).

(4)       Agm.

(5)       World Bank Group, Turkey Economic Monitor August 2020: Adjusting the Sails, www.worldbank.org.

(6)       IMF, World Economic Outlook- Update (June 2020), A Crisis Like No Other, An Uncertain Recovery. https://www.imf.org (24 June 2020).

(7)       World Bank Group, agr.

(8)       https://www.ebrd.com/news/2020/ebrd-revises-down-economic-forecasts-amid-continuing-coronavirus-uncertainty ( 1 October 2020).

(9)     https://amp.theguardian.com/england-to-remove-turkey-and-poland-from-travel-corridor-list (1 Ekim 2020).

(10)   Farrokh K. Langdana, Macroeconomic Policy-Demystifying Monetary and Fiscal Policy, Kluwer Academic Publishers, 2002, s. 211-220.

(11)   https://www.dunya.com/finans/haberler/tuketici-kredisinde-ralli-bitti-haberi (28 Eylül 2020).

(12) https://www.bloomberght.com/bddk-aktif-rasyosu-mevduat-bankalari-icin-90-a-katilim-bankalari-icin-70-e-indirildi (28 Eylül 2020).

(13)                   29 Eylül 2020 Tarih ve 3032 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder