Demokratik
katılımcı bir halk bütçesine ihtiyacımız var
Mustafa
Durmuş
15
Kasım 2021
2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi, ülkede ekonomik
krizin iyice derinleştiği, işsizliğin, yoksulluğun ve gelir dağılımı
adaletsizliğinin hızla arttığı, bu durumun da toplumsal muhalefetin
yükselmesine ve iktidar blokunu oluşturan partilerde hızlı bir oy kaybına neden
olduğu bir dönemde TBMM Plan ve Bütçe
Komisyonu’nda görüşülüyor.
Ekonomik
krizle birlikte iktidar blokunun krizi de derinleşiyor
İktidar blokunun ısrarla uyguladığı, inşaat-
emlak sektöründe yaratılan rantları korumaya ve büyütmeye dönük faiz indirimi
politikasının sadece çok yüksek bir işsizliğe (8 milyon) ve yüzde 45 gibi
tarihsel olarak düşük bir istihdama değil, aynı zamanda yüzde 40’ı aşan yüksek
bir enflasyona, dolar kurunun 10 liraya çıkmasına ve derin bir yoksulluğa neden
olduğu artık net olarak görülüyor.
Bu denli vahim bir ekonomik tablo altında iktidar
bloku, tabanındaki çözülmeyi durdurabilmek için bir yandan popülizme sarılıyor
ve şu ana kadar yaptığı bazı vergi düzenlemelerinde olduğu gibi 850 bin küçük
esnaftan vergi almaktan vazgeçiyor. Medyası aracılığıyla 3600 Gösterge konusunu
çözecekleri ve bu yıl daha yüksek bir asgari ücret zammı verecekleri haberlerini
yayıyor.
Diğer yandan da, tarihimize benzer iktidarların hep yaptığı
gibi, başta sol, demokratik muhalefet olmak üzere, toplumsal muhalefet
üzerindeki baskısını iyice artırıyor. Nitekim hali hazırda HDP’nin kapatılma
davası sürerken, CHP’nin de kapatılabileceğine dair, korku iklimi yaratmaya
hizmet eden haber ve yorumlar devreye sokuluyor. Ayrıca yenilenen ve ilk kez
iki yıla çıkartılan teskere ile sınır ötesi yeni büyük operasyon planları
yapılıyor.
Tüm bunların demokratik muhalefeti bastırarak,
artık iyice olgunlaşmaya ve toplumsal bir talep haline gelmeye başlayan bir erken
genel seçim atmosferini dağıtmak için yapıldığı söylenebilir. Ancak bu
gelişmelerin ülkedeki ekonomik krizi daha da derinleştireceği de, iktidar
blokunun tabanını iyice eriterek onu daha da zayıflatacağı ve mevcut bloku çatlatacağı
da çok net ortada.
Bu tespitlerden hareketle bu yılki bütçe
değerlendirmelerini dönemi etkileyen bu gelişmeleri dikkate alarak yapmak, yani
bütçenin sadece teknik açıdan analizi ile sınırlı kalmamak gerekiyor. Kısaca bütçeye
bakışımız iktisadi olduğu kadar politik de olmak zorunda.
Bütçe
çok önemli bir siyasi, hukuki, iktisadi
ve yönetsel belge
Çünkü bütçe sırasıyla:
• Siyasal iktidarlara ve devletin tüm kurumlarına,
yapacağı harcamalar ve toplayacağı vergi gelirleri açısından yasallık-meşruiyet
kazandırıyor.
•Egemen - yöneten sınıfların en önemli
ekonomi ve maliye politikası ve sermaye ve servetin yeniden üretimi ve gelirin
yeniden bölüşümünün aracı olarak işlev görüyor.
•Ülkedeki rejimin ve siyasal iktidarların demokratik
ve sosyal hak ve özgürlükler konusundaki duruşunun en önemli göstergesi.
•Önümüzdeki yıl için 1,7 trilyon TL’den
fazla bir harcamanın yapılmasına ve 1,5 trilyon TL’ye yakın bir verginin
tahsilatına izin verdiğinden, sosyal sınıflar arasındaki kavganın en önemli
alanlarının başında geliyor.
Özetle, bütçe bir kanun, bir politik belge
olduğu kadar, hem harcamalar, hem vergiler, hem de borçlanma boyutlarıyla ekonominin
bütünü ve toplumsal sınıf ve kesimler üzerinde çok önemli etkilere neden olacak
nitelikte bir siyaset aracı.
Bütçenin
demokratik denetimi her zamankinden daha fazla gerekli
Doğallıkla, böyle ciddi toplumsal etkilere
sahip bulunan, bu büyüklükte bir iktisadi kaynağın nasıl kullanılacağına
ilişkin olarak toplumun bütününün rızasının alınması ve bu kaynağın kullanımının
her aşamada sıkı bir biçimde denetlenebilmesi lazım.
Ayrıca, üretenlerin, değeri yaratanların,
yani işçilerin, emekçilerin, halkın ve vergi mükelleflerinin, özcesi bu ülkede
yaşayan herkesin, doğrudan ya da dolaylı mekanizmalar aracılığıyla ödedikleri
vergilerin nerelere harcandığını (ya da harcanmadığını) bilmeleri ve bunu
denetleyebilmeleri en doğal hakları. Bu denetim bütçenin hazırlanması,
uygulanması ve sonuçlandırılması sırasında yani bütün bir bütçe sürecinde
yapılabilmeli.
İşte tam da bu ihtiyaçtan ötürü, bir
ülkede halkın ne için, ne kadar vergi ödediğinden, bu vergilerin hangi kamu
harcamalarına nasıl harcandığından, ne için ve ne kadar borç alındığından
haberdar olması ve bu araçları denetleyip yönlendirebilmesi tüm dünyada yüzlerce
yıldır “Bütçe Hakkı” olarak anılıyor.
‘Bütçe
Hakkı’ demokrasi ve barışın temelini oluşturuyor
Bütçe hakkının kökleri 13’ncü yüzyıla
kadar gidiyor. Öyle ki 1215 yılında Britanya’da Kral ile yerelin temsilcileri
arasında imzalanan Magna Carta Anlaşması ile ilk kez kralın vergi toplama ve
harcama yetkileri, ağırlıkla dönemin yerel egemenlerinden oluşan bir Meclisin
onayına bağlı kılınarak kısıtlandı. Çünkü toplanan vergilerin çoğu krala
giderken, azı yerel egemenlerde (Lord, Dük gibi) kalıyordu. Bu yerel egemenler
vergi gelirlerini artırmak için daha fazla vergi salmaya kalktıklarında ise
vergi yükü altında bunalmış olan halkla karşı karşıya kalıyordu. (1) Magna
Carta ile başlayan bu süreçteki kazanımlar günümüze kadar kurumsallaştı ve
burjuva demokrasilerinin olmazsa olmazı haline geldi.
Magna Carta aynı zamanda (vergileri
kontrol ederek- dolaylı bir biçimde) kralın savaş çıkartma yetkilerini de
kısıtladığından barışın da ilk belgelerinden biri sayılıyor. Çünkü barış daha fazla vergiye olan
ihtiyacı azaltıyor. Bu bağlamda bütçe
hakkına sahip çıkmak sadece demokrasiye değil, barışa da sahip çıkmaktır.
Bütçe
hakkı zedelenmiyor, yok ediliyor!
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da (siyasal iktidarın
bütçe hakkına bakışını ortaya koyan bir biçimde), Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Teklifi, TBMM’ye eksik sunuldu. Öyle ki kanun teklifinin ekinde olması gereken ve
bütçesinin asıl gövdesini oluşturan ekli cetveller teklifle beraber değil, gecikmeli
olarak iletildi.
Geçen yıl da, ilk defa uygulanacak olan
Performans Esaslı Program Bütçe kamu idarelerinin hazırlık yapmasına fırsat
verilmeden, Meclis’e sunulduğu tarihten sadece bir hafta önce bu kurumlara ve
ilgili bakanlıklara gönderilmişti.
Dahası 2017 yılında geçilen Partili
Cumhurbaşkanlığı rejimi altında devlet bütçesi artık Cumhurbaşkanlığı
Sarayındaki dar kadro tarafından hazırlanarak Meclis’in onayına sunuluyor.
Meclis’in yapısı dikkate alındığında, bu bütçe teklifinin bırakın reddedilmesi,
ciddi-eleştirel bir biçimde görüşülmesi dahi mümkün olamıyor artık.
Kısaca, doğrudan- demokratik katılımcı bir
bütçe yapılabilmesi olanağını bir kenara bırakalım, artık temsili bir
demokrasideki bütçe hakkı dahi kullanılamaz oldu.
2022
bütçesi kurumsallaştırılmaya çalışılan otoriter-totaliter rejimin bütçesi
Böylece artık bütçe hakkının zedelenmesinden
değil, bütünüyle ortadan kaldırılmasından söz etmek daha doğru olabilir. Bu durum
da giderek kurumsallaştırılmaya çalışılan siyasal İslamcı-otoriter rejimin en
belirgin özelliklerinden birini oluşturuyor.
Bunu daha iyi anlatabilmek için tek bir
örnek vermek yeterli olur. Öyle ki bütçedeki tüm harcama ödeneklerinin
oluşturulmasına ve nerelere tahsis edileceğine, alınacak (ya da
alınmayacak) vergilerin hangileri
olduğuna ve miktarına, yapılacak borçlanmaların miktarı ve niteliğine, kurumlar
arasındaki irili-ufaklı tüm ödenek aktarmalarının yapılmasına tek bir kişi (Cumhurbaşkanı)
karar veriyor. Dahası bu yetkiyi kendisinden başka kimin kullanacağını da yine
kendisi belirliyor.
Bu bağlamda yaşadığımız bu süreçte, bütçe
hakkının bütünüyle ortadan kaldırılması durumuyla demokrasi mücadelesi bir
arada düşünülmeli ve bütçe hakkının savunulması demokrasi ve barış
mücadelesinin önemli bir ayağı olarak kabul edilmeli. Parlamentodaki bütçe
görüşmeleri sırasında sözler bunun üzerine kurulmalı, parlamento dışı muhalefet
örgütlenmesinin odak noktalarından biri de bu gerçek olmalı.
1,7
trilyon TL’lik bir kaynak tahsisi yapılacak
Şimdi biraz bütçenin teknik boyutlarına
odaklanalım. 2022 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinde yer aldığı üzere;
merkezi yönetim bütçe giderleri 1,751 trilyon TL olarak belirlendi. Bu milli
gelirin ancak yüzde 22,2’sini oluşturuyor.
Niteliğine bağlı olarak çok büyük bir kamu
sektörünün varlığı eleştirilebilir. Ancak, bu oranın yüzde 22 gibi düşük bir
düzeyde olması, özellikle de kriz ve Kovid-19 salgını gibi ciddi salgın dönemlerinde,
sosyal devletin bir bütün olarak ortadan kaldırıldığının ve iktidarın krizi ve
salgını yok saydığının da bir göstergesi.
Merkezi yönetim bütçesi net toplam geliri
ise 1,473 trilyon TL olarak belirlenmiş. Böylece bütçe açığının 278 milyar TL (ve
faiz dışı açığın 38 milyar TL) olması bekleniyor. Bu noktada bütçe açığı üzerine birkaç şey
söylemek gerekiyor.
Halkın
bütçesi değil, bir kemer sıkma bütçesi
Bilindiği gibi siyasal iktidar mali
disipline sadık kalarak, bütçe açığını en azda tutmakla övünüyor. Bu çerçevede
bu yıl yüzde 3,5 olan bütçe açığının önümüzdeki yıl da yüzde 3,5’te kalması ve
2024 yılı sonunda yüzde 2,9’a düşürülmesi hedefleniyor. (2)
Bunun anlamı daha az harcama yapıp, daha
fazla vergi alınacağı biçimindeki politikanın sürdürüleceğidir. Siyasal iktidar
sermayeden vergi almayı tercih etmediği için bu vergileri (ya da diğer kamu
gelirlerini) ağırlıklı olarak halktan toplayacaktır. Nitekim son zamanlarda
gerek elektrik, doğal gaz fiyatlarına, gerekse de benzin, motorin, LPG ve
alkollü içkiden alınan vergilere yapılan zamlar bunun bir kanıtı. Bu yüzden de
bu bütçeyi halktan yana değil, halka daha fazla kemer sıktıran bir bütçe olarak
nitelendirmek daha doğru olur.
Oysa hem derin ekonomik krizler, hem de
yaşamakta olduğumuz böyle büyük salgın dönemlerinde bütçe disiplini değil,
halkın sağlığı ve refahı ön planda tutulmalıdır.
Siyasal iktidar ise her ikisinin varlığını
da kabul etmediğinden ya da kabul etmek istemediğinden, böyle zamanlarda
ekonomiye ve halka daha fazla destek verilmesi, bunun için de devlet bütçesinin
cömert olması gerektiği gibi temel bir iktisat politikası gerçekliğini de reddediyor.
Diğer yandan sermayeden alınmayan vergiler ve sermayeye verilen desteklerdeki
cömertliği aslında iktidarın bu tercihinin bilinçli bir sınıfsal tercih
olduğunu gösteriyor.
Kaynaklar devletin rutin işlerini sürdürmeye ve faize
Kamu harcamalarının ekonomik sınıflandırmasına
göre gelecek yıl da bütçe ödenekleri içinde en büyük payı sırasıyla; cari
transferler, personel giderleri ve faiz giderleri alacak.
Teklifte (3) cari transferler için toplam
657 milyar TL ödenek öngörülüyor. Bunun 290 milyar TL’si sosyal güvenlik
sistemine yapılacak transferlerden oluşuyor. Bu arada sadece 149 milyar TL tüm
yerel yönetimlere ve yine sadece 26 milyar TL tarımsal destekleme olarak çiftçiye
verilecek. Çeşitli fonlara ayrılan miktar ise 47 milyar TL.
İkinci büyük kalem olan personel giderleri
için 425 milyar TL + 69 milyar TL (SGK devlet primi) olmak üzere toplam 494
milyar TL ayrılıyor. Uzun zamandır üniformalı istihdama (asker, polis, bekçi,
korucu, güvenlik görevlisi gibi) yönelen siyasal iktidar kamu kaynaklarının
önemli bir kısmını da bu kesim için ayırmış görünüyor.
“Faizi
sevmeyen” ama faize eğitimden, sağlıktan daha fazla pay ayıran bir iktidar
Üçüncü büyük ödeme ise 240 milyar TL’yi
aşan faiz ödemesi olacak (bu yıl 180 milyar TL olan faiz ödemelerinin, 2023’te
291 milyar TL’ye ve 2024’te 320 milyar TL’ye yükselmesi bekleniyor). Böylece
faiz ödemesi toplam giderlerin yaklaşık yüzde 14’ü ya da toplam vergilerin yüzde
19’u büyüklüğünde olacak. Yani toplanan her 100 TL’lik verginin 19 TL’si faize
gidecek.
Buna karşılık bütçeden eğitime ayrılan pay
yüzde 12; sağlığa ayrılan pay yüzde 6,3; yoksullukla mücadele için ayrılan pay yüzde
2,8 ve engelliler için ayrılan pay yüzde 1,4 ile sınırlı kalacak. (4)
Devlet ayrıca piyasadan 128 milyar TL’lik
mal ve hizmet alımı yaparak sermaye kesimine destek olacak.
En
büyük pay yine güvenlik ve kamu düzeni harcamalarına
Bütçe harcamaları işlevsel dağılım
açısından ele alındığında, başta askeri harcamalar olmak üzere en büyük payın
güvenlik ve kamu düzenini sağlayamaya dönük olduğu ileri sürülen harcamalar
için ayrıldığı görülüyor.
2022 yılı için ayrılan böyle harcamaların
tutarı 246,4 milyar TL’yi buluyor.(5) Ancak bunun içine “askeri- sanayi
karması” olarak da adlandırılan ve son yıllarda siyasal iktidarın adeta bir tür
lider ürün veya lider sektör olarak gördüğü savunma sanayi alanı ve bu alanda
faaliyet gösteren beş büyük şirketin gelirlerinin/yatırımlarının ve Savunma
Sanayi Destekleme Fonu için ayrılan kaynağın dâhil edilmediğinin altını
çizelim.
Bunlar da dâhil edildiğinde güvenlik için
ayrılan toplam kaynağın 350 milyar TL’yi bulurken, bütçenin toplam ödeneklerine
oranı yüzde 20’yi aşıyor. Böylece eğitim başta olmak üzere birçok alana ayrılan
kaynaktan çok daha fazlasının bu alana ayrıldığı ortaya çıkıyor.
DİB
bütçesi rejime rıza üretmek için kullanılıyor
Mevcut siyasal rejimin iyice belirginleşen
karakterini ortaya çıkartan bir gösterge de Diyanet İşleri Başkanlığı’na
ayrılan kaynağın büyüklüğü. Bu yıl yaklaşık 13 milyar TL olan kurumun ödeneği
seneye (yüzde 23’lük bir artışla) 16 milyar TL’nin üzerinde olacak.
Son zamanlarda siyasal iktidarın yanındaki
görünürlüğü iyice belirginleşen, tek bir mezhebin ve bu doğrultudaki dini
cemaatlerin kontrolünde olduğu ileri sürülen bu kuruma ayrılan bütçe birçok
bakanlığa ayrılan toplam bütçeden fazla. Dahası kurumun bütçesi toplam kamusal yükseköğretim
hizmetine (129 kamu üniversitesi ve YÖK) ayrılan bütçenin de (57,7 milyar
TL) neredeyse yüzde 28’i kadar. (6)
Vergi
yükünün halkın sırtında kalmasına devam
Bütçenin gelirler tarafında ise toplam
vergi gelirlerinin 1, 258 trilyon TL olması hedefleniyor. Bunun 257 milyar
TL’si Gelir Vergisinden, 172 milyar TL’si Kurumlar Vergisinden, 415 milyar
TL’si Katma Değer Vergisinden, 219 milyar TL’si ise Özel Tüketim Vergisinden
karşılanacak. Bunlara ilave olarak 44 milyar TL Harç, 34 milyar TL Damga Vergisi, 34 milyar BSMV ve 25 milyar TL Motorlu
Taşıtlar Vergisi alınacak.
Kısaca gelenek devam edecek ve yine
vergilerin en az üçte ikisi dolaylı vergi biçiminde doğrudan halktan alınacak.
“Vergi
harcaması”: Sermayeye yapılan kıyağın kibarca adlandırılması
Siyasal iktidarın bir süredir sermayeyi
vergilendirmekten giderek vazgeçtiğini biliyoruz. Örneğin en son 7388 Sayılı Kanun
ile yaptığı düzenlemelerin sonucunda iktidar net olarak 3 milyar 173 milyon
vergiyi almaktan vazgeçti.
2022 yılı Bütçesinde ise deyim yerindeyse
buna tüy diktirecek düzenlemeler var. Bunların başında “vergi harcamaları”
geliyor. Öyle ki bu ad altında, bazı temel vergi kanunlarında yer verilen vergi
muafiyet, istisna ve indirimlerle 2022 yılında 336 milyar TL, 2023’te 385
milyar TL ve 2024’te 437 milyar TL verginin alınmasından vazgeçiliyor. İçinde
bulunduğumuz yıl olan 2021 yılı için bu rakamın 231 milyar TL olarak belirlendiği
hatırlanırsa bu tür vergi teşviklerinde yüzde 45’ten fazla bir artışın olacağı
anlaşılıyor.
Vergi harcaması olarak anılan bu
teşviklerin sadece yaklaşık 54 milyar TL’si yani yalnızca yüzde 16’sı işçilerin
yararlandığı Asgari Geçim İndirimi (AGİ) biçiminde olabilecek. Ancak AGİ’ye uygulamada
büyük ölçüde patronların el koyduğu yani bunun işçiye bir imkân olarak yansıtılmadığı
da bir gerçek.
Vergi harcamalarının neden olduğu sorun
bunula da sınırlı değil. Öyle ki:
•Vergi harcaması hedeflenen bütçe açığının
yüzde 121’i büyüklüğünde olacak (yani bu vergiler toplansa bütçe açık değil,
fazla verir).
•Vergi harcaması tutarı toplam vergi
gelirlerinin yüzde 27’sini oluşturuyor. Yani devlet topladığı 100 TL’lik vergi
kadar 27 TL’lik vergi toplamaktan vazgeçiyor.
• Devlet gelecek yıl sermayeden alacağı
172 milyar TL tutarındaki Kurumlar Vergisinin 1,6 katından fazlası vergi
gelirinden (282 milyar TL) vazgeçiyor.
•AGİ olarak işçilere ödendiği ileri
sürülen miktarın 54 milyar TL olduğu dikkate alınırsa, sermayeye sağlanan vergi
teşvikinin işçiye sağlananın altı katından fazla olduğu açık.
Diğer yandan bu yıl yüksek bir zam
yapılacağı ileri sürülen asgari ücretin vergi dışı bırakılmasının devlete
maliyeti sermayeden alınmayan verginin neden olduğu maliyetin çok altında. Öyle
ki asgari ücretliden 456 TL’si vergi ve 27 TL’si fon kesintisi olmak üzere
aylık 483 TL- 635 TL (ayına göre farklılaşıyor) ve yılda toplam 6,424 TL Gelir
Vergisi alınıyor (SGK primi ve İşsizlik Sigortası Fonu kesintisi hariç). (7)
Kısaca, resmi verilere göre ülkede 5
milyon civarında asgari ücretli var. Böyle olunca bunlardan yılda tahsil edilen
Gelir Vergisi miktarı 32,1 milyar TL’yi buluyor. Bu tutar vergi harcamaları
olarak vazgeçilen verginin onda birinden bile az. Buna rağmen devlet yıllardır
asgari ücreti vergilemekten bir türlü vazgeçmiyor.
Vergi
alma, borç al!
Bu durum da, işçiyi, emekçi halkı
vergilendirmekten bir türlü vazgeçmeyen iktidarın sermaye söz konusu olduğunda
onu vergilemektense, bütçe açığı vererek ve bu açığı borçlanma yoluyla
kapatarak, bu borçlanmayı da sermayeden yaparak bu kesimlere kaynak aktarmayı
sürdüreceğini gösteriyor.
Özetle sadece vergilerin değil, kamu
harcamalarının ve borçlanmanın yani bir bütün olarak bütçenin halkın demokratik
denetimden uzak bir biçimde hazırlanması ve uygulanması işçi sınıfının ürettiği
artı değerden alınan vergilerden oluşan kaynağın hem sermaye kesimi için, hem
toplumsal olarak faydalı olmayan faaliyetler için, hem doğayı tahrip eden, hem
de militarizmi yükselten harcamalar için kullanılmasıyla sonuçlanıyor.
Bu durum ülkeyi sadece demokratik ve
sosyal göstergeler açısından listenin en altlarına doğru itmiyor, aynı zamanda
böyle büyüklükteki bir ‘ Küresel Yolsuzluk Endeksi’nde olduğu gibi geçen yıla
göre 9 puan birden gerileterek 110’ncu sıradan 119’uncu sıraya düşürüyor. (8)
Sonuç:
Katılımcı demokrasi için katılımcı bütçe
2022 yılı bütçesi de daha öncekilerden
farklı değil. Öz itibariyle iktidar blokunun siyasal tercihlerini yansıtan ve onun
sırtını dayadığı sosyal sınıflar ve diğer kesimlerin çıkarlarını korumayı ve
geliştirmeyi hedefleyen bir bütçe.
Özellikle de 2017 yılından itibaren bu
bütçe, devlet planlama örgütü ve bakanlıklar gibi parlamenter rejimin
bürokrasisinden ziyade Saray’daki dar bir kadro tarafından hazırlandığı için, kısıtlı
da olsa demokratik olma özelliğini bütünüyle yitirmiş, bütçe hakkını tamamen
ortadan kaldırmış bir siyasal-ekonomik belge görünümünde.
Bu bütçe ne ekonomik krizi, ne de salgının
varlığını kabul eden bir bakışla hazırlanmadığı için, toplumun en acil
sorunları olan salgının neden olduğu sağlık ve eğitimde yaşanan sorunlara da, ekolojik
sorunlara da, işsizlik, enflasyon-hayat pahalılığı, yoksulluk, gelir dağılımı
adaletsizliği gibi diğer ekonomik ve sosyal sorunlara da her hangi bir gerçekçi
çözüm sunmuyor.
Bu bütçe doğanın kâr için tahrip
edildiğini, kadınların, gençlerin, engellilerin, ötekileştirilen halkların, kimliklerin
ve inanç gruplarının ezilmişliklerini de reddediyor, bu nedenle de doğa için
de, bu kesimler için de hakiki bir çözüm getirmekten çok uzak bir bütçe.
Böyle bir bütçenin alternatifi ‘Demokratik
Bir Halk Bütçesi’dir. Nasıl ki artık bugün sadece kapitalizmi mevcut krizinden
çıkartıp onu yeni krizlere hazırlamak gibi bir kısır döngüye mahkûm olmak
istemiyorsak, aksine uzun vadede krizsiz, sömürüsüz ve sınıfsız bir toplumu
kurabilmek için bugünden “Demokratik Bir Geçiş Toplumunu” ve buna uygun bir
“Demokratik Ekonomiyi” yaratmak istiyorsak, bunun bütçesini de şimdiden tasarlamamız
ve bunu hayata geçirilebilmek için mücadele etmemiz gerekiyor.
Böyle bir alternatif bütçe büyük resimde
amaçladığımız katılımcı-çoğulcu demokrasiye ve demokratik ekonomiye uygun bir
demokratik bütçe olmalı, bunun için de bütçe hazırlığına yukarıdan, tek
merkezden değil, aşağıdan, yerelden başlanılmalıdır.
İlke olarak böyle bir bütçe ile sermaye
kesiminin, zengin seçkinlerin ya da egemen kimliklerin çıkarları gözetilmemelidir.
Aksine bütçenin kaynakları asıl olarak, yerinden-yerelden demokratik yollarla
belirlenen işçi sınıfının, emekçi halkların ve diğer ezilen kimliklerin ve
doğanın ihtiyaçlarının karşılanması için kullanılmalıdır.
Ayrıca bu bütçe mevcut kanun ve
düzenlemelerin ufkunu aşarak insan haklarına ve özgürlüklere, doğaya saygılı
olmalı, savaşı değil barışı hedeflemelidir.
Böyle bir bütçenin halkçılığı ve
katılımcılığı, toplumun her kesiminin bu sürece doğrudan ve/veya örgütleri ile
aktif katılımının sağlanması, bu kesimlerin sözlerinin dinlenmesi ve bütçe uygulamalarının
bu kesimlerce denetlenmesiyle gerçekleşebilir.
Bu çerçevede başta işçi sınıfının
ekonomik-demokratik örgütleri olan sendikalar olmak üzere, demokratik işçi
kooperatifleri, demokratik meslek örgütleri, tüketici kooperatifleri, yereldeki
halk meclisleri, komünler, kadın örgütleri, farklı inanç örgütleri, gençlik
örgütleri ve engelliler doğrudan ya da örgütleri aracılığıyla böyle bir katılımcı bütçe hazırlama sürecine mutlaka
karar alıcılar olarak katılmalıdır.
Dip notlar:
(1) Richard
Murphy, The Joy of Tax, Corgi Books,
2016, s. 19-20.
(2) 2022 Yılı Bütçe Gerekçesi,
Ekim 2021, s. 83.
(3) Agr.,
s. 80-81.
(4) Agr.,
s. 121.
(5) Agr.,
s. 119..
(6) Agr.,
s.94, 96.
(7) https://www.verginet.net/dtt/1/asgari-ucret.aspx
(14 Kasım 2021).
(8) https://risk-indexes.com/global-corruption-index,
2021 (12 November 2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder