Mutlak gücün tahkimi için yerel
yönetimlerin ele geçirilmesi
Mustafa Durmuş
7 Temmuz 2025
●İktidar Bloku belediyelere yönelik baskısını neden iyiden
iyiye artırdı?
●Belediyelere yönelik bu saldırıların ve ardından
gelen tutuklamaların sonu nereye varacak?
●Şu ana kadar pek çok belediye ile iş yapmış bir
itirafçı muhbir iş insanının CHP’li belediyelerde rüşvet, yolsuzluk ve ihaleye
fesat karıştırıldığına dönük iddialarını temel alarak sürdürülen bu
operasyonlar toplumun büyük bir kısmı tarafından neden haklı ve meşru görülmüyor?
Son sorudan başlayalım. İstanbul, İzmir, Adana,
Antalya büyük şehir belediyeleri, Türkiye’nin en büyük bütçelerine sahip belediyeler.
Her birinin bütçesi birçok küçük bakanlığın ve kamu kurumunun toplam
bütçesinden daha fazla.
Büyük miktarda paranın döndüğü yerde
yolsuzluklar olabiliyor!
Dünyanın neresinde olursa olsun, neo-liberalizm
altında, milyarlarca liralık paranın döndüğü, devasa boyutlardaki projelerin
gerçekleştirildiği, alım-satım ihalelerinin yapıldığı, buna karşılık etkin
denetlemelerin yapılmadığı ciddi bir ahlaki aşınmaya uğramış her kurumda bu tür
yolsuzluklar, usulsüzlükler ve rüşvet gibi kamuyu zarara sokan fiiller
gerçekleşebilir ve gerçekleşiyor da. Nitekim Türkiye’nin Küresel Yolsuzluk
Algısı Endeksi’nde 36 puan ile en fazla yolsuzluklara bulaşmış ülkeler arasında
sayılması bir tesadüf değil.
Çifte değil üçlü standart!
Belediyeler ve kamu kuruluşlarındaki yolsuzluk
iddiaları 22 yıl öncesinde de vardı, bugün de var. Ancak konuyu sadece CHP’li
belediyelerle sınırlandırıp, yolsuzlukları ayyuka çıkmış bazı AKP’li eski ve
yeni belediye yönetimler ile ilgili olarak merkezi yönetim tarafından ya da doğrudan
mahkemelerce tek bir soruşturmanın ya da davanın dahi açılmaması, bu
operasyonların kamu yararını korumak adına yapıldığı iddiasını çürütüyor.
Çünkü önümüzde bir Ankara Büyükşehir eski belediye
başkanı İ. Melih Gökçek örneği ve bazı bakanlar var ki bunlara ilişkin sayısız
ciddi iddia söz konusu iken bunlara hala dokunulabilmiş değil. Bu da operasyonları
yapanların gerçek niyetinin yolsuzlukla mücadele ya da kamu yararını korumak olmadığını
göstermeye yetiyor.
Ayrıca şu ana kadar operasyon yapılarak yönetimlerine
kayyum atanan çok sayıda DEM Partili (eski HDP’li) hiçbir belediyede rüşvet ya
da yolsuzlukların gerekçe olarak gösterilememesi, bunun yerine genel geçer bir
soyut terör ile ilişkilendirme çabaları da iktidarın argümanlarını zayıflatıyor.
Neden 1: Para ve kaynağa el koymak!
O halde bu operasyonların ilk elden amacının iktisadi
olduğunu söyleyebiliriz. İktidarı kontrol eden bazı sermaye çevreleri, çıkar
grupları, siyasetçiler ve devletin bir kanadı bu kaynaklara eskisi gibi el
koymak istiyor ya da geri almak istiyor olabilir. Son yıllarda kesilen
hortumları yeniden kendilerine bağlamak hem ekonomik hem de siyasal olarak hep
arzu ettikleri bir şey olsa gerek.
Öyle ya sayıları on binleri bulan irili ufaklı müteahhide,
tedarikçiye, bazı cemaatlerin üyelerine tekrar kaynak aktarıp onları çeperde
tutmak gerekiyor. Aynı zamanda da iyice yoksullaştırılmış halka makarna, kömür
dağıtarak al gülüm ver gülüm” siyasetini tekrar canlandırmak ve böylece
iktidarlarını sürdürmek istiyor olabilirler.
Neden 2: Gücü tek elde toplamak!
İkinci neden ise en az ilki kadar tehlikeli. Çünkü ülkeyi
yönetenlerin ülkeyi siyasal ve sosyoekonomik olarak nereye sürüklemek
istedikleriyle ilgili bir durum: Otoriter bir rejimden mutlak bir diktatörlüğe.
Bu ikinci nedeni biraz açalım, bunun için de 100 yıl kadar
önceye gidelim.
Yıl 1921 aylardan Kasım ayı. İtalya’da, meclis
üyelerinin büyük çoğunluğu sosyalistlerden oluşan Bolonya Belediye Meclisine, faşist
“Kara Gömlekliler” tarafından bir saldırı gerçekleştirilir. Sosyalistler ve
sendikalar yeterli bir direniş gösteremeyince, faşistler hızla kırsala doğru
yayılırlar ve bu kez sosyalist çiftçi birliklerine saldırırlar. Sonuç olarak, 59
halkevini (case del popola), 119 toplantı mekanını, 107 kooperatifi, 83 köylü ligini
ve 141 sosyalist merkezi tahrip ederken, altı ay içinde 100’ün üstünde insanı
öldürüp binlercesini yaralarlar ve sosyalist belediyelerin yönetimlerine el koyarlar.
Ele geçirilen belediyeler arasında Bolonya ve Geneva gibi büyük şehirler de
vardır. (1)
Faşizm sivil toplumun üzerinde devletin mutlak gücüdür!
Faşizm sözcüğü İtalyanca bir sözcük olan ‘fascio’dan
geliyor. Bu, kabaca, “grup”, “birlik” demektir. Faşizmin kurucusu ve isim babası
olan Mussolini bu sözcüğü daha da geliştirdi ve onu “birey ve tüm grupların
üzerinde mutlak bir devlet gücü” anlamında kullandı. Böylece faşizmin İtalyan
dilindeki anlamı “devletin her şeyin üstünde olması” demektir. (2)
Nitekim hem İtalya’da hem de Almanya’da faşist
partilerin kitleselleştikten sonraki ilk hedefleri yerel yönetimler, işçi
sınıfı, sendikalar ve siyasal partiler oldu. İktidar olduklarında ise sınıfa ve
onun yanında yer alanlara en ağır zulmü uyguladılar.
Korporatizmin çağdaş örneği Kamu Çerçeve
Protokolü
Faşizm altında “korporatizm”, yeni bir sözde ulusal uzlaşının
ve uyumun yaratılmasının yolu olarak meşrulaştırılır. Böylece, sınıf çatışması
başta olmak üzere, toplumsal bütünlüğe zarar verecek her türlü dışsal mikrop
yok edilmiş olur.
Bunun günümüzdeki örneklerinden biri Türkiye’de bir
süredir kamu işçilerinin toplu iş sözleşmeleriyle ilgili olarak sendikalara
dayatılan Kamu Çerçeve Protokolü’dür. (KÇP) Bu protokolle sendikaların özgürce
toplu iş sözleşmesi (TİS) yapma imkânı ellerinden alındı. TİS, sendikaların
yerine konfederasyonları TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ ile işveren temsilcisi konumundaki
TÜHİS arasında yapılmaya başlandı. İktidar da (Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı aracılığıyla) sözde bir tarafsız arabulucu olarak süreci kontrol
ediyor. Bugün ülkede gelinen nokta ise 4-d’li
600 bin işçiye yapılacak zammı belirleyecek olan bu protokolün dahi
uygulanmamasıdır. Bu yüzden de sendikalar eylem ve grev kararı almak durumunda
kaldılar.
Resmi olarak faşizmin 23 Mart 1919 tarihinde Milan’da
doğduğu kabul ediliyor. 100’ü aşkın savaş gazisi, savaşı destekleyen sendikacı,
fütürist, entelektüel, bazı gazeteciler ve bir kısım meraklı kitle Milan Sanayi
ve Ticaret Birliği’nde toplanır ve milliyetçiliğe karşı olduğu gerekçesiyle
sosyalizme savaş açtıklarını ilan ederler. Mussolini bu hareketi “Mücadele
Kardeşliği” anlamına gelen “Fasci di Combattimento” olarak adlandırır.
Faşizm, ilerici gibi gözüken söylemlerde
bulunabilir!
Mussolini’nin iki ay sonra açıkladığı programı
‘gazilerin vatanseverliği’ ve radikal sosyal deneyimlerin bileşiminden oluşan
bir tür ‘nasyonal sosyalizm’dir. Milliyetçilik tarafında; Balkanlar ve
Akdeniz’de yayılmacılık özlemleri, radikal tarafta ise kadın ezilmişliğine son
verilmesi, 18 yaş için oy hakkı tanınması, 8 saatlik işgünü uygulaması,
monarşik yeni bir anayasa yapılması, sermayenin teknik yönetimine işçilerin
katılımı, sermayenin ağır vergilendirilmesi, savaşta elde edilen kârların yüzde
85’ine ve bazı kilise mallarına el konulması talep edilir. (3)
Ancak radikal taleplerin çok büyük bir kısmından
faşizmin iktidarı ile birlikte vaz geçildi. Böyle bir inkâr bugün için de
geçerlidir. İç cephesinin konsolide edilmesinin ardından devlet barış konusunda
verdiği sözleri yerine getirmeyebilir.
İtalya 20. yüzyılın başlarında da federatif bir
devletti ve eyaletlerden oluşuyordu. Faşistlerin eyaletlerdeki iktidarları
(bölgesel iktidarları) ele geçirmesi ise üç aşamada gerçekleşti: (i)
İşçi örgütleri dağıtıldı. (ii) Yerel sermaye örgütlerinin desteğiyle korporatif
ulusal sendikalar gibi faşist ekonomik örgütler kuruldu. (iii) Eyaletlerin
siyaset kurumları ele geçirildi.
Bu ele geçirmeleri ‘Ras’lar yönetti. Bunlar faşist
çeteler ve onların liderleriydi. Sonuçta toplamda 18 ayda 69 yerel yönetimin
26’sı henüz Mussolini iktidar olmadan önce faşistlerin eline geçmişti. Ras’lar
hızlıca kendi tiranlıklarını kurdular. (Ancak bu yerel-bölgesel faşist
örgütlenme, 1925-1928 arasında Mussolini tarafından dağıtıldı). (4)
Kuzey ve Orta İtalya’daki köylüler büyük toprak
sahipleri ile karşı karşıya kaldıklarında faşistler büyük toprak sahiplerinin
yanında yer alarak onların gelecekteki desteklerini almayı başardılar. Böylece
faşizm yerelde gücü ele geçirerek işe başladı denilebilir (1922’den önce). İç
savaş parlamenter düzeni iyice zora sokunca Mussolini bunu bir fırsata çevirdi
ve ‘Roma’ya Yürüyüş’ü gerçekleştirdi (Ekim 1922). Ardından da Hükümet ortağı
oldu.
Mussolini bu yürüyüş sonrasında iktidarı istedi, yoksa
zorla alacağını duyurdu. Sol ve sosyal demokratlar (Halk Partisi) bölünmüştü,
faşizmin yükselişini durdurma konusunda herhangi bir çözüm üretemediler.
Sonuç olarak
Türkiye’de mutlak bir diktatörlüğün tahkim edilmesi
süreci, faşizmin ana vatanı İtalya’da yerel yönetimlerin ele geçirilmesiyle
birlikte başlayan faşizmin inşası süreciyle birebir aynı yürümüyor olabilir. Çünkü
22 yıllık AKP iktidarı yukarıdan aşağıya özellikle de kendisine bağımlı kıldığı
yargıyı kullanarak belediyeleri ele geçiriyor.
Buna rağmen her ikisinin ortak yanı mutlak gücün
önündeki en büyük engellerden en önemlilerinin yerel yönetimler, işçi
sendikaları ve siyasal partiler olması. Nitekim geçmişte HDP’nin kapatılması
için yapılan yargısal baskılara paralel bir biçimde, bugün CHP’ye kayyum
atanmaya çalışılıyor.
Uzun zamandır sınıf sendikacılığından kopartılmış olan
ve neo-liberalizme uygun bir biçimde promosyon sendikacılığına ve büyük
paraların döndüğü bir tür nakit işletmelere döndürülen sendikalar bir süre
sonra sahip oldukları çekici nakitleri ve mal varlıklarıyla rejimin ve çıkar
gruplarının hedefi olabilirler.
Özcesi, yerel yönetimlerin ve sivil toplumun gücünün
farkında olan iktidar ve sermaye kesimi buraları da ele geçirerek hem yeni maddi
kaynaklara sahip olmak hem de gücü tek elde toplayarak dikensiz bir gül bahçesi
yaratmak istiyor.
Dip notlar:
(1) https://www.marxists.org/history/etol/writers/bambery/1993/xx/fascism
(6 Temmuz
2025).
(2) The
Bourgeois Origins of Fascist Repression: On Robert Paxton’s The Anatomy of Fascism,
http://sdonline.org (8 March 2011).
(3) http://eu.eot.su/italian-fascism-path-towards-seizure-of-power
(22 October
2025).
(4) Steven
C. Hughes, The Making of Fascism: Class, State, and Counter-Revolution, Italy
1919-1922 (review), Journal of Social History, George Mason University
Press, Volume 36, Number 3, Spring 2003, s.
819-821.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder