15 Ağustos 2025 Cuma

Belfast Anlaşması

 

‘İyi Cuma Anlaşması’ndan Türkiye’deki barış süreci için çıkartılacak dersler

Mustafa Durmuş

15 Ağustos 2025


İktidar Blokunun “Terörsüz Türkiye”, buna karşılık Kürt Ulusal Hareketinin “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” olarak adlandırdıkları bu süreçte, PKK’nin feshi ve sembolik silah bırakmanın ardından önemli bir adım daha atıldı ve TBMM’de “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuruldu. Bu aşama önemli zira uzunca bir süredir başta Kürt tarafı ve CHP olmak üzere muhalefet de Kürt Sorununun çözüm yerinin Meclis olduğuna işaret ediyordu.

Gizlilik mi devletin gölgesi mi?

Ancak Komisyonun ilk toplantısına, Komisyonda bu yönde alınmış bir karar olmamasına rağmen, Meclis Başkanının davetiyle, güvenlik bürokrasisinin adeta çıkarma yapması ve toplantının gizli yapılması Komisyon çalışmalarının bağımsızlığı konusundaki soru işaretlerini artırıyor. Dolayısıyla da bu Komisyonun şeffaf ve demokratik bir biçimde çalışması konusundaki endişeleri büyütüyor. 

Ayrıca kamuoyunda AKP iktidarının geçmişteki tutumundan dolayı (Dolmabahçe Mutabakatının sonlandırılması gibi), her an bu görüşmeleri sonlandırma korkusu yaşanıyor bu da sürece verilen toplumsal desteğin büyümesini önlüyor. Her olayı emperyalizm ve komplo teorileri ile açıklamayı seven ulusalcıların karşı propagandası ve bu yönde bazı aşırı sağcı partilerin sürece karşı ortak mitingler düzenlemeye başlamaları ise sürecin bıçak sırtında yürümesine neden oluyor.

Kuzey İrlanda iç savaşı deneyimi

Tüm bunlar haklı olarak kafa karıştırıyor. Diğer yandan barış umudu toplumun çoğunluğunda sürüyor. Bu gelişmeleri sağlıklı yorumlayabilmek için benzer sorunları benzer yöntemlerle başarılı bir biçimde çözmüş olan bazı ülkelerin deneyimlerine bakmak yararlı olacaktır. Bu deneyimlerin başında kuşkusuz Kuzey İrlanda geliyor.

Kuzey İrlanda, 1960'ların sonlarından 1998’e kadar, The Troubles (sorunlar) olarak adlandırılan ve İrlanda Cumhuriyeti ile yeniden birleşmek isteyen Cumhuriyetçiler (çoğunlukla Katolik) ile Birleşik Krallık'ın bir parçası olarak kalmak isteyen Birlikçiler (çoğunlukla Protestan) arasında, siyasi ve dini açıdan derin bir kutuplaşmaya yol açan bir iç savaş yaşadı. Bu savaşta, 3 bin beş yüzden fazla insan hayatını kaybederken, on binlerce sivil ve asker yaralandı ve tüm topluluklar derin bir bölünme yaşadı. Şiddet, Kuzey İrlanda'nın ötesine de yayıldı ve İngiltere ve İrlanda Cumhuriyeti'ne yönelik saldırılar gerçekleşti. (1)

Ancak, bu aşırı kutuplaşma ve mezhepçi şiddete rağmen, Kuzey İrlanda uçurumun kenarından geri dönmesini bildi. ‘İyi Cuma Anlaşması' olarak da bilinen ‘Belfast Anlaşması’ 1998 yılında imzalandı ve ardından karmaşık ama büyük ölçüde başarılı bir barış süreci başlatıldı. Bu yazıda başarılı barış görüşmelerinin nasıl sağlanabildiğini ait bazı saptamalar var. Ama öncelikle Kuzey İrlanda’daki iç savaşın bazı nedenlerine kısaca göz atmakta yarar var.

İç savaşın nedenleri?

Kuzey İrlanda'daki çatışmalar, yüzyıllardır süren siyasi ve dini bölünmelerden kaynaklanıyordu ancak bunlara; Katoliklere konut, istihdam ve siyasi temsil konusunda sistematik ayrımcılık yapılması, birçok Katolik'in oy kullanma hakkının olmaması gibi nedenler de eklenince, çatışmalar 1960’lar sonrasında hız kazandı. 1990'lara gelindiğinde kutuplaşma zirveye ulaştı. Katolikler ve Protestanlar ayrı mahallelerde yaşıyor, ayrı okullara gidiyor ve nadiren etkileşime giriyorlardı. (2)

Ancak 1990'lara gelindiğinde çatışan her iki taraf da şiddet ve askeri yöntemlerle bu savaşı kazanamayacağını anladı. İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) Birlikçilerin arkasındaki İngiltere devleti gibi güçlü  militarist bir devlete karşı askeri bir zafer elde edemezdi. İngiliz ordusu ve İngiltere’ye sadık milis güçler Cumhuriyetçileri tamamen bastıramazdı. Arada kalan halk ise şiddetten bıkmıştı.

Ayrıca savaş nedeniyle çökme noktasına gelmiş olan ekonomideki işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar ancak barış altındaki bir ekonomide çözüme kavuşturulabilirdi. Nitekim Kuzey İrlanda'nın ekonomisi, barış anlaşmasının ardından önemli ölçüde iyileşti. Ekonomi büyüdü ve demokrasiyi güçlendirdi. İyileşen ekonomi ise siyasal ve mezhepsel bölünmeleri azalttı.

Türkiye’deki “savaş”

Diğer yandan Türkiye’deki durumun Kuzey İrlanda’dan biraz farklı olduğunun altını çizmek lazım. Öncelikle Türkiye’de çarpışan taraflar devlet ve PKK idi. Yani Hizbullah (ve kontrgerilla) gibi dönemsel olarak devlet tarafından kullanılan yapılar dışında sürekli bir milis güç mevcut değildi. Bu nedenle de Türkiye’de yaşananları Kuzey İrlanda’daki gibi bir “iç savaş” olarak nitelemek doğru olmayabilir.

Ayrıca IRA Güney İrlanda ile birlikte ulusal birliğini kurmak istiyor, buna karşılık Birlikçiler ve İngiltere buna karşı çıkıyordu. Türkiye’de ise Kürtler açısından, Türkiye sınırlarının dışında Irak’ta Saddam’ın devrilmesinin ardından kurulan ‘Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin dışında ilhak edilebilecek bir devlet yoktu. Rojava’da kurulan ise ulus devleti reddeden, bildik devlet yapılanmasından farklı bir yapılanmaydı. Zaten 1999’dan sonra Kürt Ulusal Hareketi ulus devleti aşan bir demokratik konfederal yapılanmayı savunmaya başlamıştı. En önemlisi ise hukuk devleti olma anlamında, Türkiye’deki İktidar Blokunu dönemin İngiliz devletiyle, kıyaslamak doğru olmaz. İngiltere burjuva demokrasisinin ana özelliklerine sahipken, Türkiye’de bugün açık bir otoriter rejim hüküm sürüyor.

Buna rağmen her iki ülkedeki silah bırakma ve barış süreçlerinin ilerleyişleri arasında önemli bir benzeşim söz konusu. 

‘İyi Cuma Anlaşması’

Kuzey İrlanda’da 10 Nisan 1998’de taraflar arasında tarihi bir barış anlaşması (İyi Cuma Anlaşması) imzalandı. Buna göre hükümetin oluşumu çatışan taraflarca birlikte gerçekleştirilecek, böylece birlikte yönetim ilkesi hayata geçirilecekti. Bu durum Birlikçiler ve Cumhuriyetçilerin iş birliği içinde çalışmak zorunda olduğu yeni bir Kuzey İrlanda Meclisinin kurulmasını gerektiriyordu. Ancak Kuzey İrlanda Meclisi, Birlikçiler ve Cumhuriyetçiler arasındaki derin bölünmelerin kolay kolay ortadan kaldırılamaması nedeniyle birçok kez çöktü.  Yine de siyasi krizlerin ortasında bile, büyük çaplı şiddet olayları tekrarlanmadı.

Buna karşılık anlaşmanın hayata geçirilmesi hiç de kolay olmadı. Öyle ki üzerinden 25 yıl geçmiş olmasına rağmen, İngiliz devleti hala İyi Cuma Anlaşmasını feshetmeye çalışıyor.

Biraz geriye gidersek, 2014 yılında İngiliz ve İrlanda hükümetleri ile Kuzey İrlanda’daki beş ana siyasi partiden dördü Stormont House Anlaşması'nı imzalamıştı. Anlaşma, Troubles sırasında meydana gelen ölümlerle ilgili çözülmemiş davaları incelemek üzere bağımsız bir tarihsel soruşturma birimi ve insanların akrabalarının Troubles ile ilgili ölümleri hakkında bilgi arayabilmelerini ve bu bilgileri (aracılar aracılığıyla) özel olarak alabilmelerini sağlayacak bir bilgi oluşturma birimi kurulmasını önerdi. Bu birime sağlanan bilgiler, yasal işlemlerde delil olarak kabul edilmeyecekti. Ayrıca, büyük bir sözlü tarih arşivi ve daha geniş uzlaşma çabalarına öncülük edecek bir uygulama grubu kurulması da öngörülüyordu.

Keskin dönüş!

Yıllar süren gecikmelerin ardından, İngiltere devleti nihayet 2020 yılında Stormont House Anlaşması'nın miras mekanizmaları için yasama sürecini başlatmayı taahhüt etti. Ancak birkaç hafta sonra devlet keskin bir U dönüşü yaparak, dönemin başbakanı Boris Johnson Kuzey İrlanda sekreterini görevden aldı ve Stormont House Anlaşması'nı iptal ederek, bunun yerine Troubles ile ilgili suçlara genel af getirilmesini istedi. Bu karar, Kuzey İrlanda'da görev yapmış İngiliz ordusu gazilerine karşı bir “cadı avı” yürütüldüğü yönündeki yanıltıcı söylemlerle desteklendi (1998’den bu yana sadece bir gazi başarıyla yargılandı) (3).

Yani başarılı demokratik geçişler bile kolay olmuyor, kırılgan olabiliyor zira kalıcı bir zafer elde etmek çok zor. Bu mücadele sürgit bir mücadele. Bu yüzden de demokratik ittifaklar sürekli olarak güçlendirilmeli ve demokratik mücadele kesintisiz sürdürülmelidir. Uzlaşma ve kapsayıcılık barış için gereklidir. Demokrasi, tam zaferle ilgili olmaktan ziyade, şiddet olmadan derin anlaşmazlıkları yönetmekle ilgilidir. Kapsayıcılık, gelecekteki radikalleşmeyi önler; marjinal gruplara yönetimde söz hakkı verilmelidir. (4)

Bir başka anlatımla, çoğunluk yönetimi tek başına derin bölünmeleri çözemez. Sadece gerçek anlamda çoğulcu bir demokratik toplumda, azınlıklar seslerini duyurabilirler ve şikayetlerini dile getirebilirler. Ülke yönetimini bütün tarafları kapsayacak şekilde yapılandırmak, gelecekte radikalleşmeyi önleyebilir. Bunun için de marjinalleşmiş sesleri gerçek anlamda dahil etmek için ülkedeki barış çabalarına paralel bir biçimde demokratikleşme girişimleri hızlandırılmalıdır.

Silahların teslimi

IRA ve İngiltere’ye bağlı Birlikçi milisler, siyasi katılım karşılığında silahlarını teslim etmeyi kabul ettiler. Buna karşılık tarihsel olarak Birlikçi milislerin hakimiyetindeki polis teşkilatı yeni bir toplum polisliği sistemi ile değiştirilecekti. İki yıl hapis yatmış ve barış sürecini kabul etmiş tüm paramiliter tutuklular serbest bırakıldı. Vatandaşlar, “İngiliz”, “İrlandalı” veya her ikisi olmayı seçebilirdi. Kuzey İrlanda, gelecekte yapılacak bir referandumda, aksi kararlaştırılmadıkça, Birleşik Krallık'ın bir parçası olarak kalacaktı.

“Kuzey İrlanda uçurumun kenarından nasıl döndü?”

Asıl yanıtlanması gereken soru budur. İlk olarak, her iki taraf da askeri yöntemlerin bir çözüm olmadığını kavradı. Silahlı mücadeleden uzaklaşmak, silah bırakmak ve demokratik çözüm yöntemlerine odaklanmak, İyi Cuma Anlaşması’nın imzalanmasının ilk koşulu oldu.

İkinci olarak, anlaşmanın çok öncesinde gizli görüşmeler ve arka kapı diplomasisi yürütüldü. Birçok önemli çalışmanın bu görüşmelerde yapıldığı ortaya çıktı. 1990'ların başında, İngiliz ve İrlanda hükümetleri IRA ve Birlikçilerle gizli müzakereler başlattı. Bu, siyasi açıdan riskli bir adımdı çünkü birçok kişi bunu “teröristlerle konuşmak” olarak görüyordu. Ancak bu görüşmeler, her iki tarafın da kamuoyu baskısı olmadan olası çözümleri denemelerine olanak tanıyarak barışın temellerini attı. Son olarak, AB ve ABD yönetimi, bu barış anlaşmasının sağlanmasında çok önemli rol oynadılar. Bu süreçte İrlanda diasporası bu devletleri harekete geçirdi.

Özetle, tıpkı Türkiye’de devletin İmralı ile yaptığı gizli görüşmelerde olduğu gibi, bu görüşmeler çatışmaların sona erdirilmesinde ve kalıcı bir barışın inşa edilmesinde başvurulan bir yöntem olarak yaygın biçimde kullanılıyor.

İyi Cuma Anlaşması deneyiminden çıkartılacak dersler

İlki, Kuzey İrlanda gibi coğrafi olarak da bölünmüş bir toplum şiddetten uzaklaşabiliyorsa, kutuplaşmayı azaltabiliyorsa, çatışmalara son verip barış yapabiliyorsa, benzer sorunları yaşayan bir başka ülke de bunu başarabilir. Ülkeler daha derin bir bölünmeye ve iç savaşa sürüklenmek zorunda değildir.

Yani kutuplaşma geri döndürülemez bir olgu değildir, ancak kutuplaşmanın ortadan kaldırılması sadece kınamalarla değil, öncelikle sağlıklı diyalog yollarının açılmasıyla ve tarafların hiçbir kısıt altında kalmadan, herhangi bir tecrit söz konusu olmadan fikirlerini söyleyebilmeleriyle mümkündür.

İkincisi, tarafların korkularını anlamak ve kabul etmek çözümü kolaylaştırabilir. Nitekim Kuzey İrlanda’daki barış süreci, her iki tarafın korkularını da cesurca ele aldığı için işe yaradı. Üçüncüsü, uzlaşma ve adaletin sağlanması dengeli bir biçimde yürütülmelidir. Nitekim Kuzey İrlanda toplu yargılamalardan kaçındı, buna karşılık yeni bir toplum polisliği, hakikat komisyonları ve uzlaşma programları gibi yeni yapılar inşa etti. Böyle kurulan bir denge daha fazla şiddetin önlenmesine de yardımcı oldu. Çünkü tarihsel adaletsizlikleri görmezden gelmek, eski yaraların depreşmesine neden olur.

Sonuç olarak

Kuzey İrlanda'nın geçirdiği dönüşüm, kutuplaştırılmış toplumların bile çatışma yerine çatışmasızlığı, savaş yerine barışı sağlayabileceğini kanıtlıyor. Bu aynı zamanda Türkiye açısından olası bir iç savaşı da önleyebilecek bir çözüm olarak görülmelidir. Ancak Türkiye’de acilen başka şeylerin de hayata geçirilmesi lazım:

▪Barış süreci hukuksal güvence altına alınmalı ve Komisyon bu yönde yetkilendirilmeli ve görevlendirilmelidir.

▪Sayıları on binleri bulan siyasi tutsaklar (başta hasta ve yaşlılar ve kadınlar olmak üzere) özgürlüklerine kavuşturulmalıdır.

▪Barış görüşmelerine paralel biçimde ülkeyi demokratikleştirecek adımlar gecikmeden atılmalı, kayyımlara ve ülkede başta CHP olmak üzere diğer toplumsal muhalefet üzerindeki baskılara son verilmelidir.

▪Ülkedeki tüm topluluklarla, ötekileştirilmiş olan, baskı altındaki farklı kültür ve kimliklerle sağlıklı diyaloglar kurulmalıdır. Bu yönde tarihsel adaletsizliklerle hesaplaşılmalıdır.  

▪Çatışmalara son verilmesi ve ölümlerin durdurulması için Barış Bildirgesini imzalayan ancak ardından işlerine son verilen Barış Akademisyenleri işlerine daha fazla bekletilmeden geri döndürülmelidir.

▪Son olarak, barış ve demokrasiyi kalıcı kılabilmek için ekonomide demokrasiyi sağlayacak adımlar atılmalı, ekonomik eşitsizlikler asgariye indirilmelidir. Bu yönde üretim ve bölüşüm ilişkilerinde emekten yana değişikliklere gidilmeli ve ekonomi ve sosyal politikalarını bu amaçla kullanılmalıdır.

Dip notlar:

(1(1) https://theconversation.com/good-friday-agreement-25-years-on-the-british-government-is-seeking-to-undo-key-terms-of-the-peace-deal (6 April 2023).

(2(2) https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/case-study-northern-irelands-good (4 August 2025).

(3(3) https://theconversation.com/good-friday-agreement-25-years-on-the-british-government-is-seeking-to-undo-key-terms-of-the-peace-deal (6 April 2023).

(4(4) https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/case-study-northern-irelands-good (4 August 2025).

10 Ağustos 2025 Pazar

Grev

 

ODTÜ Grevinin Düşündürdükleri

Mustafa Durmuş

10 Ağustos 2025

“Gelin canlar bir olalım

Zalime karşı çıkalım

Yoksulun hakkını alalım

Tevekkeltü taalallah.”

(Pir Sultan Abdal)

1980 öncesinde bir mülkiye öğrencisi olarak, sadece devrimci ODTÜ öğrencilerinin protesto eylemlerine destek olmak için gittiğim ODTÜ’ye bu sefer, devrimci bir sınıfın, işçi sınıfının bir parçası ODTÜ işçilerinin haklı ve tamamen yasal grevlerini desteklemek için gittim.

Okul tatil olsa da temsili sayıda öğrenci de grevci abilerini ve ablalarını desteklemek için oradaydı. Grevi örgütleyen yetkili sendika TÜRK-İŞ’e bağlı TEZ-KOOP-İŞ Sendikası, başta Gn. Başkan Haydar Özdemiroğlu ve diğer merkez yöneticileri ve Ankara şubelerinin yöneticileri olmak üzere tam kadro oradaydı. Onurlu basının temsilcileri ve bazı muhalefet partilerinin sözcüleri de destek için grev alanına geldiler. Coşkulu halaylarla, türkülerle, sloganlarla grev devam etti.

İşçiler arasındaki rekabet zararlıdır

Bilindiği gibi, işçi sendikalarının tarihsel olarak ortaya çıkışları iki ihtiyacı karşılamak için gerçekleşmiştir: Emek sömürüsünü azaltmak, ücret ve diğer sosyal haklarını genişletmek ve (en az onlar kadar önemli) patronların işçileri bölmelerine ve birbirlerine karşı kullanmalarına engel olmak.

Bu ikinci husus son derece önemli çünkü günümüzde siyasal iktidarın bürokratları, tıpkı GSB ve diğer başka kamu işyerlerinde yaptıkları gibi, işçileri bölüp-parçalayıp-yönetme siyasetini sürdürüyor. Nitekim her türden destekle büyütülen ve TEZ-KOOP-İŞ’i zayıflatmak ve işçiyi işveren karşısında güçsüz bırakmak için aynı konfederasyona üye bir sendikanın bindirilmiş kıtaları, bir süredir kamu işyerlerinde yaptığı saldırıları sürdürüyor. Bunu da bu siyasal iktidar ayakta kaldığı sürece sürdürecekler gibi görünüyor.

Oysa sendikalar sadece emek sömürüsünü azaltmak ve işçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek için değil, aynı zamanda işçileri bir arada tutmak için de kurulan örgütlerdir. Bu onların tarihsel misyonlarıdır. Grevler ise bu rekabeti kırmaya ve ortak bir düşmana karşı ortak bir kimlik oluşturmaya yardımcı olan eylemlerdir. Bu yüzden de her iki sendikaya üye işçilerin vereceği tepki, “işçilerin birliğini savunmak” hedefli olmalıdır.

KÇP imzalandı, bu grev de neyin nesi?

İkinci önemli konu işçilerin KÇP imzalanmış olmasına rağmen neden greve gittikleri konusu. Bu önemli çünkü kamuoyunda özellikle de sendikalar aleyhine yayılan dezenformasyon sonucunda işçilerin aslında çok kazandıkları ama gözleri bir türlü doymadığı için greve gittikleri yönünde.

Peşinen söylemekte fayda var: İşçiler greve gitmeyi genelde istemezler. Çünkü grev belirsizliklerle doludur, başarı kesin değildir, başarılı olunsa bile sonrasında işten atılma ve sürgün edilme ve tacize uğrama riski yüksektir.

O halde sabah 8.30’da Ankara’da 30 derecelik sıcakta grevi başlatmanın nedeni nedir? Çünkü işçilerin başka çaresi kalmadı. Son silah olarak grev silahını çektiler. Nasıl mı, şöyle:

27 Şubat’ta başlayan müzakere süreci büyük bir ciddiyetsizlikle sürdürüldü ve Kamu Çerçeve Protokolü süreci 2 Ağustos 2025 Cumartesi günü tamamlanabildi. İmzalanan protokol ise başlangıçta Konfederasyonlar tarafından sunulan teklifin oldukça aşağısında kaldı.

Görünürde yüzde 24, gerçekte yüzde 6 zam!

Kısaca, Aralık 2024’te 100 birim ücret alan bir işçinin ilk altı aylık dönem için aldığı yüzde 24’lük zam, enflasyon karşısında neredeyse tamamen eridi. 124 birimlik ücretin Haziran 2025’teki gerçek değeri 106,28 birim oldu. Bir başka deyişle, işçinin aldığı yüzde 24’lük zam, gerçekte yüzde 6,28’lik reel artışla sınırlı kaldı.

Bu durum, 600 bini aşkın kamu işçisinin yedi ay boyunca gerçekte yüzde 6’lık bir ücret artış oranı için bekletildiğini; ayrıca imzalanan KÇP’ nin, işçi tarafının mali olmayan pek çok talebine sırt çevirdiğini gösteriyor.

TEZ-KOOP--İŞ ne istiyor?

Sendika ile ODTÜ işvereni arasında yapılan sözleşmenin süresi 31 Mart'ta sona eriyor. Sözleşmenin yürürlük süresi 1 Ocak’a çekilmek isteniyor. Sözleşmede 6 ay süreli ücretsiz refakat izni var ama ücretli refakat izni yok. 10 güne kadar ücretli refakat izni talep ediliyor. Tutuklu ve hükümlü işçilerin, bu durumlarının devam etmesi halinde, ihbar sürelerinin sonunda iş akitlerine son veriliyor. Bu sürenin 6 aya kadar uzatılması talep ediliyor.

Yukarıdaki talepler ODTÜ işvereni tarafından kabul edildi ancak aşağıdakiler konusunda işveren hala ayak diretiyor:

İlki, birinci yıl ikinci altı ay ücret zammı hükümetin söz verdiği şekilde yüzde 16 olarak uygulansın.

İkincisi, protokolde imza altına alınan yüzde 3 ve yüzde 7 oranındaki primlerin kime ve nasıl verileceği net değil. Sendika ise tüm işçilere yüzde 7 oranında risk priminin sözleşmelerdeki mevcut oranlara ilave olarak verilmesini istiyor.

Üçüncüsü, işyerinde esnek çalışma uygulamasına son verilsin. Cumartesi akdi, pazar günü ise resmî tatil günü olarak sözleşmeye yazılsın.

Son olarak, kimlik kartı yenilenmeyen güvenlik görevlilerinin iş akdi feshedilmesin. Bu işçiler işyerinde başka işlerde değerlendirilsinler.

Sonuç olarak

Sıralanan bu gerekçelerden dolayı ODTÜ grevi sadece yasal değil, aynı zamanda haklı bir grevdir ve talep edilen dört düzenleme kabul edilene kadar sürdürülmelidir.

Ayrıca ODTÜ grevi herhangi bir grev değildir. Ülkedeki otoriter korporatist yapılanmaya bir tepkidir. Dolayısıyla da bu grevin özünde özgürce toplu iş sözleşmesi yapma hakkı talebi vardır.  Ayrıca bu grevin mali ya da diğer sözleşmeye bağlı konular dışında çok önemli boyutları söz konusudur:

-Grevler, işçi sınıfının dünyayı değiştirme gücüne sahip olduğunu anlaması için önemli bir ilk adımdır. İşçilere kapitalizmin doğası ve kendi kolektif güçleri hakkında bir şeyler gösterirler.

-Grevler işçilerin günlük sömürü rutinini kırmalarını sağlar. Eğer işçiler basitçe konumlarını kabul eder ve asla karşı koymazlarsa, sefalet düzeyine çekilirler. Oysa grev süreci işçilere kolektif güçlerini hissettirir.

Grev işçilerin kendilerine olan güvenlerini artırır. Birçok grevci aynı zamanda kime güvenecekleri, nasıl bir etki yaratacakları, sendika liderlerinin rolü, tabanı örgütleme ihtiyacı, devletin rolü gibi daha geniş sorularla karşı karşıya kaldıklarını fark eder.

Düşünceler en çok sıcak mücadele içinde değişir. İnsanlar kendi koşullarını değiştirmeye çalıştıkça, deneyimleri toplumdaki egemen fikirlerin çoğuna meydan okuyabilir. Bu yüzden de grevler ırkçılık, cinsiyetçilik, mezhepçilik ve homofobi gibi aşırı sağcı düşüncelerin yumuşamasına katkıda bulunabilir.

Son olarak grevler aynı zamanda daha geniş mücadelelere dönüşme yeteneğine de sahiptir. Çünkü işçiler grevlerden her grevin içinde politik bir mücadele olduğunu öğrenirler.


4 Ağustos 2025 Pazartesi

Aşırı sıcakla ve emekçiler

 

Aşırı sıcaklardan ölümler: sırada kimler var?

Orman yangınları (2):

Mustafa Durmuş

5 Ağustos 2025


Türkiye’de çıkan orman yangınlarını ele aldığımız ilk bölümde bu yangınların nedenleri konusunda esas olarak; “ormanların özelleştirilmesi (orman içi özel yapılaşma)”, “ormansızlaştırma”, “ormanların köylülere kapatılması”, “ormanları inşaat rantına açmak için yapılan sabotajlar” ve “özel elektrik iletim şirketlerinin iletim hatlarında yapması gereken ama yeterince yapmadığı bakımlar” gibi faktörlere vurgu yapıldığına dikkat çektik.

Bu faktörlerin hepsinde haklılık payı ve bu bağlamda siyasal iktidarın da sorumluluğu olduğu çok açık.

Ancak bu değerlendirmeler küresel ısınma faktörünü de gözden kaçırmamalı ki küresel ısınma konusunda iktidarın izlemekte olduğu ranta dayalı doğayı tahrip eden politikaların çok büyük payı var. Ayrıca küresel ısınma ekolojik tahribat biçiminde doğanın sömürülmesine dikkat çekerken, aynı zamanda emekçiler üzerindeki ölümcül etkileriyle emek sömürüsüne de neden oluyor.

Bugünkü yazımız küresel ısınmanın emek üzerindeki tahribatı ve alınması gereken önlemler üzerine. Ama öncelikle, İskenderun’da 40 derece (°C) sıcakta eğitim yaptırıldıkları için su kaybından cinayete kurban edilen iki askerimizi unutmayalım. Bu ve benzerleri bundan böyle açık hava da çalışmak zorunda kalan tarım işçileri, temizlik işçileri ve inşaat işçileri başta olmak üzere işçi sınıfının önemli kısmının da başına gelebilir.

Küresel ısınmada son durum

Küresel ısınmada son durumu geçen bölümden alıntılayarak, bir kez daha hatırlatalım: Bu yılın ocak ayı, kayıtlara geçen en sıcak ocak ayı oldu (sanayileşme öncesi seviyelerin 1,7°C üzerinde). Haziran 2025 ise cehennem sıcaklarının bir fragmanı gibiydi.

Küresel olarak, son 12 aylık dönemde görülen hava sıcaklıklarının (Temmuz 2024- Haziran 2025) yıllık ortalaması; 1991-2020 ortalamasının 0,67°C üzerinde ve sanayi öncesi seviyeyi tanımlamak için kullanılan tahmini 1850-1900 ortalamasının 1,55°C üzerinde seyrediyor.  Yani 2015/16 ve 2019/20 dönemlerinde ulaşılan 1991-2020 döneminin 0,46°C üzerindeki önceki en yüksek 12 aylık ortalamalardan çok daha yüksek.

Aşırı sıcaklarda çalışmanın riskleri

Bu riskler çeşitlidir ve daha yüksek sıcaklıklarda giderek daha şiddetli hale gelirler. Araştırmalar, 20 °C’in üzerinde bile iş kazası riskinin arttığını, konsantrasyon bozukluğu ve yorgunluk nedeniyle verimliliğin düştüğünü gösteriyor. Terli avuç içleri gibi önemsiz gibi görünen şeyler, işçilerin kayma veya bir şeyleri düşürme olasılığını artırabiliyor. Ancak sıcaklıklar aşırı hale geldikçe sağlık açısından daha doğrudan riskler görmeye başlıyoruz: sıcak çarpması veya bayılma riskinde artış, kafa karışıklığı ve nihayetinde ciddi organ hasarı ve hatta ölüm riski. Bunlara cilt kanseri tehlikesini de ilave etmek gerekiyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından geçen yıl hazırlanan, “İşyerinde Isı: Güvenlik ve Sağlık Üzerindeki Etkileri” başlıklı rapor (1), dünya genelinde daha fazla emekçinin sıcak stresine maruz kaldığı konusunda bizi uyarıyor.

Söz konusu veriler, daha önce aşırı sıcağa alışık olmayan bölgelerin artan risklerle karşı karşıya kalacağını, zaten sıcak olan iklimlerdeki çalışanların ise daha da tehlikeli koşullarla karşılaşacağını ortaya koyuyor. Genel olarak rapor, en çok Afrika, Arap ülkeleri ile Asya ve Pasifik'teki işçilerin aşırı sıcağa maruz kaldığını gösteriyor. Bu bölgelerde işgücünün sırasıyla yüzde 92,9'u, yüzde 83,6'sı ve yüzde 74,7'si etkileniyor. Bu rakamlar, mevcut en son rakamlara göre (2020) küresel ortalama olan yüzde 71'in üzerindedir. Rapora göre en hızlı değişen çalışma koşulları (Türkiye’nin de aralarında bulunduğu) Avrupa ve Orta Asya'da görülüyor. Bu bölge, 2000 yılından 2020 yılına kadar, aşırı sıcağa maruz kalmada en büyük artışı kaydetti ve etkilenen işçilerin oranı yüzde 17,3 ile küresel ortalama artışın neredeyse iki katına çıktı.

Geçen yıl 4,200 işçi aşırı sıcaklardan hayatını kaybetti

Rapor, 2020 yılında küresel çapta 4.200 işçinin sıcak hava dalgaları nedeniyle hayatını kaybettiğini tahmin ediyor. Toplamda 231 milyon çalışan 2020 yılında sıcak hava dalgalarına maruz kaldı ve bu rakam 2000 yılına göre yüzde 66'lık bir artışa işaret ediyor. Bununla birlikte rapor, küresel olarak her 10 çalışandan 9’unun sıcak hava dalgası dışında aşırı sıcağa maruz kaldığını ve aşırı sıcaktan kaynaklanan her 10 iş kazasından 8’inin sıcak hava dalgaları dışında meydana geldiğini vurguluyor. (2) (Bu durum asıl tehlikenin sıcaklıkların aşırı artmasından ziyade kapitalizmin kendisi olduğunu ortaya koyuyor).

İnşaat işçileri, temizlik işçileri, tarım işçileri ve dış mekânda çalışan güvenlik görevlileri en yüksek riskli gruplar

Açık havada çalışanlar (özellikle inşaat işçileri ve temizlikçiler), aşırı sıcağa en çok maruz kalanlar. 2040 yılına kadar, (Birleşik Krallık’ta-BK) bu işçilerin bir milyondan fazlasının sadece aşırı hava olayları sırasında değil, yaz boyunca 27 °C'nin üzerindeki sıcaklıklarda çalışacak olması muhtemel. Bu durum, önlem alınmadığı takdirde kaçınılmaz olarak, ölümlere yol açacak tehlikeli bir ‘yeni normalin' oluştuğuna işaret ediyor. (3)

TUC raporu ne diyor?

Geçtiğimiz aylarda Birleşik Krallık İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TUC) bu konuda bir rapor hazırlayarak uyarılarda bulundu. Rapora göre:

“Bir işyeri çok sıcak olduğunda, bu sadece konforla ilgili bir sorundan daha fazlası demektir. Eğer sıcaklık çok yükselirse sağlık ve güvenlik sorunu haline gelebilir. İnsanlar çok ısınırsa baş dönmesi, bayılma ve hatta sıcak krampları geçirir, çok sıcak koşullarda vücut ısısı yükselir. Vücut ısısı 39 derecenin üzerine çıkarsa, sıcak çarpması veya bayılma riski vardır. Deliryum (41 derecenin üzerinde) kafa karışıklığı meydana gelebilir. Bu seviyedeki vücut ısısı ölümcül olabilir ve bir işçi iyileşirse, telafisi mümkün olmayan organ hasarlarına maruz kalabilir. Ancak daha düşük sıcaklıklarda bile ısı, konsantrasyon kaybına yol açar ve yorgunluk, çalışanların kendilerini veya başkalarını riske atma olasılığının daha yüksek olduğu anlamına gelir. Konsantrasyon kaybı kaygan, terli avuç içlerinin yanı sıra bazı kişisel rahatsızlıklarda artışa, koruyucu ekipmanların uygunsuz kullanımı veya kullanılmaması korumanın azalmasına neden olabilir. Isı, yüksek tansiyon veya yüksek ateş gibi diğer tıbbi durumları ve hastalıkları da kötüleştirebilir. Kalp üzerindeki yükün artmasının yanı sıra, kalp hastalığı ile etkileşime girmesi veya kalp hastalığını artırması nedeniyle işyerindeki diğer tehlikelerin etkisi ortaya çıkar. En yüksek sıcak stresi riskine sahip olan işçiler 65 yaş ve üzerindeki işçilerdir. Buna ek olarak yüksek sıcaklıklar sperm sayısının azalmasına neden olabilir ve hamilelik sırasında tehlikeli olabilir”. (4)

Kısaca ILO raporunda da vurgulandığı gibi, “aşırı sıcak stresi görünmez ve sessiz bir katildir ve hızla hastalığa, sıcak çarpmasına, ciddi kalp, akciğer ve böbrek sorunlarına ve hatta ölüme neden olabilir”.  

Avrupa teyakkuzda

İspanya, İtalya, Fransa, Portekiz gibi ülkelerde hava sıcaklıklarının 40°C'yi aşması ve BK’de 35°C'ye yaklaşması (kayıtlara geçen en sıcak ikinci haziran ayının hemen ardından), kıtanın pek çok yerinde ciddi hava durumu uyarıları yapılmasına ve okulların kapatılması ya da nükleer enerji faaliyetlerinin durdurulması gibi önlemler alınmasına neden oldu.

İspanya’da İklim İzni Zorunluluğu

Örneğin İspanya’da Devlet Meteoroloji Ajansı (AEMET) tarafından yayınlanan kırmızı alarm, yerel makamlar tarafından uygulanan hareket kısıtlamaları veya çalışmaya devam etmeyi güvensiz kılan aşırı koşullar gibi durumlarda işçilere zorunlu izin verilmesi uygulaması getirildi. Bu süre zarfında işçiler ücret haklarını koruyorlar ve izin aldıkları için cezalandırılamıyorlar veya işten çıkarılamıyorlar. Mali sorumluluksa işverene ait. İklim izni vermeyen veya çalışanlarını güvenli olmayan koşullarda çalışmaya zorlayan işverenler, Sosyal Düzende İhlaller ve Yaptırımlar Yasası'nda (LISOS, Kraliyet Kanun Hükmünde Kararnamesi 5/2000) belirtildiği üzere, ihlalin ciddiyetine bağlı olarak 3.000 € ile 30.000 € arasında değişen para cezalarına çarptırılabilir.

Aynı kararname, şirketlerin iklim acil durumları için mesleki risk önleme tedbirlerini, meteorolojik uyarıların çalışanlara derhal iletilmesini ve mümkünse uzaktan çalışma da dahil olmak üzere çalışma programlarında ayarlamalar yapılmasını içeren eylem protokolleri oluşturmalarını zorunlu kılıyor. Bu gerekliliklere uyulmaması, risk seviyesine ve işçi güvenliği üzerindeki etkisine bağlı olarak 40.000 €'ya kadar para cezasına neden olabiliyor. (5)

Birleşik Krallık: 2050 yılında aşırı sıcaklar 27,1 milyon işçiyi ciddi sağlık risklerine maruz bırakabilir

Autonomy Enstitüsü'nde yapılan son araştırma raporu, önümüzdeki on yıllarda BK'de milyonlarca çalışanın tehlikeli çalışma sıcaklıklarına maruz kalacağını gösteriyor.

Bu rapor, iklim krizinin, aşırı sıcakları önümüzdeki yıllarda BK işçileri için nasıl büyüyen bir sorun haline getireceğini özetlerken, işyerlerinin uyarlanmasına ve işçilerin gerekli aciliyet doğrultusunda korunmasına yardımcı olacak bir dizi politika önerisi de sunuyor.

Özetle; “2020'lerin sonunda, BK'deki çalışanların neredeyse üçte ikisinin kendilerini 35 °C'nin üzerindeki sıcaklıklarda, aşırı sıcak hava dalgalarında çalışırken bulabilecekleri tespit edildi. 2050 yılına gelindiğinde, aşırı yaz sıcak dalgaları 27,1 milyon çalışanın tehlikeli sıcaklıklara maruz kalmasına neden olabilir. Diğer yandan, uluslararası alanda, Birleşik Arap Emirlikleri, İspanya ve Kıbrıs gibi diğer birçok devletin azami çalışma sıcaklıkları için yasal yönergeleri bulunuyor.  Ayrıca, son zamanlarda yaşanan aşırı hava olayları nedeniyle, Yunanistan ve ABD gibi ülkeler ya geçici maksimum sıcaklık önlemleri aldılar ya da işyerinde aşırı sıcaklığın azaltılması için yeni politikalar hazırladılar. Bu artan risklere rağmen, BK mevzuatı şu anda işyeri için herhangi bir minimum veya maksimum sıcaklık belirtmiyor”. (6)

Nitekim BK’deki tepkiler sonucunda İşçi Partisi harekete geçti. Şu anda iktidarda bulunan bu partinin hazırladığı İstihdam Hakları Yasa Tasarısı Lordlar Kamarasında bulunuyor. Her ne kadar başlangıçta pek çok kişinin beklediği gibi önemli ölçüde sulandırılmış olsa da bu yasa tasarısı bu hükümetten gelen nadir olumlu bir müdahaleyi temsil ediyor. Ancak, sıcaklıklar arttıkça çok sıcak havalarda işçi güvenliğini sağlamaya yönelik hükümlerin düzenlemede yer almaması büyük bir eksiklik: (7)

Türkiye’deki yeni İklim Kanunu aşırı sıcaklar karşısında işçilerle ilgili önlemler getiriyor mu?

Türkiye’de ise temmuz ayında bir kanun çıkarıldı. Resmî Gazete’nin 9 Temmuz 2025 tarihli sayısında yayımlanan İklim Kanununda, toplumu koruyucu bazı önlemleri içermesi beklenirdi. Kömür madencilerinin, termik santral çalışanlarının bozulan sağlıklarını iyileştirmeye yönelik sağlık programları; orman yangınlarına, sel vb. hava olaylarına koşan itfaiyecilerin, orman işçilerinin, afet birimleri emekçilerinin, sıcak ve soğuk hava dalgalarında açık havada, denizde, tarlada, işyerlerinde çalışmak zorunda bırakılan emekçilerin iyi oluşlarını koruyan önlemler alınması gibi.

Oysa İklim Kanunu bu ilkelere göre hazırlanmış ve aşırı sıcaklıklarda çalışan işçileri korumayı içeren bir kanun olmadığı gibi, aşırı ısınmayı azaltan özellikle karbondioksitin atmosferden emilerek uzaklaştırılmasında rolü bulunan yutak alanlar olarak ormanların, denizlerin, bitki örtüsünün, sulak alanların korunması, iyileştirilmesi, geliştirilmesi, artırılması için somut politika araçları belirtmiyor, sadece sözel olarak “tedbirler alınır” deniliyor: Dolayısıyla, kanunda salımların atmosferden uzaklaştırılması konusu da boşlukta bırakılıyor. Kaldı ki İklim Kanunuyla aynı zamanda TBMM gündeminde olan “95 sayılı torba kanun” zeytinlikleri madenciliğe açıyor, ormanlarda, özel çevre koruma bölgeleri, sulak alanlar ve öteki korunan alanlarda madenciliği daha da kolaylaştıran düzenlemeler getiriyor. (8)

Küresel ısınmadaki artış yeni emek koruyucu önlemleri zorunlu kılıyor

Bu çerçevede TUC, maksimum sıcaklığın 30°C (yorucu işler yapanlar için 27°C) olması çağrısında bulunuyor. Ancak bu mutlak bir azami değer olarak düşünülüyor. İşverenler, sıcaklık 24°C'nin üzerine çıkarsa ve çalışanlar kendilerini rahatsız hissederse, bu azami sınırın aşağıya çekilmesi gerektiği belirtiliyor.

Kapalı mekânlarda makul bir sıcaklık sağlamak çok zor değildir. Çoğu zaman basitçe insanları doğrudan güneş ışığından uzaklaştırmak veya işçilerin bir pencere açmalarına izin vermek ya da sağlıklı klimalı ortamlarda çalışmalarını sağlamak gibi önlemler alınabilir. Ancak, her ne kadar işçi ve işyeri sağlığı ile ilgili yönetmelikleri sadece kapalı işyerleri için geçerli olsa da bu durum, işverenlerin dışarıda çalışan işçilere karşı bir yükümlülüğü olmadığı anlamına gelmez. Örneğin inşaat işçileri, tarım işçileri, turizm işçileri, belediye temizlik işçileri ve sıcak kabinlerde çalışan şoförler konusunda işverenlerin, işçilerin sağlık ve güvenliklerini korumak için genel bir görevleri vardır. İşverenler, işçiler için sağlık riski içermeyen, güvenli bir çalışma ortamı sağlamalıdırlar.

TUC’ye göre, işverenlerin işyerleri serin tutmak için atabileceği sekiz adım söz konusudur:

1. Güneşten korunma: Uzun süre güneşe maruz kalmak açık havada çalışanlar için tehlikelidir, bu nedenle işverenler ücretsiz güneş kremi sağlamalıdır.

2. Esnek çalışmaya izin vermek: Personele daha erken gelme veya daha geç kalma şansı vermek, onların yoğun saatlerde işe gidip gelmenin boğucu ve rahatsız edici koşullarından kaçınmalarını sağlayacaktır. Patronlar ayrıca sıcak havalarda personelin evden çalışmasına olanak sağlamayı da düşünmelidir.

3. İşyeri binalarını serin tutmak: Pencereleri açmak, vantilatör kullanmak, personeli pencerelerden veya ısı kaynaklarından uzaklaştırmak gibi basit adımlar atılarak işyerleri daha serin ve daha katlanılabilir tutulmalıdır.

4. İşyerlerini iklime dayanıklı hale getirmek: Havalandırma, hava soğutma ve enerji verimliliği önlemleri alarak binalar giderek artan sıcak havaya hazırlıklı hale getirilmelidir.

5. İşyeri kıyafet kurallarını geçici olarak gevşetmek: İşçileri normalden daha rahat kıyafetlerle çalışmaya teşvik etmek (ceketleri ve kravatları evde bırakmak) onların serin kalmalarına yardımcı olacaktır.

6. Personelin rahat etmesini sağlamak: Personelin sık sık mola vermesine izin vermek ve ücretsiz soğuk içecek tedarik etmek çalışanların serin kalmasına yardımcı olacaktır.

7. İşçilerle ve sendikalarıyla konuşmak ve onları dinlemek: Personelin aşırı sıcaklarla en iyi nasıl başa çıkılacağı konusunda kendi fikirleri olacaktır.

8. Dışarıda çalışanlar için makul saatler ve gölgelik alanlar oluşturmak: Dışarıdaki görevler, UV radyasyon seviyelerinin ve sıcaklıkların en yüksek olduğu 11:00-15:00 saatleri arasında değil, sabah erken ve öğleden sonra geç saatlerde planlanmalıdır. Patronlar mümkün olan yerlerde gölgelikler/ gölgelikler sağlamalıdır. (9)

Ancak ne BK’de (ne de Türkiye’de) işçi sağlığı ve işyeri yönetmeliklerinde azami işyeri sıcaklığına ilişkin herhangi bir hüküm mevcut. BK’de sadece ‘makul sıcaklık' ifadesi var, ancak "makul "ün ne olduğu konusunda bir fikir birliği yok.

Türkiye’de bu konu “İşyeri Bina ve Eklentilerinde Alınacak Sağlık ve Güvenlik Önlemlerine İlişkin Yönetmelik’te “ortam sıcaklığı” başlığı altında 21. Madde ile aşağıdaki şekilde düzenlenmiş durumda.

“Madde 21- İşyerinin ve yapılan işin özelliğine göre pencerelerin ve çatı aydınlatmalarının, güneş ışığının olumsuz etkilerini önleyecek şekilde olması sağlanır.”

Görüldüğü gibi burada da herhangi bir azami ısı derecesinden söz edilmiyor. Bu yüzden birçok işçi sadece rahatsız edici değil, aynı zamanda vücutlarına zarar verebilecek sıcaklıklarda çalışmak zorunda kalıyor. Yapılan toplu iş sözleşmelerinde ise genel olarak, bu konuya ait herhangi bir düzenleme bulunmuyor.

Yönetmelik ve toplu iş sözleşmelerinde ortam sıcaklığının azami sınırının belirtilmemiş olması büyük bir eksikliktir. Küresel ısınmanın ulaştığı düzey itibarıyla bu konuda acilen düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Herhangi bir düzenlemenin olmadığı dış mekânda çalışan işçiler için de azami sıcaklık derecesinin belirlenmesinin yanı sıra ilave önlemlerin alınması da gerekiyor.

Sonuç

Türkiye’de yapılan toplu iş sözleşmelerinde de (TİS) genelde böyle bir madde bulunmuyor. Oysa işçi sendikalarının da bundan böyle görevlerinden birisi de bu tür düzenlemeleri TİS’lere sokmak olmalıdır. İşyeri sendika temsilcilerinin görevleri de bu sıcaklıkların kontrolü ile ilgili olmak üzere genişletilmelidir. İşçilerin günün en sıcak saatlerinde dışarıda olmamaları için işlerin farklı şekilde organize edilmesi veya gölgelendirme yapılmasını sağlamak talep edilmelidir. Ayrıca dışarıda çalışan işçilere de güneşten korunma ve yaz boyunca yeterli içme suyu sağlanması talep edilmesi gerekir.

Bu bağlamda talepler şöyle olabilir:

●Tüm işlerin durması ve tüm çalışanların faaliyetlerini durdurması gereken bir sıcaklık sınırı belirlenmelidir.

●İşverenler, işçileri doğrudan güneş ışığı gibi yüksek sıcaklığın en kötü etkilerinden korumaya dönük, en uygun sığınma alanları olacak şekilde işyeri ortamlarını sağlamakla yükümlü tutulmalıdır.

●Molalar aşırı sıcaktan korunmayı sağlayarak çalışanlara dinlenme ve vücut ısılarını düzenleme fırsatı verdiğinden, özellikle açık havada çalışanların gölgede düzenli olarak barınmaya ihtiyacı vardır. Korunaklı düzenli molalar verilmesini sağlanmalıdır. Gece çalışmasıyla ilişkili riskler dikkate alınarak, ilave molalar tercih edilmelidir.

●Uzun süren aşırı sıcak dönemleriyle başa çıkmak için, gün boyu veya birkaç günlük iş bırakmanın uygulanması gerekebilir çünkü bu olaylar sırasında ortaya çıkan sağlık etkileri işçiler üzerinde bütüncül olarak görülür. Bu nedenle işi durdurma ya da iş bırakmaya izin verilmelidir.

●Son olarak bu önlemlerin mevzuatta yer alması yeterli olmaz. Bu konudaki başarı kurumsal farkındalığa, uyumluluğa ve iş ve çalışma otoritelerinin aktif gözetimine bağlıdır. İklim değişikliği ilerde zorluklar yaratmaya devam edecek ve giderek daha öngörülemez hale gelen bir ortamda çalışanların güvenliğini ve refahını artırmak için önümüzdeki yıllarda daha fazla düzenleyici gelişmeyi muhtemel kılacaktır.

Türkiye’ye gelince, son T. Maden İş’in grevinin ertelenmesinde görüldüğü gibi, birçok işçi hakkı yasada mevcut iken uygulanmasına izin verilmemekte, bu haklar yok sayılmaktadır. Küresel ısınmanın beraberinde getirdiği işçiler açısından ortaya çıkacak risklerin önlenmesi ancak bu yasal düzenlemelerin ardında durabilen işçilerden yana tutum alabilen demokratik bir siyasal iktidar ile mümkün olabilir.

Dip notlar:

(1)  https://www.ilo.org/resource/news/more-workers-ever-are-losing-fight-against-heat-stress (25 July 2024).

(2)  Agr.

(3)  https://tribunemag.co.uk/extremely-hot-worker-summer (23 July 2025).

(4)  Health and safety – time for change | Temperature, TUC (July 2025).

(5)  https://www.velascolawyers.com/en/employment-law-2/climate-change-and-its-impact-on-labour-rights-in-spain (23 March 2025).

(6)  https://autonomy.work/portfolio/extreme-heat (26 May 2025).

(7)  https://tribunemag.co.uk/extremely-hot-worker-summer (23 July 2025).

(8)  Aykut Çoban, “İklim Kanunu: Emekçinin ve Doğanın Aleyhine, Sermayenin Çıkarına”, Tez-Koop-İş Sendikası gençemek dergisi (Ağustos sayısında yayımlanacak). 

(9)  https://www.tuc.org.uk/news/workplace-temperatures-week-action (19 May 2025).