Otokrasiden çıkış dersleri (I)
Mustafa Durmuş
20 Eylül 2025
Yargı eliyle CHP’yi zayıflatmaya dönük operasyonlar
şimdilik geri püskürtülmüş olsa da belediye başkanlarının ve CHP’li meclis
üyelerinin parti değiştirmeye zorlanması gibi yollarla bu saldırılar devam
ediyor ve daha da edecek gibi görünüyor.
Zira seçmen kitlesini büyük ölçüde kaybetmiş, ekonomik
sorunları çözememiş, halkın daha da yoksullaşmasına neden olmuş otoriter bir
iktidarın, iktidarda kalabilmek için artık birinci parti olduğu kesin olan
CHP’yi hedef almaktan başka yolu yok. Bir diğer yol kuşkusuz seçimli otokrasiye
son verip, seçimlerin yapılmadığı, siyasal partilerin kapatıldığı açık bir
diktatörlüğe geçiştir. Bu alternatifin de iktidarın son çare olarak başvuracağı
bir alternatif olduğu unutulmamalı.
Trump ve Erdoğan’ın muhalefete ilişkin
benzer politikaları
İktidar Bloku Türkiye’de muhalefeti yargı eliyle
belediyelere yapılan operasyonlar ve kayyımlar üzerinden sıkıştırırken, ABD’de Trump,
Chicago, Baltimore, New York gibi Demokratlar tarafından kontrol edilen
eyaletlere de Ulusal Muhafızları göndermeyi planlıyor. Keza son yargı
atamalarıyla Trump, daha önce terfi ettirdiği yargıçların yeterince muhafazakâr
olmadığına karar verdi. Ona göre, yargıçlar, şahin MAGA destekçileri olmak
zorunda. Muhafazakâr bir hukuk örgütü olan Federalist Society, Trump'ın Yüksek
Mahkeme'nin mevcut muhafazakâr çoğunluğunu oluşturmasına yardımcı oldu. Ancak
Trump, bu topluluğun önerdiği yargıçlar da dahil olmak üzere, gümrük vergileri
ve diğer politikalarına karşı çıkan muhafazakâr yargıçları sert bir şekilde
eleştiriyor. İkinci döneminde Trump, artık kendi yönetiminin politikalarına
herhangi bir zorluk çıkartmayacak olan militan yargıçlara odaklandı. (1)
Otokrasiler dünyada yükselişte
Rejimin demokrasiyi yok ederek giderek daha da
otoriterleşmesi sadece Türkiye ve ABD ile sınırlı bir olgu değil. V-Dem Enstitüsü'ne
göre, otoriter rejimler şu anda dünya nüfusunun yüzde 70'inden fazlasını
yönetiyor. Öyle ki dünyadaki her dört kişiden yaklaşık üçü (yüzde 72) şu anda
otokrasi altında yaşıyor. Bu oran 1978'den bu yana en yüksek seviyeye ulaşmış
durumda. (2)
Bir başka küresel demokrasi gözlemcisi olan Freedom
House, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 20'sinin “özgür” olarak değerlendirilebilecek
ülkelerde yaşadığını bildiriyor. Bu
kuruluş her yıl yayınladığı “Dünyada Özgürlük Raporu” ile 200’ü aşkın ülke ve
bölgede insanların siyasi haklara ve sivil özgürlüklere erişimini analiz ediyor.
Çünkü seçme (oy kullanma) hakkından ifade özgürlüğüne ve kanun önünde eşitliğe
kadar uzanan bireysel özgürlükler devlet veya devlet dışı aktörler tarafından
etkilenebiliyor.
Kuruluşun bu yılki raporuna göre Türkiye 100 üzerinden
33 puan ile “özgür olmayan yarı otoriter rejime sahip ülke” konumunda. Ülkenin
siyasi haklar kriterinde puanı 40 üzerinden 17 ve sivil özgürlüklerde 60
üzerinden 16 puan. Son 10 yılda dünyada özgürlüklerin en fazla azaldığı ilk 8
ülke arasında yer alıyor. (3)
Özetle, son 15 yıldır, küresel olarak demokraside
hızlı bir düşüşe tanık oluyoruz. Macaristan'dan Hong Kong'a, Hindistan'dan
Amerika Birleşik Devletleri'ne ve Rusya’dan Türkiye’ye kadar, demokratik
kurumlar benzeri görülmemiş bir hızla çöküyor. Türkiye’deki İktidar Bloku
dünyadaki, özellikle de ABD’deki, otoriterleşme eğiliminden de güç alıyor ve
kendi otoriterliğini meşrulaştırıyor.
Tarih tekerrür mü ediyor?
Sadece Türkiye’deki aşırı sağın değil, demokrasinin
beşiği Avrupa’da da aşırı sağın yükselişi söz konusu. Öyle ki Almanya'nın aşırı
sağının da köktenci bir güç devşirme planı yaptığı yakınlarda ortaya çıktı. Aşırı
sağcı Alternative für Deutschland Partisinden (AfD) sızan bir belge, Donald
Trump'ın izlediği otoriterleşme stratejisinin Avrupa'daki sağcı partiler
tarafından nasıl taklit edildiğine ışık tutuyor. Federal seçimlerde yüzde 20,6
ile ikinci olan AfD, Alman istihbarat kurumları tarafından “aşırılık yanlısı”
olarak tanımlanan ve ırkçı politikalarının özgür demokratik düzenle
bağdaşmadığı ilan edilen bir parti. Bu yüzden de merkez sağ CDU-CSU tarafından
benimsenen "güvenlik duvarı" politikasıyla şu anda ulusal düzeyde
olası bir sağ koalisyonun dışında tutuluyor. Ancak yerel düzeyde yasağa
istisnalar getirilmeye başlandı ve ocak ayında Almanya Şansölyesi Friedrich
Merz iç göçü kısıtlayan yeni bir yasayı geçirmek için AfD'ye güvenmek zorunda
kaldı. (4)
Demokrasi yavaş yavaş yok ediliyor
Askeri darbelerde cuntacı generaller bir gecede
iktidarı ele geçirirler. Sivil cumhurbaşkanları ise (2016’da OHAL’in ilan
edilmesinde yaşandığı gibi), sıkıyönetim ilan ettiklerinde olağanüstü hâl
yetkilerini devralır ve hemen diktatörler gibi yönetmeye başlarlar.
Ancak günümüzde demokrasiyi yok etmenin daha yaygın bir
yöntemi, ona binlerce yara açarak öldürmektir. Bu yolda seçilmiş liderler
demokratik kurumları yavaş yavaş zayıflatır ve daha fazla yürütme yetkisi
biriktirirler ve bir gün demokrasi ölümcül bir şekilde tehlikeye girer.
Nitekim, 2000 yılında ilk kez devlet başkanı seçilen
Vladimir Putin, bu şekilde Rusya'nın ömür boyu lideri haline geldi. Viktor
Orban, 2010 yılında Macaristan başbakanı oldu ve Putin'in örneğini bilinçli
olarak takip ederek o günden beri Macaristan'ı yönetiyor. Türkiye’deki iktidar
blokunun da benzer bir beklenti içinde olduğu artık herkesin bildiği bir şey.
Bir başka anlatımla, günümüzde otokratlar, geçen
yüzyılda sıklıkla yaptıkları gibi darbelerle siyasi iktidarı ele geçirmiyorlar,
bunun yerine demokrasinin içsel zayıflıklarını istismar ederek seçimler yoluyla
iktidarı ele geçiriyorlar. Genellikle bu otokratlar, seçimlerin hala yapıldığı,
ancak otokratların iktidarda kalmasını sağlamak için büyük ölçüde manipüle
edildiği seçimli otokrasileri kuruyorlar. Ancak zamanla, küresel eğilim bu
seçimli otokrasilerinin çoğunun doğrudan (açık) diktatörlüklere dönüşeceğini
gösteriyor.
Otoriterlik nasıl güçleniyor?
Tarih demokrasilerin bir gecede ortadan kalkmadığını,
yavaşça, kasıtlı olarak, parça parça çürütüldüğünü gösteriyor. Bunu mümkün
kılan etkenleri şöyle sıralamak mümkün:
İlk olarak,
otoriterler açısından tüm muhalefeti birden susturmaya gerek yoktur. Yeterince
yalan, yarı gerçek ve komplo teorileri ile toplumu adeta bir bombardımana tabi
tutmak yeterlidir. Böylece insanlar artık neye inanacaklarını bilemezler. İnsanların
devlet tarafından yönetilen medya, propaganda ağları ve sosyal medya
manipülasyonu ile sürekli bir paranoya ve kızgınlık duygusuna tabi tutulmaları
yeterli olur.
İkinci olarak,
otoriterlerin düşmanlara ihtiyacı vardır. Milliyetçiliği körükler, toplumun
değişik kesimlerini birbirine düşürür ve iktidarını pekiştirmek için ırk, din,
inanç ve kimliği kullanırlar: “eğer bizimle birlikte değilseniz, bizim
düşmanımızsınızdır ve bu da sizi etkisiz hale getirilecek bir hain yapar”.
Üçüncü olarak,
kurumları ve yargıyı yavaşça ve sessizce ele geçirirler, basını, medyayı
yozlaştırırlar, tekellerine alırlar, seçimlere hile karıştırırlar. Tıpkı
kumarhanelerde günün sonunda kazanan kasa olduğu gibi, öyle seçim yasası
düzenlemeleri yaparlar ki (demokratik görünse de), kazanan hep kendileri olur.
Dördüncü olarak,
otoriterler insanlara sahte, geçmiş bir “altın çağ” pazarlarlar. Trump'ın “Amerika'yı
Yeniden Büyük Yap/MAGA” söylemi, Putin'in “Sovyet Nostaljisi”, Orbán'ın “Beyaz
Hıristiyan Milliyetçiliği” ve Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” sloganı aynı amaca
sahiptir: Hayal kırıklığı içindeki kitlelere geçmişin çarpıtılmış destansı
tarihiyle süslenmiş sahte bir gelecek vaat ederek yanlarında tutmak.
Beşinci olarak,
otokrasilerin yükselişinin yanı sıra küresel çapta, çok daha az dikkat çeken
ancak daha da istikrarsızlaştırıcı olabilen ikinci bir kriz daha
yaşanıyor. Bu kriz Hristiyanlık,
Yahudilik, İslamiyet ve Hinduizm gibi tüm büyük dinlerde, iktidar/güç düşkünü,
maddi çıkar peşinde olan seçkinler, kültürel yerinden edilmenin doğurduğu
yalnızlık, korku ve endişeyi istismar ederek, insanları, dinsel egemenliğin
düşmanları olarak algılananları toplumdan temizlemeyi, seküler kurumları ele
geçirip teokrasi ile değiştirmeyi meşrulaştıran görüşlere yönlendiriyorlar. Bu
yönde savaş hatları çiziliyor, şiddet içeren söylemler ve şiddet artıyor.
Nitekim Türkiye’de bir süredir İslam’ın siyasallaşarak hem kamusal hem de özel
alanda giderek belirleyici bir hale geldiği bir süreç yaşanıyor.
Kutsal Kanopi parçalanıyor
Diğer yandan dini sağladığı kutsal koruma kalkanı
(kutsal kanopi) giderek parçalanıyor.
Sosyolojide kullanılan "kutsal kanopi"
kavramı, dinin topluluklar üzerinde koruyucu bir kubbe oluşturduğu, insanlara
ortak bir anlam, ortak değerler ve beşikten mezara kadar evrendeki yerleri
hakkında bir güvenlik duygusu verdiği fikrini ifade eder. İnsanlık tarihinin
büyük bir bölümünde bu kanopiler ayakta kaldı. Ancak bugün tüm dünyada bu kutsal
kanopi yırtılıyor. Her büyük inanç geleneğinde bu durum gerçekleşiyor. İnsanlar
bu kutsal koruma hissini yitirdiklerinde, hızla değişen dünyada eski
kesinlikler artık geçerli olmadığında, daha tehlikeli bir şey oluyor ve aşırı
sağcı bir radikalleşmeye yatkın hale geliyorlar. Çünkü otoriter hareketler,
başarıya kriz içindeki, kafası karışık toplulukları sömürerek ulaşırlar. (5)
Son olarak, küreselleşme, yapay zekâ ve dijitalleşme
gibi teknolojik devrimler hem seküler otoritenin hem de geleneksel inancın
temellerinin sarsılmasını hızlandırıyor. Ulus devletler artık sadece küresel
pazarları değil, bilgi akışını da kontrol edemiyorlar. Dini kurumlarsa,
bilimsel bilgi ve kültürel değişim karşısında ahlaki otoritesini koruyamıyorlar.
Hem devlet hem de Tanrı güçsüz göründüğünde, korku, yalnızlık ve endişe ile
tetiklenen insanlar her ikisinin de daha radikal otoriter versiyonlarına
yönelme eğilimine giriyorlar.
Yani insanlar, geleneksel dini söylemler ve uygulamalar
yeterli olmadığında, radikal teolojiyi benimsiyorlar. Hem devlet hem de Tanrı
vaatlerini yerine getiremediğinde, komplo teorileri ve kültler gelişiyor ve bu
başarısızlıkların her biri diğerini güçlendiriyor. Bunun kaçınılmaz sonucu ise
demokrasinin yok olması ve seçimli otokrasi ya da faşizm gibi açık
diktatörlüklerin bu boşluğu doldurmasıdır.
Sonuç olarak
Temsili demokrasiye olan inanç ve güven zayıfladıkça,
insanlar otoriter liderlere ve partilere yöneliyorlar. Otoriterlik onlara
demokrasinin sunmadığı bazı şeyleri; kesinlik, güç ve kişisel avantaj elde
etmeyi sunuyor. Bazıları için bu sahip olacakları nüfuzun cazibesidir.
Diğerleri içinse değerlerinin kutsal kabul edilerek tartışılmadığı bir geçmişe
duyulan nostaljidir. Birçoğu için de otoriterliği iktidar ve zenginliğe giden
daha doğrudan bir yol olarak görmeleridir.
İnsanlık bir dönemin sonuna daha geliyor. Kapitalizm
üzerinde vücut bulan liberal demokrasinin tanıdık simgeleri, nesiller boyunca
siyasi manzaramızı şekillendiren kurumlar, normlar ve varsayımlar gözlerimizin
önünde birer birer çöküyor.
Küresel değişimin hızı, daha yavaş ve daha istikrarlı
bir dünya için tasarlanmış demokratik sistemlerin uyum sağlama kapasitesini aşıyor.
Gelir ve servet eşitsizlikleri başta olmak üzere artan eşitsizlikler, yabancılaşmayı
artıran, işçi sınıfını gücünü zayıflatan hızlı teknolojik dönüşüm, ekonomik
krizler, savaşlar, önlenemeyen iklim krizleri ve kitlesel göçler, demokrasinin
zayıflıklarını gözler önüne seriyor ve otoriter rejimlerin ve aşırı sağcı hareketlerin
istismar etmesine yardımcı oluyor.
Bu gerçek de demokratik, özgürlükçü sol bir
muhalefetin kendisini sadece iktidar partilerine muhalefet olarak konumlandırmasının
yanlışlığını, demokratik kurum ve kültürdeki bu çaptaki bir aşınmaya
kapitalizmin ve defolu temsili demokrasilerin neden olduğunun bilincinde olarak,
başka bir demokrasi savunusu yapması gerektiğini ortaya koyuyor.
Devam edecek: Nasıl bir demokrasiye
ihtiyacımız var?
Dipnotlar:
(1) https://www.counterpunch.org/slow-motion-authoritarianism
(9 September 2025).
(2) V-Dem
Institute, Democracy Report 2025, 25 Years of Autocratization – Democracy
Trumped?, s.6, 2025.
(3) Freedom
House, Freedom in the World 2025, The Uphill Battle to Safeguard Rights,
s. 9, s. 2025.
(4) https://www.socialeurope.eu/europes-far-right-copies-trump-and-its-working (16
July 2025).
(5) https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/calling-people-of-faith
(11 September 2025).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder