Barışa kim daha yakın: İşçi sendikaları mı
işveren örgütleri mi?
Mustafa Durmuş
17 Eylül 2025
11 ve 12 Eylül tarihlerinde Meclis’teki “Milli
Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” sırasıyla emek örgütlerinin ve
sermaye örgütlerinin temsilcilerini dinledi.
11 Eylül’deki ilk oturumda üye sayısının çokluğuna
göre kamuda çalışan emekçilerin sendikalarının üst örgütlerinin
(konfederasyonlar); ikinci oturumda ise özel sektörde çalışan işçilerin bağlı
bulunduğu sendikaların üst örgütleri olan konfederasyonların temsilcileri süreçle
ilgili görüşlerini açıkladılar. Kendilerine davet yapılmış olmasına rağmen
Birleşik Kamu İş toplantıya katılıp herhangi bir görüş bildirmedi.
Sunumların, ilgili örgütlere hakim olan ideolojiler kadar,
siyasal iktidara ne kadar yakın olduklarına ya da iktidarca ne kadar kontrol
edildiklerine ve üye profiline göre şekillendiği görüldü. Öyle ki sağ ve aşırı
sağ görüşlü, İktidar Blokuna destek veren MEMUR- SEN, T. KAMU- SEN, TÜRK- İŞ ve
HAK- İŞ aşağı yukarı aynı şeyleri söylediler. Bu gruptan süreç lehinde olumlu somut
öneriler içeren açıklamalar ise sadece DİSK, KESK ve TÜSİAD gibi örgütlerden
geldi.
Sendikal örgütlülük
Kamuda çalışan toplam 2,319,157 emekçinin yüzde 46,5’i
MEMUR-SEN’de; yüzde 24,1’i T. KAMU- SEN’de; yüzde 8,2’si BİRLEŞİK KAMU- İŞ’te
ve yüzde 7,2’si KESK’te örgütlü. Böylece kâğıt üzerinde kamu da çalışanlarının
yüzde 80,9’unun sendikalı olduğu anlaşılıyor. (1) Özel sektörde çalışan kayıtlı
17.326.143 işçi var ancak bunlardan sadece 2.429.527’si sendika üyesi. Bu
kapsamda özel sektörde sendikalaşma oranı da sadece %14,0. İşçilerin konfederasyonlara
göre dağılımı ise şöyle: TÜRK-İŞ yüzde 52,4; HAK-İŞ yüzde 34,0 ve DİSK yüzde
10,9. (2)
Kraldan çok kralcı sözde işçi ve kamu
çalışanı sendikaları
Bu örgütlerin “barış ve demokratik toplum süreci”, ya
da “terörsüz Türkiye”, adına ne denirse densin, konusuna yaklaşımlarında
kendilerini deşifre eden en önemli husus “PKK’nin ardından PYD ve SDG’nin de
silah bırakıp bırakmaması gerektiği” sorusuna verdikleri yanıtlar oldu.
MEMUR- SEN, T. KAMU- SEN, TÜRK- İŞ ve HAK- İŞ açıklamalarında
en sert, en militarist ve en şoven söylemlerle; “kırmızı çizgilerinin
Suriye’deki YPG ve SDG’nin de silah bırakması olduğunu” vurguladılar ve “bu
konuda hiçbir taviz verilmemesi gerektiğini” ileri sürdüler.
Bazı emek örgütlerinin kırmızı çizgisi!
Oysa mevcut sürecin ilerleyebilmesini PYD ve SDG’nin
silah bırakma şartına bağlamak süreci sona erdirebilir. Çünkü bu dayatma Kürtler
ve ABD tarafından, Suriye’deki istikrarsızlık ortamında, kabul edilemeyecek bir
zorlama olarak değerlendiriliyor, Bunu bile bile sözü edilen işçi
sendikalarının temsilcilerinin PKK dışındaki örgütlerin de silah bırakması konusunda
ısrarcı olmaları, bu sendikaların barışın tesisi konusunda samimi
olmadıklarının ve devletin en azından bir kanadının yönlendirmesiyle hareket
ettiklerinin bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Diğer yandan neredeyse hiçbir işveren örgütünün PYD ve
SDG’nin silah bırakması konusunu gündeme getirmemesi ve değerlendirmelerini barışın
ekonomik gelişme, demokrasi, büyüme, kalkınma ve istihdamı güçlendirmesiyle
sınırlı tutmaları oldukça önemli. Yani barış konusunda işveren örgütleri işçi
sendikalarından çok daha istekli görünüyorlar.
Kim ne dedi? (3)
Memur Sendikaları Konfederasyonu (MEMUR-SEN) Genel
Başkanı Ali Yalçın’ın konuşmasından:
“Terörü cesaretlendirecek hiçbir adım söz
konusu olmamalı. Terör örgütü PKK sadece Türkiye ve Irak'ta
değil, hangi adı taşırsa taşısın bütün ülkelerdeki bileşenleriyle birlikte
silah bırakmalıdır. Suriye'deki yapılanma orada durduğu müddetçe terörsüz
Türkiye projesi gerçekleşmemiş olacaktır. İsrail Amerikan
projesinin Suriye'de hayat bulmasına müsaade edilmemelidir. Bu konu pazarlık
konusu yapılamaz ve yine şehitlerimizin hatırası, gazilerimizin fedakârlığı,
annelerimizin gözyaşı bu sürecin kırmızı çizgisi olmalıdır.”
Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu (T.
KAMU-SEN) Genel Başkanı Önder Kahveci’nin konuşmasından:
“Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet Bahçeli'nin attığı tarihî adım yüzyılın karanlığını aydınlatan bir
kardeşlik işareti, bir umut kıvılcımı olmuştur. Cumhurbaşkanımızın bu süreçteki
kararlılığı ise milletimizin tamamında bir güven duygusu yaratmıştır. Bugün
geldiğimiz noktada örgüt silah bırakma noktasına gelmiş, fesih kararını
açıklamıştır. Bu adımla birlikte süreç örgütün alacağı bir kararla değil, yurt
içinde ve yurt dışında bütün unsurların silahlarını eksiksiz olarak teslim
etmesiyle ve Türkiye Cumhuriyeti'nin değerlerine bağlı kalacağına dair tam bir
taahhütle anlam bulacaktır.”
Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) Eş Genel
Başkanı Ayfer Koçak’ın konuşmasından:
“Emekçiler açısından Kürt sorununun
eşitlik, özgürlük ve demokrasi zemininde barışçı çözümü elzemdir. Toplumsal
birliğimizin sağlanması ancak bu ülkeyi emeğin Türkiye'si yapmakla mümkün
olacaktır”.
KESK Eş Genel Başkanı Ahmet Karagöz’ün konuşmasından:
“Kürt meselesinde çözüm olanaklarının
nispeten tartışılabildiği bir dönemi yaşıyoruz ancak devlet tarafında somut
adımların hâlâ atılmamış olması, gerekli yasal düzenlemelerin yapılmaması ve
daha önemlisi ana muhalefet partisine karşı geçmişte Fazilet Partisi, DEM,
HDP'ye yönelik uygulanan baskı ve yönelimlerin sistematik bir biçimde tekrar
edilmesi, kaygılarımızın arttığını öncelikle belirtmek isteriz. Sorunların
barışçıl yollarla çözüleceğine dair onca söz ve girişimin ardında böylesine
organize ve siyasal yönelimlerle yapılan operasyonlar sürecin iktidar blokunca
bir oyalamaya mı getirilmek istendiğini de açıkça vurgulamak istiyoruz.”
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ)
Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar’ın konuşmasından:
“Terör suçu işleyenlere karşı en net duruş
sergilenmelidir. Terör eylemleri ve milletimizin vicdanını yaralayan saldırılar
asla mazur görülemez, görülmemelidir. Şehitlerimizin, gazilerimizin ve
yakınlarının aziz hatıralarını incitebilecek dil ve söylemlere dahi asla izin
verilmemelidir… Sistematik dezenformasyon ve bölücü propagandaya karşı gençlere
yönelik etkin çalışmalar yapılmalıdır. Atılacak adımlar şehit aileleri ve
gazilerin hassasiyetlerini zedelemeyecek şekilde planlanmalı, fedakâr şehit
ailelerinin ve gazilerin bilgilendirilmesine özen gösterilmelidir. Ülke
sınırları dışında, özellikle Suriye'de yaşanabilecek gelişmelerin içerideki
bütünlüğümüzü baltalamaması için alternatif planlar hazırlanmalıdır.”
Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ) Genel
Başkanı Mahmut Arslan’ın konuşmasından:
“Ancak PKK'nın sadece Türkiye kanadını
değil; Suriye, Irak, hatta İran kanadını da içine alan bir muhataplıktır.
Dolayısıyla, bu muhataplıklardan vazgeçenler veyahut da muhataplığı üzerine
almayanların büyük bir sorumluluğu ve büyük bir vebali olduğunu hatırlatmak
isterim. Onun için isimleri, isimlerinin başındaki harfleri ne olursa olsun PKK
hedef alınarak talep edilen ve bu noktaya getirilen hususların ötelenmemesi
gerekiyor. Özellikle, Suriye kanadında SDG'nin ve başka isimlerle yer alan
örgütlerin bunun dışında tutulması girişimlerini şiddetle kınıyoruz ve bunu
asla kabul etmiyoruz. Türkiye'nin
siyonist devlet İsrail'e komşu yapılma girişimlerine karşı uyanık olmak
zorundayız. Mesele sadece SDG değil, SDG'nin arkasındaki güçlerin bu projeyi
akamete uğratma konusundaki çabalarını dikkatle takip etmemiz gerekiyor”.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)
Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun konuşmasından:
“Biz, uzun yıllardır ülkemizin en temel
sorunlarından biri olan Kürt sorununda her zaman barıştan, kardeşlikten ve
eşitlikten yana olduk. Tüm sorunların demokrasi yoluyla çözülebileceğine
inanıyoruz. Bu temelde, emek mücadelesi ile demokrasi mücadelesini birbirinden ayrı
görmüyoruz. DİSK olarak hep söylediğimiz gibi "Demokrasi işçinin
ekmeğidir. Demokrasi yoksa ekmek de yoktur." diyerek emeğin ve
demokrasinin aynı mücadele sahasında birleştiğini vurguluyoruz.”
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun konuşmasından:
“Tüm bu meseleleri tartışırken hamaseti,
husumeti ve günlük siyasete malzeme yapmayı burayla karıştırmamalıyız.
Nihayetinde bu bir parti siyaseti değil, bir devlet politikasıdır. Türkiye'nin
en kronik sorunlarından birini çözmek için tarihî bir fırsat yakalanmıştır.
Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonuyla Meclisimizin de en geniş
bir katılımla sürece dâhil olması sağlanmıştır. Temennimiz, bu yapıcı
atmosferin korunmasıdır. Zira, diyalog ve istişare herkesin hayrınadır.
Elbette, her konuda aynı düşünmek zorunda değiliz ama terörsüz Türkiye'yi
gerçeğe dönüştürmekle hepimiz mükellefiz. Türkiye'nin istikbal yürüyüşünde
önemli bir dönüm noktası olacak bu hayırlı sürece katkı vermeyi bir millî duruş
olarak görmeliyiz, bunun heba edilmesine de fırsat vermemeliyiz. Ezelî ve ebedî
kardeşliğimiz perçinlenmeli, istikbali beraberce inşa etmeliyiz. Milletimizde
ümit vardır ve beklentisi de bu yöndedir ancak elbette bu sürece yönelik kafa
karışıklıkları ve muğlaklıkları da bulunmaktadır. Başta Suriye olmak üzere yurt
dışındaki bazı gelişmeler de sisli bir hava oluşmasına neden olmaktadır. Tüm
bunların netleşmesine, sürecin şeffaf bir şekilde ilerlemesine ihtiyaç vardır.
Milletin iradesinin temsil edildiği Millet Meclisinde uzlaşmayla ve ortak
zeminde buluşarak ilerleme sağlanacak ve belirsizlikler azaltılacaktır. Önemli
olan, sürecin sonuna kadar uzlaşma yollarını aramak ve istişareyi korumaktır.
Hepimiz biliyoruz ki terörün kökünü kurutmanın, huzuru kalıcı kılmanın ve
kardeşliği güçlendirmenin yolu sadece güvenlik önlemleriyle de sınırlı
değildir; demokrasi, vatandaşlarımızın kimliği, kültürü, inancı ve yaşam tarzı
ne olursa olsun kendilerini özgürce ifade edebilmesinin de teminatıdır”.
Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK)
Genel Başkanı Bendevi Palandöken’in konuşmasından:
“Biliyorsunuz, her tarafımız çember
altında, herkes bize gıptayla bakıyor ama kıskançlıkla da hainliklerini yapmaya
devam ediyor, hâlâ fitne sokmaya çalışıyorlar "Bu sürecin sonu ne olacak?"
diye. Zaten başlaması demek sürecin bitmesi demek, böyle de bir karar alındı.
Bütün siyasi partiler uzlaşıcı olarak bu karara imza attı, bir araya geldi,
zaten bir aradaydı, bu fitneyi sokanlar dışarıda kaldı. Şimdi, dönen tekere
belki de çomak sokmak isteyenler olacak. Sürenin uzamaması lazım. Bizlere
vermiş olduğunuz süre ve bütün kesimlerin dinlenmesi gerçekten de çok önemli
ama en önemlisi de tabii, bu ülkenin sahadaki kabullenme oranının artmasıyla
ilgili de kuşkuların silinmesi lazım. Süre uzadıkça, süre uzatıldıkça,
biliyorsunuz, fitne çoğalır. O bakımdan, bu süreyi kısa zamanda derleyip,
toplayıp yasal zemin üzerinde, bütün hukuki prosedürleri tamamlanmış bir
vaziyette halka sunulması lazım.”
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK)
Genel Başkanı Özgür Burak Akkol’un konuşmasından:
“Biz barış ortamı sayesinde sadece bölgeye değil ama
öncelikli olarak bölgeye, akabinde de ülkemizin diğer bölgelerine yatırım,
istihdam ve vergi tabanının güçlenmesi anlamında ciddi bir potansiyel görüyoruz;
yüksek katma değerli üretim ve millî gelir artışı potansiyeli, daha fazla
doğrudan yatırım potansiyeli, düşük ve uzun vadeli borçlanma imkânı, fiyat
istikrarı -çok kritik bir konu- düşük kayıt dışı ekonomiyle adil rekabet
ortamı, yine yüksek verimlilik ve inovasyon ortamı, dengeli ve istikrarlı bir
yerli para birimi, beşeri sermayenin gelişimi ve etkin kullanımı yani Türk
Lirasının da stabilizasyonu anlamında çok kritik bir sürecin içinde olduğumuzu
düşünüyoruz. Biz burada yapılması gereken hamlelerin önemli bir kısmını
yapabilirsek sadece bu jenerasyon değil ama bizden sonraki jenerasyonlara çok
önemli bir miras bırakacağımızı da düşünüyoruz. Buradaki barış
ortamının tesis edilmesinden en başta bölge halkı, bölgedeki vatandaşlarımız
olmak üzere tüm Türkiye'deki vatandaşlarımız, işçi, işveren ve devlet
kazanacaktır… Özetle, hemen hemen her göstergede barışın her anlamda
istihdam, vergi, oradaki iş sağlığı güvenliği, sendikalılık, ekonomik refah,
borçlanma maliyetlerinin aşağı gelmesi gibi her anlamda bölge halkına ve
bireylere ciddi fayda sağlamış durumda”.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Başkan Vekili
Ahmet Bahadır’ın konuşmasından:
“Kalıcı barışın sağlandığı bir senaryoda
bölgesel ölçekte çok güçlü fırsatlar bizi beklemektedir. Bu senaryoda yalnızca
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz için geçerli olmak üzere mera verimi
yüzde 15-20 artabilir, yem maliyeti yüzde 20-30 azalabilir, özel sektör
yatırımları yüzde 50 artabilir, dijital tarım teknolojileri verimlilik oranı
yüzde 30 yükselebilir, bölgesel tarımsal gayrisafi yurt içi hasıla katkısı
yıllık 5-8 arasında yüzde olarak büyüyebilir, tarım istihdamı yüzde 10-15
arasında artabilir. Bu sadece ekonomik bir sıçrama değil göçün tersine dönmesi,
kırsal nüfusun güçlenmesi, toplumsal uyumun pekişmesi demektir. Kalıcı barış
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde Türkiye'nin stratejik gıda üretim üssü
hâline gelmesine önemli katkı sağlayacaktır. Bu hem ulusal gıda güvenliğimizi
garanti altına alacak hem de ekonomik kalkınmada çarpan etkisi yaratacaktır”.
Müstakil İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Burhan Özdemir’in konuşmasından:
“MÜSİAD olarak biz terörsüz Türkiye
vizyonunu sadece bir iç güvenlik meselesi olarak değil, aynı zamanda ekonomik
kalkınma, toplumsal uyum, kültürel birlik ve adalet ekseninde yeni bir
toplumsal sözleşme olarak değerlendiriyoruz… Koruculuk
sistemi yine, bu süreçte aslında özellikle altının çizilmesi gereken konulardan
bir tanesi… Bizdeki rakamlara göre yaklaşık 50 bin korucu hâlen aktif hâlde
çalışmakta. Şüphesiz koruculuk sistemi Türkiye'nin zor bir döneminde önemli bir
görev üstlenmiş ve güvenlik güçlerinin yüklerini de olabildiğince
hafifletmiştir ancak artık terörsüz Türkiye vizyonunu konuşuyorsak kalıcı bir
yapı olmaktan çıkmalı, adaletli bir tasfiye ve entegrasyon programıyla onurlu
bir şekilde, bu sürecin sonunda, belki kademeli bir şekilde tarihe
uğurlanmalıdır diye düşünüyoruz. Yine, Suriye'deki diğer terör örgütlerinin
silah bırakma sürecine uyum sağlamaması riski bu sürecin başarıya ulaşmasının
önündeki risklerin başlıcaları diye görüyoruz.”
Türk Sanayicileri ve İş insanları Derneği (TÜSİAD)
Başkan Yardımcısı Bülent Ozan Diren’in konuşmasından:
“Biliyoruz ki toplumsal ilerleme refaha,
refah küresel ekonominin kurallarına uymaya, bu uyum ise demokratik bir
toplumsal yapıya bağlıdır. Böyle bir yapının oluşturulması ülkemizdeki tüm
sivil toplum kuruluşlarının, siyasi partilerin, kurumların ve bireylerin ortak
hedefi ve kültürü olmalıdır çünkü bireyler de kurumlar da kendi farklı
ideallerini gerçekleştirme konusunda eşit fırsatları her türlü fikre ve
gelişmeye açık, uzlaşma kültürü olan bir demokratik toplumsal yapı içinde
bulabilirler… Komisyonun çalışmalarıyla somutlaşacak
adımların, ülkemizin ekonomik kalkınma ve demokrasi ortamına uyumlu yansımasını
temenni ediyoruz. Toplumsal kutuplaşmanın yerini toplumsal uyuma bırakmasının
sorunlarımızın çözümü için elverişli bir zemin hazırlayacağını düşünüyoruz…
Komisyonun
terörün ülke gündeminden çıkarılması ve toplumsal bütünleşmenin sağlanması
amacının kalıcı olarak hayata geçmesi, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün tam
olarak tesis edilmesine bağlıdır. Demokrasi ve hukuk devletini tartışma konusu
edilemeyecek bir düzeye getirmek içeride ve dışarıda ülkemize, kurumlarımıza,
demokrasimize güveni artırmak hiç şüphesiz ekonomimizi de güçlendirecektir.”
Anadolu Aslanları İş Adamları Derneği (ASKON) Genel
Başkanı Orhan Aydın’ın konuşmasından:
“Şunu çok iyi biliyoruz ki huzur ve
güvenin sağlanmadığı bir ortamda yatırım iklimi maalesef oluşamaz. Siyasi ve
ekonomik istikrarın bulunmadığı koşullarda üretim sürdürülemez. Toplumsal
birlik ve beraberliğin olmadığı yerde ise ihracatın kalıcı ve sürdürülebilir
olmasını da maalesef ki konuşamıyoruz. Ve şunu net şekilde ifade edebiliriz ki
dünyanın neresinde olursa olsun iş insanları her daim güvenli limanları tercih
ediyor. İşletmeleri veya şirketleri bir yerde yatırım yapmaya iten temel
faktörler ham madde, yarı işlenmiş mamul, enerji pazarına yakın olma, bol ve
nitelikli iş gücü gibi faktörlerdir ancak bütün bu faktörlerin cazibesine ve
devletimizin bu ana kadar detaylı bir şekilde vermiş oldukları teşvik
paketlerine rağmen adı terörle anılan bölgelere gidilememesi yapılacak
yatırımın güvenliğinin ne kadar önemli olduğunun göstergesidir ve unutmayalım
ki bir fabrikanın bacasından tüten duman sadece üretimi değil, aynı zamanda
huzuru da temsil ediyor.”
İşçi sendikalarının barış ve demokrasi ile
olan ilişkisi
Kapitalizmin bir ürünü olan işçi sendikaları ile
liberal temsili demokrasi ve barış arasındaki ilişkiyi karakterize ettiği
düşünülen birbiriyle ilişkili üç bağ mevcuttur.
İlk olarak,
sendikalar demokrasinin bir ürünü olarak görülürler çünkü güçleri demokratik
kurumların varlığına ve dayanıklılığına bağlıdır. Örgütlenme özgürlüğü veya
grev hakkı gibi demokratik normlar, sendikalara işyerinde, işgücü piyasasında
ve bir bütün olarak politik ekonomide karar alma süreçlerine katılmaları için
gereken alanı sağlar. Savaş ortamı ise işçilerin demokratik haklarını hayata
geçirmelerini önler.
İkinci olarak, barış
ve demokrasi ortamında sendikalar işçiler ve onların sınıfsal çıkarlarına
hizmet eden ekonomi politikalarını cesaretlendirme ve uygulama becerileri
sayesinde demokrasiye önemli katkılarda bulunurlar.
Üçüncü olarak,
sendikalar seçimlerde emekten yana duruş sergileyen siyasi partileri
destekleyerek ve onların gündemlerini etkileyerek siyasette merkezi roller
oynamak için üyelerini yönlendirirler.
Kısaca, işçi sendikaları barışın ve demokrasinin
inşası ve güçlendirilmesinde önemli roller oynayabilirler. Bu yöndeki mücadeleleri için üretimden gelen
güçlerini, grevler ve iş durdurmalar yoluyla kullanırlar. Bu durum da onların
genelde politik olarak sağ ya da aşırı sağdan ziyade sosyal demokrasi ve
sosyalist partilerle birlikte hareket etmelerini sağlar.
Sendikalar sadece emek mücadelesi
vermezler
Bir başka anlatımla, işçi sendikalarının ekonomik
eşitliği desteklediğini ve işçilerin gücünü artırdığını, işçilerin ücret
artışı, daha iyi sosyal haklar ve daha güvenli çalışma koşulları kazanmalarına
yardımcı olduğunu biliyoruz. Ancak sendikaların tek yaptığı bu değildir.
Sendikaların insanların iş dışındaki yaşamları üzerinde de güçlü etkileri
vardır. Dayanışmayı teşvik ederler, sivil ve demokratik siyasi katılımı ve
barış çabalarını desteklerler, işçi sınıfının örgütlerine ekonomi politikalarının
yaşamlarını nasıl etkilediği konusunda güvenilir bilgi sağlarlar ve demokraside
sermayenin gücüne karşı bir denge unsuru olarak hizmet ederler. Tarih boyunca
sendikalar, demokratik olmayan iktidarlara karşı direnişin motoru olmuş;
eşitsizliğe meydan okumak, insan haklarını ve barışı savunmak ve her türlü
otoriterliğe karşı çıkmak için işçileri harekete geçirmişlerdir.
Nitekim 1980'lerde "üçüncü demokratikleşme
dalgası" olarak adlandırılan sürecin ardından, siyaset bilimciler
Rueschemeyer, Stephens ve Stephens (1992) 37 tarihsel demokratikleşme vakasını
karşılaştırarak 19. ve 20. yüzyıllar boyunca demokratik hakların tam olarak
genişletilmesini en çok işçi sınıfının desteklediği sonucuna varmıştır. (4)
Neo-liberalizm altında işçi sendikalarının
değişen rolü
Buna karşılık son 30 yılda bazı işçi sendikalarının bu
tutumlarının tersine örnekler sergilediği ve demokrasi ve barışı savunmak bir
yana, otoriterliğin ve militarist politikaların destekçileri haline gelerek
demokrasilerin aşınmasına neden oldukları da görülüyor.
1990 ve 1991'de Romanya'da ve 1991'de Yugoslavya'da
işçi sınıfı demokrasiye karşı seferber edildi ve zamanla demokrasi aşındırıldı.
Dahası, Meksika ve Arjantin'de otoriter bir geçmişe sahip olan sendikalar, neo-liberal
bağlamda da neo-popülist partilerin ve yozlaşmış elitlerin siyasi müttefikleri
olarak görüldü. (5)
İsrail ve Polonya örnekleri
Bu dönemdeki en çarpıcı iki örnek İsrail ve Polonya’dır.
Öyle ki bu ülkelerin her ikisi de sendikaların gerçekten de demokratik gerileme
süreçlerinde önemli aktörler olabileceğine tanık oldu. Her iki örnekte de büyük
sendikalar önceden demokratik bir rejimin oluşumunda önemli roller oynasalar da
neo-liberal uygulamaların hızla ilerlemesiyle (İsrail'de 1980-1990'larda,
Polonya'da ise 1990-2000'lerde) bir kenara itildiler. Hem Histadrut (İsrail) hem
de Solidarity (Polonya), kendi ülkelerinde, daha sonra sağcı popülist
partilerle koalisyonlara yeniden entegre olmalarına dayanan yeni bir koalisyon
gücü geliştirerek geçmişteki etkilerinin bir kısmını geri kazanmanın yollarını
aradılar.
Polonya’da, sendikaların demokratik gerileme karşısındaki
rolü sağcı popülist Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) ile olan güçlü ortaklığına
bakılarak da anlaşılabilir. Bu ittifak, sendikanın ekonomik hedeflerini
desteklerken, sivil toplumun güçlü direnişine rağmen PiS'in güç kazanmasına ve
demokratik gerilemeyi sürdürmesine yardımcı oldu. Pek çok insan Dayanışma'nın
PiS'e verdiği açık desteğin partinin ezici başarısında ve PiS Hükümetinin
istikrarında ve algılanan meşruiyetinde (2015-2023) önemli bir faktör olduğuna
inanıyor.
Solidarity: ekonomik kazanım için
demokrasiden vazgeçmek!
Öyle ki yargıçların toplu olarak görevden alınmasında
PiS, seçimlerden önce sendikanın başlıca taleplerinden biri olan Polonya'daki
emeklilik yaşının düşürülmesini kolaylaştırdığı için bu önlemi savunan Solidarity’nin
(Dayanışma) ezici desteğini aldı. Böylece, yargıdaki dramatik reform Solidarity
tarafından emek yanlısı bir önlem olarak meşrulaştırıldı ve sivil toplum
örgütleri PiS'in öncülük ettiği antidemokratik önlemlere karşı harekete
geçseler de Solidarity’den hiçbir destek görmediler. Dahası, sendika, özgür
basının zayıflatılması veya bireysel özgürlüklerin ihlali (kürtaj haklarının
kısıtlanması) gibi Polonya'nın demokratik altyapısının erozyona uğratılması
anlamına gelen diğer PiS politikalarına karşı hiçbir direniş belirtisi göstermedi.
(6)
Sendikaların bazılarının demokrasi saflarından demokrasi
karşıtı saflara geçişinin temel nedeni neo-liberalizm ile birlikte sendikaların
ciddi bir güç ve nitelik kaybına uğramaları ve bu kaybı başka biçimlerde telafi
etme yoluna gitmeleridir. Öyle ki sendikalar, genellikle bu dönemin bir
belirtisi olarak kademeli ve sürekli bir gerileme yaşadılar. Bu, sendikaların
örgütlenme gücündeki düşüş (sendika yoğunluğu/üye sayısı); grevlerin kademeli
olarak ortadan kalkmasında da görüldüğü üzere örgütsel gücün azalması;
sendikaların kapsamı (toplu sözleşmeler yoluyla) ve düzenleyici kurumlara
katılımlarında görüldüğü üzere yasal veya kurumsal güçlerinin azalması
biçiminde kendisini gösterdi.
Kısaca, işçi sendikalarının demokrasilerde tartışmasız
önemli bir siyasi rol oynamalarına rağmen, bu rolü sürdürme kabiliyetleri neo-liberal
karşı devrimci güçler tarafından büyük ölçüde aşındırıldı. Geleneksel güç
kaynakları azaldıkça, sendikalar doğrudan (ekonomik) çıkarlarını desteklemek
için giderek daha fazla dış desteğe başvurdular ancak bu kendi özerkliklerini
zayıflatma ve kendilerini ortaklarının çıkarlarına ve siyasi projelerine tabi
kılma pahasına oldu.
12 Eylül Cunta Hükümetine bakan veren
sendika?
Nitekim Türkiye’de de neo-liberalizmin siyasal anlamda
başlangıcı olarak kabul edilen 12 Eylül Askeri Diktatörlüğü döneminde bazı
sendikaların demokrasiyi aşındıran rolü açıkça ortaya çıktı. DİSK kapatılıp,
yöneticileri hapse atılırken, TÜRK-İŞ, açık tutulduğu gibi, bir yöneticisi cunta
tarafından oluşturulan hükümete çalışma bakanı olarak atandı.
Sonuç olarak
Bugün kamuda MEMUR-SEN’in ve T. KAMU-SEN’in İktidar Blokunun
birer aparatı olarak kullanılması, keza
işçi sınıfının açlık sınırında ücretlere mahkum edildiği bir dönemde asgari
ücrete enflasyon kadar dahi zam yapılmasına izin vermeyen, grevlerin
ertelenerek yapılmasını imkansız kılan politikalara ve emek karşıtı kemer sıkma
politikalarını amaçlayan ekonomi politikalarına ses çıkarmadığı gibi, işçileri
pasifize ederek bu politikaları meşrulaştıran TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ’in işbirlikçi
tavrı tesadüf değildir.
Tarih emek, demokrasi ve barış mücadelesinin bir bütün
olarak verilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Gerçek bir emek mücadelesi
yürütmeyen, demokrasinin otokrasiye dönüşmesine katkıda bulunanların barışı
savunmalarını da beklememek gerekiyor.
Aynı şekilde barış ve demokrasiyi savunmayanların emek
mücadelesi vermeleri de mümkün değildir. Yapılması gereken şeylerden birisi de
barışın inşasının başarıyla sonuçlanması ve aynı zamanda ülkenin
demokratikleşmesi ve işçi sınıfının
güçlendirilmesi için mücadele ederken, bunlara içerden karşı çıkan işçi
aristokratlarını teşhir etmek ve onlarla da aynı kararlılıkla mücadele
etmektir.
Dip notlar:
(1) https://www.csgb.gov.tr/Media/5mdbbwjh/2025-temmuz-kamu-gorevlileri-sendikalarinin-uye-sayilari.pdf
(6 Temmuz 2025).
(2) 6356
Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Gereğince; İşkollarındaki İşçi
Sayıları ve Sendikaların Üye Sayılarına İlişkin 2025 Temmuz Ayı
İstatistikleri Hakkında Tebliğ"i (24 Temmuz 2025 tarihli ve 32965
sayılı Resmî Gazete).
(3) TBMM
Tutanak Hizmetleri Başkanlığı, İncelenmemiş Tutanaklar (11-12 Eylül 2025
Tarihli Oturumlar).
(4) Lucio
Baccaro, Chiara Benassi ve Guglielmo Meardi, “Theoretical and empirical links
between trade unions and democracy”, 40 (1). s. 3-19, https://journals.sagepub.com
(24 August 2018).
(5) Agm.
(6) Assaf
S. Bondy, “Workers for democracy? Trade
unions and the struggle against democratic backsliding”, https://www.tandfonline.com (23
May 2025).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder