27 Ekim 2015 Salı

‘DÜNYANIN DURUMU 2015’ RAPORU: KÜRESEL ÇAPTA TOPRAK GASPLARI SÜRÜYOR!



‘DÜNYANIN DURUMU 2015’ RAPORU: KÜRESEL ÇAPTA TOPRAK GASPLARI SÜRÜYOR!

Mustafa Durmuş

16 Ekim 2015

Küresel tarımsal kaynaklar azaldıkça, ekilebilir topraklar giderek tarım dışı amaçlar için kullanıldıkça ve tarımsal ürünler uluslar arası finansal spekülasyonun aracı haline getirildikçe, bazı büyük devletler ve çok uluslu şirketlerin az gelişmiş ülkelerdeki tarım arazilerini, büyük çaptaki satın almalar yoluyla, ele geçirme çabaları da hızlandı.

Linkte yer verilen ve bugünlerde yayımlanan bir rapora göre (State of the World 2015: Confronting Hidden Threats to Sustainability, www.worldwatch.org) 2000 yılından bu yana 36 milyon hektardan fazla bir toprak (Japonya büyüklüğünde) yabancılar tarafından, ağırlıklı olarak da tarımsal işletmecilik amaçlı olarak satın alındı. Hali hazırda 1,5 milyon hektarlık toprak pazarlığı ise devam ediyor.

Bu alımların yarısı bütünüyle tarımsal üretim amaçlı iken, dörtte biri orman-ağaç üretimi gibi diğer amaçları da içeriyor. 2005 yılından bu yana küresel gıda fiyatlarındaki artış ve ABD ve AB ülkelerindeki biyo- dizel üretimine olan talep nedeniyle bu tür toprak ele geçirmeleri hızla arttı. Kuşkusuz bu alımlarda yaşanan kuraklıkların da etkisi var.

En büyük toprak alımları Afrika’da (Kongo) ve Asya ülkelerinde (Endonezya) gerçekleşti. Şu ana kadar ülke bazındaki, en büyük alım 4 milyon hektar ile (ülkenin ekilebilir topraklarının % 8’ine denk) Papua Yeni Gine’de oldu.

Toprak ele geçirmeleri bir boyutuyla, küresel gıda üretiminin temelini oluşturan su, toprak ve iklim gibi faktörlerde yaşanan kötüleşme ile körükleniyor. Toprak erozyonu, tuzlanma gibi etkenler toprağın bozulmasına neden olurken, iklim değişiklikleri de 10 yılda bir hasatın % 0,2- 2 arasında azalmasına yol açıyor.

Diğer bir neden neo liberal dönemle birlikte ortaya çıkan hızlı finansallaşma ve finansın küreselleşmesi olgusu. Öyle ki 2008 krizinden sonra, hedge fonları ve büyük yatırım bankaları bazı temel mal piyasalarına, özellikle de zirai ürünlere yöneldiler. Bunun sonucunda dünya gıda tüketiminin % 75’ini oluşturan ve mısır, pirinç ve buğdaydan oluşan üç temel gıda maddesinin fiyatları adeta patladı. 1.5 yılda mısırın fiyatı % 93 artarken, bir ton pirincin fiyatı da 105 dolardan 1010 dolar fırladı. 2010 Eylül ayından bu yana öğütmelik buğdayın fiyatı ikiye katlanarak tonu 271 avroya ulaştı. Bu fiyat artışları spekülatörler için astronomik kâr, ama milyonlarca yoksul için ölüm anlamına geliyor.

Bu gelişmeler üzerine bu büyük fonlar ve diğer spekülatörler Güney yarım kürede tarım arazileri satın almaya başladılar. Dünya Bankası’na göre son yıllarda bu fonlar ve çok uluslu şirketler sadece Afrika’da milyonlarca hektarlık arazi satın aldılar.

Bu da küçük çiftçinin yok oluşunu hazırladı. Sadece Dünya Bankası değil, Afrika Kalkınma Bankası da bu toprak gasplarını finanse etti. Bunu meşrulaştırmak için “Afrika tarımsal üretiminin çok verimsiz ve düşük düzeyde olduğu” biçimindeki bir habis teori sundular. Oysa Afrika tarımının bu gerilik durumu bu kıtada yer alan ülkelerin ağır dış borç yüküyle boğuşur halde olmalarından kaynaklanıyor. Geçimlik tarıma yatırım yapacak kadar paraları ya da fonları yok. Bu nedenle de çözüm bu toprakları parası olan çok uluslulara devretmek olamaz. Afrika’nın ekilebilir topraklarının sadece % 3,8’i sulanabiliyor. 250,000’den az ekim hayvanı ve birkaç bin traktörleri var ve ne tohumları ne de mineral gübreleri var. Çözüm bu araçların köylülere sağlanmasından geçiyor.
ABD, Çin, Japon ve bazı AB devletleri ve çok uluslu şirketlerin sınır ötesi toprak alımları az gelişmiş ülkelerin halklarının gıda güvenliğini ve gıdaya erişim hakkını tehdit ediyor. Zira büyük toprak alımları söz konusu ülkelerdeki küçük üreticileri yok ediyor. Keza yoksul ülke halklarının su ve toprak kaynaklarından mahrum kalmasına ve bu kaynakların yerli işbirlikçileri ile birlikte yabancı devletler ya da çok uluslu şirketlerce ele geçirilmesine neden oluyor.

Gıdaya erişim hakkının baş düşmanı ise gıda piyasasını kontrol altında tutan 10 kadar özel kıtalar üstü şirket. Bu çok uluslular fiyatları belirliyor, stokları kontrol ediyor ve kapitalist düzende sadece parası olanlar bu gıdayı alabileceğinden, adeta kimin yaşayıp kimin öleceğini bu şirketler belirliyor. Örneğin çok uluslu gıda şirketlerinden ve Türkiye’de de önemli miktarda toprak alıp üretim yapan Cargill, küresel ticari öğütülecek buğday piyasasının % 26’sını kontrol ediyor.

IMF, DB ve DTÖ ise böyle şirketlerin önünü açan uluslar arası örgütler. Bu örgütler açlığın berbat bir şey olduğunu kabul etseler de, piyasalara müdahale etmenin adeta günah olduğuna inanıyorlar. Bu üçlü açlığın sadece total bir serbestleştirme ve özelleştirme ile ortadan kaldırılacağını fikrini yayıyor. Oysa son 20 yıldır dünyada sözü edilen bu serbestleştirme ve özelleştirmenin küresel açlık sorununu ortadan kaldırmadığı çok açık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder