27 Ekim 2015 Salı

Jeremy Corbyn: Sol için yeni bir umut mu?



Jeremy Corbyn: Sol için yeni bir umut mu?[1]
Mustafa Durmuş

Jeremy Corbyn İşçi Partisi liderliğine nasıl seçildi?

Eylül ayındaki Kongre’de, İngiliz İşçi Partisi’nin liderliğine % 59,5 oy oranı ile (en yakın rakibinin oy oranı % 19 idi)  Jeremy Corbyn seçildi.  Bu yarışta partiyi yıllardır yöneten sağ kanadın temsilcisi Blair’in adayı Liz Kendall ise sadece % 4,5 oy alabildi. Britanya “İşçi Partisi tarihinin en solcu lideri” olarak tanımlanan[2] Corbyn, 1983’ten bu yana parlamentoda var olan, ama kendi partisi tarafından marjinalleştirilmiş bir milletvekiliydi.

Bundan üç ay önce liderlik yarışı başladığında, hiç kimse Corbyn’nin kendini aday gösterecek 35 milletvekilini dahi bulabileceğine ihtimal vermiyordu. Seçilmesi sonrasında, sağdan, sola yorumcular “eşi görülmemiş”, “politik deprem” ve “isyan” sözcükleriyle bu gelişmeyi aktardılar.

Seçilmesinin ardından ilk sözleri; savaş karşıtlığı, Irak savaşı nedeniyle İngiltere’nin özür dilemesi gerektiği, mültecilerin yanında olduğu, kemer sıkmaya / sosyal refah harcaması kesintilerine son verilmesi gerektiği ve adaletsizlik ve eşitsizliklerden bıktığı oldu.  

Corbyn’in lider olarak seçilmesini sağlayan birçok faktörden söz edilebilir. Ancak üç kanaldan gelen destek belirleyici oldu. Gençler en çok desteği veren ve en sıkı kampanya yürüten grup oldu. Zira 2008 krizi ve kemer sıkma uygulamaları en çok gençleri vurdu. Savaş karşıtı hareket Corbyn’e açık destek verdi. Zira Corbyn’in kendisi  ‘Savaşı Durdur Koalisyonu’nun başkanlığını yapıyordu. İşçi sendikaları ve özellikle kamu sektöründe sol liderlik altındaki güçlü sendikalar seçimde Corbyn’e destek verdiler.

Bu seçimde daha önce parti tüzüğünde yapılmış olan bir değişikliğin yarattığı imkân belirleyici oldu. Tüzük değişikliğiyle gelen birey hukukunun geçerli kılınmasının ardından, Internet üzerinden sadece 3 pound gibi cüzi bir kayıt ücreti ödeyerek üye olan binlerce genç, çok iyi bir kampanya yürüttü ve Corbyn’in liderliğe seçilmesini sağladı.

Kuşkusuz son 20 yıldır partiye egemen olan neo liberal Blair’ci sağ kanadın parti kamuoyunda yarattığı hayal kırıklığı da seçim sonuçları üzerinde son derece etkili oldu. Zira tıpkı Avrupa’daki diğer bazı sosyal demokrat partiler gibi İngiliz İşçi Partisi de sağcı neo liberal politikalara yönelmişti. Özellikle Muhafazakâr Parti Lideri Thatcher’in adeta bir kopyası gibi işlev gören Blair ve Gordon liderliğindeki  Yeni İşçi Partisi’, neo liberalizme teslim edilmesi yüzünden,  5 milyon seçmenini kaybetti.  İşçi Partisi iktidarlarında da zenginlere önemli vergi indirimleri sağlandı, özelleştirmelerle kamu kaynakları sermayeye teslim edildi.  Öyle ki 19. Yüzyıldan bu yana ilk kez İngiliz işçilerinin reel ücretleri uzun süreli olarak düştü,  yatırımlar azaldı, büyük çaplı ödemeler dengesi açığı ortaya çıktı. Esnafın durumu zorlaştı ve servet odaklarına yarayan ekonomi politikaları yüzünden ciddi biçimde kötüleşti.

Kısaca İşçi Partisi seçmeni giderek Yeni İşçi Partisi liderliğinin,  neo liberalizmin “kırmızı” versiyonundan öte bir şey olmadığını yaşayarak gördü.

Böylece Corbyn’in seçilmesi, toplumun neo liberal politikalara, özellikle de kemer sıkma politikalarına olan kızgınlığının ve sistemin açıkça bir parçası haline gelen İşçi Parti’sindeki çürümüşlüğe karşı nefretinin devasa bir dışa vurumu oldu.

Corbyn, partideki bu gerilemenin bilincinde olarak, seçim kampanyasında bu Yeni İşçi Partisi anlayışını ciddi bir biçimde eleştirdi. Seçmenini, neo liberalizmin hem mavi hem de kırmızı versiyonunun çözüm olmadığına, yeni radikal bir program ve farklı bir liderlik altında daha fazlasını yapabileceklerine ikna etti. 

Arkasına aldığı büyük destek bu çıkışının halk nezdinde bir karşılığının olduğunu gösteriyor.
İlave olarak Corbyn ve ekibi, uzun süredir İşçi Partisi ve Avrupa’daki benzer partilerde dışlanan, marjinalize edilen değerleri temsil ediyordu. Bu bağlamda nükleer savaş, emperyalist işgaller ve kemer sıkma karşıtı söylemleri, servetin yeniden bölüştürülmesine dönük, demiryollarının yeniden kamulaştırılmasına dönük programı, kadın hakları, kira kontrolü, mültecilere desteği parti içinde özellikle de gençler arasında inanılmaz bir destek gördü.
Nitekim adaylığını şu sözlerle açıkladı: “Blair ve Brown liderliğinin emek yanlısı gibi görünüp muhafazakâr parti politikalarını maskelemeye yarayan ve kemer sıkmayı kaçınılmazmış gibi gösteren hegemonyasına son vermek için aday oldum”. 

Son olarak Corbyn’e üniversite içinden ve dışından ciddi bir entellektüel-akademik destek sağlandı. Böyle bir destek Corbyn’in programının “sistemi tehdit etmeyen”, “makul önerilerden oluştuğu” yönünde güçlü bir algının oluşmasına yardımcı oldu. Kampanya süresince 40 Keynesyen ve heterodoks iktisatçı Corbyn’i destekleyen bir metni The Guardian’da yayımlattılar. Bu metinde özellikle de “Corbyn’in politikaları aşırı sol değil. Kemer sıkmaya ana akım da, IMF de karşı” ifadelerine yer verdiler. Böylece programın kabul edilebilir, aşırılık içermeyen bir program olduğunu açıkladılar.  Sonrasında aralarında Stiglitz ve Piketty’nin de bulunduğu ünlü Keynesyen iktisatçılardan oluşan bir ekonomi danışma kurulu oluşturuldu. 

Corbyn’in Sağ ve Sol’dan aldığı tepkiler

Öncelikle finans sermayesi çevreleri büyük ölçüde Corbyn’e karşı sert eleştirilerde bulundu. Ayrıca 65 iktisatçı akademisyen, Corbyn’in iktisat politikalarının ana akımdan uzak ve İngiliz ekonomisi için zararlı olduğunu açıkladı.

Diğer yandan finans kapitalin itibarlı sözcüsü Financial Times’ın köşe yazarı Martin Wolf, Corbyn’in ekonomik programının iki ana direği olan “Ulusal Yatırım Bankası” ve “Miktarsal Kolaylaştırma” gibi önerileri gerekli bularak desteklerken, yeniden kamulaştırma gibi diğer bazılarını gereksiz bulduğunu açıkladı.

Corbyn  siyaseten ayrıca, Gerry Adams ve Lübnanlı İslamcılarla savaşa son verme yönünde yaptığı görüşmelerden dolayı sağcı basın ve partilerce ulusal, güvenliği tehlikeye atmakla suçlandı.

Liberal The  Guardian Gazetesi’nin, J. Freedland’den P. Toynbee’ye kadar, yorumcularının  hemen hepsi, özellikle de kampanyanın başlarında, Corbyn’e karşı yazılar yazdılar. Hem The Guardian hem de kardeş gazetesi Observer’de  Corbyn’nin cinsiyetçi, Yahudi düşmanı olduğuna ya da vatansever olmadığına dair düzmece raporlar yayımlandı. Corbyn’in bu liberal sol medya tarafından sevilmemesinin nedeni onlara meydan okumasıydı.  Zira bu gazeteler “adalet”, “eşitlik” söylemleri altında neo liberal düşüncenin ve küresel düzenin dayattıklarını kabul etmekten öteye gitmezken, Corbyn ısrarla, başka bir dünyanın mümkün olduğu söylüyordu.

Lider seçilmesi parti içinden ve dışından kendine yönelik saldırıları artırdı. Saldırıların özünde onu itibarsızlaştırmak var. Zira Corbyn İşçi Partisi içinde ciddi bir değişim dalgasını yönetiyor. Bu nedenle de onu itibarsızlaştırmak aslında değişim dalgasını itibarsızlaştırmak anlamına geliyor.
Corbyn’e olan destek arttıkça İşçi Partisi içindeki, yıllardır partiyi yöneten sağcıların iktidarı ellerinden bırakmama yönündeki mücadelesi de arttı. Öyle ki Blair’ci sağ kanat saldırılarını artırdı. Blair “bu liderlik altında İşçi Partisi’nin 2020 yılında yapılacak olan genel seçimleri kazanıp iktidar olamayacağını” ileri sürdü. 

Seçilmesinin ardından geçen sadece dakikalar içinde Başbakan Cameron, “Corbyn’nin seçilmesinin ülke, toplum ve ekonomi için ciddi bir tehdit oluşturduğunu” tweetledi.
Medya ise küçüğü ve büyüğü ile Corbyn’e saldırıyor; milli marşı söylemediği için Corbyn’i kraliçeyi aşağılamakla suçluyor. 

Kendi partisindeki 232 milletvekilinin çoğu kendisine karşı. Blair, partinin sola yönelmesine olan tepkisini, hıncını her gün artan bir biçimde sergiliyor. Corbyn’nin kampanyası sol fikirlerin popüler olabileceğini ve sağ, neo liberal politikalarla uzlaşmanın gerekli olmadığını gösterdi. Sağ kanattan Blair, Gordon ve Kinnock gibi Partinin eski liderleri ağız birliği ederek Corbyn’i hedef alıp ona saldırılarının sürdürüyorlar.  Blair solun iktidar olmasındansa genel seçimleri kaybetmeyi tercih eder bir konumda. Korkusu ise sol düşüncenin popüler hale gelmesi. 

Çevrecilerin ve sosyalistlerin Corbyn’e yaklaşımları

Yeşiller Partisi’nden Corbyn’e destek mesajları geldi. Çünkü Yeşiller kemer sıkma, özelleştirme, nükleer silahlar ve askeri müdahaleler konusunda İşçi Partisi ile aynı görüşlere sahip (bu durum ileri sol bir ittifakın önünü açabilir).

‘Cornby’den elinizi çekin’ adlı bir grup[3], Corbyn’nin  liderliğine seçilmesini Britanya siyaset tarihinin en önemli olaylarından biri olarak görüyor. Zira onlara göre Corbyn, kemer sıkmadan bunalmış milyonlarca insanın sesi oldu. Corbyn’in lider seçilmesi hem düzeni hem de sağcı politikaları taklit etmekten ve partiyi sermaye karşısında eli kolu bağlı bir konumda tutmaktan daha öteye gitmeyen partinin sağ kanadı için adeta bir deprem niteliğinde oldu. 

“Neo liberalizme fren yaptırtacak bir özellik taşısa da” İşçi Partisi’nin parlamenter yöntemlerinin sosyalizme geçişi mümkün kılamayacağını açıklayan Socialist Workers Party[4], bu gerçeğe rağmen Corbyn’nin zaferinin tüm solu coşturduğunun ve önümüzdeki süreçte kemer sıkma karşıtlığını yüreklendirdiğinin altını çiziyor. SWP’ye göre, yapılacak hala çok şey var ama Corbyn’nin zaferi tüm sol tarafından kutlanacak bir zaferdir. 

Kanadalı Marksist Leo Panitch (Socialist Register)[5],  Corbyn’in, 1980’lerde Tony Benn gibi, kapitalizme yapısal eleştiri getirip, İşçi Partisi’ni sosyalizmin gerçek bir aktörü haline dönüştürmek isteyen bir geleneği temsil ettiğini, sosyalist değişim için partiyi işlevsel kılmaya çalışan yaklaşımın bir parçasını oluşturduğunu ileri sürüyor.  Bu gelenek, 1960’lardaki “Yeni Sol”, “Vietnam Savaşı Karşıtlığı”, “Kadın Hareketi” ve “Katılımcı Demokrasi” mücadelesiyle başlayıp, 1970-1980’lerde devam eden, ama Blair liderliğindeki “Yeni İşçi Partisi / New Labour”  sağ müdahalesi ile sonlanan bir gelenek.

Britanyalı Marksist iktisatçı Michael Robets’e göre[6] hem Corbyn hem de ekibindeki ikinci adam konumundaki ve gölge maliye bakanı olarak atanan McDonnell’ın  “aleni Marksist”   olarak açıkladıkları iktisadi analizler çok ilgi gördü. Ona göre, “McDonnell kendisini Marksist biri olarak ilan ediyor. Diğer taraftan,  kapitalist üretim mekanizmasının nasıl işlediği konusunda Marx’a atıflarda bulunsa da,  sorunlara önerdiği çözümler Keynesyen çözümler. Zaten danışma kurulunda Marksist iktisatçı yok. Ama Piketty ve Stiglitz gibi Keynesyenler var. Bu, ana akımdan gelecek eleştirileri göğüslemek için iyi bir fikir.  Ancak Syriza da Marksist analizlerle yola çıkmıştı, Maliye Bakanı Varuofakis kendisinin müzmin bir Marksist olduğunu açıklamıştı, fakat bu durum,  sonraki günlerde Keynesyen iktisadın ya da Minsky’ci çözümlerin pratikte daha uygun olduğunu kabullenmelerini önlememişti”.

Britanyalı Troçkist grup wsws[7] ise,   Corbyn’in son İşçi Partisi Konferansında kemer sıkmaya karşı gerçek anlamda bir çözüm önerememesinin nedeninin,  kapitalist sisteme gerçek anlamda karşı olmamaktan kaynaklandığını ileri sürüyor. Zira “Corbyn kemer sıkmanın ve miktarsal kolaylaştırmanın politik bir tercih olduğundan söz etse de, bütün bunları yöneten finans oligarşisine meydan okumanın da politik bir kararlılık gerektirdiğini bilmesi gerekir”.

Corbynomics’in temel argümanları / ekonomik ve politik programının ana hatları

Corbyn ve arkadaşlarının hayata geçirmek istediği program ‘Sol Emek’  olarak adlandırılan ve 1970- 1980 başlarına kadar Tony Benn’in benimsediği ve demokratikleştirilmesine katkıda bulunduğu  ‘alternatif ekonomik strateji’ olarak bilinen programın özelliklerini taşıyor. Nitekim gerek seçim kampanyası sırasında, gerekse de seçildikten sonra düzenlenen ilk parti konferansında Corbyn, liderliğinin ekonomik vizyonunu şöyle özetledi:

“Corbynomics’in vizyonu eşitlik, adalet gibi bugünün Britanya’sında olmayan bir vizyondur. Güçlü, yoksulluğu artırmayan ve herkesin yararına işleyen bir ekonomi inşa edilecek.

Kemer sıkma bir ihtiyaç değil, bir politika tercihidir. Kemer sıkmaya gerek yok. Zira yeterli kamu geliri potansiyeli mevcuttur. Buna karşılık vergi indirimlerinden sadece en zengin % 4’lük nüfus yararlanabiliyor.

Zor tercihler karşısında her zaman kamusal hizmetler savunulacak ve yoksulların korunması öncelikli olacak. Herkes için işleyen bir ekonomide gelir ve servet sahiplerinden daha fazla katkı istenecek.

Refahı artırabilmek için, daha fazla devlet sürümlü ekonomik genişleme, ekonomik yeniden inşa ve daha fazla yatırım gerekiyor. 

Bankalar veya büyük finansal yatırımcılar için değil, halk için miktarsal kolaylaştırma yapılmalı. Şirketlere verilen sübvansiyon ve vergi indirimlerinden yapılacak tasarruflardan oluşacak milyarlarca poundluk kaynağı altyapı, ulaştırma, eğitim, sağlık ve diğer zorunlu hizmetlere yapılacak yatırımlar için kullanmak gerekiyor.

Bu amaçlar için bir Ulusal Yatırım Bankası kurulmalı. 

Vergileme bir yük değil, modern bir toplumda yaşamanın bedelidir. Hastaneler okullar kaynak sıkıntısı çekerken, zenginlerin vergilerini ödememeleri kabul edilemez bir durum.  

Vergi sistemi uzunca bir süredir gelir ve serveti vergilemek yerine tüketimi; sermaye şirketleri yerine bireyleri vergiliyor. Vergileme artan oranlı olmalı, yani vergi sistemi kazanç ile orantılı olarak artan oranlı olmalı, en çok imkânı olanlar daha fazla vergi ödemeli, bu sadece miktar değil, oran olarak da böyle olmalı, böylece de sermaye vergisini adil bir biçimde ödemeli

Servet zenginliğinin bir nedeni vergi indirimleridir, bunlar azaltılmalı.

Kemer sıkma sona erdirilmeli, büyüme ve nitelikli istihdama dayalı dengeli bir ekonomi yaratılmalı, işçiler yarattıkları zenginlikten adil pay alabilmeli. Emekçi ailelerini, işsizleri, yarı zamanlı çalışanları, engellileri, emeklileri, gençleri ve kamu çalışanlarını karşısına alan sisteme son verilmeli.

Bütçe açığını kapatmak için kemer sıkmaya gitmek sadece zengin seçkinlerin işine yarayan bahanelerdir. Bütçe açıklarının azaltılmasının yolu sosyal harcamaları kısmaktan geçmez. Dengeli, adil, eşitlikçi ve sürdürülebilir bir büyüme (yüksek ücret, nitelikli istihdam ve herkes için eşitlikçi ve adil bir bölüşüm sağlamaya dönük) bütçe açıklarını ortadan kaldırabilir.

AB’den ayrılmak (Brexit) ve NATO’dan çıkmak, reforme edilmiş bir ‘Sosyal Avrupa’nın kurulması, Yunanistan’a yapılan muameleye karşı çıkılması, TTIP gibi kamusal mal ve hizmetlerin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesini ve bütünüyle uluslar arası sermayenin hizmetine sunulmasını öngören uluslar arası anlaşmalara karşı çıkılması gibi temel hedeflerin yanı sıra programın temel politika araçları arasında şunlar yer alıyor:

“Halka yönelik kemer sıkmaya ve sosyal harcama kesintilerine karşı çıkılırken, Trident nükleer füzelerine yapılan harcamaların durdurularak kamusal harcama tasarrufuna gidilmesi,

Ekonomiyi yöneten Hazine, Maliye ve Gümrükler ve Merkez Bankası gibi kuruluşların radikal bir revizyonu, daha sıkı denetlenmesi ve özellikle merkez bankasının finans sermayeyi büyütmek için değil, halk için miktarsal kolaylaştırma yapmasının sağlanması,
Büyük çapta alt yapı yatırımlarının yapılması, bu amaçla ulusal bir yatırım bankasının kurulması, 

Halk için miktarsal kolaylaştırmanın bu banka üzerinden yapılması,

Yılda 240,000 yeni konut yapılması,

Royal Bank of Scotland’taki % 79’luk kamu hissesinin korunması, 

Demiryollarının, ulusal posta hizmetlerinin ve enerji şirketlerinin tekrar kamulaştırılması,

Sağlıkta piyasalaşma, taşeronluk sistemi ve bir tür kamu özel ortaklığı olan özel finans uygulanmasına son verilmesi, kamu personelinde kısıntıya gidilmemesi,

Reel bir yaşanabilir ücret sağlanması, sendikal hakların genişletilmesi ve cinsiyete dayalı ücret farklılıklarının ortadan kaldırılması,

Vergi idaresinin reforme edilmesine dönük harcamalardan yapılan kısıntıların kaldırılması,

Vergiden kaçınmanın caydırılması ve vergi kaçakçılığı ile etkin mücadele yapılarak, yıllık maliyeti 120 milyar poundu bulan vergi açığının kapatılması. Bunun için küçük işletme vergilemesinin reforme edilmesi,

Daha da ilerletilmiş bir  artan oranlı vergileme ile vergi yükünün zengin bireyler ve büyük şirketlere kaydırılması, böylece vergilerin bir yeniden bölüşüm aracı olarak tekrar kullanılması,

ÇUŞ’lara dönük ülke bazlı raporlama sistemine geçiş, böylece Starbucks, Amazon, Vodafone ve Google’ın daha fazla vergi vermesinin sağlanması,

İş çevrelerinin daha etkin bir biçimde denetlenmesi, regülasyonu ve şirketlerin vergilerini tam olarak ödemelerini sağlamaya dönük yeni düzenlemelere gidilmesi,

Toplumun en zor durumda olanlarına daha fazla yardım yapılması.

Bütçe açığının yeni sanayi ve alt yapı yatırımlarına dayalı bir ekonomik büyüme ile sağlanacak ilave vergi gelirleriyle kapatılması”.

Corbyn’e göre böyle bir program hayata geçirilmezse “elde geriye sadece bir gazino kapitalizmi, eksik yatırımlar, borç balonları, devasa bir zengin-yoksul eşitsizliği ve giderek büyümekte olan bir bölgesel eşitsizlik kalır. Vizyon, herkesin yararına işleyen, herkese fırsat veren, Kuzey-Güney; Doğu-Batı her yöne yatırım yapan bir ekonomi yaratmak. Yani bir toplumun ekonomik gelişmişliğinin ölçüsü, milyarder sayısı değil, azalttığı yoksulluk; sadece GSYH büyümesi değil, gelir ve servet eşitsizliğinin ne ölçüde azaltıldığıdır”.

Corbyn’in programının sosyalist sol, emek ve demokrasi mücadelesi açısından değerlendirilmesi

Program, “Marksistlerin elinin değdiği”, ancak ileri Keynesyen vizyon ve araçlarla sınırlı bir program görünümünde.  Nitekim “Corbyn’in politikalarının aşırı sol ya da Marksist bir içerik taşımadığı”, Corbyn’i destekleyen Keynesyen ve heterodoks iktisatçılarca doğrulandı.

Ancak, sistemin egemenlerinin en azından bir kesimini (bu haliyle asalak olarak nitelenen finansal sermayenin kısa vadeli de olsa çıkarlarını) tehdit eden böyle bir programın, genel anlamda kapitalizmin aşırılıklarını törpülemeyi amaçlayan her reformist program gibi, açmazları söz konusu.

Örneğin programın detaylarında yer alan ve “öğrenci harçlarının kaldırılması, yeni burslar sağlanması, kamucu bir çocuk bakımı hizmetinin ücretsiz olarak sunulması, herkes için nitelikli kamusal eğitime katkıda bulunulması, evsizler için her yıl binlerce yeni konut yapılması ve tüm bunların zenginlerden alınacak yüksek gelir vergisi ve yüksek kurumlar vergisi ile karşılanması ve boş arazilerin ve konutların kullanıma açılması gibi” öneriler emek mücadelesinin kazanımları olarak, toplumun büyük çoğunluğu açısından iyi şeyler, ama bunların ne ölçüde hayata geçirilebileceği ya da kalıcı kılınabileceği oldukça  tartışmalı.

Corbyn’in danışmanı Murphy’nin hesaplayıp ortaya attığı ‘vergi açığı’ kavramı bu konuda önemli.  Murphy’e göre, Britanya’da yıllık 120 milyar poundluk bir toplanamayan sermaye geliri vergisi var.  Yeni vergi konulmasına gerek kalmaksızın bu toplanamayan vergiler toplanabilir.  Böylece sermaye kesimini rahatsız etmeksizin, kanunen zaten alınması gerekli olan, ama vergiden kaçınma ya da kaçakçılık gibi nedenlerle toplanamayan vergiler toplandığında programdaki vaatler yerine getirilebilir.

Bu bağlamda, Murphy’e göre, “yatırım yapmak isteyen, dürüstçe ve zamanında vergisini tam olarak ödeyen, kısa vadeli hızlı kazanç değil, uzun vadede kalıcı kazanç elde etmek isteyen sermaye sahipleri için bu program zararlı değil, tam tersine yararlıdır”. 

Ancak burada gözden kaçan husus vergiden kaçınan ya da vergi kaçıran bu kurumların tamamının özel mülkiyete tabi kapitalist şirketler olduğu. Yani mülkiyet biçimi değişmediği sürece bu vergilerin toplanabilmesi çok zor, hatta imkânsız. Nitekim bir maliyeci olarak bu gerçeğin farkında olan Murphy bu miktarın ancak 20 milyar poundunun fiilen toplanabileceğini kabul ediyor.

Yani niyet ve çaba çok önemli olsa da, kapitalist üretim tarzının ortaya çıkışından bu yana en temel dayanağı olan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ortadan kaldırılmadan ya da ciddi anlamda sınırlandırılmadan bu vergilerin sermaye şirketlerinden alınması mümkün değil.
İşin gerçeği yaşanmakta olan kâr oranlarındaki düşüş nedeniyle bırakın vergi almayı, özel yatırımların mevcut düzeyini koruyabilmek için, devlet bu şirketlere yıllık 60 milyar poundluk vergi indirimi ve sübvansiyon veriyor. Buna rağmen Eurostat’ın verilerine göre, İngiltere’de yatırımların GSYH içindeki payı, diğer gelişmiş ekonomilere göre düşük düzeyde seyrediyor. Yani özel sektör, yaşanmakta olan uzun süreli durgunluk nedeniyle düşmekte olan kârlılık düzeylerinde yatırım yapmayı ancak bu denli büyük bir sübvansiyon, vergi teşviki desteği ile kabul ediyor. Bu destekler kaldırıldığında bu yatırımların daha da azalması beklenir.

Programı hazırlayanlar bu durumun da farkında olduğu için, yatırım eksikliğinin tipik Keynesyen müdahalelerle çözülmesi planlanmış durumda. Böylece, program özel yatırımlara rakip olmayan, onları ikame etmeye değil, onları tamamlamaya dönük ve kamu tarafından yönlendirilen alt yapı, eğitim, sağlık, konut,  bilişim- teknoloji yatırımlarına ağırlık verilmesini içeriyor.

Bu yatırımlar Keynesyen anlamda ‘sosyalleşmiş yatırımlar’ olabilir, istihdam ve gelir yaratırlar, ama özü itibariyle sermayenin verimliliğini ya da kâr oranlarını yükseltmeye yarayan yatırımlar. Bu da son tahlilde işsizliği azaltmak ya da yoksulluğu hafifletmek gibi olumlu etkiler yaratsa da, gelir ve servet dağılımını iyileştirmeyen hatta servet ve sermaye temerküzünü ve sermayenin sadece ekonomik değil sosyal ve politik gücünü artıran yatırımlar olacaktır.

Nitekim bu yatırımları savunurken Murphy, “bu yatırımların ikame değil, tamamlayıcı özelliklerine ve bu yatırımlar sonrasında ortaya çıkacak büyümenin ülkedeki irili ufaklı tüm firmalara, ölçek farkı gözetilmeksizin, fayda sağlayacağına, bu nedenle de bu programın sermaye tarafından sahiplenilmesi gerektiğine” vurgu yapıyor. 

Sorunu doğru teşhis etmek: Kârlılık düşüklüğü mü, yoksa talep yetersizliği mi? 

Corbyn’in ekonomik programı, Keynesyen iktisatçılar ile Marksist iktisatçılar arasındaki temel bir tartışmayı da bir kez daha gündeme taşıyor: Ekonomik durgunluğun, büyüme sorunlarının temelinde düşük kârlılık mı yoksa toplam talepteki (harcamalardaki)  eksiklik mi yatıyor? 

Keynesyenlere göre sorun talep, dolayısıyla da harcama yetersizliğinden kaynaklanırken, Marksistlere göre sorunun özünde kâr oranlarında azalma, ya da sermaye getirisinin düşme eğiliminde olması, bu nedenle de yeni yatırımların azalması yatıyor.

Bu bağlamda Corbyn’in programı kamusal yatırım harcamaları ile bu harcama ve talep eksikliğini gidererek büyüme sorununun aşılmasını öneriyor. Yani sorun kârlılık yetersizliği değil, talep yetersizliğidir, o nedenle de toplam talebi canlandıracak kamu harcamalarına yönelmek gerekir. Bu yüzden de program, tipik bir Keynesyen bakış açısı altında, ne bütçe açıklarından ne de artmakta olan borç stoklarından rahatsız olmayan bir görünüm sergiliyor. 

Nitekim McDonnell, bütçe açıklarını reddetmiyor ve, bir Keynesyen gibi, bunlarla yaşamak durumunda olduklarını kabul ediyor. Diğer yandan Muhafazakâr hükümetin mali sıkılaştırma anlaşmasına (fiscal compact) destek vereceklerini açıklıyor. Böylece İşçi Partisi gelecekte Muhafazakâr Parti’nin bütçe açığı ile ilgili suçlamalarını göğüslemeyi hedefliyor ve mali disiplinden yana tavır alıyor.

Ancak McDonnell, bütçe açığı ve kamu borçlarını, refah harcamalarını ve diğer kamusal harcamaları kısarak değil, zenginlerin vergisini artırarak, sermaye teşviklerini azaltarak, vergiden kaçınma ile mücadele ederek azaltacaklarını açıklıyor. Keza borçlanma ile alt yapı projelerinde ekonomik büyümeyi teşvik etmeyi planlıyor. Sadece Trident nükleer füzelerine yapılan harcamayı ortadan kaldırarak 80-100 milyar poundluk bir tasarruf sağlayabileceklerini ileri sürüyor.  

Ancak tüm bu önlemler yeterince vergi geliri yaratmayabilir. Bunun için ekonominin yılda en az % 2-2,5 büyümesi gerekir.

Diğer yandan finans kapital açısından, hem bütçe açıkları hem de borç stokları ekonomik istikrarın bozulması konusunda en önemli faktörlerdir.  Yani finans kapital, bütçe açıkları ve yüksek borçların neden olacağı  istikrarsızlıklar,  enflasyon ve bunun da servetin değerini azaltması gibi faktörler nedeniyle böyle bir programa karşı çıkıyor.
 
Bu durum kendi uluslararası finans kapitalin, borsaların Libor’un merkezi konumunda olan İngiltere’de böyle bir programın uygulanabilmesini siyaseten zorlaştırıyor. Ayrıca yeni bir finansal krizin her an patlayabileceği gerçeğinden hareketle, böyle büyük çaplı bütçe açıkları ve kamu-özel borç stoklarıyla yeni bir krize yakalanması halinde ortaya çıkacak olan ekonomik çöküş ve bunun neden olacağı politik fatura da çok yüksek olacaktır. Bu görüldüğünden özellikle de partinin sağcı Blairci kanadı Keynesyen genişleme tezlerinden daha çok neo liberal tezlere yakın duruyor.

Marksist analize göre kapitalizm düzenli krizlere girer. Bu gerçeklik Marksist ekonomik analizin bir sonucudur, ancak bunu liberal ya da Keynesyen ana akım iktisatçılar kabul etmezler. İngiltere’nin mevcut gidişat altında 2020’ye kadar ekonomik krize girmesi hayli yüksek bir ihtimal. McDonnell de birçok kez bu yönde açıklamalarda bulundu.

Keynesyenler, 2008 Büyük Resesyonu’nun gelişimini göremediler ve onunla baş edecek politikaları, en azından toplumun çoğunluğu lehine olabilecek, gündeme getirmediler. Dolayısıyla gelecek krizle ilgili Keynesyen çözümlere bağlı kalmak, ekonomik rol üstlenme gereği olarak dahi olsa, halkın geleceğini kadere bırakmak anlamına geliyor.

Corbynomics, düşük faizli, bol ve ucuz para politikasına ve kemer sıkma karşıtlığından hareketle, başta yatırım harcamaları olmak üzere harcamaların artmasını esas alan bir genişletici maliye politikasına dayanıyor.  Bu iki politikanın geleneksel Keynesyen politikalardan özde farklılığı olmasa da program iki farklı iddia ile yola çıkıyor: Bir Ulusal Yatırım Bankası’nın kurulması ve şu ana kadar uygulanan miktarsal kolaylaştırmanın finans kapital için değil, halk için uygulanmasına devam edilmesi (Halk İçin Miktarsal Kolaylaştırma).

Bu iki temel araç ya da öneri yenilik gibi görünse de kendi içinde ciddi çelişkiler barındırıyor.

Ulusal Yatırım Bankası

Corbyn’in de doğru analiz ettiği gibi, sermaye spekülatif finansal varlıklara ya da yurt dışına yöneliyor.  Bunun nedeni sanayi yatırımlarındaki kârlılığın göreli olarak düşük oluşu. Oysa kârlılık yatırımlar, istihdam ve büyüme için temel koşul. Bu tür Marksist bir analiz, programın çözüm kısmında yerini Keynesyen önlemlerle değiştiriyor ve Corbyn programı “yeşil, konut ve ulaştırma, kamusal alt yapıda büyümeyi” hedefliyor. 

Bu yatırımların ise kurulacak bir yatırım bankası ile fonlanması hedefleniyor. Böylece tercihen ulusal ya da bölgesel çapta kurulacak olan bir kamu yatırım bankası tahvil ihraç edecek, bu tahviller Merkez Bankası tarafından satın alınacak, böylece bankanın yeterince nakdi olacak. Banka bu parayı sözü edilen reel yatırımlar için kredi vermek biçiminde kullanacak.
Ancak bir Ulusal Yatırım Bankası’nın kurulması fikri yeni bir fikir değil.  Bu fikir A. Smith’in ‘devletin sorumluluğu’ fikrine dayanıyor[8]

Ulusal Yatırım Bankasının bir başarılı örneği, Büyük Resesyon sonrasında Brezilya’da (BNDES) örneğinde görüldü. Bu ülkede yatırımlar hızla arttı. 

Diğer yandan,  hali hazırda Avrupa Yatırım Bankası, Nordik Yatırım Bankası ve benzeri diğerleri mevcut. Örneğin Avrupa Merkez Bankası (ECB) hali hazırda Avrupa Yatırım Bankası’nın tahvillerini satın alıyor, karşılığında aktardığı para uzun vadeli projelere harcanıyor. Ama bunun etkisi hem çok cılız hem de çok zaman alıcı. 

Kuşkusuz böyle bir proje en zengin % 1yerine, % 99’a hizmet edebilecek sürdürülebilir bir ekonomik faaliyete yardımcı olabilir. Ancak Ulusal Yatırım Bankası’nın yeterli büyüme sağlayabilmesi zor, zira ekonominin stratejik sektörleri hala kapitalist kâr maksimizasyonu peşindeki büyük finans kapital kuruluşlarınca, büyük ilaç ve uzay teknolojisi, telekomünikasyon, büyük inşaat ve ulaştırma firmalarınca belirleniyor. 

Kısaca, UYB ve RBS gibi devlet kontrolündeki bir banka,  kredi kuruluşlarını yatırım ve istihdam artışı fonlamasında birer araca dönüştürmeye yetmeyecektir. Bu nedenle de UYB’nin ve sermayesinin tamamı kamuya ait bir bankanın yanı sıra diğer büyük bankalar kamulaştırılmalı ve bunlara ait finansal kaynaklar bu amaçla kullanılmalı. 

Yani stratejik endüstrilerin kamu mülkiyeti altında demokratik kontrolü gerekiyor. Ulusal çapta öneme sahip endüstrilerin kamulaştırılması kirlilik, gürültü vs dâhil çevresel olumsuz etkilerin doğmasını da önleyebilir. Aşırı gibi gözükse de bu önlemler alınmazsa, ekonominin spekülatif yatırımlardan uzun dönemli sürdürülebilir yatırımlara dönüştürülmesi mümkün olmayacaktır.

Demokratik bir biçimde yönetilen kamucu bir ekonomi temelinde yükselen yatırım, istihdam ve hizmetler için bir ulusal plan gerekiyor. İşin aslı böyle bir reçete Marksist analizin reçetesidir.  İşçi Partisi liderliği ise Marksist analizi sevse de, Keynesyen çözüme yöneliyor. 

Halk İçin Miktarsal Kolaylaştırma (HMK) : Farklılığı ne? 

Şu ana kadar ki çok büyük çaptaki miktarsal kolaylaştırma (MK)operasyonlarının başarısız kalması, kapitalist sistemi, kapıdaki, özellikle de bu aralar Çin’den kaynaklı olması beklenen, yeni krizler karşısında çaresiz bıraktı. Yeni bir araca ihtiyaç oluştu. Corbyn’in, önerdiği diğer önlemlerin yanı sıra,  HMK bu tür bir yeni araç olarak gündeme gelmesi bir tesadüften ziyade bir ihtiyacın belirtisi.  

Normal MK altında merkez bankası kamusal kâğıtları (devlet tahvili vb) bankalardan ya da şirketlerden geri satın alır ve bastığı yeni nakit ile özel harcamaları teşvik eder. Ama yapılmış çalışmalar bu paranın çok büyük bir kısmının spekülatif faaliyetlere, riskli varlık balonlarına gittiğini, verimli yatırımlara gitmediğini gösteriyor.  

Alternatif olarak sunulan HMK’de ise yeni para doğrudan konut kooperatiflerine/birliklerine, yerel yönetimlere, ulusal ya da bölgesel yatırım bankalarına, yani doğrudan alt yapı projelerini yürütebilecek olan kurumlara verilir. Corbyn böyle bir kaynak tahsisi ile paranın, ulusal bir yatırım bankası aracılığıyla,  reel sektöre gitmesinin ve verimli bir biçimde kullanılmasının sağlanabileceğini öngörüyor[9]

Bir başka anlatımla HMK’de merkez bankaları büyük ölçekte konut, enerji, ulaştırma ve dijital projelere yatırım yapılmasının sağlanması ile ilgili olarak görevlendiriliyor, böylece bankalar, büyük fonlar yerine reel ekonomiye, üretime insanlara dönük bir parasal bollaştırma yapılıyor.
Bu yöntemde para doğrudan verimli üretim yapacak organlara aktarılacağından bu kurumların çıkartacağı bono ve tahviller merkez bankalarınca satın alınıyor, karşılığında taze nakit sağlanıyor.
Projenin ana fikrinin sahibi olduğu ileri sürülen Richard Murphy’e göre[10], bono/tahvil ihracını ya ‘yeşil yatırım bankası’ ya da yerel yönetimler, sağlık vakıfları vb diğer ajanlar yapar. Bunun amacı büyük sermaye ve finansal piyasaların ekonomiye büyük çapta yatırım yapmaktan kaçınmaları durumunda ortaya çıkan boşluğu kapatarak, ekonomiyi konut, kırsal kalkınma, sürdürülebilir enerji, yeni ulaştırma sistemleri vb gibi alt yapıya yapılacak yatırımlarla canlandırmaktır.

Görüldüğü gibi projenin bir ayağında konut, sağlık, alt yapı, dijital ekonomi, eğitim gibi halkın refahını doğrudan ilgilendirdiği kadar, ekonomide yaratacağı çarpan etkisiyle büyümeyi hızlandırabilecek temel sektörler var. Bu büyük çaplı yatırımların fonlamasını içeren diğer ayağında ise bir ulusal ya da bölgesel yatırım bankası, yerel yönetimler /belediyeler gibi yatırımcı organlar var. Yani para, bankalar, fonlar ya da diğer finans kuruluşlarına değil, doğrudan yatırım yapması beklenen bu kuruluşlara veriliyor. Bunun finansmanı da bu kurumların çıkartacağı tahvil ve bonoların merkez bankasınca satın alınması ile sağlanıyor.

Halk İçin Miktarsal Kolaylaştırma yeni bir fikir mi?

Öncelikle, Halk İçin Miktarsal Kolaylaştırma  projesinin yeni bir fikir olmadığı,  bunun ‘Açık Parasal Finansman (Overt  Monetary Financing /APF, OMF)’ adı altında devlet tahvilleri karşılığında merkez bankasının yeni para basma prosesi olduğu ve bu taze paranın ekonomik faaliyetleri teşvik etmek için doğrudan ekonomiye harcandığı ileri sürülüyor[11].  

Nitekim Corbyn’in önerisini destekleyen Prof. B. Mitchell’e göre bunun adı HMK değil, ‘Açık Para Finansmanı’  olmalı. Zira para doğrudan reel ekonomiye zerk ediliyor. Ona göre, APF aslında Avrupa Birliği Parlamentosunca 2012 tarihinde,  AB ülkelerindeki krize karşı bir çıkış yolu olarak getirilmiş bir öneriydi[12].  

Murphy,  HMK fikrinin kendine ait olduğunu ve bu önerinin Corbyn tarafından da benimsendiğini hatta bu konuda yazdıklarının İşçi Partisi’nin 28 Eylül tarihli konferansında dağıtılmak üzere basıldığını ileri sürüyor[13].

Benzer fikirler geçmişte Keynes, Friedman, Bernanke, Buiter ve Martin Wolf tarafından savunuldu. Zimbabwe geçmişte çok benzer bir politika uyguladı. 

Keynes döneminde parasal bollaştırmanın savunulmasının nedeni, Klasik Miktar Teorisi’nin aslında Büyük Depresyon sırasında işe yaramadığının anlaşılmasıydı.  Zira Keynes’in çalışmalarında ortaya koyduğu gibi Büyük Depresyon sırasındaki banka çöküşleri para arzında ciddi azalmayla sonuçlandı.  Bu da fiyatlardan ziyade, istihdamı vurdu. Kaynaklar atıl kaldı. İnsanların elinde para olmadığı için üretilen malları satın alamadılar. Ekonomide yeterli para olmayınca iş yapılamadı, girdiler satın alınamadı, işçilere ücret ödenemedi. Çözümü para arzının artırılmasında gören Keynes para basılmasını ve bunun adeta kömür madenlerinde üretim ve yatırım yapılması için harcanmasını, işçilerin böylece yeni gelirler elde edebileceğini ileri sürdü. Yani yeterli para varsa, işler canlanacak ve işçiler iş bulabilecekti. 

Bu fikir bugün de, sistem içi çözümler açısından, giderek kabul görüyor. Keza geçmişte Monetarist iktisadın babası sayılan M. Friedman para arzındaki yetersizliğin Büyük Resesyon’a nedeni olduğunu kabul etmişti. Ancak o paranın maden ocaklarına gömülemeyeceğini, işsizliğin azaltılması için deyim yerindeyse ‘helikopter para’nın gerektiğini ileri sürdü[14]

Nitekim bu ekolün takipçilerinden olan Ben Bernanke 2006 yılında Fed Başkanı olduğunda ‘helikopter para’dan söz etmişti. Yani paranın bankalara değil, adeta helikopterle şehrin üzerinden atılır gibi kişilerin hesabına karşılıksız olarak yatırılarak, bu yolla halkın harcama yapmasına imkân verilmesinin çözüm olabileceğini belirtmişti. Ama sonrasında bunu bir daha gündeme getirmedi. Keynesyen iktisatçı Simon Wren Lewis’e göre, helikopter para aslında bir tür kamu harcamasıdır[15]

HMK’den beklenenler

Halk İçin Parasal Kolaylaştırma’nın sağlayacağı faydalar savunucuları tarafından aşağıdaki gibi sıralanıyor:

HMK devletin doğrudan para arz etme kapasitesini kullanan ve ekonominin refah artırma potansiyelini artırmaya yarayan bir strateji işlevi görebilir. Geleneksel MK’ye nazaran uygulaması daha basittir ve birçok komplikasyondan azadedir. Bu önerinin reddedilmesini gerektiren teknik-iktisadi bir neden mevcut değildir.

HMK, resesyon ve depresyon kaynaklı sorunları gidermede maliye politikasının çok güçlü bir kısmını oluşturabilir. Yani HMK doğrudan verimliliği yüksek alt yapı yatırımlarına yöneleceğinden reel ücret, gelir ve istihdam yaratma etkisi büyük olacak, bu da ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır. Gelirler arttığında artacak olan vergi gelirleri de yatırımların kendini geri ödemesini de sağlayacaktır.

Böyle yatırımların koordinasyonun kurulacak bir ulusal yatırım bankası tarafından yapılması halinde, banka finansman ihtiyacını karşılamak için tahvil çıkartacak, merkez bankası bunları satın alarak nakit aktaracak. Böylece yatırımın finansman maliyeti de minimumda tutulabilecektir. Yani HMK ile yapılacak fonlama, normal tahvil ihracı ile yapılmakta olan fonlama biçimleri gibi, diğer fonlama seçeneklerinden çok daha ucuzdur. Diğerlerinde zenginlikler halktan bir avuç servet zenginine transfer edilmektedir.  HMK ise bu süreci ters yüz edebilir[16].

Bu politika, ortodoks parasal finansmanın tersine ulusal borç stokunu artırmaz. Ortodoks MK tersine çevrilir, bunun için merkez bankasında tutulan devlet tahvillerini geri ödemede gerekli para için vergileme kullanılır. Gelecekte vergilerin artma beklentisi insanları bu yeni paranın bir kısmını harcamaktan ziyade tasarruf etmeye yönlendirir. Ortodoks olmayan bir MK bu sorunu ortadan kaldırır zira merkez bankasından yapılan borçlanma geri ödenmeyebilir[17]

Murphy HMK’nin haklı bir ekonomi politiğinin olduğunu ileri sürer. Zira sırasıyla; HMK[18]; sadece bir fonlama aracı ya da basit iktisat konusu değil, politik ekonomi ile ilgili yeni bir düşünce şeklidir.  Halkın sorunlarına ilgisiz kalmaya karşı geliştirilmiş yeni bir yoldur. Adil bir toplum için önerilmektedir. Özel sektörden kalanları tamamlayıcı değil, asıl olandır. Piyasaların eğitim,  sağlık, ulaştırma, adalet, enerji gibi ihtiyaçları karşılamaması ya da karşılayamaması gibi durumlarda devletin rol alarak,   bu ihtiyaçları karşılamak için görev üstlenenleri, adil ücret, güvenli istihdam, bölgesel yayılım ve uygun bir teknik eğitim gibi yollarla ödüllendirilmesi gerektiği varsayımına dayanır. Bu politika, bankaların kamu açıklarını teşvik ederek bunu finanse etmeden sağlayacakları kârın neden olduğu zarar örneğinde olduğu gibi, piyasa aşırılıklarının toplumsal zarara neden olması durumunda devletin bunu önlemesi gerektiğini anlatır. Bu politika altında enflasyonun önlenmesi değil, istihdam ve reel ücret artışı ve sürdürülebilirlik önceliklerimiz olmalıdır. Kaldı ki şu anda deflasyon daha büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Ayrıca HMK ekonominin kapasitesini güçlendirir, borç riskini ve yeni bir finansal çöküş riskini azaltır, kamu borçlanma gücünü ve kapasitesinin korur,  net faiz maliyeti yoktur, ekonominin demokratik bir biçimde kontrol edilebilmesine yardımcı olur[19].

Halk İçin Miktarsal Kolaylaştırma hem partinin sağ kanadından hem de ana akım iktisatçılardan eleştiri alıyor. Zira enflasyon riskine dikkat çekiyorlar. Ancak 2007’deki düzeye geri dönmüş, yatırımlarının GSYH içindeki payı son 50 yılın en düşüğüne gerilemiş olan bir ekonomide enflasyon riski savı anlamlı değil. Ayrıca hali hazırda enflasyon sıfır.

HMK’ye diğer itiraz (bunların bazıları Keynesyen), merkez bankası bağımsızlığının kaybedilebileceği yönünde. Bu da geçerli bir karşı çıkış değil.  Zira “bağımsız merkez bankası” şu ana kadar finansal çöküşü önleyebilmek için her hangi iyi bir iş yapmadı. Çöküşte panikledi. Aslında onun bağımsızlığı sahte bir bağımsızlık. Merkez bankası gerçekte finans piyasalarına bağımlı, halktan bağımsızdır. Vergi ödeyenlerin çıkarlarını değil, finans kapitalin çıkarlarını gözeten müdahalelerde bulunuyor. Zira tanımı gereği, istihdam ile ilgili bir görev üstlenmiyor, sadece fiyat istikrarını sağlamayı görev edinmiş durumda.

Bu politikaya karşı olan İşçi Partisi milletvekili J. Mann’a göre, HMK’den zarar görecek olanlar yoksullar, yaşlılar ve hassas durumda olan insanlardır. Bu nedenle de HMK yanlış bir isimlendirmedir, düzeltilmesi gerekir. Ona “büyük çaplı özel sektörcü çok uluslu MK” demek daha doğru olur, çünkü bu programdan doğrudan bunlar fayda sağlayacaktır[20].
HMK önerisine somut bir engel mevcut yasal düzenlemelerden gelebilir. AB’nin anti enflasyonist düzenlemeleri ve Avrupa Adalet mahkemesi buna örnek. HMK, Lizbon anlaşmasının 123.maddesi ile çelişebilir. Zira bu madde hükümetlerin kamu harcamalarını fonlamak için para basmalarını yasaklıyor. 
Buna karşılık, hali hazırda geleneksel MK işlediği ve kamusal kâğıtlar geri alındığı gerçeğinden hareketle, bu kâğıtların kamu harcamalarının finanse edilmesinden başka bir anlama sahip olmadığı, bu nedenle de bu programın ekonomiye, halka ve ulusal altyapıya fayda sağlayacak bir biçime dönüştürülmesinin mümkün olduğu ileri sürülüyor[21]
 
Sınıfsal bir perspektiften Halk İçin Miktarsal Kolaylaştırma

Geleneksel miktarsal kolaylaştırma aracılığıyla yıllardır bol ve ucuz kamu fonu kullanan finans kapitalin, artık bu kaynağın HMK üzerinden doğrudan reel yatırımcılara yönlendirilmesi söz konusu olduğundan, bu önerilen programdan rahatsızlık duyması normaldir. Nitekim bu kesimler içinde programı “sermaye düşmanı” olarak ilan edenler oldu.

Diğer taraftan kapitalist toplumun sınıfsal bölünmüşlüğü uygulanan ya da önerilen makro ekonomik politikalar konusunda sınıfsal ayrışmayı da kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor. Bu bağlamda, her ne kadar sosyal demokrasi aksini söylese de,  birbiri ile uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olan emek ve sermaye sınıflarının ortak yararına hizmet eden bir ekonomi politikasından, özellikle de orta ve uzun vadede, söz etmek zor. 

Tarihsel olarak işçi sınıfının sendikalar başta olmak üzere çeşitli örgütlerinin desteğini almış, ama bir o kadar da sermaye sınıfının etkisine maruz kalmış, hatta Blair döneminde neo liberal ekonomi politikalarının savunuculuğunu yapmış İngiliz İşçi Partisi içindeki sol kanadın, verili koşullar altında halk için miktarsal kolaylaştırmayı diğer başka sol-reformist önerilerle savunması sosyal demokrat partilerin yapısına uygundur.

Ancak bu politika konusunda sermaye örgütleri ya da temsilcilerinin düşünceleri de bu politikanın gerçek sol bir içerik taşıyıp taşımadığı konusunda bir ölçüt olabilir.

Nitekim,  finans kapitalin sözcülerinden Financial Times’taki bir makalede, Marshall Hedge Fonu Başkanı Paul Marshall’ın şu yorumu  yer alıyor : “Her ne kadar dört büyük merkez bankası açısından geleneksel miktarsal kolaylaştırma politikası  artık gereksiz gibi görülmeye başlasa da yeni bir finansal kriz söz konusu olduğunda McDonnell ve J. Corbyn’in önerdiği halk için miktarsal kolaylaştırma ciddi bir saygınlığa sahiptir.”[22]  

Avustralya’nın en büyük yatırım bankası Macquire,  para politikasında ‘nükleer opsiyon’a geçilebileceği, yani merkez bankası tarafından yaratılan paranın doğrudan reel ekonomiye şırınga edilmesinin doğru olabileceğini vurguluyor. Citigroup’tan Williem Buiter de aynı öneride bulunuyor. Ona göre 2016 yılında Çin’in tetikleyeceği küresel resesyonun önüne geçmenin yolu HMK’nın bir diğer versiyonu olan helikopter para[23].

Bir boyutuyla Corbyn,  mevcut statükoya meydan okudu ve diğer İşçi partisi liderlerinin dahi teslim olduğu kemer sıkmacı neo liberal politikalara karşı çıkarak safını belli etti. Pek çok politikacı ve iktisatçının kolayı seçip ana akım politik ve ekonomik dogmalara biat ettikleri bir zamanda Corbyn zor olanı seçti[24].

Diğer yandan “HMK neo liberal hegemonyaya karşı oluşturulmaya çalışılan alternatifin bir parçasını oluşturabilir mi?” sorusu yanıtlanması gereken önemli bir soru. 

Corbyn ve ekibince çok önemli bir yatırım finansmanı aracı olarak ve geleneksel MK uygulamasına alternatif olarak sunulsa da İşçi Partisi içindeki sol’dan da buna eleştiriler var. Örneğin Hazine Komisyonu’nda İşçi Partisi adına görev alan milletvekili J. Mann, HMK’nin orijinin Monetarizm, M. Friedman ve Şikago Okulu olduğunun altını çiziyor ve acil bir çözüm olarak önerilen bu çözümün gerçekte sağcı bir çözüm olduğunu vurguluyor. Ona göre, “HMK ekonomiyi canlandırabilmek için yoksulları kurban eden bir Monetarist öneridir. Basit, milliyetçi çözümler bugüne kadar işe yaramamıştır, bundan sonra da yaramayacaktır. Eski bir ilacın yeni bir şişede sunulmasına aldanmamak gerekir”.

Bir başka anlatımla, Corbynomics, ilk bakışta, kısa vadede sermaye kesimini rahatsız edici gibi görünse de, orta ve uzun vadede birçok açıdan sermaye dostu gibi görünüyor. 

Öncelikle enerji ve demiryolu, posta vb kamulaştırmaları, fiyat artışlarından muzdarip tüketiciyi kısmen rahatlatıp, sistemden umudunu tekrar yükseltmesine yardımcı olacaktır.  Vergiden kaçınmanın azaltılması kamu gelirlerinin artmasının yanı sıra, bir yandan kobilere uygulanan düşük kurumlar vergisi oranlarının korunmasının devam ettirilmesi ile birlikte küçük işletmelerin büyük çok uluslular karşısında uğradıkları haksız rekabet nedeniyle artan efektif vergi yüklerinin hafiflemesini sağlarken,  diğer yandan sermayeye sosyal sorumluluğunu ve uzun dönemli varoluşlarının kamunun onlara duyduğu güvene bağlı olduğu gerçeğini hatırlatırken,  siyasal iktidarın küçük esnaf ve küçük üretici  nezdindeki itibarını artıracaktır.

Keza ulaştırma, eğitim, sağlık, konut ve dijital ekonomiye yapılacak yatırımlar özel firmaları geliştirip, büyütecektir. Kâr oranlarının yükselmesine katkıda bulunacaktır. Yüksek ücretler ve servetin düşük gelirli gruplar lehine yeniden bölüştürülmesi sıradan insanların satın alma gücünü dolayısıyla da toplam talebi artıracaktır.

Tüm bu, çözüme yönelik öneriler aslında merkez bankalarınca uygulanan konvansiyonel olmayan para politikaları ve miktarsal kolaylaştırmanın  iflasının somut bir ifadesi. Diğer yandan özel sektör yatırım yapmak istemediği sürece vergi indirimi ve sübvansiyon gibi mali teşvikler de etkisiz kalacaktır. Bu durum kapitalizmin bir gerçeği.

Son 30 yıldır İşçi Partisi liderliği, sermaye kampında konaklıyor. Corbynomics ile bu kamptan biraz ayrılmaya ve karşıdaki işçi kampına taşınmaya çalışıyor. Bu gelişme kuşkusuz sermayenin çıkarları açısından aşırı bir durumdur. İşçiler açısından ise son derece mütevazı bir durumdur. En tehlikelisi ise arada bir yerde konaklamaya çalışmaktır ki, ciddi ekonomik krizlerde bu tür partiler bunu sıklıkla yaparlar.

Corbynomics bu boyutuyla bugünün dirilmekte olan Keynesyenizminin bir yansımasıdır. Ama bu Keynesyenizm, dayandığı felsefe ve sınıfsal temeller gereğince kapitalist sistemi değiştirmek ya da dönüştürmek gibi bir hedefe sahip değildir. Bu nedenle de makro meselelere odaklanmakta, örneğin iktisadi durgunluğu ya da krizi sonlandırmayı amaçlamaktadır. Bu yalınlığı ile olmasa da ve programda başka hedefler de sıralanmış olsa da Corbyn’in programı da bundan tamamıyla kaçınamamış ve kendini daha çok kemer sıkma karşıtı bir program olarak ifade etmiştir.

Ancak bu yaklaşım kapitalizmi istikrara kavuşturabilirse paradoksal olarak kendi sonunun başlangıcını da yapmış olacak ve son tahlilde özel sektörcü-piyasacı kapitalizme tekrar dönülecektir. Bu her şeyden önce, geçmişte ABD’nin Büyük Depresyon sırasında uyguladığı New Deal’ine ve Batının sosyal devletlerinin başına neler geldiğinin de bir açıklamasıdır. Bu örneklerin her birinde hem özel sektör yönetim kurulları, hem de devlet bürokratlarından oluşan işverenler, işçilerin yarattığı artı-değeri, koşullar uygun hale geldiğinde toplumu tekrardan piyasacı kapitalizme geri döndürmek için kullandılar. İşçiler kendi artı-değerine sahip çıkmadıkları, kendi ihtiyaçlarına uygun bir biçimde işyerlerini öz yönetme işini başkalarına bıraktıkları sürece, kendileri açısından gerçekte değişen bir şey olmayacaktır.

Diğer taraftan bu programa kısa vadeden bakıldığında, uzunca bir süredir günlük yaşayan, ızdırap çeken halkın rahatlamasını sağlayabilecek nitelikte bir program, bu nedenle de halk arasında destek görecektir[25]. Diğer taraftan orta ve uzun vadeden bakıldığında kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadeleyi belirsizleştireceği için bu vadede emekçiler açısından bir kurtuluş vaat etmeyen bir program.

Corby ve İngiliz Devleti

Corbyn, söylemleri ve tutumu ve programı ile ekonomi alanda finans endüstrisini karşısına aldığı gibi İngiliz devletini de rahatsız etti. Örneğin devletin NATO, Suriye, Trident nükleer silahları konusundaki bakışı ile Corbyn’in bunlara bakışı arasında açık bir farklılık var.

Wikileaks’ten Assange’ye göre, İngiliz Gizli Servisi ) boş durmayacaktır,  nükleer silahlar konusunda Corbyn’in karşı duruşu sürerse, 2020 genel seçimleri öncesinde karşı atağa geçerek bazı belgeleri ifşa edecektir. Bu parti için ciddi bir tehlike.  Bu nedenle de Corbyn NATO’dan çıkma söyleminden vazgeçmek zorunda kaldı. 

Corbyn ile birlikte İşçi Partisi’nin demokratik-katılımcı sol bir liderliği oluşuyor,  ama parti hala sol bir parti gibi davranamıyor. Liderlik ile taban arasındaki en büyük engeli diğer milletvekilleri oluşturuyor. Çoğunluğu Blair-Brown döneminde seçildiler ve müzmin sol düşmanı konumundalar. Yani bu denli az milletvekili desteği ile liderlik yapmak zor görünüyor. Corbyn ise bu sorunu, partide temel kararları almayı yıllık konferanslara bırakmak suretiyle aşmayı planlıyor.

Ancak Corbyn liderliğinde dahi İşçi Partisi sosyalizme geçişi sağlayamaz. Geçmişte görüldüğü gibi sol bir alternatif doğduğunda, partinin merkez sağı ve solu birleşip onu yok ediyor ve partiyi ele geçiriyor. Karşısında hem büyük sermaye hem devlet var. Ve İşçi Partisi devletle mücadele etmeye yönelik olarak tasarlanmış bir parti değil. Syriza gibi isyankâr bir örgüt de değil.  Başarılı olabilmesi için Corbyn’in partiyi toplumsal hareketten gelecek destekle, ciddi kalkışlar yapabilecek bir eylemci partiye dönüştürmesi gerekiyor, zira parti içindeki böyle bir kalkışma kendisini liderliğe taşımıştı. 

Son üç dört aylık coşku gelecek yıllarda daha geniş bir halk desteğine dönüşecek biçimde gelişirse, Corbyn’in programını sürdürebilme şansı var. Tersi olursa ve hareket çözülürse Corbyn’in liderliği eski güç merkezlerine yaslanmak zorunda kalacaktır. Bu da onun darmaduman olmasına neden olur.



[1] 9 Ekim 2015 tarihinde SYKP’de sunulan konferans metni.
[2] http://www.theguardian.com/politics/2015/sep/12/jeremy-corbyn-wins-labour-party-leadership-election
[4] Phil Gasper, What does Corbyn's victory mean?, http://socialistworker.org/2015/09/16/what-does-corbyns-victory-mean, September 16, 2015.
[5] Leo Panitch, Can Jeremy Corbyn Redeem the Labour Party?, https://www.jacobinmag.com/2015/09/jeremy-corbyn-benn-miliband-leadership-election.
[6] M. Roberts, British Labour, Marxist McDonnell and deficit-denying, ttps://thenextrecession.wordpress.com/2015/09/30/british-labour-marxist-mcdonnell-and-deficit-denying.

[7] Chris Marsden, Corbyn speech to UK Labour conference criticises austerity but offers no viable alternative, http://www.wsws.org/en/articles/2015/09/30/corb-s30.html, 30 September 2015.


[8] Skidelsky, agm.

[12] Bill Mitchell, PQE is sound economics but is not in the QE family, http://bilbo.economicoutlook.net/blog, 19 August 2015.

[13] Richard  Murphy, PQE in Progress, agm.
[14] Ellen Brown, Jeremy Corbyn’s “Quantitative Easing for People”: The UK Labour Frontrunner’s Controversial Proposal, Global Research, September 04, 2015,The Web of Debt 2 September 2015, http://www.globalresearch.ca.
[18] Murphy, agm.
[20]Richard Murphy and John Mann MP, Could ‘PQE’,work?http://www.progressonline.org.uk,  24 September 2015.

[21] Ellen Brown, Jeremy Corbyn’s “Quantitative Easing for People”: The UK Labour Frontrunner’s Controversial Proposal, Global Research, September 04, 2015,The Web of Debt 2 September 2015, http://www.globalresearch.ca.

[23] Ellen Brown,  Time for “Quantitative Easing for People instead of Banks” (PQE): Raining Money on Main Street, http://www.globalresearch.ca, Global Research, September 23, 2015.
[24] Prem Sikka, Why Corbynomics Could Actually Be Good for Business,  http://www.truth-out.org/opinion/item/32833-why-corbynomics-could-actually-be-good-for-business, 17 September 2015.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder