EYLÜL
RAPORLARI: SONBAHARDA YAPRAK DÖKÜMÜ!
Mustafa
Durmuş
Eylül ayı genelde çok sayıda ekonomi raporunun
yayımlandığı bir aydır. Nitekim hem dünya çapında, hem de Türkiye özelinde bu
Eylül ayında da çok önemli ekonomi raporları yayımlandı.
Raporlar gerçek anlamda iç karartıcı ve endişe
verici. Ortak sonuçları: (i) Küresel
ekonomik sorunların artarak devam edeceği, küresel durgunluk sürerken bir
“küresel borç krizi” ile karşı karşıya olduğumuz (ii) başta “gelir bölüşümü eşitsizliği” olmak üzere eşitsizlik ve
adaletsizliklerin hızla artmakta olduğu ve bunun ekonomik ve toplumsal
istikrarsızlığı daha da artıracak boyutlara eriştiği ve (iii) “küresel ısınmanın” tehlikeli boyutlara ulaştığı ve “mülteci krizinin”
giderek büyüdüğü.
Fed bu ay yaptığı (bir kaç gün önce) toplantısında
politika faiz oranını değiştirmeme kararı aldı.
Faiz oranlarının yükseltileceği yönünde birçok spekülasyonun yapıldığı
bir dönemde Fed’in “faizleri değiştirmeme” kararı ABD ekonomisinin toparlanma
göstergelerinin (özellikle enflasyon, reel yatırımlar ve büyüme hızı gibi) hala
çok cılız olmasının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Nitekim Fed,
önümüzdeki 3 yıl içinde büyüme ve enflasyona ilişkin beklentilerini revize
ederek, ABD ekonomisinin büyüme hızının % 2’nin hemen altına kalacağını
açıkladı.
Bu durum küresel kapitalizmin en büyük ve temel
sürükleyicisi konumunda olan ABD ekonomisinin hala zorda olduğunu gösterdiği
gibi, Çin ekonomisindeki yavaşlama ile birlikte dünya çapındaki küresel
durgunluğun artarak devam edeceğinin bir işareti. Bunun ekonomik, sosyal ve jeo
politik sonuçları olacaktır.
Dünyanın durumunu, “ani kalp durması /cardiac
arrest ya da ani baş dönmesi /dizzy
spell olarak tanımlayan OECD Raporu
oldukça karamsar bir gelecek beklentisi sunuyor. Buna göre, küresel ekonomik büyüme hızı 2016 yılında %
3’te kalacak.
Yani bir yanda giderek yavaşlayan sırasıyla; küresel ticaret, yatırımlar, üretim,
verimlilik artışları ve ücret artışları, diğer yandan ekonomik büyüme
beklentilerinde yaşanan hayal kırıklığı içinde dünya bir ‘düşük büyüme tuzağı’na
takılı kaldı ve bu durum belirsiz bir süre devam edecek. Tüm ekonomik verilerin
yönü aşağıya doğru. Bu durumu Deutche
Bank’ın tüm verilerin küresel bir
resesyona işaret ettiğine vurgu yapan raporu (https://www.yahoo.com/…/deutsche-bank-recession-indicators-…)
da
teyit ediyor
(bkz. https://thenextrecession.wordpress.com).
Düşen temel emtia fiyatları ve yüksek faiz oranları
nedeniyle azgelişmiş ülkelerin ekonomilerinin kırılganlığının daha da artacağı
ve bunun bu ülkelerde borç krizleriyle sonuçlanacağı, bunun da küresel finans
sistemi üzerinden yayacağı şok dalgalarıyla tüm dünyayı yeni bir krize
sürükleyeceği ileri sürülüyor. Rapora
göre, 1980 ve 2000’li yıllardaki gibi bu azgelişmiş ülke borçlarından indirime
gidilmesi de mümkün olamayacak.
Raporun en ciddi uyarısı artık “2008 finans krizinin
üçüncü aşamasına girmekte olduğumuz” yönünde. Bu, resmi ağızdan, aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu “yükselen
ekonomiler” için kötü haber.
UNCTAD’ın bu raporu İngilizlerin sağcı gazetelerinden
biri olan Daily Telegraph’ta şöyle yorumlandı (http://www.telegraph.co.uk/…/un-fears-third-leg-of-the-glo…/):
“Dünyanın en zorlu depresyonunun üçüncüsünü doğru
gidiyoruz. Eğer BM’deki iktisatçılar
haklıysa, tarihteki en büyük borç jübilesi ile karşı karşıyayız. Bu aynı
zamanda küresel kapitalizmin 40 yıldır IMF, DB, OECD ve Davos Toplantıları
tarafından dayatılan serbest piyasa saplantısının çöküşünün bir kanıtı
olacaktır. Alarm zilleri özellikle de borç stokları 25 trilyonu aşmış olan
yükselen ekonomiler için çalmaya başladı. Diğer yandan tüm dünya küresel bir
deflasyon spirali ile karşı karşıya kalabilir” (bkz. https://thenextrecession.wordpress.com).
5.
Bir diğer rapor (Explaining
Ocean Warning: Causes, Effects and Consequences) ise küresel ekolojik felakete dikkat çekiyor (https://systemicdisorder.wordpress.com/…/global-warming-oc…/).
Buna göre, önlem
alınmadığı takdirde, 2100 yılında Okyanus suyunun ısısı 4 derece kadar yükselecek.
Böylece okyanusların iklim şoklarını absorbe etmesi artık mümkün olmayacak.
Sera gazı salımında artış olacağı anlamında gelen bu açıklama küresel ısınma ve
küresel ekolojik felaketlerin de önümüzde olduğu gerçeğini hatırlatıyor (bkz.
https://thenextrecession.wordpress.com).
Diğer bazı rapor ve araştırmalar ise küresel
gelir dağılımı eşitsizliği ve adaletsizliğinin hızla artarak endişe verici
boyutlara varmakta olduğunun altını çiziyorlar.
6.
Örneğin Uluslarararası Sosyal Bilimler Meclisi (ISSC) tarafından hazırlanan ve UNESCO
tarafından basılan “Dünya Sosyal Bilimler Raporu” (Challenging Inequalities –
Pathways to a Just World), “gelir ve servet bölüşümü eşitsizliğinin, artık ulusal
ekonomilerin ve toplumsal barışın
sürdürülebilirliğini ciddi olarak tehdit eder bir düzeye ulaştığına” vurgu
yaparak, Birleşmiş Milletler’in 2030 yılına kadar hedeflediği ‘Sürdürülebilir
Kalkınma Hedefleri’ne ulaşılmak isteniyorsa, mutlaka bu alana yönelik etkili müdahalelerin
yapılmasını öneriyor.
Rapor ayrıca ekonomik eşitsizlikler ile sosyal,
politik ve ekolojik eşitsizlikler arasındaki ilişkilere dikkat çekerek, bu bağlantılara müdahale ederek tüm toplumsal
kesimleri içerecek bir yapılanmaya gidilmesinin gerekliliğinin altını çiziyor.
7.
Dünya Bankası ve Uluslar arası Çalışma Örgütü de (ILO) yaptıkları ortak
basın açıklamasında (http://www.ilo.org/global/about-the-ilo/newsroom/news/WCMS_525544/lang--en/index.htm, 21 September 2016) dünya çapında artan gelir eşitsizlikleri ve bunun neden
olduğu yoksullukla mücadele için, herkese yönelik sosyal koruma programları
uygulamasına geçilmesinin gerekliliğini vurguladılar. Ortak çalışma ile bu
sosyal koruma önlemlerinin belirlenmesi hedefleniyor.
8. TÜİK, ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nı yayımladı (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21584 ). Buna göre, Türkiye’de 2014’ten 2015 yılına en yoksul % 20’lik nüfusun gelirden aldığı pay % 0,1 azalarak % 6,1’e gerilerken, en zengin % 20’lik grubun payı % 0,6 artarak % 46,5 oldu. En zengin grup ile en yoksul arasındaki gelir farkı böylece % 7,4’ten % 7,6’ya yükseldi. Gini katsayısı ise artarak 0,4’ün hemen altına kadar yükseldi.
Milli gelirin % 68’i en zengin % 40’lık gruba
giderken, bu gelirin kalan % 32’sini nüfusun kalan % 60’lık kısmı paylaşmak
zorunda kaldı.
Ortalama hane halkı gelirinin 16,515 lira olarak belirlendiği
araştırmada, bu en yoksul % 60’lık nüfusun hane başına yılda eline geçen 8,870
lira oldu. Bir başka deyimle bu ailelerin aylık 739 lira ile yaşamak durumunda
oldukları (asgari ücretin yarısı kadar bir gelirle) ortaya çıkıyor. Maddi yoksulluk oranı ise %
30 oldu. Yani araştırmaya göre, nüfusun
yaklaşık üçte biri maddi olarak yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Bu gelir dağılımının ülkenin gelişmişlik düzeylerine
bağlı olarak, değişik bölgelerine göre de farklılıklar gösterdiğini belirtmeye
gerek yok. Yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ya da İç Anadolu
Bölgesinin bazı kesimlerinde hanelerin bir kısmı yukarıda sözü edilen 700
liranın biraz üzerindeki geliri dahi sağlayamıyorlar.
Hanelerin % 60’ının böyle bir gelirle yaşamlarını
nasıl sürdürebildiklerinin sırrı ise yoksulluk yardımları ve hane borçlarındaki
patlamada saklı. Ülke nüfusunun yaklaşık
% 40’ı bu tür yardımlarla ayakta kalabilirken, hanelerin borçlarında tam bir
patlama yaşanıyor. Öyle ki bu borçlar 2003 yılında 12,8 milyar liradan, 2016
yılının Haziran ayında 415,7 milyar liraya fırlamış (yani 32 kattan fazla artmış) (http://www.hakanozyildiz.com/2016/09/borclar-sarmalndan-ckamyoruz.html).
Resmi raporlar mevsim özelliklerine uygun olarak
yaprak dökümünün başladığını gösteriyor. Emekçi halklar ise bunu fiilen
yaşıyorlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder