CARİ AÇIK: TÜRKİYE EKONOMİSİNİN AMOK
KOŞUCUSU MU? *
Mustafa Durmuş
15 Şubat 2018
Derslerimde öğrencilerime sıklıkla
hatırlattığım aşağıda yer alan bir denklem var. Bu denklem cari açıkla, bunun
finansman biçimleri ve sonuç olarak kamu ve özel sektör açığını ilişkilendiren
bir formül:
(X-M) = FDI + BL + PF = (S-I) – (G-T).
Yani;
Cari açık ≡ (Doğrudan yabancı sermaye
yatırımları + Banka kredileri + Portföy yatırımları) ≡ (Özel sektör
yatırım-tasarruf açığı /borçları + Kamu sektörü açığı/borçları).
Bu denklem Türkiye ekonomisinde son iki
yıldır olup biteni açıklamada giderek çok yararlı olmaya başladı. Çünkü Türkiye
bir süredir (tartışmalı) yüksek ekonomik büyümesini büyük ölçüde yüksek cari
açıkla gerçekleştiriyor. Yani ağırlıklı olarak yabancı kaynak kullanarak
büyümesini sürdürebiliyor.
Cari açık yüzde 42 oranında arttı !
Bunun ilk çarpıcı göstergesi dün Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından açıklanan ödemeler dengesi verileri
oldu (1).
Buna göre 2017 yılında yüzde 6-7
civarında büyümesi beklenen ekonomide cari açık uzun süreden sonra ilk kez 47
milyar doların üzerine çıktı ve GSYH’nin yüzde 5,5’ine kadar yükseldi (2016
yılında yüzde 3,8 idi).
Bu artışın nedeni ithalatın ihracattan
çok daha fazla artmış olması (dış ticaret açığı).Böylece cari açık son Orta
Vadeli Plan’daki öngörüye göre yüzde 8 civarında bir sapma gösteriyor. Bu
durumda ya OVP’yi hazırlayanlar yanıldılar ya da işin başında cari açıktaki
artışı düşük gösterdiler.
Açığı finanse etmek artık kamunun işi oldu
Denklemde yer alan cari açığın finansman
biçimi önemli şeyler söylüyor. Sırasıyla;
Merkez Bankası rezervlerini kullanarak
bu açığın yüzde 17’sinden fazlasını kapatmış (8 milyar dolar civarında). Yani
bankanın giderek rezervleri eriyor.
Ekonomide daha kalıcı ve daha yararlı
olduğuna inanılan doğrudan yabancı sermaye yatımları sadece yüzde 17’nin biraz
üzerinde bir katkı sağlamış (8,1 milyar dolar).
Asıl katkıyı yüzde 52’ye yakın bir oran
ile portföy yatırımları (borsaya ve devlet tahvillerine yapılan yabancı
yatırımlar) sağlamış. Bunun yüzde 70’inin devlet tahviline gelen yatırımlar
olduğunu hatırlatalım.
Ve en küçük katkıyı ( yüzde 14’ün
altında- 6,5 milyar dolar) bankalara gelen yabancı para cinsinden mevduatlar ve
yabancı krediler sunmuş.
Kısaca cari açık bir önceki yıla göre
yüzde 42’den fazla büyürken, bu açığın finansman şekli de değişmiş ve neredeyse
yüzde 80’i sıcak para biçiminde karşılanmış.
Sıcak paranın en önemli bölümünü ABD
tahvillerinin sağladığı ortalama getirinin (faiz) dört-beş katı getiri sunan
T.C. devlet tahvili satışları oluşturuyor.
Bankalara gelen döviz cinsinden mevduat
ve yabancı kredilerin fonlamadaki payı en geride kalırken, fonlamada Merkez
Bankasının rezervleri kullanılmış.
Bazı ekonomi - politik çıkarımlar
▪Ekonominin ve buradan
hareketle siyasetin dışa bağımlılığı uzun vadede daha da artmış.
Böylece yüksek faize gelen sıcak parayı
getirebilmek ve içeride tutabilmek için faiz oranlarını yükseltmek gerekecek.
Nitekim ABD’de tüketici fiyatlarının bu
yılın Ocak ayında beklenin çok üstünde bir biçimde (binde 5 oranında) artmış
olması (yani enflasyonun artması) FED’in
bu yıl yapmayı planladığı faiz artışını, hem artırım sayısı, hem de artış oranı
anlamında etkileyecektir (2). Böylece ABD’de faiz oranları arttığında Türkiye
gibi ülkelerden sermaye çıkışı hızlanacaktır.
▪Yüksek büyüme
pahasına göze alınan böyle bir yüksek cari açık riski siyasal iktidarın
sıkıntılarının ve buradan hareketle ihtiyaçlarının ne denli derin ve çatışmalı
olduğunu gösteriyor.
▪Bu gelişmeler
ekonominin büyümesinin (gerçekte sermaye ve servetin) piyasalar ya da özel
sektörden ziyade, artık devlet eliyle sürdürülebildiğini gösteriyor. Zira cari
açık büyük ölçüde devlet tahvili satışı ve Merkez Bankasının döviz
rezervleriyle karşılanıyor.
Bu durum dövize olan ihtiyacı sürekli
olarak artıracağından döviz kurunun yükselmesi de kaçınılmaz olacak.
▪Bu gelişmeler devlet
ve özel sermaye ilişkilerinde çok çarpıcı bir dönemin de başladığının bir
işareti. Yani sermayenin büyütülmesinde devlet bu denli rol aldığında onun özel
sermaye grupları üzerindeki etkisi ya da bu grupların devlete olan bağımlılığı
daha da artıyor. Bu da ülkedeki siyasal gelişmeler konusunda sermaye
gruplarının neden sessiz kaldığını da kısmen açıklar nitelikte.
▪Bankaların, hem çok
borçlu olmalarından ve bilançoları çok büyüdüğünden, hem de ülke kredi puanının
giderek düşmesi nedeniyle uluslararası piyasalardan borçlanmalarının giderek
zorlaşmasından dolayı artık cari açığın ağırlıklı olarak banka kredileri
aracılığıyla kapatılması dönemi bitiyor.
▪Küresel likiditenin
bu denli bol olduğu bir dönemde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki
azalma ise yabancı reel yatırımcının ülkeyi uzun vadeli yatırım yapılabilir
görmediğinin bir göstergesi.
Bütçe açığı arttıkça cari açık artacak
Cari açıktaki bu gelişmelerin asıl
olarak dış ticaret açığından kaynaklandığını biliniyor. Çünkü geçen yıl ihracat
sadece yüzde 10’un biraz üzerinde, buna karşılık ithalat yüzde 17’den fazla
artmış.
Cari açığı etkileyen diğer bir faktör
bütçe açığı. Bu açığın bu yıl iki katına çıkarak yüzde 2’yi aşması bekleniyor
(bunun içinde koşullu ve doğrudan yükümlülüklerden gelecek olan riskler dâhil
değil. Bunar dâhil edildiğinde gerçek açık daha da büyüyor).
Ama asıl bundan sonrası önemli. Çünkü
siyasal geleceğini ve bu yöndeki rejim değişikliğini temel öncelik olarak kabul
etmiş siyasal iktidar bütçe içi ve dışı bütün kaynakları ekonominin büyütülmesini
sağlayabilmek için bir yandan sermayeye sunmaya devam ederken, diğer yandan
savaşın getirdiği ve daha da getireceği mali yüklerden dolayı kaçınılmaz olarak
bütçe açığını büyütüyor.
Bu da bir süre sonra bütçe açıklarının
kapatılması için de yabancı kaynağa yüklenmek gereğini ortaya çıkartıyor.
Tarihsel olayların ekoları: Avro Bölgesi deneyimi
Bu gelişmeleri (savaş dışında) 2010
yılından bu yana avro bölgesi ülkeleri neredeyse bire bir yaşadı.
Hem 2008 krizinden çıkabilmek için
teşvik adı altında büyük çapta uyguladıkları sermayeye destek politikaları
(öyle ki Avrupa Merkez Bankası’nın bilançosu 3 trilyon dolardan fazla büyüdü),
hem de Alman ekonomisinin gücü karşısında rekabet edemedikleri için, kendi
büyümelerini Almanya ve Holanda gibi ülkelerden sağladıkları sıcak para ile
destekledikleri inşaat-emlak, turizm gibi sektörlerdeki büyüme ile telafi
etmeye çalışmaları sonucunda avro bölgesinin çeperdeki bazı ülkelerinde cari
açıklar hızla büyüdü.
Bunun sonucunda hem özel sektör
borçları, hem de kamu sektörü borçları devasa bir biçimde arttı. Bu durum başta
Yunanistan olmak üzere, Portekiz, İrlanda, İspanyol ve İtalyan ekonomilerini
vurdu. Bu ekonomiler uzun süredir uyguladıkları halka kemer sıktırma
politikalarıyla bu borçlarını ödemeye ve toparlanmaya çalışıyorlar.
Kısaca tarih tekerrür etmese de, her
ülkenin kendine özgü koşulları olsa da, tarihte, geçmişte ortaya çıkan
olayların bugüne yankıları ya da yansımaları her zaman söz konusu olabiliyor.
Benzer koşullar oluştuğunda benzer sonuçlar ortaya çıkıyor.
………..
(*) Stefan Zweig’in 1922 yılında yazdığı bir kitabın adı. Amok Koşucusu bugün dünyanın her yerinde cinnet olaylarında faili tanımlamak için kullanılıyor.
(1) http://www.tcmb.gov.tr/…/Od…/Odemeler+Dengesi+Istatistikleri.
(*) Stefan Zweig’in 1922 yılında yazdığı bir kitabın adı. Amok Koşucusu bugün dünyanın her yerinde cinnet olaylarında faili tanımlamak için kullanılıyor.
(1) http://www.tcmb.gov.tr/…/Od…/Odemeler+Dengesi+Istatistikleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder