DELİK ANAHTARDAN BÜYÜK OLUNCA…
Mustafa Durmuş
10 Şubat 2018
Tüketici Hakları Derneği’nin son basın açıklamasında (1) TÜİK verileri esas
alınarak hazırlanmış olan bir tabloya yer veriliyor.
Bu tabloya bakıldığında son zamanlarda sebze ve yaş meyve fiyatlarındaki
artışın astronomik düzeylerde olduğu ve asgari ücrete yapılan yüzde 26’lık
zammın tamamen eridiği anlaşılıyor. Çünkü son bir yılda sebzede yıllık
enflasyon yüzde 94,7 olmuş. Sebze fiyatları ücret ve maaşlardan yaklaşık beş
kat daha fazla artmış.
Bir süredir, derinleşen ekonomik kriz, işsizlik ve liranın ciddi değer
yitirmesi gibi nedenlerle seçmen desteği giderek azalan iktidar bloku halkın
yüksek gıda fiyatlarından dolayı şikâyetleri de artmaya başlayınca, 31 Mart’ta
yapılacak seçimlerde daha fazla oy kaybına uğramamak ve böylece bir meşruiyet
sorunu yaşamamak için fiyat artışlarına ilişkin gerekçeler üretme çabası içine
girdi.
Ancak, (bekleneceği üzere) siyasal iktidar bugünkü yüksek enflasyonun ve
işsizliğin asıl nedeninin 16 yıldır uygulamakta olduğu sermaye/servet birikim
stratejisi ve neo-liberal ekonomi politikalarının olduğu ve bunun arkasında da
kendi siyasal iradesinin olduğu gerçeğini görmezden geliyor. Tersine bazı
piyasa aktörlerini günah keçisi (yüksek fiyat artışlarının sorumlusu) olarak
sunuyor. Bu kez günah keçileri aracılar, komisyoncular ve marketler.
Suçlu bu kesimler olarak ilan edildiğinde doğallıkla da fiyat artışlarını
durdurmaya yönelik önlemler polisiye önlemler oluyor. Nitekim önce fiyatlarda
yüzde 10 indirim yapılması talimatı, ardından market baskınları gündeme geldi.
Ancak bu önlemler de fiyat artışlarını durdurmaya yetmeyince siyasal
iktidar bu kez daha önce de denenmiş olan bir başka yöntemi gündeme getirdi.
İstanbul’da en az 50, Ankara’da en az 30 olmak üzere bazı büyük kentlerde
Belediye Satış Noktası oluşturulacak. Nitekim Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin
öncelikle 15 noktada "halk sebze" tanzim satış noktası kurduğu ve
satışların yarından itibaren başlayacağı duyuruldu (2).
Bu uygulama ile belediyelerin üreticiden aldıkları sebze ve meyveyi bu
noktalardan halka piyasa fiyatlarından daha düşük fiyata satması, böylece
oluşacak bir rekabetle gıda fiyatlarının düşürülmesi bekleniyor.
Ayrıca Hal Kanunu’nda değişiklik yapılarak sebze ve meyvenin toplandığı
Toptancı Hallerinin belediyeler tarafından değil, özel şirketler tarafından
işletilmesinin sağlanması hedefleniyor. Bu yolla seracılığın teşvik edilerek
yaş meyve ve sebze üretiminin artacağı ileri sürülüyor.
Karanlıkta kaybettiğini aydınlık
diye başka bir yerde aramak
Nasreddin Hoca karanlıkta bir yerlerde evin anahtarını kaybeder. Ama
anahtarı farklı bir yerde, sokak lambasının aydınlattığı bir yerde arar. Köylü
bunun nedenini sorduğunda hoca cevap verir:
“Çünkü burası aydınlık”. Maalesef siyasal iktidarın yüksek fiyat
artışlarına bakışı da böyle. Karanlık köşede kaybettiğini aydınlık diye yanlış
yerde arıyor. Dolayısıyla da doğru çözümü bulması mümkün değil.
Bir başka anlatımla hastalığın teşhisi yanlış olunca tedavisi de yanlış
oluyor. Şöyle ki ülkedeki fiyat artışlarının ve bu artışların sürekli hale
gelmesi demek olan enflasyonun asıl nedeni ne aracılar, ne de marketler.
Elbette bu kesimlerin fiyatların şişmesinde payları var. Zira serbest piyasa
dediğimiz şey bu tür imkânları sağlıyor. Yani bal tutan parmağını yalıyor.
Ancak asıl mesele üretim ile arz ile ilgili maliyetler. Olay çok basit
aslında. İktisat bölümlerinin daha ilk yılında öğrettiğimiz bir kural var:
Üretim maliyetleri arttığında fiyatlar da artar. Ayrıca tarımsal ürünlerin
fiyatlarının artmasında kötü hava koşullarının da etkisi de vardır. Ama bu son
zamanlarda yaşanan sel baskınları, hortum gibi olaylar istisna tutulduğunda
Türkiye için çok büyük bir sorun değil. Kaldı ki bunun için de doğayı değil,
kâr ve rant çıkarımı için doğayı tahrip edenleri suçlamak daha doğru olur.
Tarımsal üretim maliyetlerini etkileyen en önemli kalemler sırasıyla:
Tohum, gübre, mazot, elektrik ve ulaştırma-nakliye gibi temel üretim
girdilerinin fiyatları. Son bir yılda bu girdilerin fiyatlarında ortalama yüzde
20- 50 arasında artışlar oldu.
Örneğin oto yol ücretleri zamlanınca, Kamu Özel İşbirliği yöntemiyle
normalin üstünde maliyetlerle inşa ettirilen büyük köprülerden geçiş ücretleri
dolar karşılığı yüzlerce lirayı bulunca tarladan markete kadar sebzenin ulaşım
maliyeti arttı.
Bu temel girdilerin yerli üretimi neredeyse yok ya da yerli üretim bitme
noktasına geldi. Örneğin gübre fabrikalarının özelleştirilmesiyle yerli gübre
üretimi yok denecek kadar az artık. Bu girdiler dışarıdan ithalat yoluyla
sağlanıyor. Dolayısıyla da doların kuru arttığında (son bir yılda yüzde 40-60
oranında arttı) bu girdilerin fiyatları da arttı. Mazot ve gübre de olduğu gibi
dünyanın en yüksek vergileri ve yüksek elektrik kullanım fiyatları söz konusu
olduğunda maliyetler daha da yükseldi.
İlave olarak köylünün ihtiyaç duyduğu tarımsal krediler için ödediği yüksek
banka faizleri yüzünden köylü (bırakınız ekip-biçmeyi) üretip sattığından elde
ettiği gelirle borçlarını dahi ödeyemez hale geldi. Bu da köylünün üretimini
kısması ya da durdurmasıyla sonuçlandı.
Bir de yıllardır izlenen inşaata dayalı büyüme stratejisi nedeniyle
ekilebilir tarımsal arazilerin fiziki olarak miktarı azaldığında tarımsal
üretim fiilen düştü. Çünkü verimli tarım arazilerini bir kısmında bir süredir
patates, soğan, sebze ve meyve, kuru bakliyat, buğday üretilmiyor. Buralara
rantı yüksek konut inşaatları, TOKİ binaları, alışveriş merkezleri yapıldı.
Böylece ülke bir yandan sanayilerini kaybederken, diğer yandan tarım da yok
olmaya başladı.
Bu gelişmelerden, komisyoncu, aracı gibi bal tutup parmağını yalayanlardan
önce, izlenen bu servet büyütme stratejisini ve bunu hayata geçiren siyasal
iradeyi sorumlu tutmak ve bu teşhise göre çözümler önermek gerekmiyor mu?
Ama böyle olmuyor. Bu stratejiye bilinçli ya da bilinçsizce inanmış olanlar
sorumluyu başka yerlerde arıyorlar. Böyle olunca da çözümleri buna uygun
oluyor. Kuşkusuz bu çözümler bırakın “yapılabilir, uygulanabilir” olmalarını
farklı sınıf ve kesimler için çok farklı sonuçlar üretiyor.
Yeni özelleştirmelerin önü açılıyor
Örnek olarak Hal Yasası’ndaki değişiklik yapan tasarıyla (3) sayılarının
175’ten 30’a düşürülmesi hedeflenen sebze ve meyve toptancı halinin
belediyelerden alınıp Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği koordinasyonunda (yap
işlet devret modeliyle) özel şirketlere ya da konsorsiyumlara verilmesi, hem
fiyatların daha da artmasına, hem de gelir bölüşümünün daha da adaletsiz bir
hale gelmesine ve yolsuzluklara neden olacak.
Çünkü bu uygulamanın kamuda bir süredir yapılan ve bir özelleştirme şekli
olan taşeronlaştırmadan farklı bir yanı yok. Taşeronlaştırmanın emekçiler ve
halk açısından sonuçları ise ortada.
Öyle ki belediyelerden farklı olarak bu özel şirketler ya da konsorsiyumlar
en fazla kârı elde etme çabası içinde olacaklar. Bu yüzden de hem maliyetlerini
düşürmek için kaliteden ödün verecekler, hem de fiyatlara kendi kâr marjlarını
da koyup perakendecilere satacaklar. Yani gıda güvenliği daha da kötüleşeceği
gibi, fiyatlar düşmeyecek, daha da artacak.
Ayrıca böyle yüksek bir rant sağlama imkanı söz konusu olduğunda bu
ihaleleri alma kavgası büyüyecek ve bu kez şirketlerin seçimi konusunda başka
aktörler devreye girecek. Bu da şeffaflık karnesi zaten çok zayıf olan ülkede
(4) yeni yolsuzluk iddialarının artmasıyla sonuçlanacak.
Böylece son yılların tipik bir refleksi olarak sistem bir kez daha ciddi
bir ekonomik sorunu (komisyonculuğu kaldırma ve sera üretimini artırma
görüntüsü altında) halkın lehine çözüyormuş gibi yaparken, tekelleşmeyi
artırmış, devlet eliyle bir kısım sermayeye yeni kâr ve rant alanları açmış
olacak.
Hayat sadece sebze ve meyveden
ibaret değil
Ülkede gıda maddelerinin emekçilerin bütçesi içindeki payı yüzde 25’e
yakın. Yani halk bütçesinin yaklaşık dörtte birini gıdaya harcıyor. Ancak en
yoksulların bütçesinde bu pay yüzde 32’ye yakın seyrediyor (5). Yani ülkenin en
yoksulları bütçelerinin üçte birini gıdaya harcıyorlar. Dolayısıyla da sebze,
meyve fiyatları arttığında en çok bu kesimler zarar görüyor.
Ancak belediye tanzim satış noktalarında satışı düşünülen yaş meyve ve
sebze bu gıda maddelerinin sadece bir kısmını oluşturuyor. Bakliyat, et ve et
ürünleri, süt ve sür ürünleri ve yumurta gibi gıda maddelerinin de fiyatları
artıyor. Tanzim satışlarını benimseyen siyasal iktidar bir süre sonra bunların
satışlarını da mı yapacak?
Yukarıda da belirtildiği gibi elektrik, doğal gaz, benzin-mazot gibi enerji
girdilerinin fiyatları da çok artıyor ve emekçilerin bütçeleri içinde bunlara
yapılan ödemeler önemli bir yer tutuyor. Ayrıca hane bütçesindeki payı yüzde 17
olan ulaştırma harcamaları, yüzde 16 olan giyim ve ev eşyası ve yüzde 15 olan
konut kirası da (6) emekçileri sarsan harcama kalemleri.
Bunlardaki artışlar da (sebze ve meyve fiyatları kadar olmasa da) oldukça
yüksek. Bunlardan enerji mallarına yapılacak zamlara piyasa değil siyasal iktidar
karar veriyor. Böyle bir durumda fiyatları düşürmek için belediyeler bir süre
sonra elektrik işletmeciliği, benzin istasyonu işletmeciliği ya da
konfeksiyonculuk, ayakkabıcılık, mobilyacılık ya da emlakçılık mı yapacaklar?
16 yıldır neo-liberalizmi temel felsefe olarak benimsemiş ve bu yönde
Cumhuriyet tarihinin toplam özelleştirmelerinin yüzde 88’ini gerçekleştirmiş
(7), devlet dâhil tüm alanları finansallaştırmış bir siyasal iktidarın mal ve
hizmet sunumunu kamu aracılığıyla yapması beklenemez.
Kaldı ki her fırsatta serbest piyasaların nimetlerini anlatırken, ana
muhalefet partisinin koalisyon ortağı olduğu bir dönemdeki kıtlık ve karaborsa
ile halkı korkutan bir siyasal iktidardan piyasalardan bırakınız vazgeçmeyi,
gerçek anlamda onları denetlemesi de söz konusu olamaz.
O halde bu açıklamaların, alınacağı ileri sürülen önlemlerin gerçek
nedenini hayat pahalılığından, fiyat artışlarından bezmiş bir halkın yaklaşan
yerel seçimlerde bu tepkisini sandığa yansıtma ve iktidar blokunun meşruluğunu
yitirme korkusu olarak görmek daha doğru olur. Aslında son zamanlarda iktidar
blokunun dillendirdiği “beka” konusunun da bu ihtiyaçtan dolayı gündeme
getirildiği ileri sürülebilir.
Sorun varsa çözüm de vardır…
Marx’ın “bir sorun ortaya çıktığında, çözümü de hali hazırda kendini var
etmeye başlar” biçimindeki insanlığın çözümsüz olmadığını vurgulayan ünlü
sözünü hatırlamanın tam da zamanıdır. Yani yerel seçimler öncesinde bu
gelişmeleri ülkeyi yeniden kurmak için iyi bir fırsat olarak görebiliriz.
Çözüm, tek başına tanzim satış noktaları değil, demokratik ve halkçı bir
belediyecilik anlayışıyla halka ucuz ve güvenilir gıda ve hizmet sunumudur.
Yerel seçimler böyle bir belediyecilik anlayışını hayata geçirebilmek için son
fırsat.
Halkın özgürce seçtiği, rantçı olmayan, halkçı belediyeciliği benimsemiş ve
halkın doğrudan denetleyebildiği şeffaflıkta bir yönetim anlayışına sahip
belediyelerin doğrudan üretici-köylü-tarım kooperatiflerinden aldığı her türden
gıda maddesini ülkeye yayılmış belediye satış mekanlarında halka çok küçük bir
marj ile satabildiğinde, hem fahiş fiyat artışlarının, hem vurgunculuğun,
stokçuluğun ve karaborsacılığın, hem de güvensiz gıda üretim ve tüketiminin
önüne geçilebilir.
İşin aslı yaygın demokratik
kooperatifleşme
Yani işin aslı üretim sırasındaki kooperatif örgütlenmesidir. Köylülerin
içinde örgütlendiği, küçük tarım arazilerini birleştirilerek ölçek
ekonomilerinden ve verimlilik artışından faydalanıldığı, sağlıklı-güvenli ve
düşük maliyetli gıda üretiminin yapılabildiği, bütün aşamalarının üyelerince
demokratik bir biçimde denetlenebildiği, fahiş bir kâr güdüsünün ya da rant
elde etmenin olmadığı bir kooperatifleşme asıl çözüm.
Demokratik ve halkçı belediyelerin oluşturacağı ve tarımsal- üretim
kooperatifleriyle desteklenmiş kalıcı satış tanzim mekânları böyle bir üretimin
etkin ve adil dağıtımını sağlayabilecek temel araçları olabilir. Bu
yapıldığında Hal Yasasının da değiştirilerek dağıtım işinin özel şirketlere
verilerek, toplumsal yarara aykırı bir biçimde yeni rantlar yaratılmasına gerek
kalmayacaktır.
Dip notlar:
(1) “Sebzede pahalılık tarihi rekorda”, http://www.tuketicihaklari.org.tr/haberler/basinaciklamalari (5
Şubat 2019).
(2) https://www.trthaber.com/…/ankarada-15-noktada-tanzim-satis… (9 Şubat 2019).
(3) http://www.milliyet.com.tr/iste-fiyatlari-dusurecek-6-madde… (19 Kasım 2018).
(4) Transparency International, Corruption Perceptions Index 2018, www.transparency.org/cpi (January 2019), s. 6.
(5) Özlem Albayrak, “TÜİK kimin enflasyonunu ölçecek?”,
https://www.evrensel.net/…/…/tuik-kimin-enflasyonunu-olcecek (19 Ekim 2016).
(6) TÜİK, Tüketici Fiyat Endeksi, Ocak 2019 (4 Şubat 2019 Tarihli Haber Bülteni).
(7) Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Türkiye’de Özelleştirme, 2016, s. 11.
(2) https://www.trthaber.com/…/ankarada-15-noktada-tanzim-satis… (9 Şubat 2019).
(3) http://www.milliyet.com.tr/iste-fiyatlari-dusurecek-6-madde… (19 Kasım 2018).
(4) Transparency International, Corruption Perceptions Index 2018, www.transparency.org/cpi (January 2019), s. 6.
(5) Özlem Albayrak, “TÜİK kimin enflasyonunu ölçecek?”,
https://www.evrensel.net/…/…/tuik-kimin-enflasyonunu-olcecek (19 Ekim 2016).
(6) TÜİK, Tüketici Fiyat Endeksi, Ocak 2019 (4 Şubat 2019 Tarihli Haber Bülteni).
(7) Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Türkiye’de Özelleştirme, 2016, s. 11.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder