10 Şubat 2019 Pazar

DELİK ANAHTARDAN BÜYÜK OLUNCA…


DELİK ANAHTARDAN BÜYÜK OLUNCA…

Mustafa Durmuş

10 Şubat 2018

Tüketici Hakları Derneği’nin son basın açıklamasında (1) TÜİK verileri esas alınarak hazırlanmış olan bir tabloya yer veriliyor.
Bu tabloya bakıldığında son zamanlarda sebze ve yaş meyve fiyatlarındaki artışın astronomik düzeylerde olduğu ve asgari ücrete yapılan yüzde 26’lık zammın tamamen eridiği anlaşılıyor. Çünkü son bir yılda sebzede yıllık enflasyon yüzde 94,7 olmuş. Sebze fiyatları ücret ve maaşlardan yaklaşık beş kat daha fazla artmış.
Bir süredir, derinleşen ekonomik kriz, işsizlik ve liranın ciddi değer yitirmesi gibi nedenlerle seçmen desteği giderek azalan iktidar bloku halkın yüksek gıda fiyatlarından dolayı şikâyetleri de artmaya başlayınca, 31 Mart’ta yapılacak seçimlerde daha fazla oy kaybına uğramamak ve böylece bir meşruiyet sorunu yaşamamak için fiyat artışlarına ilişkin gerekçeler üretme çabası içine girdi.
Ancak, (bekleneceği üzere) siyasal iktidar bugünkü yüksek enflasyonun ve işsizliğin asıl nedeninin 16 yıldır uygulamakta olduğu sermaye/servet birikim stratejisi ve neo-liberal ekonomi politikalarının olduğu ve bunun arkasında da kendi siyasal iradesinin olduğu gerçeğini görmezden geliyor. Tersine bazı piyasa aktörlerini günah keçisi (yüksek fiyat artışlarının sorumlusu) olarak sunuyor. Bu kez günah keçileri aracılar, komisyoncular ve marketler.
Suçlu bu kesimler olarak ilan edildiğinde doğallıkla da fiyat artışlarını durdurmaya yönelik önlemler polisiye önlemler oluyor. Nitekim önce fiyatlarda yüzde 10 indirim yapılması talimatı, ardından market baskınları gündeme geldi.
Ancak bu önlemler de fiyat artışlarını durdurmaya yetmeyince siyasal iktidar bu kez daha önce de denenmiş olan bir başka yöntemi gündeme getirdi. İstanbul’da en az 50, Ankara’da en az 30 olmak üzere bazı büyük kentlerde Belediye Satış Noktası oluşturulacak. Nitekim Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin öncelikle 15 noktada "halk sebze" tanzim satış noktası kurduğu ve satışların yarından itibaren başlayacağı duyuruldu (2).
Bu uygulama ile belediyelerin üreticiden aldıkları sebze ve meyveyi bu noktalardan halka piyasa fiyatlarından daha düşük fiyata satması, böylece oluşacak bir rekabetle gıda fiyatlarının düşürülmesi bekleniyor.
Ayrıca Hal Kanunu’nda değişiklik yapılarak sebze ve meyvenin toplandığı Toptancı Hallerinin belediyeler tarafından değil, özel şirketler tarafından işletilmesinin sağlanması hedefleniyor. Bu yolla seracılığın teşvik edilerek yaş meyve ve sebze üretiminin artacağı ileri sürülüyor.

Karanlıkta kaybettiğini aydınlık diye başka bir yerde aramak
Nasreddin Hoca karanlıkta bir yerlerde evin anahtarını kaybeder. Ama anahtarı farklı bir yerde, sokak lambasının aydınlattığı bir yerde arar. Köylü bunun nedenini sorduğunda hoca cevap verir:
“Çünkü burası aydınlık”. Maalesef siyasal iktidarın yüksek fiyat artışlarına bakışı da böyle. Karanlık köşede kaybettiğini aydınlık diye yanlış yerde arıyor. Dolayısıyla da doğru çözümü bulması mümkün değil.
Bir başka anlatımla hastalığın teşhisi yanlış olunca tedavisi de yanlış oluyor. Şöyle ki ülkedeki fiyat artışlarının ve bu artışların sürekli hale gelmesi demek olan enflasyonun asıl nedeni ne aracılar, ne de marketler. Elbette bu kesimlerin fiyatların şişmesinde payları var. Zira serbest piyasa dediğimiz şey bu tür imkânları sağlıyor. Yani bal tutan parmağını yalıyor.
Ancak asıl mesele üretim ile arz ile ilgili maliyetler. Olay çok basit aslında. İktisat bölümlerinin daha ilk yılında öğrettiğimiz bir kural var: Üretim maliyetleri arttığında fiyatlar da artar. Ayrıca tarımsal ürünlerin fiyatlarının artmasında kötü hava koşullarının da etkisi de vardır. Ama bu son zamanlarda yaşanan sel baskınları, hortum gibi olaylar istisna tutulduğunda Türkiye için çok büyük bir sorun değil. Kaldı ki bunun için de doğayı değil, kâr ve rant çıkarımı için doğayı tahrip edenleri suçlamak daha doğru olur.
Tarımsal üretim maliyetlerini etkileyen en önemli kalemler sırasıyla: Tohum, gübre, mazot, elektrik ve ulaştırma-nakliye gibi temel üretim girdilerinin fiyatları. Son bir yılda bu girdilerin fiyatlarında ortalama yüzde 20- 50 arasında artışlar oldu.
Örneğin oto yol ücretleri zamlanınca, Kamu Özel İşbirliği yöntemiyle normalin üstünde maliyetlerle inşa ettirilen büyük köprülerden geçiş ücretleri dolar karşılığı yüzlerce lirayı bulunca tarladan markete kadar sebzenin ulaşım maliyeti arttı.
Bu temel girdilerin yerli üretimi neredeyse yok ya da yerli üretim bitme noktasına geldi. Örneğin gübre fabrikalarının özelleştirilmesiyle yerli gübre üretimi yok denecek kadar az artık. Bu girdiler dışarıdan ithalat yoluyla sağlanıyor. Dolayısıyla da doların kuru arttığında (son bir yılda yüzde 40-60 oranında arttı) bu girdilerin fiyatları da arttı. Mazot ve gübre de olduğu gibi dünyanın en yüksek vergileri ve yüksek elektrik kullanım fiyatları söz konusu olduğunda maliyetler daha da yükseldi.
İlave olarak köylünün ihtiyaç duyduğu tarımsal krediler için ödediği yüksek banka faizleri yüzünden köylü (bırakınız ekip-biçmeyi) üretip sattığından elde ettiği gelirle borçlarını dahi ödeyemez hale geldi. Bu da köylünün üretimini kısması ya da durdurmasıyla sonuçlandı.
Bir de yıllardır izlenen inşaata dayalı büyüme stratejisi nedeniyle ekilebilir tarımsal arazilerin fiziki olarak miktarı azaldığında tarımsal üretim fiilen düştü. Çünkü verimli tarım arazilerini bir kısmında bir süredir patates, soğan, sebze ve meyve, kuru bakliyat, buğday üretilmiyor. Buralara rantı yüksek konut inşaatları, TOKİ binaları, alışveriş merkezleri yapıldı. Böylece ülke bir yandan sanayilerini kaybederken, diğer yandan tarım da yok olmaya başladı.
Bu gelişmelerden, komisyoncu, aracı gibi bal tutup parmağını yalayanlardan önce, izlenen bu servet büyütme stratejisini ve bunu hayata geçiren siyasal iradeyi sorumlu tutmak ve bu teşhise göre çözümler önermek gerekmiyor mu?
Ama böyle olmuyor. Bu stratejiye bilinçli ya da bilinçsizce inanmış olanlar sorumluyu başka yerlerde arıyorlar. Böyle olunca da çözümleri buna uygun oluyor. Kuşkusuz bu çözümler bırakın “yapılabilir, uygulanabilir” olmalarını farklı sınıf ve kesimler için çok farklı sonuçlar üretiyor.

Yeni özelleştirmelerin önü açılıyor
Örnek olarak Hal Yasası’ndaki değişiklik yapan tasarıyla (3) sayılarının 175’ten 30’a düşürülmesi hedeflenen sebze ve meyve toptancı halinin belediyelerden alınıp Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği koordinasyonunda (yap işlet devret modeliyle) özel şirketlere ya da konsorsiyumlara verilmesi, hem fiyatların daha da artmasına, hem de gelir bölüşümünün daha da adaletsiz bir hale gelmesine ve yolsuzluklara neden olacak.
Çünkü bu uygulamanın kamuda bir süredir yapılan ve bir özelleştirme şekli olan taşeronlaştırmadan farklı bir yanı yok. Taşeronlaştırmanın emekçiler ve halk açısından sonuçları ise ortada.
Öyle ki belediyelerden farklı olarak bu özel şirketler ya da konsorsiyumlar en fazla kârı elde etme çabası içinde olacaklar. Bu yüzden de hem maliyetlerini düşürmek için kaliteden ödün verecekler, hem de fiyatlara kendi kâr marjlarını da koyup perakendecilere satacaklar. Yani gıda güvenliği daha da kötüleşeceği gibi, fiyatlar düşmeyecek, daha da artacak.
Ayrıca böyle yüksek bir rant sağlama imkanı söz konusu olduğunda bu ihaleleri alma kavgası büyüyecek ve bu kez şirketlerin seçimi konusunda başka aktörler devreye girecek. Bu da şeffaflık karnesi zaten çok zayıf olan ülkede (4) yeni yolsuzluk iddialarının artmasıyla sonuçlanacak.
Böylece son yılların tipik bir refleksi olarak sistem bir kez daha ciddi bir ekonomik sorunu (komisyonculuğu kaldırma ve sera üretimini artırma görüntüsü altında) halkın lehine çözüyormuş gibi yaparken, tekelleşmeyi artırmış, devlet eliyle bir kısım sermayeye yeni kâr ve rant alanları açmış olacak.

Hayat sadece sebze ve meyveden ibaret değil
Ülkede gıda maddelerinin emekçilerin bütçesi içindeki payı yüzde 25’e yakın. Yani halk bütçesinin yaklaşık dörtte birini gıdaya harcıyor. Ancak en yoksulların bütçesinde bu pay yüzde 32’ye yakın seyrediyor (5). Yani ülkenin en yoksulları bütçelerinin üçte birini gıdaya harcıyorlar. Dolayısıyla da sebze, meyve fiyatları arttığında en çok bu kesimler zarar görüyor.
Ancak belediye tanzim satış noktalarında satışı düşünülen yaş meyve ve sebze bu gıda maddelerinin sadece bir kısmını oluşturuyor. Bakliyat, et ve et ürünleri, süt ve sür ürünleri ve yumurta gibi gıda maddelerinin de fiyatları artıyor. Tanzim satışlarını benimseyen siyasal iktidar bir süre sonra bunların satışlarını da mı yapacak?
Yukarıda da belirtildiği gibi elektrik, doğal gaz, benzin-mazot gibi enerji girdilerinin fiyatları da çok artıyor ve emekçilerin bütçeleri içinde bunlara yapılan ödemeler önemli bir yer tutuyor. Ayrıca hane bütçesindeki payı yüzde 17 olan ulaştırma harcamaları, yüzde 16 olan giyim ve ev eşyası ve yüzde 15 olan konut kirası da (6) emekçileri sarsan harcama kalemleri.
Bunlardaki artışlar da (sebze ve meyve fiyatları kadar olmasa da) oldukça yüksek. Bunlardan enerji mallarına yapılacak zamlara piyasa değil siyasal iktidar karar veriyor. Böyle bir durumda fiyatları düşürmek için belediyeler bir süre sonra elektrik işletmeciliği, benzin istasyonu işletmeciliği ya da konfeksiyonculuk, ayakkabıcılık, mobilyacılık ya da emlakçılık mı yapacaklar?
16 yıldır neo-liberalizmi temel felsefe olarak benimsemiş ve bu yönde Cumhuriyet tarihinin toplam özelleştirmelerinin yüzde 88’ini gerçekleştirmiş (7), devlet dâhil tüm alanları finansallaştırmış bir siyasal iktidarın mal ve hizmet sunumunu kamu aracılığıyla yapması beklenemez.
Kaldı ki her fırsatta serbest piyasaların nimetlerini anlatırken, ana muhalefet partisinin koalisyon ortağı olduğu bir dönemdeki kıtlık ve karaborsa ile halkı korkutan bir siyasal iktidardan piyasalardan bırakınız vazgeçmeyi, gerçek anlamda onları denetlemesi de söz konusu olamaz.
O halde bu açıklamaların, alınacağı ileri sürülen önlemlerin gerçek nedenini hayat pahalılığından, fiyat artışlarından bezmiş bir halkın yaklaşan yerel seçimlerde bu tepkisini sandığa yansıtma ve iktidar blokunun meşruluğunu yitirme korkusu olarak görmek daha doğru olur. Aslında son zamanlarda iktidar blokunun dillendirdiği “beka” konusunun da bu ihtiyaçtan dolayı gündeme getirildiği ileri sürülebilir.

Sorun varsa çözüm de vardır…
Marx’ın “bir sorun ortaya çıktığında, çözümü de hali hazırda kendini var etmeye başlar” biçimindeki insanlığın çözümsüz olmadığını vurgulayan ünlü sözünü hatırlamanın tam da zamanıdır. Yani yerel seçimler öncesinde bu gelişmeleri ülkeyi yeniden kurmak için iyi bir fırsat olarak görebiliriz.
Çözüm, tek başına tanzim satış noktaları değil, demokratik ve halkçı bir belediyecilik anlayışıyla halka ucuz ve güvenilir gıda ve hizmet sunumudur. Yerel seçimler böyle bir belediyecilik anlayışını hayata geçirebilmek için son fırsat.
Halkın özgürce seçtiği, rantçı olmayan, halkçı belediyeciliği benimsemiş ve halkın doğrudan denetleyebildiği şeffaflıkta bir yönetim anlayışına sahip belediyelerin doğrudan üretici-köylü-tarım kooperatiflerinden aldığı her türden gıda maddesini ülkeye yayılmış belediye satış mekanlarında halka çok küçük bir marj ile satabildiğinde, hem fahiş fiyat artışlarının, hem vurgunculuğun, stokçuluğun ve karaborsacılığın, hem de güvensiz gıda üretim ve tüketiminin önüne geçilebilir.

İşin aslı yaygın demokratik kooperatifleşme
Yani işin aslı üretim sırasındaki kooperatif örgütlenmesidir. Köylülerin içinde örgütlendiği, küçük tarım arazilerini birleştirilerek ölçek ekonomilerinden ve verimlilik artışından faydalanıldığı, sağlıklı-güvenli ve düşük maliyetli gıda üretiminin yapılabildiği, bütün aşamalarının üyelerince demokratik bir biçimde denetlenebildiği, fahiş bir kâr güdüsünün ya da rant elde etmenin olmadığı bir kooperatifleşme asıl çözüm.
Demokratik ve halkçı belediyelerin oluşturacağı ve tarımsal- üretim kooperatifleriyle desteklenmiş kalıcı satış tanzim mekânları böyle bir üretimin etkin ve adil dağıtımını sağlayabilecek temel araçları olabilir. Bu yapıldığında Hal Yasasının da değiştirilerek dağıtım işinin özel şirketlere verilerek, toplumsal yarara aykırı bir biçimde yeni rantlar yaratılmasına gerek kalmayacaktır.

Dip notlar:
 (1) “Sebzede pahalılık tarihi rekorda”, http://www.tuketicihaklari.org.tr/haberler/basinaciklamalari (5 Şubat 2019).
(2) https://www.trthaber.com/…/ankarada-15-noktada-tanzim-satis…
 (9 Şubat 2019).
(3) http://www.milliyet.com.tr/iste-fiyatlari-dusurecek-6-madde… (19 Kasım 2018).
(4) Transparency International, Corruption Perceptions Index 2018, www.transparency.org/cpi (January 2019), s. 6.
(5) Özlem Albayrak, “TÜİK kimin enflasyonunu ölçecek?”,
https://www.evrensel.net/…/…/tuik-kimin-enflasyonunu-olcecek
 (19 Ekim 2016).
(6) TÜİK, Tüketici Fiyat Endeksi, Ocak 2019 (4 Şubat 2019 Tarihli Haber Bülteni).
(7) Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Türkiye’de Özelleştirme, 2016, s. 11.


Formun Üstü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder