DOMATES, BİBER, PATLICAN…
Mustafa Durmuş
3 Şubat 2019
Türkiye’nin “yeni rejim”i altında
yapılacak olan son seçimlere, yerel yönetim seçimlerine iki aydan az bir zaman
kala halkın gündeminde ne yeni projeler, ne rantçı belediyeler, ne betonlaşmış
kentler, ne de adayların özellikleri var.
Halkın gündemini asıl meşgul eden ve
uzun bir süre daha meşgul edecek gibi görünen şey temel gıda maddelerinin
fiyatlarının füze hızıyla artması.
Et ve peynir gibi süt ürünlerinden söz etmiyorum.
Onlar zaten artık lüks gıda maddesi konumundalar. Sadece belli düzeyde geliri
olanlar bu gıda maddelerini tüketebiliyorlar. Ayrıca yalnıza eti değil, bir
zamanların yoksul kahvaltı sofralarının olmazsa olmazı beyaz peyniri ve siyah
zeytini sofraya koyabilmek, (sürekli artan fiyatları nedeniyle) gerçek anlamda
zorlaştı.
Bir zamanların “kendi sebzesini,
meyvesini ve tahılını yeterince üretip, hatta ihraç edebilen” bu ülkede artık
sebze ve meyve tüketebilmek de kolay değil. Öyle ki domatesin kilo fiyatı
pazarda bile 7-10 lira, sivribiberin 12-15 lira, patlıcanın 10-13 lira, patates
ve kuru soğanın fiyatı 5-8 lira arasında değişiyor. Taze soğanın kilosu ise 22
lirayı buluyor.
Bu fiyatların semt pazarlarındaki
fiyatlar olduğunun altını çizelim. Artık oligopolleşmiş bir konumdaki
marketlerde bu ürünlerin fiyatları yüzde 30-50 oranında daha yüksek.
Tane ile alım zamanı
Fiyatlardaki bu hızlı artış tüketim
alışkanlıklarını da etkiledi. Örneğin artık birçok ürün kilo ile değil, tane
ile satın alınıyor. Dışarıda yemenin asıl, evde pişirmenin tali olduğu
İngiltere gibi ülkelerde meyveyi, sebzeyi tane ile almak anlaşılır bir şey olsa
da, dışarıda yemek yemenin geniş kitleler için neredeyse imkânsız olduğu, çok
nüfuslu ailelerde asıl evde pişirilerek karnın doyurulduğu Türkiye’de bu bir
ilk.
Artık patlıcan, kabak, kereviz gibi
sebzeler dahi tane ile alınıyor. Karnabaharın ise en küçüğü 7-8 lira
olduğundan, semt pazarlarında bile yarım ya da çeyrek porsiyonlar halinde
satıldığına tanık oluyoruz.
Üç-dört kişilik bir ailenin haftalık
pazar harcamasının 150 liradan aşağı olması mümkün değil. Marketlerde bunu 200
liradan başlatabilirsiniz. Üstelik bu gıdaların sağlık açısından güvenli
olduğundan da emin değiliz. Nasıl bir toprakta, hangi kimyasallarla üretilip,
hangi sularla yıkanıp önümüze geliyor, bilmiyoruz.
“Domates, biber, patlıcan…”
Bu başlık birçoğumuza 20 yıl önce, 1999
yılının 1 Şubat’ında yitirdiğimiz Barış Manço’yu anımsatmıştır. Bugün 40’lı
yaşlara merdiven dayamış olup da Barış’ın şarkılarıyla büyümemiş çok az
gencimiz vardır her halde.
Şarkıda söylendiği gibi tam aşkını ilan
edecek iken sokak satıcısının megafonundan duyulan “domates, biber, patlıcan”
nidasıyla bundan vaz geçerek dünyası yıkılan genç aşığımız gibi, bugünlerde
elindeki kısıtlı para ile pazara markete giden halkımız da bu fiyatları görünce
benzer bir hayal kırıklığını yaşıyor.
“Patates- soğan”
Hafta sonları özellikle de kenar
mahallerin hala vazgeçilmez bir rutinidir kamyonette patates-soğan satılması.
Kötü bir mikrofondan duyurulan bu faaliyet sizi Pazar uykunuzdan uyandırır ama
evde hemen hiç bir yemek soğansız pişirilmediğinden ve en ucuz yemek de yine
etsiz patates yahnisi olduğundan kalabalık ailelerde günü kurtarır.
“Sokarıç” olmadan yemek pişirilemez”
Anadolu’da yemek pişirmenin ilk aşaması,
adına “sokarıç” denen bir karışımdır. Yani her türlü yemek için önce kuru
soğan, yağ ve salça (evin maddi durumuna göre kıyma) ile kavrulur, sonra ana
yemek malzemesi bu adına sokarıç denilen karışımın içine atılır.
Batı ülkelerinde bilinmeyen bu yöntem
bizim mutfağımızın olmazsa olmazıdır. Zira yemeğe lezzet, ağzımıza da tat
verir. İnsanlar yemeğe et koyamasalar da soğan koymak zorundadırlar. Aksi
ağzımızın tadını kaçırır.
“Pilav pişirdim yavan…”
Türküsü de vardır, “pilav pişirdim
yavan, içine kestim soğan” şeklinde. Yoksulun evinde bulgur pilavı tereyağsız
pişer, yoksul bunu içine soğan keserek lezzetlendirir.
Maşallah bulguru, yanına pişirdiğimiz
kuru fasulyeyi, nohudu da ithal ediyoruz. Şimdi ise yeniden soğan ithal
edecekmişiz. Yani “yerli ve milli” en temel yemeklerimizin malzemelerinin hiç
biri ne yerli, ne de milli artık.
Soğanın cücüğü…
Soğanın cücüğünün soğanın en lezzetli
kısmı olduğu kabul edilir. Fıkrası bile vardır: İki yoksul hayal kurarlar. Biri
diğerine sorar: “Zengin olsan bu kadar parayla ne yapardın? Diğeri cevap verir:
Bir çuval soğan alır hepsinin cücüğünü yerdim. Sonra o diğerine sorar: “Sen
zengin olsan ne yapardın?” Diğeri cevap verir: “Bana bir şey bırakmadın ki…”
Çoban salata kuru soğansız olmaz
Bizim salata kültürümüzün başında çoban
salata gelir. Sadece çilingir sofralarının değil, sıradan günlük yemek
sofralarının da vazgeçilmezidir. Bunun da olmazsa olmazı iki malzemesi vardır:
Domates ve kuru soğan. Her ikisinin de kilosu 5 lirayı aştı. Bu fiyatlarla
(bırakın içine biber, salatalık koymayı) sadece domates-soğan salatası 4-5
kişilik bir ailenin bir öğününde 8-10 lirayı buluyor.
Yine “spekülasyon” açıklaması, yine “marketçi” suçlaması
Siyasal iktidar sebze ve soğan ve
patatesteki fiyat artışlarını, hortumla, kötü hava koşullarıyla, olmazsa
spekülasyonla ilişkilendiriyor ve marketçileri suçluyor yine. Üstelik bunu
piyasaları karşısına almadan, onların içinden günah keçileri çıkartarak
yapıyor.
Diğer yandan ülkedeki gıda
fiyatlarındaki yüzde 50’yi aşan enflasyonun da, yaygın spekülasyonun da nedeni
piyasa mekanizmasının kendi ve 16 yıldır uygulanmakta olan neo-liberal ekonomi
politikaları değil mi?
Neredeyse tüm tarımsal ve hayvansal gıda
ve ürünlerde bitme noktasına gelmemizin nedeni; uygulanmakta olan neo liberal
tarım politikaları, üretim planlamasının yokluğu, aracılara gösterilen
müsamaha, tarım arazilerinin azaltılarak inşaat alanlarına dönüştürülmesi gibi
faktörler değil mi?
Yerel seçimler yaklaştıkça, “ben değil
Miki yaptı” gibi bir tutumla, kapitalist piyasa mekanizmasını gerçekte hiç
sorgulamadan, aracıları ya da marketleri günah keçisi gibi gösterip, sorumlu
tutmak ve ardından da marketlerde fiyat kontrolleri yaparak fiyatları düşürme
çabası içinde olduğu görüntüsü vermek ne kadar gerçekçi, ne kadar inandırıcı?
Sonuç ortada, marketçiler raflardan
patlıcan ve sivri biberi kaldırdılar. Böylece onlar da tüm sebze ve
meyvelerdeki fiyat artışlarının günah keçisi olarak bu iki ürünü göstererek
faturayı onlara kestiler.
Bu sorun örneğin daha önce de yapıldığı
gibi soğan ve patatesin ithalatına izin verilerek, ya da “sebzeleri mevsiminde
yiyin” diyerek çözülemez.
Öyle olsaydı, daha önce ithalata açılan
ette olduğu gibi, temel gıda maddelerinin fiyatlarında düşme olurdu, ya da
mevsimindeki sebzelerin fiyatlarında bu denli yüksek artışlar olmazdı. Bu
durumda “yoksa bu fiyat artışları, ithalatçı büyük şirketlere yeni vurgun
kapısı açmak için gerekçe olarak mı kullanılıyor?” diye haklı olarak sorulmaz
mı?
Çözüm: Üretim, dağıtım ve tüketimin yeniden örgütlenmesi
Ülkedeki hem “ekonomik
durgunluk”,“küçülme”,“kriz” gibi sorunların, hem gerçek anlamda yüzde 17’leri (
6,5 milyonu) bulan işsizliğin, hem de resmi olarak yüzde 20’yi aştığı ilan
edilen enflasyonun, yüzde 50’leri aşan gıda ve elektrik, doğal gaz, enerji, ulaştırma
maddelerindeki enflasyonun ve daha da önemlisi düşük ücretler nedeniyle artan
hayat pahalılığının asıl nedeninin ülkede yıllardır uygulanmakta olan
kapitalist sermaye ve servet birikim stratejisi ve bunu hayata geçiren siyasi
irade olduğu kabul edilmeli artık.
2013 yılından bu yana, dünyadaki parasal
sıkılaştırma, FED faiz oranlarının yükselmesi, yüksek borç stokları gibi
nedenlerle ülkeye gelen yabancı sermayenin giderek azalması, buna karşılık
ülkeden sermaye çıkışlarının artması, yani “değirmenin suyunun iyice azalması”
nedeniyle son 16 yıldır uygulanmakta olan birikim ve büyüme stratejisi artık
uygulanamaz hale geldi. Yaşanmakta olan ve son 40 yılın en derin krizi
niteliğindeki ekonomik kriz, enflasyon ve işsizlik bunun somut sonuçları.
Çözüm öncelikle bu birikim stratejisini
terk etmekten ve bunu hayata geçiren siyasal iradeden kurtulmaktan geçiyor.
Diğer taraftan bunun yerine ne konulacağı da çok önemli. Bu açıdan üretim,
dağıtım, tüketim ve bölüşüm tarzı, ilişkileri ve yöntemlerinin de değiştirilmesi
gerekiyor.
Daha somut söylersek; işsizlik,
enflasyon, hayat pahalılığı istemiyorsak ekonomiyi ve siyaseti buna göre
yeniden tasarlamamız ve en genel anlamda her ikisini de gerçek anlamda
demokratikleştirmemiz gerekiyor.
Tüketici, köylü ve işçi kooperatifleri
Ekonomide bunun yolu üretimin, dağıtımın
ve tüketimin büyük kapitalist işletmeler, marketler ve piyasalar aracılığıyla
değil, asıl olarak kooperatifler aracılığıyla yapılmasıdır.
Kooperatifler; tarımda köylü
kooperatifleri, köylü sendikaları biçiminde, sanayi ve dağıtımda işçi
kooperatifleri ve tüketimde tüketici kooperatifleri biçiminde örgütlenmelidir.
Bunların her birinin kendi üyelerinden oluşturulacak meclisleri olmalı ve bu
üçlü yapı demokratik bir eşgüdümle koordine edilmelidir.
Halkın ne tüketmek istediğine bağlı
olarak tüketici kooperatifleri-birlikleri aracılığıyla ortaya koyacağı talebine
uygun bir biçimde üretici-tarım kooperatifleri üretimlerini planlayabilirler.
Böyle olduğunda sadece ucuz ve yeterli gıda sağlamak değil, güvenli (organik
koşullarda üretilmiş) gıdaya da erişim de mümkün olabilecektir.
İşçi kooperatifleri ise emek sömürüsünü
büyük ölçüde ortadan kaldıracağı gibi, kapitalist piyasa örgütlenmesinin
kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan işsizliği de önleyecek, böylece
yoksulluğa da popülist yoksulluk yardımlarına olan ihtiyacı da ortadan
kaldıracaktır.
Siyasal alanda gerçek bir
demokratikleşme sağlanmadan ekonomi alanındaki böyle bir kooperatifleşme uzun
ömürlü olamaz. Bunun için doğrudan demokrasi deneyimleri ile güçlendirilmiş,
iktidarı-gücü merkezileştirmekten kurtararak yerellere doğru dağıtan, başta
işçiler olmak üzere, köylülerin, küçük üreticilerin, tüketicilerin, kadınların,
farklı etnik kimliklerin ve inanç gruplarının kısaca yüzde 99’un siyasal karar
alma mekanizmalarına gerçek anlamda katılabildiği yerinden demokrasi
uygulamalarına ve bunu hayat geçirebilecek laik, demokratik ve sosyal bir
cumhuriyetin kurulmasına ihtiyaç var.
“Bayılana soğan” tedavisi
Kuru soğanın bizim kültürümüzde çok
faydalı olduğuna inanılan pratik bir başka işlevinden söz ederek bitirelim.
Kuru soğanın vücudun direncini
artırması, soğuk algınlığının ve burun tıkanıklığının giderilmesinde
kullanılmasının yanı sıra, birisi bayıldığında onu ayıltma işlevi de var.
İnsanımız hazırda kolonya filan yoksa
hemen bir soğan temin eder ve bayılana koklatarak ayıltır. Bu yöntemin ne kadar
sağlıklı olduğu tartışılır ama soğanın o keskin kokusu bayılanı ayıltır,
kendine getirir.
Bakalım yerel
seçimlere haftalar kala, diğer sebze fiyatlarındaki önlenemeyen artışların yanı
sıra fiyatı hızla artan kuru soğanın uzun zamandır baygın yatan insanımızı
uyandırmaya gücü yetecek mi?
Bu, böbrek satmak isteyen herkese açık bir ilan, böbrek nakli ihtiyacı olan hastalarımız var, bu nedenle böbrek satmakla ilgileniyorsanız, lütfen iowalutheranhospital@gmail.com adresindeki e-posta adresimizden bizimle iletişime geçin.
YanıtlaSilAyrıca +1 515 882 1607 numaralı telefondan whatsapp'ı arayabilir veya bize yazabilirsiniz.
NOT: Güvenliğiniz garanti altındadır ve hastamız, onları kurtarmak için böbrek bağışı yapmayı kabul eden herkese büyük miktarda para ödemeyi kabul etmiştir. Sizden haber almayı umuyoruz, böylece bir hayat kurtarabilirsiniz.
Aşağıdakileri içeren çok çeşitli finansal hizmetler sunuyoruz: İş Planlaması, Ticari ve Gelişme Finansmanı, Mülkler ve İpotekler, Borç Konsolidasyon Kredileri, Ticari Krediler, Özel krediler, Bireyler, şirketler ve kurumsal kurumlar için yıllık faiz oranına sahip Konut Finansmanı Kredileri. Aileniz için en iyisini alın ve Genel Kredi programımızla birlikte hayalinizdeki evin sahibi olun. İlgilenen başvuru sahipleri BBM INVITE yoluyla bize ulaşmalıdır: {D8980E0B}
YanıtlaSilSadece WhatsApp: (+ 44) 7480 729811
Tel .... (+ 44) 7480 729811
E-posta: (iskandalestari.kreditpersatuan@gmail.com)