23 Mart 2019 Cumartesi

“GEL GİT EKONOMİSİNİN” SON PERDESİ SAHNELENİYOR


“GEL GİT EKONOMİSİNİN” SON PERDESİ SAHNELENİYOR

(Hem küçüldük, hem işsiz kaldık (2)

Mustafa Durmuş

23 Mart 2019

Geçen haftanın en önemli iktisadi konusu ekonomideki sert çakılma ve yüksek işsizlikti. Henüz bu şoku atlatamadan, bu hafta krizin bildik bir diğer işareti “ben de varım” diye kendini hatırlattı.
Cuma günü dolar kuru 5,76’nın, avro kuru 6,52’nin üzerine çıkarken, BİST 100 endeksi uzun zaman aradan sonra ilk kez 100,000’in altına geriledi ve yüzde 3,45 kayıpla 99,835 oldu. Böylece para ve sermaye piyasalarındaki bir günlük kayıp-zarar yüzde 4,8 ila yüzde 5,5 arasında gerçekleşti (1). Yabancılar TL satıp döviz alırken, yerlilerin dövize ve altına yönelimi arttı. Portföy boşaltan yabancılar da borsada satışa ve TL’den çıkışa başladılar.

 FED faizleri sabit tuttu, DTH stopajı arttı ama…
Üstelik bu kayıplar, FED’in faiz oranlarını bu yıl artırmayacağına ilişkin kararına (2)ve bir gün sonra Türkiye’de döviz mevduat hesaplarında bir yıla kadar olan stopaj oranının yüzde 20'ye yükseltilmesine (3) rağmen gerçekleşti.
Normalde böyle bir açıklamanın ve dövizli hesapların faiz gelirlerinden alınan verginin artırılmasının kuru geriletmesi beklenirdi. Tersi oldu, kur yükseldi. Bunda Trump’ın Golan Tepeleri ile ilgili açıklamasının (4), ardından da Erdoğan’ın Trump’a verdiği tepkinin etkili olduğu ileri sürülebilir (5). Belli ki (Rahip Brunson gerilimi sırasında yaşandığı kadar olmasa da) iki ülke lideri arasında bir süredir devam eden gerilim kurun yükselişinde etkili oldu.
Sonuç: Kur yükseldi, hayat daha pahalı hale geldi. Dolar borçlusu şirketler iflasa bir adım daha yaklaşırken, işsizlik daha da artacak.
Kuşkusuz para ve sermaye piyasalarındaki bu son gelişme geçen yıl Mayıs-Ağustos ayları arasında yaşanan finansal kriz tehlikesinin bir kez daha gündeme taşınmasına neden oldu. Özellikle de Financial Times’da yayımlanan bir makalede (6) söz edildiği gibi, bankaların geri ödenmeyen kredilerinin miktarındaki hızlı tırmanış, sadece zombi şirket sayısının daha da artmasıyla değil, bu şirketlere kredi açmış olan bankaların da kriz potasına girmesiyle sonuçlanabilir.

Otoriter siyaset finansal krizi yakınlaştırıyor
Finansal bir kriz tehlikesi gerçekten var mı? Yüksek kur ve kısa vadeli dış borç, düşük rezervler, sıcak para hareketlerindeki daralma, yüksek faiz ve giderek artan takipteki kredilerin oranı gibi finansal göstergeler kriz fay hattının kırılganlığını gösteriyor. Buna, yaşanması beklenen depremi öne çeken otoriter siyasetin dili dâhil de edildiğinde, yeni bir finansal kriz olasılığının yüksek olduğu söylenebilir.
Gerilimle beslenen otoriter siyasetin 1 Nisan’dan itibaren normalleşmesini sağlayacak işaretler olmadığı gibi, iktidar blokunun 31 Mart seçimlerinde büyük kentlerde yaşayacağı bir hezimet bu gerilimin daha da tırmanmasıyla sonuçlanabilir. Bu tür gerilimlerin finans piyasaları üzerindeki etkisini ise uzunca bir süredir yaşayıp deneyimliyoruz.

Sıcak para: Can suyu olduğu kadar öldürücü de…
Bu arada Türkiye ekonomisinin can suyu olarak kabul edilen yabancı sermaye (ağırlıklı olarak sıcak para) hareketleri açısından da parlak bir gelecek bizi beklemiyor. Zira IMF ve OECD başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar bu yılın küresel ekonomide yavaşlama (hatta resesyonlar) yılı olabileceğinin altını çiziyorlar.
Bu da bizim gibi ülkelere doğru olan sermaye akımlarının giderek azalıp kurumasıyla, bizdekilerinse (yerliler dâhil) dışarı kaçmasıyla sonuçlanıyor. Böyle olunca da gelirken can suyu olan giderken öldürücü oluyor.

Merkez hapşırdığında Çevre nezle olur!
Finansal krizin teorik açıklamasını şöyle özetlemek mümkün: Azgelişmiş, emperyalizme bağımlı kapitalist çevre ekonomileri, emperyalist-kapitalist sisteme (merkeze) olan eklemlenme biçimine bağlı olarak krize girerler. Bu ekonomilerdeki kriz dinamiklerini daha ziyade uluslararası sermaye hareketlerindeki med cezirler (gel gitler) biçimlendirir.
Somut bir örnek verirsek, Türkiye ekonomisini krize sokan dinamikler ülkenin emperyalist-kapitalist sisteme eklemlenme tarzı ile şekilleniyor. Öyle ki geç kapitalistleşmiş, özünde yarı sömürge olma özelliğini tam olarak ortadan kaldıramamış bir ülke olarak Türkiye, hızlanan küresel finansallaşma olgusuna paralel bir biçimde sırasıyla; küresel finansallaşmanın hızlandığı dönemlerde hızlı büyürken (2003-2007 dönemi gibi), küresel sermaye hareketlerindeki büyük çaptaki dalgalanmaların, gelgitlerin ortaya çıktığı zamanlarda krize giriyor. 2001, 2009 ve 2018 krizleri bunun somut örnekleri.

Rantçı ekonomi, rantçı zengin ve rantçı devlet
Yani yaşamakta olduğumuz krizin politik ve jeopolitik nedenlerinin üstünde asıl nedeninin; ülkede son 15 yıldır uygulanmakta olan sermaye birikim stratejisi olduğu gerçeğini görmeliyiz. Bu strateji, dışarıdan sağlanan bol kaynağı içerde asıl olarak, rantı-kârlılığı yüksek alt yapı ve üst yapı inşaat projelerinde ve finans sektöründe kullanmayı içeren, bunu da devletin her türlü desteğiyle yapmayı gerektiren bir strateji.
15 yıl boyunca uygulanan bu strateji milyonlarca insanı yoksullaştırırken, özellikle de inşaat ve bankacılık sektöründe ciddi bir servet birikimi ve yeni servet zengini yarattı. Bunun karşılığında 310 milyar dolar civarında, geri ödenmesi çok zor bir hale gelen, büyük çapta bir özel sektör dış borç stoku, 180 milyar dolara yakın kısa vadeli dış borç ödemesi, kırılganlığı son derece yüksek, derin fay hatlarına sahip bir ekonomi bıraktı. Lehteki küresel koşullar tersine dönmeye başladığında değirmenin suyu azalmaya ve kriz dinamikleri kendini dayatmaya başladı.

Değirmenin suyu kesilir mi?
Buradaki kritik soru, gelen yabancı kaynağın kuruyup kurumayacağı, yerliler dâhil mevcut sermayenin çıkışının hızlanıp hızlanmayacağı, kısaca ülkenin değirmenini çalıştıran suyun kesilip kesilmeyeceği sorusu.
Çünkü yabancı kaynak girişini anlatan cari açığın, 55 milyar dolarlardan 30 milyar doların altına kadar düşmesi, ekonomik daralmanın ne denli ciddi olduğunu gösterdiği kadar, bu açığın yüzde 70’inin kaynağı belirsiz para ile karşılanmış olması da, böyle bir yolun yürünmesinin giderek zorlaştığını ya da çok büyük sosyal ve siyasal bedeller ödenerek bu yola devam edilebileceğini gösteriyor.

Ötenazi ve korku gel gitleri
Sıcak paraya bağlı olarak büyümenin krizlere nasıl yol açtığını Hintli ekonomist Prof. Patnaik bir makalesinde (7) çok güzel özetliyor.
Patnaik azgelişmiş ülkelerdeki krizlerin nedenlerini açıklarken kapitalist sınıfı ve azgelişmiş ülkelerin ekonomik gidişatını derinden etkileyen iki davranış biçiminden ya da ruh halinden söz eder: Ötenazi ve korku
Patnaik’e göre (8), kapitalizmde ekonomik faaliyetlerin düzeyi uzun süreli gel gitlere (med cezir) tabidir. Öyle ki ekonomi çıkıştayken bunlar kapitalistleri cesaretlendiren bir iksir gibi işlev görüyorlar. Güzel günlerin sürmesini bekleyen kapitalist girişimciler yurt içinde ve dışında risk almaya ve yüksek riskli, yüksek kârlı finansal yatırımlara yöneliyorlar. Hatta bu riskli yatırımlar inşaat, makine ve ekipman gibi fiziki yatırımlar biçiminde de olabiliyor ve bu durum genel olarak ekonomik canlılığın devam etmesini sağlıyor. Gerçekte ise bu durum, bir tür ötenaziyi haklı göstermeye yarayan sanal bir canlılıktan öte bir şey değil.
Diğer taraftan ekonomi inişteyken, yani ekonomi resesyona doğru gittikçe, tersi gerçekleşiyor. Kapitalistlerin risk algısı artıyor karamsarlığa düşüyorlar, mevcut yatırımlarını, varlık tutmaya ilişkin tercihlerini sorgulamaya başlıyorlar ve sonuçta yatırımlarını kısıyorlar. Bunun yerine (getirisi daha az olsa da ya da hiç olmasa da) nakitte kalmaya yöneliyorlar. Bu durum da ekonomik çöküşü hızlandırıyor.
Ayrıca dünya ekonomisi resesyona doğru giderken korumacılık eğilimleri de artıyorsa, bu durum hem merkez, hem de çevre ülkelerdeki sermaye açısından çok büyük bir risk oluşturduğundan finansal yatırımcılar risk almaktan kaçınıyorlar. Güvenli limanları konumundaki merkez ekonomilere geri dönmeye başlıyorlar.
Bu da çevre ülkelere doğru olan fiziki sermaye yatırımlarının yanı sıra, borsa, hazine bonosu ve devlet tahvilleri, banka kredileri ve mevduat gibi alanlara giden finansal sermaye akımlarının da kurumasıyla, hatta krizin derinleşip, karamsarlığın artmasıyla birlikte çevre ülke kapitalistlerinin servetlerini başta merkez ülkeler olmak üzere, yurt dışına kaçırmalarıyla sonuçlanıyor. Türkiye’de yerleşik bazı büyük sermaye gruplarının ve zengin bireylerin servetlerini bir süredir dışarı çıkartıyor olması bu durumun somut bir ifadesi.
Bu olduğunda (çevre ekonomilerindeki borsalarda yaşandığı gibi) finansal varlık fiyatları daha da düşüyor, döviz kuru hızla yükseliyor, altın gibi sağlam yatırım araçlarına ilgi artıyor. Tüm bunlar da yatırımları iyice baskılıyor, durduruyor ve böylece çevre ülkelerinin ekonomik çöküşleri daha da hızlanıyor.

Küresel ekonomik daralma sürüyor
Korumacılık savaşlarının ve birkaç yıldır sürdürülen küresel parasal sıkılaştırmanın da tetiklediği küresel kapitalist daralmanın yoğunlaştığına ilişkin çok sayıda işaret var. Bu konuda başta OECD, IMF olmak üzere uluslararası örgütlerin raporlarına bakmak yeterli (9).
Küresel ekonomik daralma derinleşip sürdükçe, uluslararası finans kapital güvenli limanlara dönmeye devam edecek. Bu durum bizim gibi ülkelerde ulusal paraların daha da değer kaybetmesiyle, yeni finansal kriz risklerinin ortaya çıkmasıyla ve fiziki yatırımların daha da azalarak merkez ülkelere göre çok daha derin bir resesyona girmesiyle (büyüme oranlarının çok daha hızla düşmesiyle) sonuçlanacaktır.

İşsizlik ve yoksulluk artmaya devam edecek
Türkiye’de son 15 yıldır uygulanan inşaat-emlak-finans üzerinden sağlanan yüksek ranta dayalı neo-liberal sermaye birikim stratejisi finansal kırılganlığı artırmasının yanı sıra, hem küçük ölçekli sanayi üretimini, hem de tarımdaki küçük üreticileri, yoksul köylüleri vuruyor.
Çünkü onları, yeni “çitleme” yöntemleriyle, 16. ve 17.yüzyıllardakini aratmayacak ilkel sermaye birikimi araçlarıyla topraklarından koparttı, yoksulluklarını artırdı ve kentlerdeki işsizler ordusunun bir parçası haline getirdi.
Bunu yaparken (aynı zamanda) kentlerdeki işçilerin reel ücretlerinin iyice düşmesini ve işçilerin daha da yoksullaşmasına neden oldu. Bir bütün olarak gelir ve servet bölüşümündeki uçurumu daha da derinleştirdi. Bir uçta yoksulların yığıldığı, diğer uçta ise az sayıda ultra zengin ve servet sahibinin yer aldığı bir korkunç bir sınıfsal ayrışma yarattı. Ve buna uygun otoriter bir rejim doğurdu.
Bu stratejiye ve bununla gelen otoriterleşmeye karşı çıkanlar ise “geri kafalılıkla”, “çağı yakalayamamakla”, en hafifinden “popülistlikle” ve hatta “teröristlikle” suçlandı.
Bu süreçte işçi – emekçi örgütleri iyice zayıflatıldı. Gerçek bir kurtuluş seçeneği sunabilen, kitlelere güven verebilen siyasal örgütlenmelerin yokluğunda, halk kitleleri, işsizler, yoksul köylüler, küçük üreticiler, gençler kendilerini bu duruma sürükleyen ideolojilerin, hareketlerin ve siyasal partilerin peşinden sürüklenmeye başladılar.
Kısaca, bir yanda ekonomideki sert çakılma, diğer yanda yıllardır uygulanmakta olan neo-liberal tarımsızlaştırma ve sanayisizleştirme politikalarının sonucunda enflasyon, işsizlik ve yoksulluk daha da arttı.
Son gelişmeler gösteriyor ki geçen yıl “döviz krizi” ve “borç krizi” şeklinde fragmanını izlediğimiz finansal kriz, önümüzdeki süreçte “bankacılık” sektörünü de kapsayacak şekilde büyüyecek. Bu da ülkeyi bir kez daha, emperyalizmin aracı örgütlerinden biri olan IMF gibi örgütlere muhtaç hale getirecek ve sistemin bekası için egemen sınıflar bizim adımıza yeni tavizler verecekler.

Çözüm örgütlü mücadele
Böyle bir distopya adım adım yaklaşırken, bu felaketi savuşturmanın bir yolu da olmalı. Bu; krizsiz, verimli ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sağlayan, aynı zamanda adaletli, emek, doğa ve farklı kimliklere dost, çoğulcu demokratik bir ekonomik ve sosyal kalkınma ütopyasını gerçekleştirebilecek özne olduğumuzun bilinciyle mücadele etmektir.

Dip notlar:
(1) http://bigpara.hurriyet.com.tr/doviz/euro (22 Mart 2019 (saat 23.45 itibariyle).
(2) 
https://www.rte.ie/…/1037594-us-fed-holds-interest-rates-st… (20 March 2019).
(3) 
https://www.cnnturk.com/…/son-dakika-doviz-hesaplarinda-sto… (21 Mart 2019).
(4) 
https://edition.cnn.com/…/trump-golan-heights-tw…/index.html (21 March 2019).
(5) 
https://www.cnnturk.com/…/cumhurbaskani-erdogandan-golan-te… (22 Mart 2019).
(6) Laura Pitel, “Turkey: Erdogan’s struggle to lift flagging business”, Financial Times (19 March 2019).
(7) Prabhat Patnaik, “Neo-Liberalism and the Diffusion of Development”,
https://www.newsclick.in/neo-liberalism-and-diffusion-devel… (18 November 2018).
(8) Agm.
(9) Laurence Boone, “Global growth is weakening: coordinating on fiscal and structural policies can revive euro area growth”, 
https://oecdecoscope.blog(6 March 2019) ve https://www.bloomberg.com/…/the-federal-reserve-has-a-new-p…?(22 March 2019).




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder