CEMAZ-ÜL EVVELİNİ İYİ BİLDİĞİMİZ BİR TEORİ (IV)
(Sömürüyü ve yoksullaştırmayı haklı
gösteren bir teori)
Mustafa Durmuş
14 Haziran 2019
Karşılaştırmalı üstünlüklere dayalı serbest ticaret teorisi gerçekte hem
kapitalist- emperyalist sömürü ilişkilerini, hem de mevcut ulusal- küresel
gelir ve servet bölüşümü eşitsizliklerini haklı gösteriyor.
“Zahireyi kendimiz üretmek yerine, kumaşımızı ya da emekçinin ihtiyaç
duyduğu diğer maddeleri kendimiz imal etmek yerine, bu malları bize daha ucuza
sağlayacak bir pazar keşfedersek ücretler düşecek, kârlar yükselecektir…”
Ricardo yukarıdaki sözünün yer aldığı ünlü eserinde (1), ısrarla, kâr
oranlarındaki azalmanın kapitalist büyümeyi durma noktasına getirebileceğinin,
bu yüzden kâr oranlarının yükseltilmesinin gerekliliğinin altını çiziyor.
Kapitalizmin sınıflı bir toplum olduğunun bilincinde olarak, kâr oranlarındaki
düşüşü önlemenin yolunun ücretleri düşürmekten geçtiğini biliyor.
Asgari düzeyde belirlenen işçi ücretlerinin düşürülebilmesinin tek yolunun
ise ücret malları olarak tabir edilen işçi sınıfının tükettiği malların
fiyatlarının indirilmesiyle sağlanabileceğinin bilincinde olarak
karşılaştırmalı üstünlüklere dayalı serbest ticaret fikrini ortaya atıyor.
Çünkü (O’na göre) böyle bir ticaret ile işçilerin tükettikleri malları daha
ucuza ithal etmek (böylece de ücretleri düşük tutmak) mümkün olabilir.
Kısaca kendisi İngiliz kapitalist sınıfının bir mensubu olan Sir David
Ricardo’nun karşılaştırmalı üstünlüklere dayalı dış ticaret teorisi ücretli
emek sömürüsünü artırmaya, kâr oranlarını yükseltmeye, böylece sermaye
birikimini hızlandırmaya odaklı, kapitalist sınıfın çıkarlarını savunan bir
teoridir.
EMPERYALİST SÖMÜRÜYÜ MEŞRULAŞTIRMAYA
VE SÜRDÜRMEYE HİZMET EDEN BİR TEORİ
Teorinin diğer boyutunu emperyalist sömürü oluşturuyor. Çünkü varsayımı her
ülkenin farklı doğal üretim faktörü donanımına sahip olduğu. Yani bizleri
(doğal bir sonuçmuş gibi), zengin Merkez Ekonomilerde sermaye fazlası olduğuna;
buna karşılık yoksul Çevre Ekonomilerde emek fazlası olduğuna, üstelik bunun da
kapitalizmin tarihi boyunca hep böyle olduğuna inandırmaya çalışıyor.
Bu inandırma işi bugün asıl olarak akademi tarafından yapılıyor. Öyle ki
üniversitelerdeki uluslararası iktisat derslerinde zengin ve yoksul ülkeler
arasındaki gelir farklılığının nedeninin karşılaştırmalı üstünlükler ve
arz-talep kanunları olduğu anlatılıyor.
Şöyle ki (ana akım iktisat teorisine göre) fiyatlar ve ücretler ülkelerin
üretim faktörü bileşimlerine dayalı olarak otomatik bir biçimde serbest
piyasalar tarafından belirlenir. Yoksul ülkelerde emek doğal olarak bol,
dolayısıyla da ücretler düşüktür. Bu nedenle de bu ülkelerin karşılaştırmalı
üstünlükleri emek-yoğun üretimdedir (önce tarım ve madencilik, sonra da hafif
imalat sanayi). Zengin ülkelerde ise doğal olarak sermaye bol, teknoloji
gelişkin, emek kıt, bu nedenle ücretler daha yüksektir. Bu yüzden de bu ülkeler
sermaye-teknoloji yoğun üretimde uzmanlaşırlar.
Bu bir doğal düzen yasası gibi sunuluyor. Tarihte 18.Yüzyıla kadar,
egemenlerin yoksulluğun Tanrı iradesi olduğuna insanları inandırmaya
çalıştıkları dönemlerin olduğu unutulmamalı. 18.Yüzyılda yaşanan aydınlanma
döneminden sonra yoksulluğun bir kader ya da Tanrı isteği olmadığı; sosyal,
ekonomik ve politik nedenlerinin olduğu ortaya konulmuştu.
ASIL SORU: FAKTÖR DONANIMI
FARKLILIĞI KADER Mİ?
Ülkelerin faktör donanımları farklılığı da böyle bir çarpıtma aslında.
Burada sorulması gereken soru; yoksul Çevre Ekonomilerinde emeğin daha bol ve
ucuz (dolayısıyla da emek-yoğun üretimde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları);
buna karşılık gelişkin Merkez Ekonomilerde sermayenin daha bol olduğunun
(dolayısıyla sermaye yoğun üretimde uzmanlaşmaları gerektiği) hurafeler
dışında, gerçek tarihsel nedenlerinin neler olduğudur.
Bundan 200-300 yıl önce, örneğin doğanın kapitalist ticaret ilişkileriyle
henüz tam olarak karşılaşmadığı Anadolu’da, Hindistan’da veya Çin’de emek ve
toprak bol, buna karşılık sermaye kıtken; Britanya’da, İspanya’da veya
Hollanda’da emek ve toprak kıt ve sermaye bol muydu? Araştırmalar ülkeler arasındaki
böyle bir farklılaşmanın her zaman var olmadığını, tarihin belli bir döneminden
itibaren ortaya çıktığını gösteriyor.
DOĞAL DÜZEN DEĞİL, SÖMÜRGECİLİK
Yukarıdaki soruya verilecek ilk yanıt “doğal düzen değil, sömürgeciliktir”
olmalı. Çünkü sömürgecilik yüzünden milyonlarca köylü topraklarından sürüldü ve
düşük ücretli emekçilere dönüştürüldü. Bu da işsizliği artırıp ücret
düzeylerini aşağıya çekti. Ayrıca bu dönemdeki yaygın, bedavaya yakın köle
emeği ücretlerin düşürülmesinde önemli bir rol oynadı.
Kavramların nasıl çarpıtıldığını Eduardo Galeano şu örneklerle çok güzel anlatır:
Kavramların nasıl çarpıtıldığını Eduardo Galeano şu örneklerle çok güzel anlatır:
“Kapitalizm sahne ismi olarak pazar ekonomisini kullanır. Emperyalizme
küreselleşme, emperyalizmin kurbanlarına gelişmekte olan ülkeler (cücelere
çocuk demek gibi bir şey bu); oportunizme pragmatizm; patronun, işçinin
tazminatsız ve açıklamasız işine son verme hakkına emek piyasası esnekliği ve
hırsızlar iyi bir aileden olunca, kleptoman denir. (2)
Aynı şekilde yoksul ülkelerin daha az sermayeye sahip olmalarının nedeni
sırasıyla; madenlerinin, altın, gümüş gibi kıymetli metallerinin sömürgeciler
tarafından çalınması, topraklarının gasp edilmesi ve yerli sanayilerinin
sömürgeciler tarafından tahrip edilmesi. Bu yüzden de bu ülkeler Batı ülkelerin
ihraç ettikleri malları satın almak zorunda kaldılar (3).
MARX’IN SERBEST TİCARET ÜZERİNE ÜNLÜ
KONUŞMASI
Marx 1848 yılında serbest ticaret üzerine yaptığı ünlü konuşmasında bu
teoriyi; kapitalizm altında serbest ticaretin sermayenin önündeki tüm
engellerin kaldırılması anlamına geldiğini, ücretli emek sistemine dayalı
kapitalist sömürü devam ettiği sürece, malların avantaj yaratacak biçimde
mübadele edilmesinin sonucu değiştirmeyeceğini, her zaman sömürülen bir sınıf
ve onu sömüren bir sınıfın olacağını ve burjuva iktisatçılarca önerilen her
ülkenin kendi doğal yapısına uygun bir üretimde uzmanlaşması yaklaşımının doğal
değil, tarihsel ve politik sürecin bir ürünü olduğunu, kahve ve şeker
üretiminin Batı Hint adalarının kaderi olmadığı (4) örneğini vererek eleştirdi.
KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜKLER VERİLİ
DEĞİL, OLUŞTURULMUŞ BİR DURUM
Merkez Ekonomilerde emek, işçi sınıfının örgütlü mücadele geleneği ve emek
koruyucu yasaların varlığının bir sonucu olarak, göreli olarak daha pahalı
iken; sermaye bu ülkelerin sömürgeciliklerinin, uzun yıllar uyguladıkları
gümrük tarifeleri ve diğer korumacılık politikalarıyla kendi sanayilerini ve
sermaye birikimlerini büyütüp geliştirmelerinin sonucunda boldur.
Yoksul Çevre Ekonomilerinin bol ve ucuz emeğe, buna karşılık yetersiz
sermaye birikimine sahip olmalarının nedeni; başından bu yana onların böyle
doğal bir donanımları olduğundan değil, bugünün Merkez Ekonomilerinin
gerçekleştirdiği 19.Yüzyıldaki sömürgecilik, mülksüzleştirme, adil olmayan
ticaret anlaşmaları ve 20. Yüzyıldaki IMF, Dünya Bankası ve DTÖ aracılığıyla
yürütülen Yapısal Uyarlama Politikalarıdır.
KAYNAKLAR SÖMÜRGECİLERE AKTI
Örneğin, İngilizler sömürgeleştirdikleri İrlanda’da köylülerin topraklarına
el koydular ve kendi toprak işleme yöntemlerini onlara dayattılar. Bu köylülerin
yoksullaşarak İskoçya ve İngiltere’ye göç etmeleriyle sonuçlandı. Öyle ki
İrlandalı köylüler sadece patates ekebildiler. 1845 yılında patates krizi
patladığında 7 yıl içinde 1 milyon İrlandalı (nüfusun yüzde 10’u) açlıktan
öldü. İrlanda halkı açlıktan kırılırken İngiltere’ye ve İskoçya’ya her gün
30-50 gemi yükü gıda maddesi gönderiliyordu (5).
Dolayısıyla da bugün aynı coğrafi sınırlar içinde yer almasına rağmen
farklı ulusal kimliklerin yaşadığı bazı ülkelerdeki bölgesel kalkınma
farklılığı olarak adlandırılan olgunun gerçek nedenlerinin başında
sömürgeciliğin geldiği unutulmamalı.
HİNDİSTAN VE ÇİN AVRUPA’DAN DAHA
GELİŞKİNDİ
Hindistan ve Çin 1800’lere kadar her ikisi de Avrupa ülkelerinden her
yönden daha gelişkinlerdi ve çok daha büyük ekonomilere sahiplerdi. Örneğin
Hindistan Britanya’nın işgaline uğramadan önce dünya ekonomisinin yüzde
27’sini, Çin ise yüzde 35’ini kontrol ediyordu. İngiliz sömürgeciliği
bittiğinde bu iki ülkenin payı sırasıyla yüzde 3’e ve yüzde 7’ye düşmüş,
Avrupalıların payı ise yüzde 20’den yüzde 60’a yükselmişti. İngiltere her iki
ülkenin İngiliz mallarına olan tarifelerini sıfırlarken, bu ülkelerden gelen
mallara yüksek tarifeler koydu. Çin’i ülkede yasa dışı olarak yürüttüğü afyon
(uyuşturucu) satışları ve savaşlarıyla teslim aldı. Kısaca bir tür kalkınmayı,
sanayileşmeyi tersine çevirme (de-development) operasyonu gerçekleştirildi ve
iki ülke dönemin baş sömürgeci ülkesi İngiltere tarafından çökertildiler (6).
Böylece sömürgecilik dönemi sona erdiğinde, azgelişmiş ülkeler aleyhine
dönen dış ticaret hadleri ve kasıtlı olarak düşük tutulan işçi ücretleri
nedeniyle ortaya çıkan eşitsiz değişim (mübadele) yüzünden Çevre ülkelerin
karşı karşıya kaldıkları yıllık kayıpları 22 milyar doları (2015 fiyatlarıyla
161 milyar doları) buluyordu. Bu gelişim aynı zamanda küresel eşitsizliklerin
de temel nedeniydi. Öyle ki ikinci emperyalist dalganın şafağında (1820) Merkez
Ekonomiler ile Çevre Ekonomiler arasındaki gelir açığı 3 kat iken, sömürgecilik
sona erdiğinde bu fark 35 kata yükseldi (7).
Bu veriler dönemin en temel dış ticaret teorisi olan Karşılaştırmalı
Üstünlükler Teorisinin ideolojik boyutunu (ve yanlışlığını) ortaya koyuyor.
Çünkü azgelişmiş ülkelerin bol/ucuz emeğe, diğer taraftan kıt sermayeye sahip
olmalarının nedeni doğal ya da verili bir durum değil, oluşturulmuş bir durum.
IRKÇI, CİNSİYETÇİ AYRIMCI BİR TEORİ
Azgelişmiş Çevre Ekonomilerine hammadde, ucuz tarımsal ürünlerde ve emek
yoğun hafif sanayi ürünlerinde uzmanlaşma, buna karşılık Merkez Ekonomilerde
teknoloji, beceri ve sermaye yoğun gelişkin (dolayısıyla da çok daha pahalı)
üretimde uzmanlaşmayı önermek; erkeklere evin dışınca çalışmayı, kadınlara ise
en iyi bildikleri bir iş olacağından evde kalarak ev işleri yapmayı, çocuk
yetiştirmeyi ya da ülkedeki farklı etnisitelere sahip insanlara sadece inşaat
işlerinde çalışmayı ya da 5 yıldızlı otellerde bulaşıkçılık yapmayı önermekle
aynı şeydir. Dolayısıyla da hem sömürgeci bir zihniyeti yansıtır, hem de
cinsiyetçi ve ırkçıdır.
Serbest ticaretin ekonomik kalkınmayı hızlandıracağı tezi ise çürütülmüş
bir tezdir. Zira serbest ticaret ile kapitalist yoldan kalkınabilmiş bir
azgelişmiş örneği dahi yoktur.
SÖMÜRGECİ TEORİNİN VAİZLERİ
Azgelişmiş ülkelerde kendilerini “iktisatçı” olarak nitelendirenlerin hala
serbest ticareti ve sömürgecilik dönemi teorisi olan Karşılaştırmalı
Üstünlükleri savunması ise en hafifinden tarih ve iktisat bilmediklerindendir.
Ya da tarih nosyonundan yoksun ana akım burjuva iktisat teorisinin gönüllü
ya da ücretli vaizliğine soyunmalarındandır.
Devam edecek (Çözüm: Korumacılık mı,
enternasyonalist adil değişim mi?)
DİP NOTLAR:
(1) David Ricardo, Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin
İlkeleri (Çeviren: Barış Zeren), T. İş Bankası Kültür Yayınları,1.Baskı,
2008, s. 105.
(2) Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu (Çeviri: Bülent Kale), Çitlembik Yayınları, 2004, s. 44.
(3) Jason Hickel, Divide- A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 102.
(4) Karl Marx, “On the Question of Free Trade”, 9 Ocak 1848, https://www.panarchy.org/engels/freetrade.htm (28 Mayıs 2019).
(5) Hickel, agk., s. 83.
(6) Agk., s. 90-93.
(7) Agk., s. 102.
(2) Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu (Çeviri: Bülent Kale), Çitlembik Yayınları, 2004, s. 44.
(3) Jason Hickel, Divide- A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 102.
(4) Karl Marx, “On the Question of Free Trade”, 9 Ocak 1848, https://www.panarchy.org/engels/freetrade.htm (28 Mayıs 2019).
(5) Hickel, agk., s. 83.
(6) Agk., s. 90-93.
(7) Agk., s. 102.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder