G-20 TOPLANIRKEN: KAPİTALİST
KORUMACILIĞIN TARİHSEL GELİŞİMİ
(Cemaz-ül evvelini iyi bildiğimiz bir teori (v)
Mustafa Durmuş
28 Haziran 2019
Bugün G-20 Zirvesi, protesto gösterileri
devam ederken, Osaka’da (Japonya) toplanıyor. Protestolar nedeniyle Osaka’da
okullar tatil edildi.
Bu zirve sırasında Trump ile Xi
Jinping’in arasında yapılması planlanmış olan ikili görüşmeden ne sonuç
çıkacağı merakla bekleniyor. Kapitalist dünyanın yöneticileri ve IMF, DTÖ gibi
uluslararası örgütler iki ülke arasındaki tarifeler üzerinden yürüyen ticaret
savaşlarına son verilmesini ve serbest ticarete geri dönülmesini umuyorlar.
Bu vesileyle biz de uluslararası
ticarette korumacılık politikalarını (tarihsel bir gelişim içinde) masaya
yatırmak ve bu politikaların çözüm olup olmadığını ezilenlerin perspektifinden
tartışmak istedik.
ULUSLARARASI TİCARETTE DÖRT YOL
Tarihte ülkelerin uluslararası ticaret
konusunda kabaca dört yol izledikleri görülüyor:
Dışarıyla hiç ticaret yapmamak (kapalı
bir ekonomide kendine yeterli olma hali), korumacılık, tadil edilmiş serbest
ticaret ve tam serbest ticaret.
İlk ve son seçenekler bugün artık
gündemden kalkmış durumdalar. Tadil edilmiş ticaret ise ithalat sırasında düşük
tarifelerin uygulandığı, ama herhangi bir ithalat izni, kota ya da diğer
miktarsal kısıtlamaların gerekli olmadığı bir ticaret biçimini anlatıyor (1).
Trump ile birlikte yeniden gündeme gelen
korumacılık seçeneğinde; tarifeler ya da karmaşık tarife uygulamaları,
zorlaştırılmış gümrük pratikleri, miktarsal kısıtlamalar, ithalat izinleri ya
da ruhsatları ve döviz kısıtlamaları gibi araçlarla ithalatın kısıtlanması söz
konusu.
İLK KORUMACI UYGULAMA: MERKANTİLİZM
Kapitalist dış ticaretin tarihsel
gelişimine bakıldığında ise bunun; Merkantilist korumacılık, serbest ticaret ve
yeniden korumacılık biçiminde bir hat izlediği görülüyor.
Diyalektik ve tarihsel maddeci bir bakış
açısıyla böyle bir hat kapitalist üretim tarzının, özellikle de sömürgecilik,
sanayileşme, finansallaşma süreçleriyle küresel çapta iyice açığa çıkan çelişkilerini,
uluslararası sermaye grupları ve bu grupların arkasındaki devletler arasındaki
yıkıcı rekabeti yansıtır.
Tarihte korumacılığın kapitalizmin ilk
biçimi olan Merkantilizm döneminde ortaya çıktığı biliniyor. Bu dönem Avrupa’da
Orta Çağ’ın sonları ile Sanayi Devrimi arasındaki 300 yıllık ve ticari
kapitalizmin geliştiği, feodalizmin yıkılmaya başladığı bir dönem.
Dönemin ulus devletlerinin izlediği
iktisat politikaları üzerinde etkili olan ideolojisi ise, özünde ticaret
sermayesinin (tüccar sınıfının) çıkarlarını savunan bir ideolojidir. Belli
başlı uygulamaları korumacı politikaları esas alan ve mamul mallar ithalatı
üzerinde yüksek ve buna karşılık hammadde üzerinde düşük tarife biçimindeki
uygulamalardır.
Bunun en somut örneklerinden biri de
İngiltere’deki Mısır Yasalarıydı. Bu yasalar yerli mısır üreticilerini korumak
için ithalata tarife ve ihracatı teşvik etmek için sübvansiyon verilmesini
öngörmekteydi.
Bu yasalarla yerli ticaret sermayesi
koydurduğu ithalat yasakları ve tarifelerle kendi tarımını ve bunun üzerinden
ticaretini, tarımsal üretime dayalı sanayisini yabancı mallara karşı koruyor,
böylece sermaye birikimini gerçekleştiriyordu.
Böylece İngiltere uyguladığı korumacılık
sayesinde modern sanayilerini kurdu ve geliştirdi, sanayi alanındaki tekelci
konumunu korudu. Uygulamakta olduğu tarifeler yetmezmiş gibi, savaşçı
politikalarla donanması rakip ülke sanayicilerinin sömürge pazarlarına
girmesini fiziki olarak engelledi. Sömürgelerine sadece kendi ile ticaret yapma
şartını getirdi. Barış yıllarında da bu tekelci konumu sürdü. İhracat
ölüm-kalım meselesi olarak görülürken, ithalat korumacı mevzuat ve tarifelerle
yasaklandı.
SERBEST TİCARETE GEÇİŞ: KÂR ORANLARI AZALMASIN…
Ancak kapitalist gelişme devam edip,
sömürgelerden zorla el konularak Avrupa’ya (özellikle de İngiltere’ye)
getirilen altın- gümüş gibi kıymetli metaller, şeker, kauçuk gibi hammadde,
toprak çitlemeleri, köle emeği ve buharla çalışan makinaların keşfi gibi
teknolojik buluşlar sanayi devrimini mümkün kıldığında, önceki dönemin hâkim
ideolojisi olan korumacılık da yerini serbest ticaret ideolojisine bıraktı.
İthalat kısıtlamaları kaldırılmalıydı
zira özellikle de tarımsal ürün, hammadde ithalatına yönelik kısıtlamalar
(ücret mallarının fiyatlarının yüksek kalmasına neden olarak), kâr oranlarını
düşürüyordu. Ücret mallarını daha ucuza sunmaya (böylece kârı artırmaya) dönük
olarak tarımsal ürün ithalatına izin vermek gerekiyordu. Nitekim bu ihtiyaçtan
ötürü 1846 yılında bir dönemin temel yasaları olan Mısır Yasaları kaldırıldı.
Serbest dış ticaretin sözcülüğünü yapan
ve Merkantilizmi eleştiren A. Smith bu yasalara, serbest ticareti önlediği için
karşı çıktı. Ona göre ticaret serbest söz konusu olduğunda bu tüm taraflara
fayda sağlar; üretimde uzmanlaşma ve iş bölümü ölçek ekonomilerine ve bu da
verimlilik artışına ve büyümeye neden olur.
Ricardo ise bu yasaya, ‘Azalan Verimler
Kanunu’nun geçerli olduğu tarım sektörünü teşvik ederek sınai kâr oranlarının
düşmesine, bunun da ekonomiyi ‘durağan durum’a sokmasına neden olduğu için karşı
çıktı.
Sonuç olarak başta Smith ve Ricardo
olmak üzere Klasik iktisatçılar bu yasaya karşı çıktılar ve yasanın
kaldırılmasını desteklediler.
Sanayi sermayesinin karşı çıkışı ise
doğrudan sınıfsal çıkarlarıyla ilgiliydi. Çünkü korumacılık tarımdaki fiyatların
ve işçi ücretlerinin yüksek düzeyde kalmasını sağladığından sınai kârların
düşmesine neden oluyordu.
MARX’TA KORUMACILIK VE SERBEST TİCARET
1847’de Brüksel’de toplanan Serbest
Ticaret Kongresi’nde bir konuşma yapan Marx korumacılığın ekonomi politiğini
şöyle açıklar (2):
“ Korumacılık sistemi işçilerin emeğine
el koymanın, üretim araçlarının ve doğal kaynakların sermayeleştirilmesinin ve
zorla Orta Çağ’dan Modern bir üretim tarzına geçişi hızlandırmanın,
çabuklaştırmanın yapay bir aracıdır”.
Marx da Mısır Yasalarının
kaldırılmasından bir yıl sonra toplanan Brüksel Konferansında korumacılığa
ilişkin yukarıdaki tespitini yaparken, aynı konuşmada serbest ticareti savundu,
ama diğerlerinden çok farklı bir gerekçe ile.
Engels’in anlatımıyla (3):
“Marx serbest ticareti modern kapitalist
üretimin olağan bir sonucu ve koşulu olarak görüyor, serbest ticaretin üretici
güçleri geliştirmesi ve ekonomik büyümeyi hızlandırmasının yanı sıra,
kaçınılmaz olarak sosyal sınıflar (ücretli emek ve sermaye) arasındaki ayrışmayı
hızlandıracağına, aralarındaki çelişkiyi keskinleştireceğine, yoksulluğu
artıracağına; üretilenin tamamen tüketilemeyeceği bir aşırı bir üretime neden
olacağına, tüm bunların da beraberinde ekonomik krizi getireceğine inanıyordu.
Böyle üretici güçlerdeki hızlı gelişmenin üretim ilişkilerini (başta bölüşüm
olmak üzere) değişmeye zorlayacağını ve bu çelişkili durumun tek çözümünün bir
sosyal devrim olabileceğini öngörüyordu. Böyle bir sosyal devrim sosyal üretim
güçlerini eski sosyal düzenden, yığınları ise ücretli kölelikten kurtaracak
devrimdi”.
Kısaca Marx, korumacılığı kapitalizmin
ömrünü uzatan bir müdahale olarak görürken, sosyal devrimle sonuçlanarak
kapitalizmin yıkılmasına hizmet edeceği için serbest ticaretten yana olduğunu
açıklıyordu.
İNGİLTERE: ÖNCE KORUMACILIĞIN, SONRA DA SERBEST TİCARETİN SÖZCÜSÜ
İngiltere’nin serbest ticaretten yana
tavrı Birinci Paylaşım Savaşının başladığı yıl olan 1914’e kadar sürdü. Bunun
temel nedeni 19. Yüzyılda İngiltere’nin sanayide ulaştığı ezici üstünlük ve
geniş sömürge ağının verdiği destekle serbest ticareti savunmanın İngiltere’nin
çıkarına olmasıydı.
Nitekim sanayileşmenin ortalarında 1810
yılında İngiltere’de tarımın katma değeri sanayininkinin yüzde 70’ini geçerken,
1840’a gelindiğinde sanayininki tarımınkini yüzde 60 geçer olmuştu. Pamuklu
sanayinin “lordları”, toprak lordlarına; Whig’ler (liberal Parti) Tory’lere
(Muhafazakâr Parti) karşı üstünlük sağlamışlardı (4). İhracata dönük üretim ise
iç pazara dönük üretimin onlarca katına çıkmıştı.
Osmanlı ise kapitülasyonların sürekli
imtiyazlar olarak tescil edildiği yıl olan 1740’den beri yüzde 3 ile yüzde 5
arasında değişen ithal vergileri alarak serbest bir gümrük rejimi uyguluyordu
(5).
Diğer taraftan bu dönemde İngiltere’de
de korumacılığa yönelme çabalarının olduğu da ileri sürülüyor.
Örneğin Currow’a göre (6), 1870’lere
gelindiğinde, Fransa ve ABD gibi yeni sanayileşen ülkeler İngiltere’ye rakip
olarak sahneye çıktılar. Bu gelişme, İngiltere’nin bu ülkelere karşı korumacı
önlemlere başvurmasıyla sonuçlandı. Yeni tarifelerle mevcut sömürgelerini bu
ülkelerden gelecek mallara kapatmaya zorlarken, aynı zamanda kendi ile
sömürgeleri arasında bir tür gümrük birliği uygulamasına geçti. Bu önlemlerle
dünya ticaretindeki tekelci konumunu ve sömürgelerdeki piyasalarını rakiplerine
karşı korumaya çalıştı.
BİRİNCİ PAYLAŞIM SAVAŞI ÖNCESİNDE KORUMACILIK ARTTI
Kıta Avrupası’nda korumacılık Rusya,
Avusturya ve İspanya tarafından 1877’de başlatıldı. Daha sonra 1879’da Almanya
ve 1880’lerin sonlarından itibaren, İtalya, İsviçre ve Belçika gümrük duvarları
aracılığıyla korumacılığa döndüler. Bu geri dönüşlerin nedeni özellikle Kuzey
Amerika’dan kaynaklanan tahıl istilasından korunmak ve yavaşlayan ekonomik
büyümeyi hızlandırmaktı (7).
KAPİTALİST KRİZ KORUMACILIĞA DÖNÜŞÜ TEŞVİK EDİYOR
Kısaca kapitalizmin ilk küresel krizinin
tomurcuklanmaya başladığı 1870’lerin başlarında eski serbest ticaret teorileri
ve uygulamaları terkedilerek korumacılığa yeniden dönüldü.
Bugün de, bir taraftan küreselleşme
sürerken, diğer taraftan bir kez daha korumacılığa dönüş süreci yaşanıyor. Bu
kez sahnede 1929 krizi sonrasında korumacılık deneyiminde olduğu gibi bir
zamanların serbest ticaret savunucusu ABD var.
Eskiden olduğu gibi azgelişmiş ülkelerin
korumacı politikalar uygulayacak güçleri ya da niyetleri yok.
NEO-MERKANTİLİZM
Trump liderliğinde ABD, Çin ve
Meksika’nın yanı sıra bazı Batılı ülkelerden gelen ithalata uyguladığı
tarifeleri yükselterek ve Obama döneminde hazırlanmış olan TPP ve TIPP gibi
uluslararası anlaşmaların imzalanmasından vazgeçerek korumacılığa ya da bir tür
Neo-Merkantilizme geri dönmeye başladı.
ABD’nin korumacı politikalarının
yaklaşan resesyon ile ilişkisi Amerikalı Marksist iktisatçı Wolff tarafından
şöyle anlatılıyor:
“Kendini “Tarife Adam” olarak tanıtan
Trump, koyduğu tarifelerle ABD ekonomisinin resesyona girmesini önlemeye
çalışsa da, koyduğu bu tarifelerinin bedelini Amerikan halkına ödetecek.” (8)
DİP NOTLAR:
(1) Kenneth L. Robinson,
“Alternative Trade Policies”,ageconsearch.umn.edu/bitstream/17618/1/ar520036.pdf, s. 36.
(2) “On the Question of Free Trade”, Marx-Engels Works 1888 (Engels’in giriş yazısı) https://www.marxists.org/…/…/works/1888/free-trade/index.htm.
(3) Agm.
(4) Oğuz Oyan, “XIX. Yüzyıl Avrupası ve Fransa örneği, dış ticarette liberalleşmenin tarihsel öğretileri”, Yapıt-Toplumsal Araştırmalar Dergisi, Sayı 6 (Ağustos-Eylül 1984), s. 53.
(5) Agm., s. 54.
(6) Heinrich Currow, “Trade Agreements and Imperial Expansion Policy (May 1910), Discovering Imperialism (Richard B. Day and Daniel Gaido9, Hay Market Books, 2012 içinde, s. 182-183.
(7) Oyan, agm, s. 57-8.
(8) Economic Update: A New Labor Movement Rising, https://roarmag.org (18 June 2019).
(2) “On the Question of Free Trade”, Marx-Engels Works 1888 (Engels’in giriş yazısı) https://www.marxists.org/…/…/works/1888/free-trade/index.htm.
(3) Agm.
(4) Oğuz Oyan, “XIX. Yüzyıl Avrupası ve Fransa örneği, dış ticarette liberalleşmenin tarihsel öğretileri”, Yapıt-Toplumsal Araştırmalar Dergisi, Sayı 6 (Ağustos-Eylül 1984), s. 53.
(5) Agm., s. 54.
(6) Heinrich Currow, “Trade Agreements and Imperial Expansion Policy (May 1910), Discovering Imperialism (Richard B. Day and Daniel Gaido9, Hay Market Books, 2012 içinde, s. 182-183.
(7) Oyan, agm, s. 57-8.
(8) Economic Update: A New Labor Movement Rising, https://roarmag.org (18 June 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder