PROVOKATİF
BİR SUİKASTTEN BÜYÜK BİR SAVAŞ ÇIKAR MI, NE YAPMALI?
Mustafa
Durmuş
6
Ocak 2020
Türkiye’de Meclis’in Libya’ya asker gönderme kararını
aldığı günlerde, ABD İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yi
Irak’ta öldürdü. Ardından da Üçüncü Dünya Savaşının fitilinin ateşlendiği
yönünde yorumlar yapılmaya başlandı.
Süleymani’nin geçmişte binlerce İranlı Kürt’ün
öldürülmesinden sorumlu bir ölüm makinası olduğu biliniyor. Ancak savaş hali
mevcut değilken, yerinin insansız hava aracıyla belirlenip, ardından bombardıman
ile öldürülmesi bir savaş suçu. Bu kışkırtıcı cinayet Trump yönetiminin de
(kendinden öncekiler gibi), burjuva demokrasisinin sınırlarını fazlasıyla
aşabilen terörist bir yönetim olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koyuyor.
GERGİNLİK
VE ÇATIŞMA YAYILACAK
Böyle bir saldırı bölgedeki çatışmaları, sürmekte olan
savaşları daha da büyütüp yeni bir büyük genel savaşın da kıvılcımı olabilecek
ciddiyette, bu nedenle de dünya halkları için endişe verici.
Çünkü bu kışkırtıcı cinayet ABD’nin İran ile bir
savaşı başlatmış olmasıyla sınırlı kalmayacak, ayrıca sadece İran’dakiler, Lübnan’dakiler
ya da Irak’takiler değil, bölgede yaşamakta olan milyonlarca Şii’nin karşı
eylemlerini kışkırtarak bölgedeki istikrarsızlığı daha da artıracak. Olaylar
kontrolden çıktığında ise savaşın yayılarak genel bir savaşa dönüşmesi işten
bile değil.
SAVAŞLAR
REFAH DEĞİL, FELAKET GETİRİYOR
Böyle bir savaşın neden olacağı insani kayıplar,
ölümler, sakatlıklar ve ekolojik tahribatın yanı sıra ekonomik zararları da çok
büyük olacak. Silah şirketleri başta olmak üzere savaş sanayi bu işten kârlı
çıksa da, ortaya çıkan genel toplumsal ve ekonomik zarar bunu misliyle aşacak.
Savaşın enflasyon, işsizlik ve yoksulluk artışı ve
yeni göç dalgaları biçimindeki etkilerinin yanı sıra, muhtemelen petrol
fiyatları 1973-74’dekine yakın bir oranda (tahminen iki- üç kat) artacak. Çünkü
dünya petrol sevkiyatının yüzde 20’sinin yapıldığı bir boğaz olan Hürmüz Boğazı
olası bir savaşta petrol sevkiyatına kapatılacak.
ABD
YENİ BİR SAVAŞI NEDEN KIŞKIRTIYOR?
İlk Irak işgalinden bu yana bölgedeki savaşların ABD
ekonomisine maliyetinin 5-7 trilyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor (1).
Buna rağmen ABD neden böyle bir savaşı kışkırtıyor, savaş istiyor?
Bu soruya kabaca; “yapı” ya da “özne”den yola
çıkılarak iki şekilde yanıt verilebilir. Bu da aslında olay ve olguları
açıklamada kullanılan iki farklı yaklaşım demektir.
Bunlardan yapıyı ya da sistemi esas alan ilk
yaklaşımda; savaşlar kapitalizmin ve
emperyalizmin (dolayısıyla da ABD emperyalizminin) kaçınılmaz sonuçları olarak
ele alınırken, özneyi ön plana çıkartan ikinci yaklaşımda savaşlarda daha çok
liderlerin, politikacıların davranışları, tutumları ve psikolojileri
önemseniyor.
Oysa hem yapı, hem de özne önemli. Bunlar birbirini dinamik evrimci bir
biçimde etkiliyor. Birey (ya da yönetim biçiminde kolektif özne) yapı-sistem tarafından
şekilleniyor, geliştiriliyor ya da kısıtlanıyor. Diğer taraftan kurumsal
yapılar tarihin geçmişteki insan öznesinin ürünleri ve onları günümüze
güncelleyerek taşıyorlar. (2)
Bu yüzden de analizlerde bunları karşı karşıya getirmek yerine birlikte ele
almak, yani sorumlu özneyi, sorumlu yapı-sistem ile birlikte değerlendirmek
gerekir. Aksi yapıldığında özne olarak kişi ya da yönetim suçlu gösterilirken,
kapitalizm-emperyalizm aklanıyor ya da kişinin sorumluluğu inkâr edilerek sorumluluk
bütünüyle sisteme yıkılıyor ve kişi-özne aklanıyor.
İşin gerçeği (her ne kadar ikincisi daha ziyade metafizik
bir yaklaşım olsa da), daha çok ilgi ve kabul görüyor. Zira sistemi sorgulamak
istemeyenler ya da savaşların sistem ile bağlarını kuramayanlar kolayca
özneleri sorumlu tutuyorlar.
SAVAŞLARI
MEGALOMAN LİDERLER Mİ ÇIKARTIR?
Bu yaklaşımın somut
bir örneğini “Neo-liberalizm Belası: Reagan’dan Trump’a ABD Ekonomi
Politikaları (The Scourge of Neoliberalism: US Economic Policy from Reagan to
Trump', Clarity Press, January 2020) adlı bu ay yayınlanmış olan kitabın yazarı
olan Amerikalı Jack Rasmus oluşturuyor.
Rasmus’a göre (3) savaşlar;
ideologlar ve/veya güçlü pervasız-sorumsuz liderlerin (çoğu zaman halkın
dikkatini artan ülke içi sorunlardan uzaklaştırmak için) yüksek riskli askeri
maceralara angaje olmalarından çıkar. Megalomanlıkları yüzünden çoğu zaman
düşmanca tavırlarının ne tür sonuçlara neden olabileceğini kestiremezler.
Rasmus aşağıdaki
tarihsel örnekleri bu savını desteklemek için gösteriyor (4):
▪ Avusturya
Arşidükünün suikast sonucunda öldürülmesine karşılık olarak 1914 yılında Almanya
Kayser’inin müttefikleri askeri olarak harekete geçirmesi;
▪ Hitler’in, İngiltere
ve Fransa’nın Polonya vakası karşısında (Çekoslovakya’da olduğu gibi) hiç bir
şey yapmayacaklarını varsayması;
▪ Japon Tojo’nun, ABD
donanmasının Pasifik gücünün Hawai’de yok edilmesi ve Filipinlerden
uzaklaştırılması halinde, ABD ile yapılacak bir savaşın kısa süreceğine
inanması;
▪ Güney Kore Devlet
Başkanı Syngman Rhee’nin 1950 Kore Savaşını başlatan Kuzey Kore işgali:
▪ Lyndon B.
Johnson’un, Kuzey Vietnam güçlerinin çatışmaya girmeyeceği öngörüsüyle Vietkong’u
yok etmek için Tonkin Körfezinde ve akabinde Vietnam’da çıkardığı askeri
gerginlik:
▪ Saddam Hüseyin’in
ABD’nin karşılık vermeyeceğine yönelik ABD’den aldığı sahte güvenceler sonucunda
Kuveyt’i işgal etmesi;
▪ Osama Bin Ladin ve
Taliban’ın 11 Eylül’den sonra ABD’nin harekete geçmeyip, işgale girişmeyeceği
öngörüsü;
▪ George W. Bush’un
ABD’li Yeni Muhafazakârların (neocon) “Irak’ın askeri olarak fethedilmesi
durumunda oradaki savaşın başlamadan sona erdirileceği” yönündeki düşünce ve
önerilerini benimsemesi;
▪ Son olarak, İran’ın
en kıdemli generalini öldürterek Trump’ın savaş provokasyonu yapması.
Kısaca ona göre, bütün
bu savaşlar, büyük çapta risk alan politik liderlerin yanlış hesapları, pervasızlıkları,
umursamazlıkları ve çoğu zaman savaşa yol açan dinamikler konusundaki kıt kavrayışlarının
sonucunda ortaya çıkıyor.
Savaşlar, askeri
maceralara atılmaktan çekinmemelerini, risk almalarını tavsiye ettikleri politik
liderlere akıl veren radikal ideologlar ve askeri olmayan entelektüeller ve
bürokratlar tarafından başlatılıyor. Politikacılarsa savaşı başlatan dinamikler
ve bir savaşın başlaması durumunda kolay kolay durdurulamayacağı gerçeği konusunda
miyoplar.
Diğer yandan, çatışmalar
bir süre sonra kontrolü mümkün olmayan kendi dinamiklerini devreye soktuğunda, umursamaz,
yüksek risk alan politikacılar savaşın gücü tarafından sürükleniyorlar yani
onlar savaşı değil, savaş onları kontrol ediyor. (5)
KOF FETİH HAYALLERİ
Benzer bir yaklaşımı Oya Baydar Libya’ya asker
gönderme konusu ile ilgili olarak sergiliyor (6):
“Suriye ya da Libya seferleri ve
iktidarda kaldıkça başka benzer seferler beka ile ve millî menfaatlerle
açıklansa da liderin hayalinde Osmanlı toprakları ve bu topraklar üzerinde
nüfuz sahibi olmak var. Günümüz dünyasında bu megalo hayallerin geçerliliği ve
sürdürülebilirliği yok, yarın ne olacağı, kof fetih hayalleri peşinde ülkemizin
neler yitireceği de ayrı bir konu”.
LİBYA
SEFERİ: BİR TAŞLA BİRDEN FAZLA KUŞ VURMAK
Kuşkusuz bunların dışında da
yazılar mevcut. Bunlardan biri de meseleyi neredeyse tüm yönleriyle ele alan
bir Baskın Oran yazısı. Baskın Hoca özetle Libya’ya asker gönderme nedenlerini
şöyle açıklıyor (7):
“Dünyadaki 7 askerî üssümüze bir Müslüman ülke daha
ekleyerek büyük devletliğimizi iyice tescil ettirmek. Mısır’da Müslüman
Kardeşler’imizi düşüren Sisi’yi sindirmek. Akdeniz’i aramızda taksim ederek
Libya’nın petrol ve doğalgaz zenginliğine vaziyet etmek. 1911’de İtalyanların
bağrımızdan söküp aldığı bu Libya’da (mesela, Fizan’da!) bayrağımızı tekrar
dalgalandırmak suretiyle yurdumuzda milliyetçi/ulusalcı desteğini sağlamak,
milli birlik ve beraberliğe taze kan vermek. Hatta müteahhitlerimizin içeride
kalmış toplam 25 milyar dolarını tahsil etmek”.
Bu çözümlemeler savaşların karar alıcıları, başlatıcıları
olan bireyler ya da öznelerin ortak karakterleri konusunda oldukça önemli
ipuçları veriyor. Dünya halklarının barış içinde bir arada yaşamaları için bu
tür öznelerden kurtulmanın haklı gerekçesini oluşturuyor.
SAVAŞLAR
KAPİTALİST-EMPERYALİST SİSTEMİN SONUCUDUR
Diğer yandan savaşlar (ya da ekonomik krizleri) sadece
öznelerin davranışları ya da ruh halleri üzerinden açıklamak yeterli olmaz,
hatta abartıldığında bu bizi yanlış sonuçlara da götürebilir.
Konuyu Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Felsefenin
ışığında ele alan “yapı ya da sistem yaklaşımına” göre, küresel militarizm ve emperyalizmdeki yükseliş
dünya liderlerinin kişilik bozukluklarına ya da hükümetlerin politika
değişikliklerine indirgenemez. Çünkü bu
gelişmeler anlık yönetim-hükümet politikaları olmaktan ziyade sürekli hale gelmiş
olan devlet politikalarıdır.
HÜKÜMET
DEĞİL, DEVLET POLİTİKASI
Örneğin Irak’ın işgali sırasında yaşananlar
emperyalist politikaların, ABD Hükümetinin değil, ABD devletinin bir stratejisi
ya da politikası olduğunu gösteriyordu. Çünkü ABD egemen sınıfları 200 yıldır
zamanlarının belli bir bölümünü tüm dünyada çıkarlarını en iyi koruyacak askeri
yöntemleri bulup uygulamaya ayırdılar.(8)
Nitekim Süleymani’nin öldürülmesine en çok alkış
tutanlar “şahin” olarak da adlandırılan üst düzey askeri yetkililer ve çok
sayıda senatör oldu. Bu kesimler ayrıca Trump’ın daha da ileri giderek
İran’daki tüm petrol rafinerilerini bombalamasını talep ettiler. (9)
Keza bu suikast ABD müesses nizamının sözcülerinden olan
Wall Street Journal tarafından da desteklendi, hatta Trump’tan Suriye’deki
İranlı milislerin de vurulması istendi. (10)
Kaldı ki ABD Savaş Yetkileri Yasası uyarınca, ABD
Kongresinin onayı olmadan Trump tek taraflı olarak İran ile savaşa giremez.
Bunu yapması durumunda, ABD Anayasasını çiğnemiş olur. Ancak, böyle bir savaşı
başlatabilmek için İran’ı ABD askeri güçlerine saldırması için provoke edebilir
ki bu durum aynı yasa çerçevesinde ona, istediği kadar güçlü karşı saldırıda
bulunmasına izin veriyor. (11)
KRALDAN
FAZLA KRALCI SAVAŞ KIŞKIRTICILARI
Benzer bir yaklaşımı bizim yandaş medyaız da
sergiledi. Yeni Şafak Gazetesinin yazarlarından Yusuf Kaplan, Süleymani’nin ABD
saldırısıyla öldürülmesini bir “oyun” ve “İran provokasyonu” olarak yorumlarken,
bölgeyi de asıl olarak ABD’nin değil İran’ın kana buladığını öne sürdü.(12)
Yeniden büyük bir savaşın hazırlığı yapılıyorsa tavır
ne olmalıdır? Kuşkusuz savaş kışkırtıcılığı yapmak değil, savaşa karşı çıkmak
gerekiyor. Bu konuda Birinci Dünya Savaşı sırasında sosyalistlerin kendi
aralarında yaşadıkları tartışma ve buna bağlı olarak da takındıkları tutum çok
öğretici olabilir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında savaşa taraf olan
ülkelerin sosyalistleri “bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganını esas aldıklarından
büyük çoğunlukla savaşa karşıydılar. Ancak bu ülkelerin sosyalist partilerinin
liderleri bu savaşta kendi devletlerini ve burjuvazilerini desteklediler.
Örneğin Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) savaşa
karşı çıkmadı. Çünkü önderlerinden olan Kautsky’e göre savaş ile kapitalizm
doğrudan ilişkilendirilebilecek şeyler değildi. Emperyalizm ise sadece bir güç
konusuydu ve asla ekonomik bir gereklilik değildi.
Yani Kautsky emperyalist savaşı, savaş baronlarının,
finansal manipülatörlerin ve politikacıların ele geçirdikleri bir güç olarak tanımlıyor
ve bunu işçi sınıfının sermayenin belli bir kesimi ile yapacağı ittifakın
bozabileceğini, böyle bir ittifakın dünyaya barışı getirebileceğini ileri
sürüyordu. (13)
Hem Lenin hem de Rosa Lüksemburg bu savı reddettiler
ve savaşa karşı çıktılar. Bu süreçte Lenin (1916 yılında) “Emperyalizm” adlı
kitabını yazdı. Burada Birinci Dünya Savaşının kaza ile ya da güç düşkünü politikacıların hırsları ya da
egemen sınıfların içindeki bazı sert unsurların tutumları yüzünden çıkmadığını,
tersine savaşın kapitalizmin küresel çaptaki geldiği noktanın kaçınılmaz bir
sonucu olduğunu ileri sürdü.
Rosa ise savaşı kapitalizmin içinde düştüğü kâr
realizasyonu sorununu aşmaya yarayan, yani burjuvazi için yeni sömürgeler
edinerek genişlemesine imkân veren bir çözüm olduğunu ileri sürerek
kapitalizmin sonunun barbarlık olacağına dikkat etti. Çıkış yolu olarak da
barbarlığa karşı sosyalizmi gösterdi.
Özcesi dünya halklarının egemen sınıfların çıkarlarına
hizmet eden ve barbarlığın önünü açacak olan savaşlara değil barışa ihtiyacı
var. Öte yandan kapitalizm ve emperyalizm var oldukça insanlık barışa da,
huzura da kavuşamayacak.
DİP
NOTLAR:
(1) Chris
Hedges, “War With Iran”, https://www.truthdig.com/articles/war-with-iran (3 January 2020).
(2) Nick
Johnson, “Structure, agency and the micro-macro divide”, https://peofdev.wordpress.com
(25 February 2019) .
(3) Jack
Rasmus, “Trump vs. Iran: Has the US
Crossed the Escalation to War Rubicon?” (3 January 2020). Yazıda sözü
edilen Rubicon, İtalya’nın Ravenna şehrinin güneyinde yer alan bir nehir. Roma
İmparatorluğu döneminde sembolik bir öneme sahipti. Savaştan dönen ordu için
sınır kabul edilen bu nehrin herhangi bir Roma ordusu tarafından aşılması
yasadışı kabul edilir ve bir iç savaş sebebi sayılırdı.
(4) Agm.
(5) Agm.
(6) https://t24.com.tr/yazarlar/oya-baydar/ulkemizi-megalomanik-hayallere-kurban-etmeyin
(3 Ocak 2020).
(7) Baskın
Oran, http://www.agos.com.tr/tr/yazi/23418/libyaya-nicin-ve-derhal-asker-gondermeliyiz
(2 Ocak 2020).
(8) Todd
Chretien, “What's the cause of endless wars?”, http://socialistworker.org (30
October 2014).
(9) Jake
Johnston, “‘World War III’ trends as Hawks rejoice at Trump decision to
assassinate Iranian military leader”, https://mronline.org
(4 January 2020).
(10)
“The Iranians Escalate in Baghdad”, https://www.wsj.com
(31 December 2019).
(11)
Rasmus,
agm.
(12)
https://gazetemanifesto.com/2020/yusuf-kaplan-bolgeyi-abd-israil-degil-iran-kana-buluyor
(6 Ocak 2020).
(13)
Chretien,
agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder