Kur artışı devlet borcunu katlıyor, ekonomik toparlanmayı önlüyor
Mustafa
Durmuş
26
Eylül 2020
Perşembe günü Merkez Bankası politika faizini 200
puan artırınca, dolar önce 7,70’den 7,55’e kadar geriledi, sonra hızla
toparladı ve aynı gün içinde 7,64’e kadar yükseldi. Dün de Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurumu yurtiçindeki bankaların yurtdışıyla yaptıkları dolar /TL
para takası işlemlere getirdiği sınırlamayı gevşetti, limitleri artırdı. Kararla
beraber dolar / TL kuru 7.62 seviyesinden 7.51 seviyesine kadar geriledi,
ardından tekrar yükselişe geçti ve dünü 7,66 civarında kapattı. Yani kur
geriletilemedi.
Biz bu filmi daha önce defalarca gördük. Bu müdahaleler
sadece büyük spekülatörlere yarıyor. Yani kur 7,70’in üzerinde iken doları
bozdurup ertesi gün kur 7,51’e düştüğünde tekrar döviz alan büyük çapta dolar
zenginlerinin serveti durduk yerde artıyor.
Spekülatörler servetlerini büyüttü
Elinde birkaç yüz, hatta birkaç bin dolar bulunduran
birinin bu faiz artırımından fayda sağlaması çok zor zira doların alım ve satım
fiyatları arasındaki fark zaten 15-20 kuruştan az değil. Yani bozdursa bile
ertesi gün düşük fiyattan tekrar alabilmesi neredeyse imkansız.
Bu yüzden de ancak bankalarda büyük çapta dolar
mevduatı olanlar ya da yastık altında büyük çapta doları olan spekülatörler kendilerine
sunulan “uygun” bir kurdan bozdurup, yine “uygun” bir kurdan yeniden dolar
alabilirdi, öyle de oldu.
Birçok iktisatçının benimsediği gibi, ben de bu tür
faiz operasyonları ve diğer müdahaleler için fazlasıyla geç kalındığı (hele ki
Moody’s ve Fitch gibi rating kuruluşlarının son raporlarından sonra), kuru
belli bir düzeyde tutma işinin iyice zorlaştığı görüşündeyim.
Dövize
olan talep düşmez
Yurttaşların dövizden çıkarak TL’ye dönmeleri için
onlara güven verecek tabiri caizse süper gelişmelerin olması gerekiyor. Kaldı
ki çok büyük miktarda kısa vadeli dış borcun varlığına karşılık Merkez Bankası
rezervlerinin erimiş olduğu gerçeği, döviz cinsinden büyük çapta borcu olan ve
bu ödemelerinin de vadesi gelen ya da yaklaşan şirketleri piyasadan döviz
toplamaya zorluyor.
Üstelik KGF aracılığıyla pompalanan kredileri alan
bir kısım insan ucuza aldığı kredileri döviz satın almada kullandı. TL
cinsinden mevduat faizlerinin son faiz artırımına rağmen resmi enflasyon
oranının altında kalması da dövize yönelimi artırıyor. Yani
dövize olan talebi artıran nedenler var. Bu da kurun daha da yükseleceğinin bir
kanıtı. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli oluyor. Kısaca tren kaçtı artık.
Salgınla mücadelede ve dış politikada olduğu gibi, ekonomide de, para
politikalarında siyasal iktidar sınıfta kaldı.
Dövizdeki bu tırmanışla ilgili söylenecekler bu
kadar mı? Yani kurdaki yükselişin enflasyonu tırmandırması, hayatı emekçiler
için daha da pahalı hale getirmesi, ithalat maliyetlerini, dolayısıyla da cari
açığı artırması, faiz oranlarında artışa neden olarak kredi maliyetlerini
yükseltmesi ve üretimi olumsuz etkilemesi, iflasları, işyeri kapanmalarını
hızlandırarak işsizliği daha da artırması dışında başka bir etkisi yok mudur?
Kurla
birlikte devlet borç stoku da artıyor
Elbette var? Bu yazımda kurdaki artışın çok da
konuşulmayan bir etkisinden söz edeceğim: Kur artışının devlet borç stokları ve
bunun üzerinden ekonomik büyüme üzerindeki etkisi (bir diğer etki ise bankalar
üzerindeki etki ve bunun olası bir bankacılık krizini tetiklemesi ki bunu daha
sonraki yazımda ele alacağım).
Kur artışı devlet borcunu kabaca iki yoldan etkiliyor:
Devletin döviz cinsinden olan dış borçlarının TL karşılığının miktarı artıyor.
İkinci olarak devletin iç borçlanması içinde döviz cinsinden borçlar ağırlıkta
ise bunlar da tıpkı dış borçta olduğu gibi, kur yükseldikçe TL karşılığı borcun
miktarı da artıyor.
Önce devlete ait dış borç stokuna bakalım. Hazine ve
Maliye Bakanlığı’nın sitesinde yer alan dış borç verileri en son 2020 yılının
ilk çeyreğini içeriyor. Yani Mart 2020 sonu itibarıyla borç stokundan söz
ediyoruz.
Buna göre ülkenin toplam (kamu + özel) 431 milyar
dolar dış borcu var. Bunun 253,5 milyar doları özel sektöre, 169,2 milyar
doları devlete ve 8,4 milyar doları Merkez Bankası’na ait.
Dış
borç 17 yılda 3,3 kat arttı
Dış borçlarla ilgili resmi verileri (1) kısaca
yorumlarsak; AKP’nin fiilen iktidar olduğu 2003 yılının ilk çeyreğinde toplam
dış borç kabaca 130 milyar dolardı. Yani dış borçlarımız son 17 yılda 3,3 kat
artmış.
İkinci olarak bu dış borçların içinde devlete ait
olanların payı 2003 yılının ilk çeyreğinde yüzde 50 idi. 2020 ilk çeyreğinde ise
bu yüzde 39,2 oldu. 2003 yılının meşhur 2001 krizi sırasında devletleştirilen
özel banka borçlarının yükünü taşıyan bir yıl olduğu hatırlanırsa, devletin dış
borçlar içindeki payının neden yüksek olduğu da anlaşılabilir. Nitekim sonraki
yıllarda (örneğin 2010’lu yıllarda) bu oran yüzde 30-31 civarına kadar geriledi.
Dış
borçlarda devletin payı giderek artıyor
Bu noktada ilk döviz krizinin yaşandığı 2018 yılına biraz
daha yakından bakmak yerinde olacak. Bu yılın ilk çeyreğinde 468 milyar
dolarlık bir dış borç stoku var. Ancak bu stokun 326 milyar doları (yüzde 70)
özel sektöre ve 141 milyar doları devlete ait (yüzde 30). 2019 yılının ilk
çeyreğine gelindiğinde özel sektörün dış borcu 296 milyar dolara gerilerken
(yüzde 66), devletin payı 147 milyar doların (yüzde 33) üzerine çıktı. Devletin
payındaki bu artış 2019 yılı ve 2020 yılında da devam etti ve 2020 yılının ilk
çeyreğinde özel sektörün payı 253 milyar dolara kadar düşerken, devletin dış
borcu 169 milyar doların üzerine çıktı.
Kısaca 2018 başında özel sektör dış borcu devlet dış borcunun 2,3 katı iken, bu yılın
ilk çeyreğinde 1,5 kata düştü. Bu, devletin dış borçlanma görev ve yükünü
giderek özel sektörden kendi üzerine aldığı anlamına geliyor. Yani devlet tüm
riskleriyle birlikte bazı özel şirketlerin dış borcunun giderek artan bir
kısmını kendi üzerine almış durumda.
Korkut Boratav Hocamız son yazılarından biririnde
bunu: “ batık döviz borçlusu şirketleri (borç / hisse takasları gibi yöntemlerle)
kurtarma operasyonları” olarak özetliyor. (2)
Kapitalist devletin Marksist yorumuna göre de durum çok
net: Büyük tekeller zora düştüğünde bu şirketlerin kurtarılması devletin
sınıfsal karakterinin bir gereğidir.(3)
Hazine
iç borçlanmayı neden döviz cinsinden yapıyor?
Devletin döviz borçlusu büyük şirketlere verdiği
destek Mart’tan sonra da sürmüş görünüyor. Bu kez mekanizma iç borçlanma
üzerinden işletiliyor. Normalde TL cinsinden iç borçlanma yapılırken, son
aylarda Hazine’nin döviz cinsinden yaptığı iç borçlanma ilk kez ağırlık kazandı.
BirGün Gazetesinden Ozan Gündoğdu’nun haberine göre
(ki veriler Hazine’nin son iç borçlanma verilerinden derlenmiş); bu Temmuz’da
ilk kez döviz borçlarının değeri lira borçlarının değerini geçti. Öyle ki Hazine
2 ayda günde ortalama 251 milyon dolar borçlandı. Bu ay itibariyle Hazine’nin
toplam 1,72 trilyon liralık bir iç borç stoku var. Bunun 829,2 milyar liralık
kısmı TL cinsinden borçlardan ve 891,9 milyar lirası döviz cinsinden iç
borçlardan oluşuyor. Ağustos ayında ise bu fark daha da açıldı. Toplam 1,81
trilyon liralık iç borç stokunun 824,3 milyar liralık kısmı TL cinsinden iç
borçlardan ve 986,1 milyar liralık kısmı döviz cinsinden iç borçlardan
oluşuyor.(4)
Şimdi akla şu soru geliyor: Döviz kurunun hızlı bir
yükselişte olduğu bir dönemde, Hazine’nin döviz cinsinden iç borçlanmaya
ağırlık vermesi, her kur artışında bu borçların TL karşılığını da artırarak
Hazineyi zora sokmaz mı?
Elbette sokar ve sokuyor da. Ancak yukarıda da
vurgulandığı gibi özel sektörün döviz ihtiyacı ancak bu yolla gideriliyor zira
bu dövizler hem Merkez Bankası, hem de kamu bankaları aracılığıyla özel sektöre
ve özel bankalara kredi olarak veriliyor. Bu da kuşkusuz Merkez Bankası’nı işlevsiz
bırakırken, devlet bankalarının ciddi görev zararlarıyla karşı karşıya
kalmasıyla sonuçlanıyor.
Koşar
adım ‘devlet mali krizi’ne doğru…
Kısaca, bir kez daha kriz zamanlarında büyük
şirketlerin ve sermaye gruplarının kurtarılmasına tanık oluyoruz. Ancak bunun
da ağır bir maliyeti var: Devlet maliyesinin bozulması. Bir süredir
dillendirdiğimiz devlet mali krizine adım adım yaklaşıyor olmamız.
Çünkü devlet mali krizinde ikinci perdenin devlet
borçlarının ödenemez noktaya gelecek şekilde artması olduğunu biliyoruz. Bu
durumun kaçınılmaz sonucu ise moratoryum, yani borçların ödenemeyeceğinin resmen
ilan edilmesi. Zira özellikle de döviz cinsinden borçlar arttığında bu
borçların değerini monetizasyonla, yani karşılıksız TL basarak, enflasyon yaratarak
düşürebilmek mümkün değil.
Peki, şu an o noktada mıyız? Değiliz, ancak koşar adım oraya doğru gidiyoruz. Şöyle ki az
önce de sözünü ettiğimiz Hazine’nin resmi verilerine göre, Ağustos ayında devlete
ait toplam borç stoku 1,81 trilyon lira. Bunun 824,3 milyar liralık kısmı TL
cinsinden ve 986,1 milyar liralık kısmı döviz cinsinden borçlardan oluşuyor.(5)
Devletin bir de 169,2 milyar dolarlık dış borcu var. Bu 7.60 kuru üzerinden 1,3
trilyon lira ediyor. Yani toplamda 3,1 trilyon liralık bir devlet borcu söz
konusu. Korkut Hoca bu yılın GSYH’sini (milli gelir) yaklaşık 661 milyar dolar, yani 5 trilyon lira
civarında hesaplıyor. Devlet borcu buna bölündüğünde yüzde 62 civarında bir
oran ortaya çıkıyor. Ancak bu hesaba bütçeye her yıl köprüler ve şehir hastaneleri
gibi dövizli kamu özel ortaklığı (KOİ) projelerinden gelen ödeme yükünü de kattığımızda
(6) bu oran yüzde 80’in üzerine çıkıyor.
Devlet
borcu arttıkça, ekonomik büyüme yavaşlıyor
Devlet borç stokunun bu denli büyümesi hem devlet
mali krizinin bir göstergesi, hem da bundan böyle ekonomik büyümenin de
yavaşlayacağının bir belirtisi. Bu aşamada, kamu borç stoku ile ekonomik büyüme
arasındaki ilişkisi konusunda bir çalışmaya, Reinhard ve Rogoff’un çalışmasına değinmekte
yarar var.
Bu iki ünlü iktisatçı 2010 yılında yaptıkları bir çalışma
sonucunda; devlet borcunun milli gelirin
yüzde 30’unun altında iken ekonomik büyüme hızının yüzde 4,1; yüzde 30-90
arasında iken yüzde 2,8 olduğunu, buna karşılık yüzde 90’ın üzerine çıktığında büyümenin
tersine döndüğünü ve binde - 0,1 olduğunu ortaya koydular.(7)
Bu yazarların çalışmasını 2013 yılında revize eden Herndon,
Ash ve Pollin de (20 gelişkin ülkede 1880-2011 arasında) kamu borcu düzeyi ile
ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi araştırdılar.
Bu iktisatçılar da (Reinhart ve Rogoff’un bulgularının
abartılı olduğunu ileri sürseler de), 1990-2009 yılları arasında devlet borcu/ milli
gelir oranı yüzde 60-90 arasında iken ekonomik büyüme oranının ortalama yüzde 2,5
olduğunu; bu oran yüzde 90 üzerinde olduğunda ise bunun yüzde 1,8’e düştüğünü
ortaya koydular. (8)
Türkiye’nin yüzde 90 sınırının altında olması ise bizi
yanıltmamalı zira bugün özel sektöre ait olan iç ve dış borçlar yarın devlet
borcuna dönüşebilir. Bu nedenle de bu rasyonun hesaplanmasında özel sektörden
gelebilecek borç yükünün de katılması daha doğrudur.
2001 krizi sonrasında 25 özel bankanın
devletleştirilerek borçların devlet borcu haline getirilmesi örneğinde olduğu
gibi, olası bir finansal kriz halinde böyle bir şeyin gerçekleşebileceğini ve borç
tehlike sınırının fazlasıyla aşılacağını söylemeye gerek yok. Çünkü tek başına
253,5 milyar dolarlık özel sektör dış borcu (yaklaşık 2 trilyon lira) milli
gelirin yüzde 40’ına denk düşüyor. Bu devlet borcuna eklendiğinde devlet borcu
/milli gelir rasyosu yüzde 110’u aşıyor.
“Bu
borçlar birgün gelip sizi bulacak”
Bu noktada OECD Genel Sekreteri A. Gurria’ya kulak
vermekte yarar var. Şöyle diyor Gurria: “Dünyadaki birçok ekonominin normale
dönmesi en az 2 yıl alacak. Bu geri dönüşü (onun deyimiyle uçağın havalanmasını)
zorlaştıran en önemli unsurlardan biri büyük çaptaki borç stokları. Çünkü
özellikle de Koronavirüs salgını sonrasında devletlerin özel sektöre verdiği
mali destekler borç stoklarının devasa biçimde artmasıyla sonuçlandı. Öyle ki
net devlet borç stokunun milli hasılaya oranı yüzde 69,4’ten yüzde 85,3’e
yükseldi. Dolayısıyla bu borçlar bir süre sonra gelip bizi bulacak. Bu durumda
hükümetler firmaları devletleştirecekler ve borçlarını üstlenecekler”. (9)
Kuşkusuz yukarıda sözü edilen akademik çalışmaların
sonuçlarını dikkatlice yorumlamak gerekir. Çünkü bu tür çalışmalar ülkelere ait
özgün faktörleri dikkate almazlar, oysa her bir ülkedeki özgün faktörler çoğu
kez belirleyici olurlar.
Sonuç
olarak
Eğer özel tasarruflar ekonomik büyümeyi fonlamak
için yeterli değilse, buna karşılık devlete ait (vergi biçimindeki) tasarruflar
da yüksek bütçe açığı ve yüksek devlet borcu yüzünden yeterince
oluşturulamıyorsa, üstelik mevcut tasarruflar devlet borcu ve bunların faizinin
ödenmesinde kullanılıyorsa, bu borçlar ne kadar yüksekse ekonomik büyüme de o
denli yavaş olacaktır. Ayrıca sağlık, eğitim, işsizlikle ve yoksullukla
mücadele için de bütçede geriye kaynak kalmayacaktır.
Keza Türkiye’de olduğu gibi, bu borçlanma dünyanın neredeyse
en yüksek faiz oranlarından yapılıyorsa ve alınan bu borçlar verimli-üretken
bir ekonomi yaratmaktan ziyade başka amaçlar için kullanılıyorsa, bu olumsuz etki
çok daha net bir biçimde kendini gösterecektir.
Bu nedenle; nasıl ki bir ekonomi (bizde
deneyimlendiği gibi), pompalanmış kredilerle, borçlarla sonsuza kadar büyütülemiyorsa,
yüksek devlet borcu da büyümeyi yavaşlatır, bir noktadan sonra ekonominin
küçülmesine neden olur.
Özcesi, böyle bir yüksek devlet borcuna neden olan
hem ekonomik etkenlerin, hem de politik etkenlerin neler olduğunu ortaya koymak
ve bunları bertaraf etmek gerekiyor. Bu da bilinçli bir sınıf mücadelesi ve bir
devrimci demokrasi savunusuyla mümkün olabilir.
Dip notlar:
(1) https://www.hmb.gov.tr/duyuru/31-mart-2020-tarihi-itibariyla-turkiye-brut-ve-net-dis-borc-stoku
(25 Eylül 2020).
(2) Korkut Boratav, “Dış borçlar ve kamu
sektörü”, https://sol.org.tr/yazar/dis-borclar-ve-kamu-sektoru
(18 Eylül 2020).
(3) Paramjit Singh and Balwinder Singh Tiwana,
“The state and accumulation under contemporary capitalism”, https://mronline.org (20 February
2019).
(4) Özan Gündoğdu, “Albayrak döviz borcunu çok
sevdi”, https://www.birgun.net/haber/albayrak-doviz-borcunu-cok-sevdi
(23 Eylül 2020).
(5) Hazine ve Maliye Bakanlığı, “31 Ağustos 2020
Tarihi İtibarıyla Merkezi Yönetim Brüt Borç Stoku”, https://www.hmb.gov.tr (25 Eylül 2020).
(6) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/buyuk-kamu-ozel-isbirligi-projelerinin-hazirlanmasinda-bir-defa-degil-bin-defa-dikkatli-olunmali
(27 Temmuz 2020).
(7) Carmen Reinhart ve Kenneth Rogoff , “A Decade of Debt”. CEPR
Discussion Papers 8310, C.E.P.R.
Discussion Papers; Reinhart, C. M. and Rogo , K. S. (2010a); Carmen
Reinhart ve Kenneth Rogoff “Growth in a
Time of Debt”, American Economic Review:
Papers & Proceedings,100.(2010b).
(8) Thomas Herndon_ Michael Ash Robert
Pollin, “Does High Public Debt Consistently
Stifle Economic Growth? A Critique of Reinhart and Rogo”, https://ideas.repec.org
(15April 2013).
(9) Martin Arnold, “Pandemic stimulus debt will
‘come back to haunt us’, warns OECD”, https://www.ft.com
(13 April).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder