Cari
açığa dayalı büyümeye devam
/ Portföy yatırımları paradoksu
(2)
Mustafa
Durmuş
16
Mayıs 2021
Bir önceki yazımızda AKP
iktidarlarının yüksek cari açıkla ekonomiyi büyütme stratejisini
benimsediklerini, ancak bu yolun sürdürülemez bir yol olduğunu vurgulamış ve böyle
bir cari açığı kapatma yollarından biri olan doğrudan yabancı yatırımlarında son
yıllarda görülen keskin düşüşü ele almıştık.
Bu bölümde cari açığı
kapatmanın bir diğer yolu olan portföy yatırımlarından, yani borsaya ve Hazine
bono ve tahvillerine gelen yabancı sermayeden söz edeceğiz. Bu nedenle de geçen
yılın ilk çeyreği ile (Ocak-Şubat-Mart) bu yılın ilk çeyreğini kıyaslamalı
olarak gösteren aşağıdaki tabloyu, Merkez Bankası verilerinden yola çıkarak,
hazırladık.
Portföy
yatırımları istikrarsız bir seyir izliyor
Öncelikle, son 20 yıldır yükselen ekonomilerin
küresel piyasalarla sağladıkları tam bütünleşmenin sonucunda dalgalı kur
rejimlerine geçişleriyle birlikte, dünya çapında uluslararası sermaye hareketleri
ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar daha da arttı, daha da kalıcı oldu. Böyle
olunca döviz kurlarının ekonomilerin finansal kırılganlıkları üzerindeki rolü de
arttı.
Dalgalı döviz kurları
ülkelerin çoğunda cari açığı kapatma ve milli hasılayı istikrara kavuşturma
konularında (genelde) yardımcı olurken, (paradoksal bir biçimde) belirsizlikler
ve ekonomi yönetimine ve merkez bankalarına olan güvensizlik döviz kurlarının şok artırıcı bir rol
oynamasına neden oldu. (1)
Covid-19’un hemen
öncesinde ise, başta Fed gibi merkez bankalarının izledikleri faiz
politikaları, küresel ticaret savaşları, jeopolitik riskler ve yatırımların
gittiği ülkelerde uygulanan yanlış para politikalarının yol açtığı finansal
istikrarsızlıklar yüzünden küresel portföy yatırımları akımı istikrarsız bir görünüm
arz ediyordu. Bu durum Covid-19 Salgını ile birlikte daha da arttı ve bu
yatırımlarda ciddi dalgalanmalar meydana geldi.
Bu dalgalanmalar birçok yükselen ve az gelişmiş ekonomiden sermaye çıkışlarını hızlandırdı, döviz kurlarını yükseltti. Bu durum fonlama maliyetlerini artırdı, yabancı finans kaynaklarına erişimi zorlaştırdı. Hatta bu gelişmeler Japonya ve bazı Avrupa ekonomilerinde dahi görüldü.(2)
Böylece, Salgının
derinleştirdiği ekonomik kriz ve artan işsizlikle birlikte portföy
yatırımlarındaki bu dalgalanmalar, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu azgelişmiş
ve yükselen ekonomilerdeki ödemeler bilançosu krizlerini açıklamak için ortaya
atılmış yaklaşımlardan biri olan “Ani
duruş (Sudden Stop) yaklaşımını tekrar gündeme taşıdı.
Ödemeler
bilançosu krizine ‘ani duruş’ yaklaşımı
Bu yaklaşım ortaya
çıkan ödemeler bilançosu krizlerini (ÖBK) ya da döviz krizlerini, ülkeye gelen yabancı
sermaye akımlarının ani duruşu ve ardından da hızlı bir şekilde ülkeden kaçışı
ile açıklıyor. Sermaye hareketlerindeki bu ciddi dalgalanmalar da ülkeyi
ithalat- ihracat dengesini (dış dengeyi) restore etmek zorunda bırakıyor.(3)
Yüksek düzeyde cari
açık veren bir ekonominin bu duruma düşmesinin nedeni ise yerli tasarruflarının
yapılan yatırımları karşılayacak düzeyde olmaması, yani tasarruf yetersizliği.
Ekonomi buna rağmen büyütülmek istendiğinde kaçınılmaz olarak yabancı kaynağa
başvuruluyor.
Çünkü bu durumdaki
ülkelerde üretim ve ihracat, başta enerji, hammadde, ara malı ve yatırım mallarında
olmak üzere, önemli ölçüde ithalata, dolayısıyla da dövize bağımlı. İthalatı
karşılayacak kadar ihracat geliri ve yeterli turizm geliri gibi gelirleri de
olmayınca dış denge (cari hesap) kaçınılmaz olarak açık veriyor.
Kısaca cari açık, hem
uzun dönemli faktörlerce (toplam tasarrufları etkileyen gelir dağılımı
eşitsizlikleri ve demografik değişiklikler gibi), hem de yatırımları etkileyen
döngüsel faktörlerce (durgunluk gibi) belirlenen bir makroekonomik olgu olarak
karşımıza çıkıyor.
Yol
ayrımı
Böylece, cari açığını
kapatmak için ülke ya yerli tasarruf oranını artırmak (ki kısa zamanda bu çok
zor), ya da yatırımları azaltmak veya her ikisini birden yapmak zorunda. Ayrıca
iç talebi de düşürmek durumunda. Bu yol resesyon ve işsizlik gibi sorunlara
neden olur. Kâr çıkarımını esas alan bir ekonomik düzende bunu sağlamaya dönük
ekonomik büyümeden vazgeçilmesi kapitalizmin doğasına ters bir durum olduğundan,
genelde bu yola başvurulmaz.
Diğer yol; cari açık vermek,
ancak bu açığı bir diğer dış denge hesabı olan finans hesabı aracılığıyla
kapatmaktır. Bu durumda ülke yatırımlarını gerçekleştirebilmek için dışarıdan
kaynak bulmak zorundadır. Ülkenin bu talebi uluslararası sermaye hareketlerinin
hedefleriyle de uyumludur. Zira böyle bir sermaye ihracı tarihsel olarak, gelişkin
ekonomilerdeki azalan kâr oranlarını yükseltmenin bir yöntemidir.
Kısaca, hem sermayeyi
davet eden ülkedeki egemen sermaye gruplarının, hem de bu sermayeyi
gönderenlerin çıkarları örtüşmekte (bu akımlarda ciddi dalgalanmalar olmadığı
sürece), sermayenin geldiği ülkede ekonomi ve kârlar büyümekte, çıktığı
ülkelerdeki azalan kâr oranları da tekrar yükseltilebilmektedir.
Normal koşullarda bir ülke,
yabancı sermayeye diğer ülkelere göre daha yüksek faiz ve yüksek getiri
sunuyorsa ve risk primi de yüksek değilse (ülke riskli bir ülke değilse) yabancı
sermaye bu ülkeye yönelir. Ancak bu akışın garantisi yoktur. Daha önce de
vurgulandığı gibi Fed’in faiz politikası başta olmak üzere, birçok faktörden
etkilenen bu akımların ülkeye gelişi durduğunda (ani duruş) ve/veya bunlar
hızla ülkeyi terk etmeye başladığında ülke için tehlike çanları çalmaya başlar.
Temerrüt
riski portföy yatırımlarını durduruyor
Bir önceki yazımızda Türkiye’de
finans hesabının önemli kalemlerinden biri olan doğrudan yabancı sermaye
akımlarının yıllık 8 milyar doların altına kadar düştüğünü belirtmiştik. Bu tür
sermaye hemen ülkeyi terk edemez, ancak portföy yatırımları için aynı şey
söylenemez zira bunlar hem ani duruşa, hem de hızlı kaçışa en uygun sermaye
hareketleridir.
Ödemeler bilançosu (döviz)
krizine neden olan böyle bir ani duruşun nedeni kabaca bu kaynakları
yönlendiren uluslararası fonların ülkenin temerrüde düşebileceği konusundaki
endişeleridir. Yani bu fonlar, söz konusu ülkenin borcunu zamanında ve eksiksiz
olarak geri ödeyemeyeceğini gördüklerinde endişeye kapılıp yatırım yapmayı
durdururlar.
Bu endişeler henüz ciddi
boyutlara ulaşmadığında, yani küçük düzeyde iken bu durum sadece ülkenin risk
primine (CDS) yansır ve bu prim giderek artar. Endişeler akut bir hal aldığında
ise risk primi füze hızıyla yükselir ve sonuç olarak finansman akışı durur (Türkiye’nin
şu anda CDS’i 400’e yakın).
Ani duruştan daha
tehlikelisi ise ülkeden sermaye kaçışlarıdır. Bunun nedeni ise ülkenin
siyasetine ve ekonomisine olan güvenin iyice yitirilmesidir. Güven yitimi söz
konusu olduğunda ülkeye gelen yabancı sermaye bir anda (yerlileri de yanına
alarak) ülkeden kaçan sermayeye dönüşür.
Yabancı
sermaye neden durur, neden kaçar?
Ani duruş yaklaşımına
göre, ani duruşun ve sermaye çıkışlarının belli başlı nedenleri şöyle
sıralanabilir (4):
•Sermaye akımlarının tam
olarak serbest bırakılması. Böyle bir serbestleştirilme (yani sermaye giriş ve
çıkışlarının her hangi bir biçimde kısıtlanmaması, denetlenmemesi) fonların her
iki yönde hareketini kolaylaştırır. Bilindiği gibi Türkiye AKP iktidarları
döneminde uluslararası sermaye hareketleri üzerindeki tüm kısıtları kaldırdı.
•Portföy yatırımları biçimindeki
sermaye hareketleri (kısa vadeli ve spekülatif özelliklerinden ötürü), yerli ortaklığa
gelen sermaye yatırımlarına ya da doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına göre çok
daha hassastır, ani duruşa ve sermaye çıkışlarına çok daha hazırdır.
•Ülkenin dış ticarete
konu edilen mallarının üretildiği sektör kapsam itibariyle küçükse, yabancı
kaynak girişi azaldığında bu ülkeler hem emeği, hem de diğer üretim
faktörlerini diğer sektörlerden hızlıca alarak ihracat sektörüne kaydıramazlar.
Yani ihracat artışıyla bir telafi söz konusu olmaz.
•Küresel risklerdeki
artışlar ve çeşitli nedenlerden dolayı uluslararası sermayenin tersine risk
alma ya da riskten kaçış davranışına yönelmesi ülkenin risk primini yükseltir,
dolayısıyla da ani duruşu tetikler.
Ani
duruşun ve hızlı kaçışın etkileri
Ani duruşların sadece
ulusal paranın değerini düşürmek, varlık fiyatlarının çakılmasına neden olmak
gibi finansal etkileri değil, aynı zamanda resesyon, işsizlik artışı gibi reel
etkileri de söz konusudur.
Bu bağlamda, sermaye
akımlarının bütünüyle serbestleştirilmesinin, denetlenmemesinin yol açtığı
tehlikeleri anlatan bir IMF çalışmasının bulguları oldukça önemli.
Neo-liberal dönemin çok
büyük bir kısmında bu akımların serbestçe dolaşmasının azgelişmiş ülke ekonomilerine
sayısız faydalar sağladığını anlatan IMF’nin bu kez bu yatırımların risklerine
dikkat çekmeye başlaması ise son derece ilginç.
Bu çalışmaya göre (5); uluslararası
sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi (sermaye giriş ve çıkışları
üzerindeki kısıtlamaların tamamıyla kaldırılması) yabancı sermayeye bağımlı ve
ani duruş ve sermaye çıkışlarına karşı kırılgan ekonomilerdeki milli hâsıla
üzerinde çok sınırlı bir olumlu etki (ekonomiyi büyütme yönlü) sağlarken, gelir
dağılımı adaletsizliğini artırıyor ve emek gelirlerinin milli gelir içindeki
payını azaltıyor.
Ufukta
bir ödemeler dengesi krizi mi var?
Aslında iktisat literatüründe ulusal ekonomilerin
kontrolsüz olarak uluslararası sermaye akılarına açık bırakılmasının finansal
krizlere ve yaygın ‘boom ve bust’lara (canlılık ve çöküş) neden olduğunu ortaya
koyan sayısız akademik çalışma var. Bunların bazılarına bakmak bile ülke
ekonomisinin ne tür bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu anlatmaya yeterli
olur.
Özetle, bu yılın ilk üç
ayında da devam etmekte olan cari açığın finansmanı konusundaki gelişmeler Türkiye
ekonomisinin (en iyimser yaklaşımda dahi) önümüzdeki süreçte bu akımlardaki
dalgalanmalar yüzünden ciddi bir istikrarsızlığın içine düşebileceğine, hatta
bir ödemeler dengesi krizinin patlak verebileceğine işaret ediyor. Zira Ocak ve
Şubat aylarında özellikle de portföy yatırımları biçiminde ülkeye ciddi
girişler söz konusu iken, Mart ayında ciddi boyutlarda çıkışların olduğu
görülüyor.
Bu yılın Nisan ayında 80
milyon dolar gibi küçük bir alımla yabancılar net alıcı konumuna geçse de,
yabancı yatırımcıların yılın bu ilk üç ayında borsada 1,9 milyar dolarlık satış
yaparak çıkması son derece düşündürücü.(6)
Üstelik bu çıkışlar
borsa ile sınırlı değil. Geçen yılı dolar bazında yüzde 6 kâr azalması ile
(2017 yılına göre 5 milyar dolar daha az kâr ) kapatan bankaların (7) yurt
dışında esas olarak mevduat tutma biçiminde 8,5 milyar doları aşan bir parayı
dışarı çıkartmış olmaları (geçen yıla göre 5,5 kat artış) sadece düşündürücü
değil, endişe verici de olmalı.
Sonraki yazı: Cari açık ve artan dış borç stokları
Dip
notlar:
(1)
Bank For International Settlements,
“Capital flows, exchange rates and monetary policy frameworks in Latin American
and other economies”, https://www.bis.org (15 April 2021).
(2)
https://blogs.imf.org/global-policy-responses-to-capital-flow-volatility
(23 December 2020).
(3)
Stephen Cecchetti, Kim Schoenholtz, “Sudden
stops: A primer on balance-of-payments crises”, https://voxeu.org/content/sudden-stops-primer-balance-payments-crises
(9 July 2018).
(4)
Agm.
(5)
IMF, The Aggregate and Distributional Effects of Financial Globalization:
Evidence from Macro and Sectoral Data, WP/18/83, https://www.imf.org
(6 April 2018).
(6)
https://www.dunya.com/finans/haberler/borsa/ilk-ceyrekte-satan-yabanci-ikinci-ceyrege-alimla-girdi-haberi
(10 Mayıs 2021).
(7)
Türkiye Bankalar Birliği, Bankalarımız 2020, No.339 (Mayıs 2021),
s.44.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder