Salgında
1 Mayıs: Rüyayı gerçeğe dönüştürmek hala
mümkün!
Mustafa
Durmuş
2
Mayıs 2021
1 Mayıs Dünya işçi sınıfının “dayanışma ve mücadele günü” olarak 130 yılı aşkın bir süredir tüm dünyada kutlanıyor. Geçen yıl kutlamalar Covid-19 Salgını gerekçe gösterilerek Türkiye’de yasaklanmıştı. Bu yıl da aynı gerekçeyle, 1 Mayıs günü “tam kapanma” yasaklarına denk getirilerek bir kez daha yasaklandı.
Aslında traji-komik bir durum söz konusu. Çünkü 17
gün sürecek olan kapanma sırasında işçilerin en az yüzde 60’ı çalışmaya devam
edecek, yani kapitalizmin kâr çarkları dönmeyi sürdürecek. Buna karşılık işyerindeki
yetersiz önlemler yüzünden ciddi riskler altında patronlar için kâr yaratmayı
sürdürecek olan işçiler yasaklar yüzünden meydanlara çıkamayacak, yılda bir gün olan bayramlarını
kutlayamayacak.
Üstelik de iktidar partisi kongrelerinin lebaleb
doldurulduğu, vefat eden cemaat liderlerine kalabalık cenaze törenlerinin
yapıldığı, turizm beldelerinin yerli ve yabancı turistle doldurulduğu bir anda
işçilere, yasalarla güvence altına alınmış olan haklarına rağmen, Salgın
gerekçe gösterilerek izin verilmiyor.
Salgın bir işçi sınıfı sorunu
Son iki yıldır 1 Mayıs çok farklı bir tarihsel ana
denk düştü. Öyle ki Salgının üzerinden geçen bir yıl Salgının aslında bir işçi
sınıfı sorunu olduğunu ortaya koydu.
Bu durum kendini, işçilerin Salgında yeterli
güvenlik önlemi alınmadan çalıştırılmaya devam ettirilmesinde olduğu gibi,
Salgından en çok hastalanan ve ölenlerin işçi sınıfının üyeleri olması, Salgının
neden olduğu ekonomik yıkımdan en fazla zarar
görenlerin, en fazla işsiz kalanların ve en fazla yoksullaşanların açlık
sorunuyla yüz yüze olanların da işçiler olduğu gerçeğinde kendini
gösteriyor.
Ayrıca Salgın egemen sınıfların sorunu olmadığından,
egemen sınıflar ve onların sözcüleri konumundaki iktidarlar işçileri korumak için önlem almaya
yanaşmadıkları gibi, kamu bütçesini büyük sermayeye destek vermek için
kullanıyorlar.
Sayıları 50’yi ancak bulan; kamu özel işbirliği
projeleri altında yapılan Şehir Hastanesi,
köprü ve hava limanı müteahhitlerine, enerji şirketinin patronlarına bu
süreçte 54 milyar 600 milyon liralık kaynak aktarılırken (1), bu 17 günlük
kapanma sırasında işçiler çalıştırılmaya devam ettirildikleri gibi, evlerine
tıkılan milyonlarca yevmiyeli çalışana, küçük esnafa, gence, her hangi bir
destek verilmiyor.
Devlet
bütçesinden halka sadece yüzde 1,9’luk pay
Bu tutum uluslararası örgütlerin raporlarında Türkiye’nin
milli gelirinin sadece yüzde 1,9’u oranında bir destekle, dünyada halkına Salgın sırasında en az destek
veren ülkeler arasında yer alan bir ülke olarak kaydedilmesiyle sonuçlandı. (2)
Üstelik de ülkede bu yıl bütçe açığının sadece yüzde
3,5 ve devlet borcunun yüzde 40,6 olmasının beklenmesine (3), yani dünyanın pek
çok ülkesine göre kamu maliyesi açısından daha iyi durumda olmasına rağmen
siyasal iktidar bu tercihi yapmadı, yapmıyor.
Emeklilere yılda iki kere verdiği bayram
ikramiyesini ise sadece 100 lira artırarak 1,100 liraya çıkartıyor. Keza yoksul
ailelere sadece bir kereliğine verdiği yardımı da 100 lira artırarak 1,100 lira
yapma sözü veriyor.
Oysa işçi
sınıfı bu düzenin belkemiği. Öyle ki bu Salgın işçiler olmaksızın hayatın
sürdürülmesinin mümkün olamayacağını gösterdi. Bu dönemde büyük patronlar, üst
düzey yöneticiler evlerinde, malikanelerinde dinlenirken, işçiler çalışmak zorunda
bırakıldılar. Yani sermaye kesiminin toplumun ayakta kalabilmesi için gerekli
olan mal ve hizmet üretiminde gerçekte hiçbir rollerinin olmadığı ortaya çıktı.
Salgının
hatırlattığı işçi sınıfı gerçeği
Öncelikle, Salgın dünya işçi sınıfının ve emekçi
halklarının gerçek dostlarının, sadece onların sınıf kardeşleri ve dünyanın
halkları olduğunu gösterdi. Zira bu salgında burjuvazi ve onun kontrolündeki
devletler işçi sınıfının karşılaştığı sıkıntıları çözmek yerine büyük
patronları kurtarmanın, hatta onları daha da zengin etmenin derdine düştü.
Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede dahi geçen yıl 26 dolar milyarderinin
servetlerini 15 milyar dolar daha artırmaları (4) ya da İstanbul havalimanı
işletmesinin 2020 yılına ait kira borcunun silinmesi (5) başka ne anlama
gelebilir?
Alternatif
dayanışma ağları büyüyor
Buna karşılık dünyada halkın kendi içinde sosyal dayanışma
ağları kurulup geliştiriliyor. Bizim gibi, giderek otoriterleşen yönetimlerde
belediyelerin dahi gıda, maske ya da diğer hijyen malzemesi dağıtımı fiilen
önlenirken, dünyanın başka ülkelerinde topluluk
meclisleri, kooperatifler ve komünler aracılığıyla hem salgın ile başarıyla
mücadele ediliyor, hem de halkın bu sırada duyduğu gıda, içecek, ilaç, sağlık hizmeti
gibi zaruri ihtiyaçlar etkin bir şekilde halka sunulabiliyor. Çin, Venezüella
ve Hindistan’ın Kerela Bölgesindeki bu tür örgütlenmeler (6) başarılı Salgın
yönetimi uygulamaları olarak tarihe geçtiler bile.
İkinci olarak, işçi sınıfı olmadan yaşamın da olmadığı,
dünyanın da dönmediği ortaya çıktı. Salgınının zirve yaptığı hem geçen yıl, hem
de bu yılki dönemlerde dahi işçilerin çalıştırılmaları, başta Emek-Değer Yasası
ve Sermaye Birikimi Yasası olmak üzere Marksist Ekonomi Politik Yasalarının
hala geçerli olduğunun ve bu yasaları ortaya çıkartan Marx’ın bir kez daha
haklı çıktığının bir kanıtı.
İşçiler durursa hayat durur
Bu yasalar, kapitalist sistemde üretimin, doğrudan
insan ihtiyaçlarını karşılamak yerine, (asıl olarak) sermaye birikimi ve kâr
yaratılması için yapıldığını, sermaye birikiminin kaynağında kârın olduğunu ve
onun da temelinde artı değer sömürüsünün bulunduğunu, ortaya çıkan değerin onun için harcanan
toplumsal emek tarafından yaratıldığını, bu nedenle de bu emeğin sahibi işçi
sınıfının toplumun en temel unsuru ve dönüştürücü öznesi olduğunu bilimsel
olarak kanıtlayan yasalar.
Marx’ın bundan 153 yıl önce dediği gibi (7): “Bırakın bir
yılı, birkaç hafta süresince çalışmayan bir ulusun yok olacağını çocuklar dahi biliyor. Yine her çocuk farklı ihtiyaçları
karşılamak üzere üretilmiş bulunan ürünlerin farklı miktarda toplumsal emeği
gerektirdiğini anlıyor. Bilim ise değer yasasının tam olarak geçerliliğini ortaya
koyuyor”.
Üçüncü olarak, Salgına rağmen çalıştırılmaya devam
eden işçilerin yanı sıra, sağlık emekçilerinin,
gıda üreten işçilerin, hijyen-temizlik işçilerinin, süpermarket işçilerinin,
fırın işçilerinin, tarım işçilerinin, kamyon ve otobüs şoförlerinin, eczane
çalışanlarının, evlerimize fedakarca gıda vb getiren kuryelerin ve dağıtım
işçilerinin canları pahasına bu işlevleri yerine getirmelerinden, toplumsal
yeniden üretimin asıl sağlayıcısının işçi sınıfının bu kesimi olduğunu daha iyi
anladık.
Dünyayı
kadın emeği döndürüyor
Dördüncü olarak, kapitalizmin, sermayenin yeniden
üretimi olduğu kadar, yaşamın yeniden üretiminin de kadınlar tarafından
gerçekleştirildiği bu Salgınla çok daha net bir biçimde ortaya çıktı. Dışarıda
çalıştığı kadar, Salgın yüzünden evde çalışma sırasında da evin işlerinin büyük
ölçüde kadınların üzerine yıkıldığı görüldü. Yani dünyayı aslında kadın
emeğinin döndürdüğü tezi haklı çıktı.
İnsan yavrusunu yetiştiren, evi çekip çeviren, evdeki
hastaya, yaşlıya, çocuğa, engelliye bakan kadınların bu Salgından en fazla
etkilenen kesim olduğu açık. Ayrıca Salgında ilk işten çıkartılanlar, gündelikçi
işlerini kaybedenler, istihdamdan en fazla çekilenler de kadınlar oldu. Bu nedenle
de artık Covid-19’un neden olduğu resesyon yerine, bu krizin kadın işçiler
üzerindeki tahribatını daha iyi anlattığı gerekçesiyle “she-cession” terimi (8) kullanılmaya başladı.
Sonuç olarak, bu Salgın ücretli, ücretsiz, kayıtlı,
kayıt dışı, erkek, kadın olmak üzere; sağlık kurumlarında, hastanelerde, okullarda, alt yapı işlerinde,
evlerde, AVM’lerde, bankalarda, tarımda ya da sanayi üretiminde, fabrikalarda, kısaca hayatın her alanında
çalışan işçi sınıfının hayatın merkezinde olduğunu gösterdi.
Bugün
işçi sınıfı hamlamış bir maraton koşucusu gibi
“Bu kadar büyük bir öneme sahip olmasına rağmen işçi
sınıfı neden sahnede yok” sorusu yanıtlanması gereken ama yanıtı kolayca
verilemeyecek de bir soru. Bunun ekonomik, politik, kültürel, tarihsel, ideolojik
nedenleri var.
Ancak bu durum sınıfın sahneye bir daha çıkmayacağı
anlamına gelmiyor. Bugün işçi sınıfı hamlamış bir maraton koşucusu gibi. Uzun
zamandır antrenman yapmadığı için koşmakta zorlanıyor olabilir, ama nesnel koşullar
onu pistlere tekrar çıkartacak gibi görünüyor.
Aslında 1 Mayıs 1886 tarihi de bunun bir kanıtı
değil mi? Çok kötü çalışma koşullarına, uzun saat çalıştırılmaya karşı ölümü
göze alarak 8 saatlik işgünü için greve, direnişe giden işçiler bu sınıfın ataları,
anaları değil mi? Kısaca sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele ve
direniş ruhu dünya işçi sınıfını terk etmiş değil.
Salgında
işçi eylemleri
Nitekim geçen yıl dünyada, başta ABD ve Hindistan’da
olmak üzere, çok sayıda işçi ve çiftçi eylemi, grev ve boykot yaşandı. Hatta bu
sadece işçilerin grevleriyle sınırlı kalmadı, başta ezilen etnik kimlikler,
kadınlar olmak üzere toplumun diğer kesimlerinin mücadeleleri gündemi uzunca
bir süre meşgul etti.
Örneğin ABD’de Salgın sırasında grevlerde bir
patlama yaşandı. Bunlar kira grevleri, cezaevlerindeki açlık grevleri,
üniversite öğrencilerinin boykotları ve işçilerin grevleri biçiminde kendini
gösterdi. Yürüyüşler, iş bırakmalar, kira ödemelerinin reddedilmesi,
alışverişlerin durdurulması gibi ortak eylemler zoom gibi uygulamalar üzerinden
örgütlenerek yapıldı.
Bu grevlerin temel nedeni yüksek işsizlik, artan
yoksullaşma ve artan sosyal adaletsizlikler, Salgına karşı yeterli önlemlerin
alınmaması, işçilerin riskli koşullarda çalıştırılmaları karşısında ek ücret taleplerinin
yerine getirilmemesi, devletler tarafından yeterli Salgın desteğinin
sağlanmaması gibi son derece haklı nedenlerdi.
“Haksızlıklara
, adaletsizliklere karşı isyanın kendi bir zaferdir”
Geçen yıl 1 Mayıs’ta Amazon, Instacart, Target,
Walmart ve Whole Foods işçileri ABD’de ülke çapında greve giderken, Siyahilerin
sokak direnişleri uzun bir süre devam etti.
Türkiye’de Salgın sırasında kargo işçileri, sağlık
çalışanları ve eğitim emekçileri, fabrika işçileri eylemler yaptılar. Bunun
yanı sıra işten çıkarma serbestliğine karşı: Migros Depo, Sinbo, Baldur,
Döhler, Ekmekçioğlu, PTT, TÜVTÜRK, Yasin Kaplan Halı ve Güven Boya, Mapfre
Sigorta Tur Assist, Bayrampaşa Belediyesi, SML Etiket, Cargill, Uzel, CPS
Otomotiv Tekstil ve Bel Karper olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında süren
tüm işçi direnişleri Kod-29 gibi 170 bin civarında işçinin atılmasına neden
olan uygulamalara ve diğer emek karşıtı politikalara karşı mücadele ediyorlar.
(9)
Yani ABD’li “halkların tarihçisi” H. Zinn’inde dediği
gibi (10): “ Gelecek, bugünlerin sonsuz halefi ve bugün insanlığın yaşaması
gerektiğini düşündüğümüz gibi yaşaması için, çevremizde kötü olan her şeye
başkaldırmanın kendisi fevkalade bir zafer.”
Kısaca, bugün dünya işçi sınıfı 19’uncu
yüzyıldakinden daha güçsüz değil. Sayı olarak 3,5 milyara dayanıyor. Ayrıca kapitalizmin
bugünkü gelişim çizgisi orta sınıfları da erittiğinden sınıfın sayısal gücü daha
da artıyor. Üstelik bu kez sınıf kapitalist toplumun diğer ezilenleri olan
ötekileştirilmiş etnik kimlikler, kadınlar, ekolojistler, gençler ve göçmen ve
mültecilerle çok daha güçlü bir konumda.
İşçi sınıfının bu sayısal gücünün politik arenaya yeterince
yansımamasının asıl nedeni ise; hala kendisi için bir sınıf olduğunun, yani
kendi sınıfsal çıkarlarının tam olarak bilincinde olmaması ve buna uygun olarak
da ekonomik ve politik olarak örgütlenmemesi.
Yine Zinn’in dediği gibi: “Kötü zamanlarda iyimser
olmak sadece aptalca bir romantizm değildir. Bu, insanlık tarihinin sadece
gaddarlık tarihi değil, aynı zamanda merhamet, fedakârlık, cesaret ve şefkat
tarihi olduğu gerçeğine dayanır. Bu karmaşık tarihte üzerinde durmayı
seçtiğimiz şey yaşamlarımızı belirleyecektir. Eğer sadece en kötüsünü görürsek
bu bizim eyleme kapasitemizi yok eder. İnsanların onurlu davrandıkları
zamanları ve yerleri hatırlarsak –ki bunlar çok sayıdadır- bu bize eyleme
enerjisi ve en azından dünya fırıldağını farklı bir yöne sevk etme imkânını
verir”.
Agamben’in
uyarısı, Zizek’in rüyası
Çağdaş filozof Agamben Covid-19 Salgını sonrası kapitalist
devletlerin korku iklimi yayarak günlük yaşantımıza müdahale etmeyi
meşrulaştıran otoriter bir stratejiyi yaygınlaştırmaya yöneldiklerini ileri
sürüyor.
Bir diğer filozof Zizek ise mevcut gelişmeleri
özgürlüklerimizi, hareketlerimizi kısıtlayan bir bakış açısından
değerlendirmiyor. Tersine mevcut gidişatı, yeni dayanışma biçimlerinin ortaya
çıkışına imkân veren, halkın iktidarları eleştirme eğiliminin artabileceği bir
süreç olarak yorumluyor. Hatta milliyetçi bir izolasyondan daha ziyade küresel
bir dayanışmaya doğru gidilebileceğini ileri sürüyor. Ona göre “normale dönmek”
yerine hayata ilişkin bütün tavrımızı değiştirmeyi düşünmeliyiz. Çünkü bu süreç
“yeniden keşfedilen bir komünizme” doğru ilerleme potansiyeli taşıyor. Bu
komünizm herkesin küresel olarak birbirine olan bağımlılığının kurumsal olarak
ve yasal olarak kabul edildiği bir dönem olabilir. (11)
Özetle, daha fazla otoriterleşme ve daha fazla
otonomi kazanma biçimde bir yol ayrımındayız. Birbirinden kopuk olmayan bu iki
görüşü sentezleyerek, otoriterliğe karşı bir perspektif oluşturabiliriz. Bu
bağlamda mevcut topluluk temelli dayanışma inisiyatiflerini daha fazla otonomi
kazanmak için politikleştirebiliriz.
Yani Zizek’in rüyasını Agamben’in uyarıları ile
gerçekleştirebiliriz. Bizi birbirimize daha fazla yabancılaştıran mevcut sosyal
trendlere karşı direnç geliştirebiliriz, olabildiğince çabuk sokaklara geri dönebiliriz.
Bir yandan düzeni eleştirirken, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçi
halklara ve tüm topluma gerçek seçeneğin ne olduğunu anlatabiliriz,
direnebiliriz, mücadeleyi yükseltebiliriz.
Yaşasın 1 Mayıs!
Dip notlar:
(1) “
Muhalefet destekleri yetersiz buldu... 30 Nisan 2021 Selçuk Tepeli ile FOX Ana
Haber”, https://www.youtube.com (30 Nisan 2021).
(2) IMF, Fiscal Monitor Database, April
2021, https://www.imf.org, s. 29.
(3) The
World Bank, Turkey Economic Monitor, April 202:, Navigating the waves, www.worldbank.org, s. 101.
(4) DİSK-AR,
“Covid-19 döneminde Türkiye’de dolar milyarderlerinin serveti 15 milyar dolar
arttı!” , http://arastirma.disk.org.tr
(8 Nisan 2021).
(5) https://www.birgun.net/haber/yurttaslara-geri-odemeli-kredi-muteahhitlere-mucbir-sebep
(12 Mart 2021).
(6) Ying
Chen, “Community Infrastructure and the Care Crises: An Evaluation of China’s
COVID-19 Experience”, https://www.indiachinainstitute.org (28
March 2021).
(7) Marx-Engels Correspondence 1868, “Marx To
Ludwig Kugelmann In Hanover” (London, 11July1868, https://marxists.architexturez.net/archive/marx/works (30 Nisan
2020).
(8) “Working-Class Mothers and the COVID-19
Shecession”, https://cepr.net/working-class-mothers-and-the-covid-19-shecession
(28 April 2021).
(9)
Evrensel
Gazetesi.
(10) http://www.zmag.org/zvideo
(13 December 2009).
(11) “https://www.haberturk.com/zizek-insanligin-hayatta-kalabilmesi-icin-kuresel-komunist-tedbirlere-ihtiyac-var
(26 Mart 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder