Acilen çözmemiz gereken beş temel sorun
Mustafa
Durmuş
8
Ağustos 2021
Türkiye toplumu bir süredir “çoklu krizler” olarak da adlandırılan bir süreç yaşıyor. Bu süreçte ülkeyi yöneten iktidar blokunun attığı her adım, mevcut sorunların daha da derinleşmesine neden olurken, ülke yeni sorunlarla baş başa kalıyor.
Yani politik-yönetsel, ekonomik, sosyal,
kültürel-sanatsal alanlarda ciddi sorunlarla boğuşuyoruz. Son birkaç haftadır
ortaya çıkan büyük çaptaki orman yangınları ise bir yandan ortak varlıklarımızı
yok ederken, diğer yandan, ironik bir biçimde, ülkenin içinde bulunduğu bu ciddi
sorunları aydınlatıyor.
Demokrasi
krizi
Bu çoklu krizlerin başında “demokrasi
krizi” geliyor. İktidar bloku ve yandaş medya tarafından açıkça hedef alınan
kısıtlı burjuva demokrasisi dahi artık mevcut değil. 2016 yılından itibaren
uygulanan OHAL rejimi ve ardından yapılan anayasa değişikliği ile hayata
geçirilen mevcut rejim ile parlamenter sistem bütün kurumlarıyla çökertilmiş
durumda. Öyle ki, son haftalardaki orman yangınları sırasında görüldüğü gibi, yapılması
gerekli en acil müdahaleler dahi Saray’a sorulmadan ve onun onayı alınmadan yapılamıyor
(ya da öyle bir izlenim yaratılıyor).
Bu krize karşı müesses nizamın kendilerine
muhalefet olma görevini verdiği muhalefet partilerinin ufku ise; “güçlendirilmiş
parlamenter sistem” olarak adlandırılan bir restorasyon projesinden öteye
geçemiyor. Ülkenin yerelden- katılımcı, halkçı bir demokrasiye ihtiyacı olduğu
gerçeğinin üstü örtülüyor.
Ekonomik
ve sosyal kriz
Uzunca bir süredir hayatımızda olan
ekonomik kriz 10 milyonu bulan işsiz, resmen yüzde 19’u bulan, gayri resmi
olarak yüzde 40’ın üzerine çıkan enflasyon, devasa boyutlara ulaşan gelir
adaletsizlikleri ve artan yoksulluk ile tam bir sosyal krize dönüşmüş durumda.
OHAL ve Covid-19 Salgını sırasında yapılan
düzenlemeleri fırsat bilerek, özellikle de çok ucuz mülteci emeğinin sömürüsü
ile kârını katlayan bir kısım ihracatçı ve sanayici ve devlet ihaleleri ile
beslenen büyük müteahhit dışında bu gelişmelerden memnun olan neredeyse hiç kimse
yok. Esnaf borç yeniden yapılandırmaları ve vergi ertelemeleriyle dahi ayakta
durmakta zorlanıyor. İşçi sınıfı başta olmak üzere tüm emekçiler, gençler ve kadınlar
bu krizin bedelini daha fazla işsiz kalarak, daha da sömürülerek, daha da
güvencesiz çalışmak zorunda bırakılarak ödüyor.
Ezilen
kimlikler krizi
Bu ülkenin maalesef en temel sorunlarından
biri olan ve yıllardır bir türlü çözüme kavuşturulamayan “Kürt sorunu” daha da derinleşiyor.
“Kadın ezilmişliği” ise siyasal iktidarın en son İstanbul Sözleşmesi’nden
çekilmesiyle doruğa ulaştı. Öyle ki kadınlara ve LGBTİ bireylere yönelik şiddet
eylemleri ve kadın cinayetleri hız kesmeden sürüyor. Aleviler gibi diğer inanç
ve mezheplere dönük ayrımcılık ise artık kendisini iyice hissettiren Siyasal
İslam ile devam ediyor. Laiklik ciddi biçimde erozyona uğratılmış durumda.
Militarizm,
savaş politikaları ve mülteci krizi
Bir başka sorun, güvenlikçi politikalar
adı altında bir süredir pompalanan militarizm ve savaş politikaları. Bunun
sonucunda bir yandan ülke dışarıda yalnızlaşırken, kamu kaynakları giderek daha
fazla bu işler için harcanıyor. Dahası izlenen bu politikaların sonucunda
ülkedeki göçmenlerin/mültecilerin sayısının 5 milyonu aştığı biliniyor.
Ekolojik
kriz: Dünya çok ciddi bir iklim yıkımı ile karşı karşıya
Sorunlar zincirinin son halkasında
ekolojik krizler var. Son orman yangınları ve öncesinde yaşanmış olan seller ve
kuraklık artık inkâr edemeyeceğimiz bir iklim krizinin sonuçlarıyla yüzleşmek
zorunda olduğumuzu gösteriyor. Tüm dünyada artık, iklim krizi başta olmak üzere,
ekolojik krizler ekonomik krizlerin dahi önüne geçmeye başladı.
3 Ağustos tarihinde Avrupa Uzay Ajansı
(ESA) bir harita yayınladı.(1) Bu harita Akdeniz havzasındaki bazı ülkelerdeki
2 Ağustos 2021tarihindeki yeryüzü (kara) sıcaklığını gösteriyor. Böyle bir
ölçüm standart hava ısısı ölçümünden farklı. Yani gökyüzünün (hava) değil,
yeryüzünün (kara) sıcaklığını ya da ne kadar ısındığını gösteriyor. Buna göre 2
Ağustos’ta Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ta karadaki ısı 50 santigrat derecenin
üzerine çıkarak tarihsel bir zirve yaptı. Yunanistan’daki sıcaklık da buna
yakın seyrediyor.
Bu da Akdeniz’in aşırı sıcaklardan
etkilenmesine ve çok sayıda orman yangınının çıkmasına neden oluyor. Bu durum
da Türkiye ile birlikte Yunanistan’daki çok sayıda ciddi orman yangınının
nedenini de açıklıyor. Türkiye’de bugünlerde yaşanan orman yangınlarının ise
son 10 yılda yaşananlardan çok daha ciddi boyutlarda olduğu bilgisi veriliyor.
Kısaca hem hava, hem de kara aşırı bir biçimde ısınıyor ve bu da ciddi düzeydeki
orman yangınlarına neden oluyor.
Batı’da
orman yangınlarına bilimsel yaklaşım
Yunanistan ya da orman yangınlarının eş
anlı olarak yaşandığı ABD’de ve Kanada’da orman yangınları tamamıyla bilimsel
bir yaklaşımla ele alınıyor ve buna uygun önlemler alınmaya çalışılıyor. İzleyebildiğimiz
kadarıyla bu ülkelerin hiç birinde ne sabotajdan söz ediliyor ne de örneğin
siyahiler ya da Afro Amerikalılar bu yangınların sorumlusu olarak gösteriliyor.
Olayın asıl sorumlusunun iklim değişikliğinin neden olduğu küresel ısınma ve
orman yangınlarıyla mücadele konusundaki yönetim yanlışlıkları olduğu
belirtiliyor.
Bilimsel bakışa örnek olarak, ABD ve Kanada’da Ağustos ayı başında bir araya
gelen 40 yangın ve orman ekolojisti akademisyen bu yangınların nedenlerini
tartıştı ve bu yönde makaleler üretti. (2) Buna göre orman yangınlarının (en
azından Kuzey Amerika’dakiler) asıl nedeni iklim değişikliği. Öyle ki orman
yangını mevsimi 30 yıl öncesine göre 40-80 gün daha uzadı. Her yıl görülen
kuraklıklar artık daha sık görülüyor. Bu da ormanda yüzeydeki yanıcı- kuru
maddelerin daha da kurumasına ve ateş alıp hızlıca yayılmasına neden oluyor. Bu
maddeler, şimşekler ve kuvvetli rüzgârlarla kendini gösteren aşırı hava
koşulları yangının büyümesine yol açıyor.
Bizde
“sabotaj” algısı oluşturuldu
Bizde yangınlara böyle bilimsel yaklaşılmıyor.
Malum çevreler “hain terör örgütü
militanlarının bu yangınları çıkardığı” söylentisini yaydılar. Bu
kanıtlanamayınca yangınların çıktığı illerde muhalefetin elindeki belediyeleri
suçladılar. Bu dil ve tutum başta Kürtler olmak üzere, farklı etnisitelere
mensup yurttaşlara ve mültecilere karşı ırkçı saldırıları körükledi. Konya’da
bir Kürt aile katledilirken, Manavgat ve Aydın’da paramiliter güçler sokaklarda
kimlik kontrolü yaparak muhalif, Kürt ve Suriyeli avına çıktı ve insanları darp
etti. (3)
Kayyum
atamaları ve özelleştirmeler
Bunlar olurken, orman yangınlarıyla
mücadele etme konusunda görevlendirilmiş olan devlet kurumlarının kayyum
atamaları ve yapılan özelleştirmelerle ne kadar zayıflatıldığı da ortaya çıktı.
Örneğin daha önce bu tür yangınlara
müdahale eden Türk Hava Kurumu (THK) uçaklarının bu kez kurum ile Orman Gn. Md.
arasındaki ihtilaf yüzünden havalanamadığı, bu kurumun kayyum eliyle içinin
nasıl boşaltılmaya başladığı da görüldü. Orman yangınları ile mücadele işinin
2018 yılında, üstelik de daha önce bu konuda hiçbir deneyimi olmayan bir
mimarlık firmasına ihale ile verildiği ve hizmete ödenen standart yıllık ücretin
yanı sıra yangın sırasındaki her saatlik uçuş için ek ücretlendirme yapılmakta
olduğu ortaya çıktı. (4)
Yani özel firmaların yangın söndürme işini
devletten aldığı, hazırda bir uçak filosu bulundurmaya gerek kalmaksızın,
Türkiye’deki ormanlar için çok da uygun olmadığı ileri sürülen Rus yapımı
uçakları Rusya’dan kiraladığı görüldü.
Kısaca özel sektörde yüksek kârlılık böyle
sağlanıyor. Yapılan her uçuşun saati başına ek ücret ödendiğinden, doğal olarak
ne kadar çok yangın çıkarsa bu durum firma açısından o kadar kârlı oluyor. Diğer
taraftan ormanlar yandığında müşterek doğal varlıklarımız yok oluyor, insanlar,
hayvanlar, bitkiler ölüyor. Ama birileri bundan zahmetsiz bir biçimde ciddi kârlar
sağlıyor. Yani bir tür “elin taşıyla elin kuşunu vurma hali gerçekleşiyor. Böylece
kapitalizmde “söz konusu olan kâr ise gerisinin teferruat olduğu” gerçeği bir
kez daha kendini gösteriyor.
Neo-liberal Siyasal İslamcı fırsatçılık
David Harvey neo-liberalizmin
özelliklerinden birinin her türlü afet ya da felaketin egemen sınıflar lehine
olmak üzere manipüle edilerek bundan rant sağlanması olduğunu yazar. (5) Neo-liberalizm
Siyasal İslam ile iş birliği yaptığında ise böyle rantçı bir fırsatçılık daha
yangınlar sürerken yapılabiliyor.
Öyle ki ormanlar küle dönerken bir kanun
yürürlüğe sokuldu. Buna göre, ormanlık arazide eğer bir yerin konumu otel ya da
turizm tesisi kurmaya elverişliyse, buradaki yapılaşma yetkisi (Cumhurbaşkanı’nın
takdiri ve kararıyla) Turizm
Bakanlığı’na devredildi. Bu öyle bir yeni talan kapısı ki, bu projelerle ilgili
olarak formalite icabı bile olsa ÇED raporu istenmeyecek. Keza yine yangınlar
sürerken TOKİ buralara yapacağı konutların projelerini hazır etti. (6)
Ülkenin sorunları kuşkusuz bu beş sorunla
sınırlı değil. Özellikle Covid-19 Salgını sırasında eğitim başta olmak üzere bazı
kamusal hizmetlerin alt yapısının da ne denli zayıf olduğu ortaya çıktı.
Beş
sorun birbiriyle bağlantılı
Bu beş sorunun her biri diğeri kadar
önemli. Dahası bunlar birbirinden kopuk ya da yalıtılmış sorunlar değil. Aralarında
karşılıklı neden-sonuç ilişkisi var. Örnek olarak kıyı bölgelerinde çıkan orman
yangınları ülkedeki karar alma mekanizmasının Saray ile sınırlı kaldığını, yani
demokratik karar alma mekanizmasının işlemediğini göstermekle kalmadı, aynı
zamanda ülkenin sınıfsal bölünmüşlüğünü de ortaya çıkardı.
Özellikle de yangınlar ilk başladığında
bunlara sadece yerel halk, köylüler, orman ve belediye emekçileri müdahale ettiler,
hatta bu yüzden bazı insanlarımız canından oldu. Yangın söndürmeye sermaye
sınıfının temsilcilerinden her hangi bir destek gelmediği gibi, yukarıda da
belirtildiği gibi, bunlar için aynı günlerde orman arazilerinin turistik amaçlı
olarak yapılaşmaya açılmasını mümkün kılan bir kanun çıkartıldı. Bu arada
vergilerimizle finanse edilen bir devlet kurumu olan Orman Genel Müdürlüğü’nün
bütçesinin ne kadar küçük bir kısmının ormanları korumak için kullanıldığı da
ortaya çıktı. (7) Bu da ekolojik bir sorunun aynı zamanda sınıfsal bir sorun
olduğunu gösteriyor.
Yangınları yasa dışı örgüt mensuplarının,
Kürtlerin ya da Suriyelilerin çıkarttığı yalanı sonucunda bu kesimlere yönelik
ırkçı saldırılardaki artış ise orman yangınlarının ülkenin temel sorunlarından
olan Kürt sorununun bir kez daha gün ışığına çıkmasını sağladı. Ekolojik
krizlerin önüne geçilememesi halinde, bu durumun gelecekte ekofaşizmle
sonuçlanacağı, bu nedenle de ekoloji mücadelesinin aynı zamanda anti-faşist bir
mücadele olduğu tespiti ise (8) yabana atılmaması gereken bir tespit.
Ülkede silahlı kuvvetler bünyesinde 500’den
fazla askeri uçak (245’i F-16 ve 48’i F-4 Phantom savaş uçağı olmak üzere) ve
100 kadar askeri amaçlı helikopter mevcut. (9) Buna karşılık Orman Genel
Müdürlüğü’ne ait tek bir yangın söndürme uçağı yok ve var olan sınırlı sayıdaki
THK uçağı da çürümeye terk edilmiş durumda. Tek bir Tornado jetinin bir saatlik
uçuşunun 13 tonluk bir karbon emisyonu salımına neden olduğu da dikkate
alındığında (10), militarizm, savaş politikaları
ve ekolojik tahribatın bir arada gerçekleştiği açıkça görülüyor. Bu bağlamda
ekoloji mücadelesinin aynı zamanda anti- militarizm ve barış mücadelesi
olduğunun altını çizmemiz gerekiyor.
Sınıf
mücadelesinin kapsamı genişliyor!
Bu beş sorunun birbiriyle doğrudan
ilişkili olması, bunların çözümlerinin mağdurlarının ya da muhataplarının birlikte
mücadelesi ile gerçekleşebileceğini gösteriyor.
Yani işçi sınıfının ve örgütlerinin sadece
kendilerinin ekonomik hakları için değil, aynı zamanda tüm toplum için, doğa
için, savaşçı politikalara karşı barış için, bu haklarını koruyabilmeleri ve geliştirebilecekleri
ortamı sağlayan demokrasi için, eşit yurttaşlık için, kadın ezilmişliğine son
vermek için mücadele etmeleri ve bu yönde dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları
ile uluslararası dayanışma içinde olmaları gerekiyor.
Doğanın varlık nedenimiz, aynı zamanda da müştereğimiz
olduğunun bilincinde olmalıyız. Oysa kapitalizm doğayı üzerinden kâr ve rant
yaratılabilecek bedava bir kaynak olarak görüyor ve ona öyle davranıyor. Bunun sonucunda doğal varlıklarımız talan
ediliyor, yağmalanıyor. Bugün kendini orman yangınları biçiminde gösteren olgu
böyle bir yağmalamanın sonucu.
Kapitalizmde
hem doğa hem emek sömürülür
Kapitalizmin bu tutumu yalnızca doğa ile sınırlı
bir tutum da değil. Çünkü bu sistemde emek itibarsızlaştırılır, ucuzlatılır,
güvencesizleştirilir, sömürülür ve atıl bırakılır. Yani ekolojinin sömürülmesi
ve yağmalanması ile emeğin sömürüsü ve tahribatı bir arada yürüyor.
Örnek olarak, Soma’da köylülerin
arazileri, içinde yaşadıkları doğal çevrenin üstü de, altı da (kömür madenlerinde olduğu gibi)
yağmalandığı için, bu madenlerde çalışmak zorunda bırakılan Somalı köylüler iş cinayetine
kurban edildiler. Yani sonsuz bir kâr çıkarımı için Soma’nın hem doğal
varlıkları, hem de emeği yağmalandı, tahrip edildi.
Keza, kapitalizmde ekolojik tahribata
neden olan karbon emisyonları dışsallık olarak ele alınır. Yani bu emisyonlar üretim
faaliyetine içkin bir durum olarak değil, istisnai bir dışsal durum olarak
görülür. Bu nedenle de üretimin (sosyal) maliyetlerine dâhil edilmez. Benzer
bir biçimde fiilen üretimde yer alan emek gücü üretime içkin bir durum olarak
görülüp üretim maliyetleri içinde yer alırken, işçilerin işsizlik, eksik
istihdam ya da kapitalist anlamda üretken olmayan ya da kâr yaratmayan emek
zamanı dışsal bir olgu olarak ele alınır. Bunun sonucunda işçilere sıfır saatli
sözleşmeler dayatılır. Bu sözleşmelerle işçiler haftada belki de sadece birkaç
saat ücret karşılığında çalışabilirler. Sosyal güvenceleri yoktur. (11)
Kısaca kapitalizmde robot kullanımının
yaygınlaşması, dijitalleşme ve yapay zekânın neden olduğu büyük çaptaki
istihdam kayıpları bir dışsallık olarak, yani üretim sırasında niyet dışı
ortaya çıkan istisnai bir durum olarak ele alındığından patron sınıfı bunun
maliyetine katlanmıyor.
Kadınların
ezilmişliği
Bu konudaki bir başka çarpıcı örnek kadın
ezilmişliğidir. Normal dönemlerde erkeklere göre çok daha uzun saat
çalıştırılan, aynı işi yapmalarına karşılık erkek işçilerden daha düşük ücret
alan, kriz dönemlerinde ise işten ilk çıkartılan, istihdama katılım oranı
Türkiye’de olduğu gibi sadece yüzde 30 civarında olan, buna karşılık geleceğin
işçilerini yetiştirmek ve erkek işçileri ertesi güne hazırlamak için tüm karşılığı
ödenmemiş ev işini yapan kadın emekçiler ayrıca cinsiyet ayrımcılığına, şiddete
uğrarlar ve erkekler tarafından öldürülürler. Bu yüzden Türkiye gibi kadına
şiddetin çok yaygın olduğu ülkelerde işçi sınıfı örgütlerinin mücadelelerini
kadın ezilmişliğini kapsayacak şekilde yürütmeleri gerekiyor.
Patronların ve onların güdümündeki
kapitalist devletlerin bu yazının konusunu oluşturan bu beş sorun karşısındaki asıl
yaklaşımları (bu sorunları çözmek yerine), bunları egemenliklerini sürdürmek
için kullanmak olduğundan, sorunları çözme işi ya da görevi işçi sınıfına düşüyor.
Bu bağlamda gelir dağılımı ve ekonomik
eşitsizliklere karşı mücadele ile ekoloji mücadelesi el ele gitmek zorunda.
İşçi sendikaları bu yüzden sadece ücret ya da çalışma koşullarının mücadelesini
değil, sürdürülebilir bir ekoloji mücadelesini (bu anlamda çevreyi tahrip eden
savaşlara karşı barış mücadelesini) vermek zorunda.
Son olarak Covid-19 sırasında net bir
biçimde ortaya çıktığı gibi, kapitalizmin nekropolitik yanı, yani ırkçı,
ayrımcı, ötekileştirici yüzü artık iyice ortaya çıktı. ABD’de siyahiler ve Afro
Amerikalılar nasıl ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorsa, benzer bir
biçimde Türkiye’de farklı etnisiteler ayrımcılığa tabi tutuluyor. Üstelik
Türkiye’de, başta tarım, inşaat ve turizm sektörü olmak üzere birçok sektördeki
işçi sınıfının önemli bir kısmı bunlardan (Kürt ve son zamanlarda
Suriyelilerden) oluşuyor. Bunlar hem en kötü işlerde, en kötü koşullarda
çalıştırılıyor, hem de ayrımcılığa uğruyorlar.
Bu durum da, dünyayı değiştirme konusundaki
gerekli olan maddi, ideolojik ve politik güce ve iradeye (potansiyel olarak) sahip
bulunan işçi sınıfı mücadelesinin ezilen kimliklerin mücadelesini de içermesi
gerektiğini ortaya koyuyor.
Sonuç
Çağın koşullarında işçi sınıfının
mücadelesini çok dar anlamda ele alarak, onu sadece ücret ve çalışma
koşullarının iyileştirilmesi mücadelesine indirgemek çok büyük bir yanlış. Bu
durum hem sınıfın örgütlülüğünü zayıflatır, hem de işçilerin burjuvazinin
farklı kesimlerinin ideolojilerinin peşine takılmasına neden olur. Bundan
kaçınmak gerekir.
Bugün sınıf mücadelesi, çok daha geniş
anlamda, sınıfın genişleyen katmanlarının taleplerini (işsizler, prekarya,
kadın örgütleri, ezilen kimlikler, çevreciler, demokratlar ve barış
aktivistleri gibi) kapsamak ve sınıfın ekonomik ve politik örgütleri
kendilerini buna göre yeniden tasarlamak durumundadır.
Dip notlar:
(1) https://earthsky.org/earth/the-mediterranean-heatwave-goes-on
(3 Ağustos 2021).
(2) https://esajournals.onlinelibrary.wiley.com/toc
(5 Ağustos 2021).
(3) https://www.a3haber.com/manavgat-belediye-baskani-sokaklarda-kimlik-kontrolu-yapan-yol-kesen-provokatorler-var
(31 Temmuz 2021).
(4) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yangin-sondurme-ihaleleri-paralar-da-cayir-cayir-yaniyor
(14 Temmuz 2019).
(5) Sherry
Ortner, “Klein, Harvey, Inside Job" and Neoliberalism, Anthropology of This
Century”, May 2011, Mandel, Harvey ve Lashand Urry’den aktaran http://brechtforum.org (11 Nisan 2016).
(6) https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/cigdem-toker/yangin-gunu-talan-kanunu
(2 Ağustos 2021).
(7) https://www.gazeteduvar.com.tr/ogm-42-milyar-tllik-butceden-26-helikopter-alimi-icin-bin-lira-ayirmis-haber
(4 Ağustos 2021).
(8) Foti
Benlisoy, İklim krizinin siyasal etkileri-Ekofaşizmin ayak sesleri, https://birartibir.org (4 Ağustos
2021).
(9) https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_active_aircraft_of_theTurkish_Air_Force
(5 Ağustos 2021).
(10) https://www.counterpunch.org/resisting-nuclear-weapons-in-a-climate-crisis
(4 August 2021).
(11) https://socialeurope.eu/climate-change-labours-neglected-role
(30 July 2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder