İklim
krizi artık beklenenden çok daha yakın!
Mustafa
Durmuş
15
Ağustos 2021
Geçtiğimiz haftalarda ciddi boyutlarda bir dizi felaketle karşılaştık. Daha önce Çin ve Batı Avrupa’da seller ve su taşkınları, K. Amerika’da aşırı sıcak dalgaları ve orman yangınları görülmüştü. Bu kez Türkiye ve Yunanistan’da büyük çaplı orman yangınları ortaya çıktı. Türkiye’de ayrıca bazı illerde seller ve su baskınları yaşanıyor.
Hava sıcaklığının genelde yağmurlu ve
kapalı bir havaya sahip olan Britanya’da bile önümüzdeki yıllarda ortalama 40
dereceyi bulabileceği ileri sürülüyor. Kaldı ki bu yıl Haziran ayında Kanada’da
49 dereceyi gördü.
Türkiye ise bir yandan büyük orman
yangınlarıyla ciğerleri yanarken, diğer yandan Van’da, Bartın’da, Sinop’ta,
Kastamonu’da ve son olarak Rize ve Kars’ta seller ve su baskınları yaşandı.
Öyle ki aşırı yağışlar nedeniyle Van’da 2, Sinop’ta 8, dere yatağına yapılan yapılaşma ve önlemi
alınmadığı için patlayan bir HES yüzünden Kastamonu’da ise 48 insanımızın ve ülke
çapında çok sayıda küçük ve büyük baş hayvanın hayatını kaybettiği ileri
sürülüyor.
Ormanlar yanmaya başladığında, başta
iktidar ve havuz medyası olmak üzere bazı çevreler bunların sabotajlar
sonucunda ortaya çıktığı algısını yaymaya çalıştılar. Ancak kısa bir süre sonra
gerçek ortaya çıktı ve bu gelişmelerin çok daha büyük bir resmin küçük bir
parçası olduğu görüldü.
Yani “iklim krizi” ya da “iklim değişimi”
gibi gezegenin ikliminde meydana gelen değişikliklerin bu felaketlere neden
olduğu gerçeği ortaya çıktı. Aksi takdirde ormanları yakanların bu yağmurları
da yağdırabilme, su baskınlarına yol açma gücünün olması gerekiyordu ki bu
küçük bir çocuğun dahi kabul edemeyeceği bir masal olurdu.
İlk
ders: Resmin bütününe bakmalıyız!
Kısaca bu gelişmelerden çıkartılabilecek
ilk ders olarak; aşırı sıcakları, kuraklıkları, aşırı yağışları, selleri-su baskınlarını,
bazı ülkelerde giderek sıklaşan fırtınaları ve orman yangınlarını birbirinden
bağımsız olgular olarak ele almamak gerekiyor. Bir ülkede, aynı anda
(Türkiye’de olduğu gibi) hepsi bir arada görülebildiğine göre, yap-bozun
parçalarını birleştirip daha büyük resmi ortaya çıkarmalı ve ona göre önlemler
almalıyız. İşte bu büyük resimde asıl olarak “iklim krizi” ya da “iklim
değişikliği” var.
Öte yandan, maalesef çoğu kez yapıldığı
gibi, kolay yola başvuruluyor ve genelde bu olaylar birbiriyle olan bağları görülmeden
değerlendiriliyor. Bu son dönem mültecilere yönelik ırkçı söylem ve
saldırılardaki artış gibi, yangınlar ve sellerde de yapılıyor. Bu yöntem ülkeyi
yöneten egemenlerin de işine geliyor zira bu şekilde hem sistemi aklayabiliyorlar,
hem de kendi sorumluluklarını gizleyebiliyorlar.
Dünyanın ikliminin karmaşık (hatta kaotik)
ve dinamik olduğu biliniyor. Çünkü iklim; toprak, atmosfer ve okyanus arasında enerji
akımlarını ve karşılıklı etkileşimleri içeriyor. Bu nedenle sellerin tek başına
aşırı yağışlardan ya da orman yangınlarının kuru odunların tutuşmasından
oluştuğunu düşünmek doğru değil. Çünkü
bir ülkede yaşanan kuraklıklar aynı ülkedeki orman yangınlarının nedeni olabiliyor.
Bir başka anlatımla, aşağıda ele
alacağımız Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporunda da
(1) detaylı olarak anlatıldığı gibi, sıcak hava giderek daha fazla suyun
buharlaşmasına, bu da susuzluk, kuraklık ve ciddi orman yangınlarına neden
oluyor. Atmosferde daha fazla su biriktikçe bu kez daha fazla yağış ve sel/su baskınları
ortaya çıkıyor. Şu anda dünyada sel/su baskınları, kuraklık ve ciddi orman
yangınlarının bir arada görülmesinin asıl nedeni bu.
Su
döngüsü ve su baskınları
Nitekim bu yılın Temmuz ayında dünyadaki
seller yüzünden toplam 900 civarında, Türkiye’de ise sadece bu hafta içinde 60’a
yakın insan hayatını kaybetti. IPCC raporuna göre, buna iklim değişikliği
sonucunda ortaya çıkan küresel ısınma neden oluyor. Çünkü Gezegen ısındıkça su
döngüsü de giderek yoğunlaşıyor.
Su döngüsü atmosfer, okyanuslar, kara ve
donmuş su rezervleri arasında oluşan bir döngü. Buharlaşmanın ardından gelen
yağış şeklinde bir döngü oluşuyor ki son yıllarda her ikisinin gerçekleşme sıklığı
hayli artmış durumda. Aşırı hava hem aşırı yağışlar, hem de aşırı kuru hava ya
da kuraklık biçiminde kendini gösteriyor. Akdeniz, Avustralya ve Kuzey Batı Amerika
bu kuruluğu yaşıyor. Isı arttıkça aşırı fırtına da artıyor. Öyle ki daha önce
10 yılda bir görülen böyle aşırı hava (aşırı yağışlar) bundan böyle ısınma
derecesine göre çok daha sık görülebilecek. (2)
Yönetenler
de iklim değişikliği kadar sorumlu
Kuşkusuz, özellikle de orman yangınlarının
orman arazilerini imara açmak, bunların üzerine otel ya da tatil köyü yapmak,
böylece büyük rantlar ve kârlar sağlamak gibi amaçlarla da çıkartıldığı,
bunlara göz yumulduğu ya da bilinçsiz insan hatalarının sonucu olabildiği de
bir gerçek. Ayrıca HES’lerde alınması
gereken önlemlerin alınmaması ya da bölge halkının su baskını ile ilgili olarak
zamanında bilgilendirilmemesi de bu tür felaketlerin çok daha ağır yaşanmasına
neden oluyor.
Bu yüzden de iklim krizi konusundaki
yukarıdaki tespitlerimizden, bu felaketlerle ilgili olarak ülkeyi yönetenlerin hiç
bir kusuru olmadığı, bunun tek sorumlusunun iklim değişikliği olduğu çıkarımı
yapılmasın. Çünkü ülkeyi yönetenlerin de (bu olayların en azından önlenememesi
ve daha da büyümesi konusunda) ciddi kusuru ve sorumluğu var.
İkinci
ders: Yıkım beklenenden çok daha yakın, hiç kimse “benden sonrası tufan” rahatlığı
içinde olmamalı!
Ancak karşı karşıya olduğumuz durum daha
sistemik bir soruna işaret ediyor. Bu nedenle de çok daha vahim. Çok uzakta
olmayan, belki de bir -iki on yıla kadar yüzleşeceğimiz çok ciddi bir iklim
yıkımı ile karşı karşıyayız. Yani kapitalizmi ve kapitalizmin doğa üzerindeki
yıkımını ortadan kaldırmadığımız sürece, sorumluluk sahibi ve iyi niyetli
insanlardan oluşan yönetimleri iş başına getirsek de bu sorun gerçek anlamda
çözülemeyecek.
Bu anlamda çıkartılması gereken ikinci
ders en az ilki kadar ürkütücü. İklim bilimciler artık daha sık iklim
değişikliğinin ve iklim yıkımının beklenenden çok daha hızlı gerçekleştiği ve
çok daha yakın olduğu konusunda uyarılarda bulunuyorlar. IPCC raporu bu
söylemlerin, uyarıların yazılı hale dökülmüş hali.
Yani artık kimse “benden sonrası tufan”
diyebilecek bir durumda değil. Bunun farkında olmalıyız. Bunları sadece son
zamanlarda yaşadıklarımıza bakarak değil, aynı zamanda yapılan ciddi bilimsel
araştırmalara ve bunlardan türetilen bilimsel raporlara dayanarak söylüyoruz.
IPCC’
nin şok edici raporu
İşte dünyanın böyle bir felaket dalgasının
sarmalına girdiği bir anda IPCC, 9
Ağustos’ta yeni raporunu (3) yayınladı. IPCC 1988 yılında Birleşmiş Milletler
Çevre Programı ve Dünya Meteoroloji Örgütü’nün ortak çabasıyla kurulmuş olan
hükümetler üstü, çalışmalarına güvenilen bir kuruluş. Raporlarının alanındaki
öncü nitelikteki bilim insanları tarafından hazırlanmış olması ona olan güveni
artırıyor.
Bu yönde bir rapor en son 2018 yılında
yayınlanmıştı. 60’dan fazla ülkeden 234 öncü bilim insanının 14 binden fazla
araştırmayı dikkate alarak ortak olarak hazırladığı, 195 ülkenin temsilcileri
tarafından onaylanan, 3943 sayfadan
oluşan çok kapsamlı bir bilimsel çalışmadan söz ediyoruz. Üç bölümden oluşan raporun sadece ilk bölümü
9 Ağustos’ta yayınlandı. Diğer iki bölüm 2022 yılında uluslararası kamuoyu ile
paylaşılacak.
“Felaketi
önlemek için son şans”
Önceki raporlarıyla kıyaslandığında bu
yılki rapor çok daha fazla ses getirdi. Zira daha önceki öngörülerini daha da
kesinleştirirken, aynı zamanda çok önemli bir uyarıda bulunuyor ve yaklaşan iklim
yıkımı ve beraberinde gelebilecek felaketleri önleyebilmek için son bir şansımızın
olduğunun altını çiziyor. 2050 yılına kadar küresel ısınmanın asıl faktörü olan
sera gazı (başta karbon dioksit olmak üzere) emisyonlarının sıfıra düşürülmesi
gerektiğini ileri sürüyor.
Raporun yayınlandığı günlerde Türkiye
dâhil olmak üzere dünyanın birçok yerinde çok sayıda büyük çapta orman yangının
çıkması ve su baskınları ve sellerin yaşanması bu rapora olan ilgiyi daha da artırdı.
Bölgesel iklim değişikliğine ve aşırı hava
koşullarındaki hızlı değişime vurgu yapılan raporun 11’nci bölümünde küresel
ısınmanın bu yaz çok ciddi sıcak dalgalarına ve Kanada ve Avrupa’da 20 derece
sıcaklığın üzerinde sıcaklığa sahip olan tropik gecelerin yaşanmasına yol
açacağı gibi tespitlere yer veriliyor.
Raporun
iki önemli tespiti
Raporda çok önemli birçok tespit var ama
öne çıkan şu iki tespit hem çok önemli, hem de acilen müdahale gerektiriyor:
(i) “Küresel ısınma insan yapımıdır”. (ii) “Gezegen şu ana kadar (sanayileşme
öncesi döneme göre) 1,1 C derece ısındı. Çünkü karbondioksit yoğunlaşması ciddi
olarak arttı”.
İlkini daha sonra ele almak üzere,
karbondioksit yoğunlaşmasından başlayalım. Öncelikle atmosferdeki karbondioksit düzeyi 800 bin yıl öncesinden
çok daha fazla. Öyle ki bu yılın Mayıs ayında milyonda 419 partiküle yükseldi
(ppm). Atmosferde depolanan karbon miktarı arttıkça küresel ısınmanın da arttığı
bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.
Bilim
insanlarına göre, karbon yoğunlaşması sanayileşme öncesi düzey olan 260 ppm’den
520 ppm’ye çıktığında, yani karbon miktarı iki kat attığında iklim hassasiyeti
de ciddi biçimde artıyor. İklim hassasiyeti arttıkça 2 C derece ısınmanın
altında kalabilmek için sera gazı emisyonlarının azaltılma gereği de acil hale
geliyor. Hatta bazı eski yöntemlerle yapılan tahmin modellerine göre, karbon
miktarı iki kat arttığında ısı 2,1 C- 4,7 C derece; yeni yöntemle yürütülen modellere
göre ise 1,8 C -5,6 C derece arasında artıyor. (4)
Küresel
ısınma senaryoları
Raporda küresel ısınmanın başta 1,5 C derece
ve 2 C derece olmak üzere çeşitli derecelere çıkması senaryoları ve bu
senaryolar altında doğa ile ilgili ve ekonomik ve sosyal ne türden etkilerinin
ortaya çıkabileceği konusu da modellenmiş. Bu senaryoları özetleyen aşağıdaki
gibi bir özet tablo da hazırlanmış (s. 18).
Buna göre, sera gazı emisyonlarında radikal indirimleri içeren en iyi senaryo altında dahi, gezegenin (sanayileşme öncesine göre) en geç 2040 yılına kadar yüzde 83 olasılıkla 1,5 C derece ısınmasının kaçınılmaz olacağı öngörülüyor.
IPCC’ye göre ekolojik sürdürülebilirlik
açısından gezegen en fazla 1,5 C derece ısınmalı. Bu düzeyin aşılmaması
gerekiyor (şu ana kadar hali hazırda,1,1 C derece ısınmış durumda).
Bunun için de, raporda da belirtildiği
gibi, 2050 yılına kadar sera gazı emisyonlarının sıfıra düşürülmesi şart. Yani
net sıfır emisyonda dahi en geç 2040 yılında (en iyimser yaklaşımla) 1,5 C derece
daha (sanayileşme öncesine göre) ısınmış bir gezegenimiz olacak. Ancak ısınmanın
bu tarihten sonra da başka faktörler nedeniyle devam edebileceği ve daha aşırı
hava koşullarının ortaya çıkabileceği de unutulmamalı.
1.5
C derece yerine 2,0 C derecelik ısınma olursa?
Buna rağmen, en fazla 1,5 C derece ısınma
sağlansa dahi, deniz seviyesi yükselecek, aşırı hava koşullarının gerçekleşme
oranı dört kat artacak. Eğer 1,5 C derece yerine 2,0 C derecelik bir küresel
ısınma söz konusu olursa, bu yaz görülen ve eskiye göre beş kat daha artan
sıcak hava dalgaları bu kez 14 kat artacak. Deniz seviyesi 2100 yılına kadar 2
metre yükselebilecek ve bu durumda başta New York, Washington ve Şanghay olmak
üzere bazı metropoller sular altında kalacak. (5) Kısaca, rapora göre, eğer
küresel çapta acil önlemler alınmazsa sonuç tam bir felaket olacak.
İşin gerçeği bu en iyi senaryonun
gerçekleşmesi imkânsız görünüyor. 2040 yılından önce 1,5 C derece ısınma
gerçekleşirse 2050 yılında ısınma 1,8 C derece ve 2100 yılında ise 2,5 C derece
olur. (6) Bu daha fazla kuraklık, daha fazla su baskını ve sel yaşanacak ve
daha fazla ekonomik zarar ortaya çıkacak demektir. Bu felaketlerin birçoğunun
(deniz seviyesinin yükselmesi, buzullardaki erime, okyanusların ısınması ve asitlenme oranının
artması) artık telafi edilebilmesi ise imkânsız olacak.
Yine rapora göre, atmosferden büyük
çaptaki karbon emisyonlarının çıkartılarak sıfır emisyonun ötesine gitmek
küresel ısınmayı azaltabilirse de, karbon giderme teknolojileri ihtiyaç duyulan
düzeyi sağlayabilmek açısından henüz hazır değil ve birçoğunun da istenmeyen
yan etkileri mevcut.
Küresel
ısınma insan yapımı (mı?)
Küresel ısınmanın insan yapımı olduğu
vurgusu raporda ön plana çıkan vurgulardan biri. Belki de ilk kez bu kadar açık
bir biçimde insan hata ve kusurlarına atıfta bulunuluyor.
Diğer taraftan, bu tür felaketlerde insanların
sorumluluğundan genel olarak söz edilebilirse de, bilimsel bilgiden mahrum
bırakılan toplumlarda yaşayan insanların yol açtığı tahribatın bilinçli bir
tahribat olduğu ileri sürülemez.
Ayrıca insanların tamamını küresel
ısınmadan sorumlu tutmak “hepimiz suçluyuz” gibi, asıl suçluları gizlemeye yarayan
bir algının oluşmasına neden olabilir. Bu nedenle de suçluların açık ve net bir
biçimde söylenmesi, yani asıl sorumluların kapitalist sistem altında kârı her
şeyin önüne koyan büyük sermayenin, ulus devletlerin, onların politikacılarının
ve bürokratlarının olduğunun belirtilmesi gerekiyor.
Bu sistemde küçük bir azınlık grup ya da
kesim doğa üzerinde etkili olabilecek önemli kararları alabiliyor. Bu bağlamda
küresel ısınmanın en temel faktörlerinden olan enerji sektörü (fosil yakıt
üretimi) ve otomotiv (kara ulaştırması) sektörü çok iyi bir örnek. Kararlar bu
sektörlerdeki hâkim sermaye çevrelerince alınıyor ve ulus devletler de bu
kararların hayata geçirilmesine izin veriyor, doğayı tahrip edici eylemleri
meşrulaştırıyor.
Ulus
devletler ve küresel ısınma
Bir başka anlatımla, ulus devletler bugün
iklim değişikliğinin ortaya çıkmasına ve sürdürülmesine yardımcı oluyor. Zira ulusu
yönetme konusundaki yetkileri onlara atmosfere neyin, ne kadar gönderebileceğine
karar verme hakkını veriyor. Çünkü iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının
emisyonunu onaylayan organ ulus devlet. Kendi insanlarının ne düşündüğünü
önemsemeden karar alıyor ve bu yetkisini sermayeye destek olma biçiminde
kullanıyor. Bunu çoğu kez de kendi ulusal sermayesi yabancı sermaye
guruplarıyla rekabet edebilsin diye yapıyor. Böyle olunca da müşterek
varlığımız olan atmosfer her türden pisliğin içine döküldüğü bir büyük lavaboya
dönüşüyor.
Devletlerin bu davranışının arkasında ise
egemen sınıfların (özellikle de fosil yakıt üreten sermayenin) çıkarları var.
Ulus devletler varoluşları gereği kendilerini bu çıkarları korumak zorunda
hissediyorlar.
100
şirket küresel ısınmanın yüzde 70’inden sorumlu
Olayın bir de küreselleşmiş sermaye boyutu
var. Bilimsel araştırmalara göre, 1965
yılından bu yana fosil yakıt ve çimento emisyonlarının yüzde 35’inden aralarında
Aramco, Chevron, Exxon, Gasprom, BP, Shell, Total gibi dev fosil yakıt
üreticisi özel ya da devlete ait 20 şirket sorumlu. (7) 1988’den bu yana ortaya
çıkan küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 70’ini ise sadece 100 büyük şirket
gerçekleştiriyor. (8) Bu da küresel
ısınma- emperyalizm ilişkisini ortaya koymak açısından iyi bir örnek.
Kısaca,
fosil yakıt kullanımından kaynaklanan karbon emisyonlarının küresel
ısınmaya neden olduğu gerçeği ortada iken, alternatif enerji kaynaklarına
yönelmeyen, fosil yakıt üretimini artırarak sürdüren, onu teşvik eden ya da
uluslararası iklim anlaşmalarına imza koymaktan kaçınan sistemin ve devletin
öncelikli olarak sorumlu tutulması gerekir.
Otomotive ÖTV indirimi, emekçiye Gelir Vergisi bindirimi
Türkiye’de milyonlarca kamu emekçisi ve
özel sektörde çalışan işçi Gelir Vergisi tarifesinin emekçiyi gözetmeyen bir
perspektiften hazırlanmasından ötürü yılın ikinci yarısında daha fazla vergi
ödemek durumunda kalıyor. TİS görüşmeleri sonucunda aldığı küçük ücret zamları
kendilerinden vergi biçiminde geri alınıyor. Buna karşılık küresel ısınmanın en
büyük sorumlularından olan otomotiv sektöründe ÖTV indirimi ile sonuçlanacak yeni
bir düzenlemeye gidildi. (9) Bu son düzenleme de kâr için hem doğanın, hem de
emekçinin kolayca feda edilebildiğinin çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.
Sermaye
ekolojik felaketlerin farkında ama kabul etmek işine gelmiyor
Küresel seçkinlerin kapitalizmin neden
olduğu ekolojik felaketlerin farkında oldukları kendi raporlarından da
anlaşılıyor. ‘Küresel Seçkinler Kulübü’ olarak da bilinen Dünya Ekonomik Forumu’nun
2020 Yılı Küresel Risk Raporu’nda yer alan ve dünyanın en zenginlerine sorulan
sorulardan oluşan bir anketin sonuçları çok çarpıcı.
Buna göre; dünyanın karşı karşıya kaldığı
en yüksek risklerin gerçekleşme olasılığı açısından ilk sırada kötü hava
koşulları, ikinci sırada iklim değişikliğine karşı alınan önlemlerin başarısız
kalması, üçüncü sırada doğal felaketler, dördünce sırada biyoçeşitlilik kayıpları
ve beşinci sırada insan yapımı doğa felaketleri yer alıyor. Yaratacağı
etkiler açısından da ilk sırada iklim değişikliğine karşı alınan önlemlerin
başarısız kalması, ikinci sırada kitle yıkım silahları, üçüncü sırada biyoçeşitlilik
kayıpları, dördüncü sırada kötü hava koşulları ve beşinci sırada su krizi geliyor.
(10)
Kısaca dünyayı yönetenler nasıl bir
felaketler zinciri ile karşı karşıya olduğumuzun çok iyi farkındalar. Ancak bu
şirketlerin sahipleri (özel sermaye ya da ulus devletler), onları yönetenler,
nasıl bir ekolojik zarara neden olduklarının bilincinde olsalar da bunu önemsemiyorlar,
aksine gizlemeyi seçiyorlar. Bazıları ise yaptıkları sözde çevre yararına
bağışlarla kendilerini doğa dostu göstermeye çalışıyor. Ya da Türkiye’de olduğu
gibi, sağlığa zararlı olduğu
gerekçesiyle, bir yandan kamusal alanda sigara kullanımı yasaklanırken, maliyetleri
artırdığından, termik santrallerde dahi bacalara filtre takılması uygulamasını sürekli
olarak erteleniyor.
Sonuç
yerine
Bu raporun bulguları bu yılın Kasım ayında
dünya liderlerinin Glasgow’da bir araya gelecekleri COP26 İklim Zirvesi’nde ele
alınacak. Ancak karbon emisyonlarını radikal bir biçimde azaltmanın önünde
ciddi bir engel var: Çok uluslu petrol şirketleri ve onların arkasında duran
ulus devletler. Fosil yakıt üretimi ve kullanımı çok kârlı olduğundan bunun
kısıtlanması bu kesimlerin işine gelmiyor.
Ayrıca bu emisyonların giderek artan bir
kısmını azgelişmiş ülkeler gerçekleştiriliyor. Böyle bir radikal karbon azaltımı
programı, bu ülkelerin ekonomik büyümesini olumsuz etkilediği için benimsenmiyor.
Uğrayacakları zararın telafisi konusunda ise her hangi bir uluslararası çözüm
ortaya konulabilmiş değil. Son olarak, fosil yakıt kullanımından yenilenebilir
enerji kaynaklarına geçişin finansmanının nasıl sağlanacağı da tam bir muamma.
Bu yüzden de iki hafta sürmesi beklenen bu zirvede somut bir takım adımların
atılması zor.
Bu sorunu, son tahlilde, çözecek olan
başta uluslararası işçi sınıfı olmak üzere, iklim yıkımından en büyük zarara
uğrayacak olan dünyanın ezilen halkları, ulusları, doğa dostları, kadınlar ve gençlerin
bütünleşik antikapitalist mücadelesidir.
Dip notlar:
(1) IPCC,
Climate Change 2021, The Physical Science Basis, https://www.ipcc.ch/report (9 August 2021).
(2) https://theconversation.com/the-water-cycle-is-intensifying-as-the-climate-warms-ipcc-report-warns-that-means-more-intense-storms-and-flooding
(9 August 2021).
(3) IPCC,
agr.
(4) https://theconversation.com/5-things-to-watch-for-in-the-latest-ipcc-report-on-climate-science
(4 Ağustos 2021).
(5) https://www.commondreams.org/views/was-avoidable-climate-activists-say-about-apocalyptic-un-climate-report?
(11 August 2021).
(6) https://thenextrecession.wordpress.com/climate-change-the-fault-of-humanity
(11 August 2021):
(7) http://climateaccountability.org (13
August 2021).
(8) The
Carbon Majors Database, CDP Carbon Majors Report 2017, https://climateattribution.org/resources/carbon-majors-report-2017
(11 August 2021).
(9) https://www.evrensel.net/haber/440272/prof-dr-mustafa-durmus-otvde-oldugu-gibi-gelir-vergisinde-de-matrahlari-yukselti
(13 Ağustos 2021).
(10) Marcus Lu, “Visualizing the Biggest Risks to
the Global Economy in 2020”, https://www.visualcapitalist.com
(17 January 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder