Devlet-sermaye
sınıfı ilişkisi bağlamında TÜSİAD’ın yaptığı çıkış
Mustafa
Durmuş
21
Ekim 2021
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nin
(TÜSİAD) kuruluşunun 50’nci yıl dönümünde hazırlattığı “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa-İnsan,
Bilim, Kurumlar, Ekim 2021” başlıklı çalışma 19 Ekim Pazartesi günü kamuoyu ile
paylaşıldı. (1)
Hem derneğin Yüksek İstişare Konseyi (YİK)
Başkanı T. Özilhan’ın bu çalışmayı tanıtırken yaptığı açıklamalar, hem dernek
başkanı S. Kaslowski’nin “laiklikten çoğulcu demokrasiye, gençlerin işsizlik
sorunundan iklim krizine ve çevre tahribatına, makroekonomik
istikrarsızlıklardan Merkez Bankası politikalarına, dışlayıcı iktisadi
büyümeden bozulan gelir dağılımına” kadar birçok önemli soruna vurgu yapan
konuşması, hem de Prof. D. Acemoğlu’nun özellikle de Türkiye ekonomisinin
yapısal bir sorunu haline geldiğini düşündüğü “düşük verimlilik artışı sorununa”
dikkat çeken sunumu ülkenin gündemine oturdu.
Açıklamalar
merkez sağ muhalefete destek mi?
Ülkedeki ekonomik ve politik krizin
giderek derinleştiği ve ülkenin Merkez sağ muhalefetinin ses yükseltmeye
başladığı bir anda, ülkenin büyük sermaye örgütünün yaptığı çoğulcu demokrasi
ve laiklik vurguları, ekonominin durumu ve izlenen ekonomi politikaları ile
ilgili olarak taşıdığı endişeler ve siyasal iktidara yönelttiği eleştiriler ve sonuç
olarak sunduğu “yeni” öneriler siyasal iktidara talip merkez sağ muhalefete bir
destek olarak da değerlendiriliyor.
Geçmişinde 12 Eylül Askeri Darbesi gibi,
ülkenin bugünkü karanlık günlere gelmesinde çok önemli bir rolü olan bir kanlı darbeyi
destekleyen ve işin doğrusu son 20 yıllık AKP iktidarları döneminde gerçek
anlamda sesini çıkarmayan bir örgütün bugün demokrasi, laiklik ve “adaletli”
bir iktisadi büyüme-kalkınma vurgusu yapması elbette önemli ama bir o kadar da
düşündürücü.
Yorumcular:
“İktidar gidici, TÜSİAD bunu görmeye başladı…”
Yorumcuların büyük bir kısmı bu çıkışı; mevcut
“iktidar blokunun artık gitmekte olduğu gerçeğini gördükleri için, gelecek
iktidarlarla şimdiden ilişki kurmak çabası” olarak yorumluyor.
Diğer yandan, bu tür iktidar değişimleri
ancak böyle iktidarlardan en büyük zararı gören, buna karşılık geleceği yeniden
kurma gücüne ve iradesine sahip devrimci sınıf olan işçi sınıfı ve diğer
emekçilerin örgütlü mücadeleleriyle gerçekleştiğinde anlamlı ve kalıcı
olabilir. Çünkü bu aynı zamanda bir sınıflar savaşıdır ve sonrasında izlenecek
yeni stratejide ve politikalarda bu savaşı kazananların sınıfsal çıkarlarını ve
tercihlerini yansıtacaktır.
Beklendiği gibi, sistemik bir eleştiriye
sahip bulunmayan, daha ziyade “sosyal-demokratımsı” talepleri içeren bu çıkış
ve öneriler, kısa dönemde, otoriter bir rejimin devrilerek yerine demokratik
bir rejimin inşası imkânının önünü açabilir olması açısından önemli.
Ancak örgütün bu çıkışını “demokrasi ve
laikliğe sahip çıkma ya da muhalefet partileri ile gelecek için şimdiden temas
kurma” gibi yüzeysel okumaların ötesine giderek analiz etmek ve yorumlamak daha
yerinde olur.
Sermaye-devlet
ilişkileri belirleyici
Bunun için de uzunca bir süredir
unuttuğumuz, kapitalist devletin işlevleri ve sermaye sınıfının bu devletten
bekledikleri konusundaki sınıf temelli bilgilerimizi hatırlamakta yarar var.
Bilindiği gibi, sınıflı toplumların
tarihinde ilk kez, kapitalist toplumun devleti (ulus devlet) “herhangi bir sosyal
sınıfın ya da kesimin emrinde ya da hizmetinde olmadığı, sosyal sınıflar
karşısında tarafsız olduğu” biçimindeki yanıltıcı algıyı başarılı bir biçimde
yarattı. Öyle ki örneğin feodal toplumda, devlet açık seçik bir biçimde egemen
sınıf konumundaki feodal beylerin, kralın ya da sultanın devletiydi. Egemen
sınıf ve devlet birebir örtüşmekteydi.
Kapitalist toplum ise sosyal sınıfları
ortadan kaldırmadı. Eski egemen sınıf olan feodal beylerin yerini sermaye
sınıfı (burjuvazi), ezilen sınıf olan serflerin yerini ise işçi sınıfı
(proletarya) aldı. Üstelik sosyal
sınıflar arasındaki ayrışma ve çelişkileri daha da yalın, net bir hale getirdi.
Kapitalist
devletin dört işlevi ve TÜSİAD
Bu durum da kolektif bir biçimde burjuvazi
tarafından örgütlenmiş ve zor uygulama gücüne sahip olan kapitalist devlet
aygıtının önüne dört tarihsel görevi koydu. Sırasıyla:
(i)
İşçi sınıfından ya da başka
ülkelerin sermaye grupları adına hareket eden diğer ulus devletlerden
kaynaklanabilecek düzeni ele geçirme girişimlerine ve tehditlerine karşı
kapitalist düzeni ve üretim tarzını korumak.
(ii)
Kârlı bir sermaye birikimini
ve toplumsal yeniden üretim sistemini kesintisiz biçimde sürdürmek.
(iii)
Egemen sınıf konumundaki burjuvazinin
çıkarlarını savunmak, aynı zamanda egemen sınıfın çeşitli bölümleri arasındaki
çıkar ilişkilerini düzenleyip, aralarındaki çatışmaları yumuşatmak ya da önlemek.
(iv)
Son olarak, yasama-
yürütme-yargı ve eğitim gibi araçlarla egemen sınıfların bu çıkarlarını toplum
nezdinde meşru göstermek.
Kapitalist- ulus devletin bu işlevlerini
daha yalın bir biçimde ifade edersek; böyle
bir aygıt kabaca ikili bir işlevi yerine getirmek üzere kurgulandı:
(i)
Artı değer sömürüsüne
dayalı kârlı bir sermaye birikimini kesintisiz olarak sürdürebilmek için, kapitalist
sınıfın başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilen halk sınıflarının ve
kimliklerinin üzerindeki hâkimiyetini sağlamak.
(ii)
Bir bütün olarak egemen
sınıfın farklı bölümleri arasındaki rekabeti yönetmek.
Devlet aygıtı kendini sürekli yenilemek
zorunda
İlk işlev
ile ilgili olarak; kapitalist sınıf toplumdaki yerini koruyabilmek, iktidarını
sürdürebilmek için (sadece lüks tüketimini sürdürmeyi garantilemek için değil),
sermayesini/servetini de sürekli olarak büyütmek zorunda. Bu da dinamik bir devlet
yapılanmasını ve buna uygun kamu yönetimini gerekli kılıyor. Yani devlet hem
üst yapının en önemli organı, hem de merkez kapitalist kurum olarak aldığı
biçimi kârlılığı ve sermaye birikimini kolaylaştırmak için periyodik olarak
yenilemek zorunda.
Ayrıca, kapitalizmde
değişim değeri üzerinden gerçekleştirilen üretim ve mübadelenin sürdürülebilir
bir birikimin ön koşulu olduğunu biliyoruz. Yani üretim ve bölüşüm süreçleri
çıkarları uzlaşmaz sınıflar olan burjuvazi ve işçi sınıfının arasındaki
mübadele ilişkilerine bağlıdır.
Devletten
bu iki sınıf arasındaki çelişkiyi yönetme konusunda önemli bir rol oynaması beklenirken,
özel mülkiyeti, bireyciliği, girişim özgürlüğünü ve haklarını korumaya dayalı
bir sistemin ideolojisinin de savunucusu olması istenir.
AKP üzerine düşenin önemli bir kısmını yerine
getirdi
Bu açıdan,
artık (büyük ölçüde) devletin sahibi olmuş, devletle bütünleşmiş olan AKP’nin 20
yıldır üzerine düşeni yaptığının kabul edilmesi gerekir. Gerçekten de bu
süreçte (kısmen yandaş kayırmacılık ve belli sektörlerin ön planda tutulması
dışında) burjuvazinin, irili-ufaklı,
seküler-dindar tüm bölümlerini mutlu edecek düzenlemelerden ve uygulamalarda
(özellikle de 2016’dan bu yana) kaçınılmadı.
Örnek
olarak, emekçiyi koruyan yasalar iğdiş edildi, emek piyasaları esnekleştirildi,
emekçiler örgütsüzleştirildi, güvencesizleştirildi. Buna karşılık sermaye hareketlerinin
önündeki tüm engeller ortadan kaldırıldı, çıkartılan vergi ve varlık aflarıyla
yasa dışı servetlerin dahi meşrulaştırılması sağlandı. Her yıl yüzlerce milyar
lirayı bulan ( 2022 yılında 336 milyar lira olarak hedeflenen) vergi indirimleri,
muafiyet ve istisnaları bu kesimlere altın bir tepsi ile sunuldu.
İstisnai
durumlar dışında, TÜSİAD’ın bileşenlerinin bu imkânlardan yararlanamadığı
söylenemez. Yani örgütün eleştirilerinin bu kaynaklara erişememek üzerinden
temellendiğini ileri sürmek abartı olur.
Buradan
hareketle devletin bölüşüm ilişkilerinde şu ana kadar oynadığı rolün de TÜSİAD
açısından tatmin edici olduğu söylenebilir. Yani milli gelirin kapitalistler ve
işçiler arasındaki kâr ve ücret biçimindeki bölüşümünden söz ediyoruz. Öyle ki
ekonominin bu yılın ikinci çeyreğinde olduğu gibi yüzde 21,7 oranında büyüdüğü
bir dönemde dahi işçilerin milli gelirden aldıkları pay (ücretler) yüzde 33’e gerilerken, patronların payı (kârlar)
yüzde 50’ye yükseldi.
Kârın sermaye sınıfının kendi içindeki paylaşımındaki hoşnutsuzluk
Ancak bir
diğer bölüşüm ilişkisi konusunda hoşnutsuzluk söz konusu olabilir. Yani toplam
artı değerin (kârın) sanayici-tüccar
kârı, faiz ve rant biçimindeki bölüşümünde rahatsızlıklar söz konusu olabilir.
İşte bu
noktada iktidarın uyguladığı düşük faiz –yüksek kur politikası çok etkili oldu.
Öyle ki Merkez Bankası’na (MB) yapılan müdahalelerle düşük tutulan faizlerin inşaat
sektörünü ve bankaları korumaya yönelik olduğu açık iken, bunun neden olduğu
yüksek kur ve yüksek enflasyon, başta imalat sanayi olmak üzere, reel
üretimdeki burjuvazinin istikrarlı bir kâr-sermaye birikimi sağlamasını
önlüyor, aynı zamanda da ekonominin ihtiyaç duyduğu yabancı yatırımları
caydırıyordu.
Kısaca, TÜSİAD’ın
canını sıkan bir bölüşüm sorunu ancak bu sorun olabilir. Çünkü kapitalist
bölüşüm ilişkileri yalnızca emek-sermaye arasındaki uzlaşmaz ilişkilerle
sınırlı değil. Aynı zamanda kâr, rant ve faiz gibi emek sömürüsünden yaratılan kârın
burjuvazinin değişik bölümleri arasındaki bölüşümünü de içeriyor. Bu alandaki
bölüşüm, uzlaşır nitelikte olsa da, çatışmalı bir bölüşüm.
Egemen sınıfın farklı bölümleri kendi
paylarını korumak için ne denli mücadele içindeyseler kapitalist devletin
homojenliği de o denli azalıyor, bozuluyor. Çünkü kapitalizmde devletten tüm
kapitalist sınıfın uzun vadeli çıkarlarını koruması, her bir sermaye bölümünün
çatışan çıkarları arasında hakem rolü oynaması bekleniyor.
Ya da devletin tüm burjuvazinin kolektif
örgütü olma özelliği ne kadar azalıyorsa, sermayenin farklı bölümleri
arasındaki bölüşüm kavgası da o denli artıyor. TÜSİAD’ı rahatsız eden asıl gelişmelerden
birisi bu olabilir.
TÜSİAD
bu iktidar altında makroekonomik istikrarın sağlanabileceğine artık inanmıyor
Son olarak, ulus devletin rolü kapitalist
ekonomilerin içinde bulunduğu duruma göre farklılaşıyor. Yani devletin sürgit
genişletilmiş birikime ilişkin sorunlara sunduğu çözümler bağlama göre değişiklik
gösteriyor. Bu da devletin üretim ve bölüşümde hakemlik yapmak gibi
faaliyetlerinin yanı sıra üçüncü bir müdahale alanının var olduğu anlamına
geliyor.
Bu iş, ekonomi krizde iken kapitalist
birikimi istikrara kavuşturma işidir. Bu yolla devlet kriz zamanlarında sınıf
mücadelesinden kaynaklanan çelişkileri, çatışmaları yumuşatma konusunda merkezi
bir rol oynar.
Bu bağlamda, ekonomik durgunluklarla ya da
krizlerle karşılaşan devlet her türden teşvik, sübvansiyon, vergi kolaylığı,
vergi imtiyazları sağladığı gibi, kendisi büyük çapta harcamalarda bulunarak
ekonomiyi ayağa kaldırmak görevini üstlenir. Kısaca makroekonomik istikrarı
sağlamaya çalışır.
Çünkü sürdürülebilir kârlı bir sermaye
birikimi için (Kaslowski’nin de konuşmasında vurguladığı gibi) makroekonomik
istikrarın sağlanması ön koşuldur. AKP-MHP iktidar blokunun bunu
sağlayabileceğine artık inanılmıyor. TÜSİAD’ın eleştirilerinin ardındaki ikinci
önemli konu da bu aslında (bunu sağlayabilme iddiasıyla yola çıkan “yeni” bir
merkez sağ ittifaka neden sıcak bakılmasın ki?)
Sermaye
güven istiyor
Ayrıca Türkiye ekonomisi gibi yabancı
kaynağa bağımlı bir ekonomideki değirmenin suyunun bir kısmının dışarıdan
geldiği, böylece ülkeye istikrarlı bir biçimde yabancı yatırımın gelmesinin
sağlanması gerektiği de biliniyor. Bu yüzden de merkez sağ ya da sol hiçbir
iktidar şu ana kadar yabancı sermaye karşıtlığı yapmadı, tam tersine bu
girişleri destekleyen politikalar temel politikalar olarak benimsendi.
Bu bağlamda, sadece yerlilere değil, bir
çoğunun ortağı olduğu yabancı yatırımcıya, kreditör kuruluşlara, bankalara
güven vermek gerekiyor. Bu açıdan TÜSİAD’ın MB’nin bağımsızlığını yitirmesi
konusunda verdiği tepki de aslında bu durumun yerli ve yabancı yatırımcıya
paranın istikrarı konusunda güven sağlayamaması ile sınırlı. Yoksa örgüt,
MB’nin halkın ihtiyaçlarını karşılamaya dönük politikalar izlemesini talep
etmiyor (piyasaları üzecek, parasal istikrarı bozacak işler yapılmasın yeter).
Sonuç
olarak
İktidar bloku, özellikle de 2015 yılından
bu yana içerde ve dışarıda sürdürülen savaş, giderek artan otoriterleşme ve
siyasal İslamcı zorlamalarla, makroekonomik
ve parasal istikrarın sağlanmasını önlüyor ve durum her geçen gün daha da ciddi
bir hal alıyor.
Bu durumu kapitalist üretim ve bölüşüm
ilişkilerinin tam göbeğinde olan, devleti çok iyi tanıyan bir büyük sermaye
örgütünün yerli üyelerinin ve onların yabancı ortaklarının herkesten çok daha
iyi gördüğü açık.
Büyük sermayenin özellikle de son 10
yıldır ülkede demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin askıya alınmasına
sessiz kalırken bugün sahneye çıkması, muhalefet güçlerinin yürüttüğü ve
giderek toplumsal desteği de artan sistemin reformasyonu mücadelesinin kendi
sınıfsal çıkarlarıyla örtüşmesi ile ilgili.
Dip notlar:
https://www.youtube.com; https://www.tusiad.org/tr/component/k2/item/10855-yeni-bir-anlayisla-gelecegi-i-nsa-i-nsan-bilim-kurumlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder