(İklim
krizi, göç ve sığınmacı ilişkisi (2)
Mustafa
Durmuş
10
Ekim 2021
Artık iç savaşların, otoriter rejimlerin ya
da ciddi ekonomik zorlukların neden olduğu göçlerin ve sığınmacıların yanı sıra
iklim göçleri ile daha sık karşılaşacağımız bir sürece girdik. Çünkü küresel ısınma ve iklim
değişikliği kuraklığa neden oluyor, su kaynaklarını azaltıyor, mahsul
verimliliğini düşürüyor, gıda üretiminde yetersizliğe neden oluyor, fırtınaları
artırıyor, deniz seviyesini yükseltiyor, bu durum buharlaşmanın artmasına ve
sonrasında sellere, aşırı sıcaklara ve ekilebilir toprak kayıplarına neden
oluyor.
Bütün
bunlar başta hem insan ve toplum sağlığı olmak üzere, tüm diğer canlılar
üzerinde ölümcül etkilere yol açarken, ekonomiler bundan bir bütün olarak zarar
görüyor. Bu da, diğer göçlerin yanı sıra, spesifik olarak iklim değişikliğinden
kaynaklanan göçlere neden oluyor.
Öncelikle
iklim değişikliğinin insan ve toplum sağlığı üzerindeki etkilerinden
başlayalım.
İklim değişikliği insan ve toplum sağlığını
bozuyor
İlk
olarak ölüm riski artıyor. Çünkü örneğin yoğunlaşan fırtınalar sağlık hizmetlerinin
kesintiye uğramasına yol açıyor. Nitekim 2017 yılında Porto Riko’da Maria
Kasırgası yaşandığında ölümlerin üçte biri sağlık hizmetlerinin kasırga
yüzünden verilememesinden kaynakladı. İkinci olarak kazalar ve yaralanmalar
artıyor, insanların akıl sağlığı bozuluyor, bulaşıcı hastalıklar daha da
artabiliyor veya yeniden ortaya çıkabiliyor. Üçüncü olarak, daha uzun ve daha şiddetli
yangın mevsimleri daha fazla insanın daha fazla dumana maruz kalmasına neden oluyor.
Bu konudaki en çarpıcı örnek 2019 yılında Avustralya’da görülen orman
yangınları. Bu yangınlar ülke nüfusunun çok büyük bir kısmını etkiledi. İnsanlar
artan kanser, solunum ve kalp hastalığı riskleriyle karşı karşıya kaldılar.(1)
İklim değişikliğinin etkileri asimetrik
İklim
değişikliğinin bu etkileri toplum içinde simetrik olarak da dağılmıyor,
yaşlılar, engelliler, çocuklar, kadınlar ve yoksul halk sınıfları bundan çok
daha fazla etkileniyor. Örneğin, yaşlılar, hastalar, engelliler ve yoksullar sıcak
hava dalgaları sırasında daha fazla ölüm riskiyle karşı karşıya kalıyor.
Yükselen
sıcaklıklar ve yükselen deniz seviyeleri, tropik adalar ve bölgelerdeki insanların
ya da kurak bölgelerdeki insanların yaşamlarını ve geçim kaynaklarını tehdit ediyor.
Bu insanlar böyle felaketler karşısında, temel koruma araçlarından genel olarak
yoksun oldukları için, son çareyi göç etmekte buluyorlar. Hem ülke içinde, hem
de başka ülkelere doğru zorunlu göçe zorlanıyorlar.
İklim
değişikliği en çok kadınları ve çocukları vuruyor
İklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkan ekolojik
şokların ilk hedefi ve mağduru kadınlar ve çocuklar oluyor. Özellikle de az gelişmiş ülkelerde kadınlara
yönelik şiddet ve taciz olaylarında ciddi bir artış yaşandığı gözlemleniyor.
JUCN adlı bir araştırma grubunun 2020
yılındaki bir raporuna göre (2): “Ekolojik şoklar ve krizlerle ilgili çatışmalara
bağlı olarak çocuk evliliklerinde ciddi bir artış gerçekleşti. İlave olarak
zorunlu evlilikler, fahişeliğe zorlama, cinsel şiddet ve insan kaçakçılığı
vakaları arttı. Öyle ki insanlar gerekli temel gereksinimlerini
karşılayamadıklarında, hayatta kalabilmek için kız çocuklarını evlendirerek
finansal zorlukları, geçim sıkıntısını aşmaya çalışıyorlar. Çok kötü hava
koşullarına bağlı olarak geçim zorlaştığından 12 milyondan fazla kız çocuk
yaşta evlenmek zorunda kaldı. Benzer nedenlerle insan ticaretinde yüzde 20’lik
bir artış yaşandı”.
İklim krizinin etkileri konusunda
"son derece yüksek risk" altında olan bir diğer kesim ise çocuklar.
UNICEF’e göre yaklaşık 1 milyar çocuk (dünyadaki 2,2 milyar çocuğun neredeyse
yarısı) iklim değişimi açısından “son derece riskli” olarak sınıflandırılan 33 yoksul
ülkede yaşıyor. Bu çocuklar, bu ülkelerdeki su, hijyen, sağlık ve eğitim gibi
temel hizmetlerin yetersizliği nedeniyle iklim değişiminden çok daha fazla
etkilenecekler. (3)
Bu durum yeni iklim göçlerine neden olurken
kadınların, çocukların ve kuşkusuz engellilerin bu göçler sırasında erkek
yetişkinlere göre hayatta kalma şansı çok daha az. Taciz, tecavüz gibi
saldırıların da doğrudan hedefi olabilecekleri gibi (hali hazırda yaşandığı
gibi) insan ve organ ticaretine de daha fazla konu ediliyorlar.
“Çevre mültecileri”
Kısaca artık ‘çevre mültecileri’ kavramı daha
sıklıkla kullanıyor. El-Hinnawi böyle
mültecileri: “Varlığını tehlikeye atan veya yaşam kalitesini ciddi şekilde
etkileyen belirgin bir çevresel bozulma (doğal süreçler ve/veya insanlar
tarafından tetiklenen) nedeniyle geçici veya kalıcı olarak geleneksel yaşam
alanlarını terk etmek zorunda kalan insanlar” olarak tanımlıyor. (4)
El- Hinnawi’nin 1985 yılındaki bu
tespitini bugün doğrulayan bir bilimsel araştırmaya göre, gezegenimiz
önümüzdeki 50 yılda son 6 bin yılda olduğundan daha büyük bir sıcaklık artışı
görebilecek ve birçok insan aşırı sıcaklardan, kuraklıklardan ve bunlarla
birlikte gelen açlık ve siyasi kaostan acı çekecek ve kitlesel olarak göçe
zorlanacak.(5)
Göç araştırmacıları ise neredeyse her
yerde iklim değişikliğinin ayak izlerini buluyorlar. Örneğin bazı tespitlere
göre, kuraklık, savaştan önce birçok Suriyelinin şehirlere göç etmesinde etkili
oldu, bu durum şehirlerdeki yaşamı zorlaştırarak huzursuzluğa yol açtı. Yine
kuraklığın sebep olduğu mahsul kayıpları Mısır ve Libya'da Arap Baharı
ayaklanmalarını alevlendiren işsizliğe neden oldu. Kısaca iklim göçü
mekanizmaları (su ve gıda kıtlığı ve artan sıcaklıklar gibi) daha da etkili
oldukça, daha büyük çaptaki göçlerin önü de açılıyor.
Suriye’de
göç önce iklim göçleriyle başladı
Kuraklık sorunu en fazla göç veren
ülkelerin başında gelen Suriye’nin iç savaş öncesinden başlayan bir sorunu.
Çünkü ülke yılda ortalama sadece 250 mm'den az yağış alıyor, dolayısıyla da ülkede
çok yıllı aşırı kuraklıklar yaşanıyor. Kış yağışlarının azalması ve
buharlaşmanın giderek artması kuraklığı artırıyor. Üstelik ülkenin temel su
kaynağının yüzde 60’ı Türkiye’de doğan Fırat ve Dicle gibi nehirlerden oluşuyor
ve bu nehirlerin suyunun kontrolü yıllardır çatışmalı bir konu.
Bu durum Suriye halklarının geçim
koşullarını kötüleştiriyor. Öyle ki 2006 - 2009 yılları arasında yaşanan
kuraklıklar (iç savaş öncesinde) yaklaşık 1,3 milyon çiftçiyi etkiledi.
Tahminen 800 bin insan geçim kaynaklarını ve temel gıda desteklerini kaybetti. Bu
dönemde buğday verimi yüzde 47 ve arpa verimi yüzde 67 oranında düştü, ülkede besi
hayvanı sayısı tam anlamıyla çakıldı. 2011 yılında kuraklığın geri gelmesi durumu
daha da kötüleştirdi. 2011'in sonlarında BM, bir milyonu gıda güvensizliğine
sürüklenmek biçiminde olmak üzere iki milyon ila üç milyon insanın
etkilendiğini tahmin ediyordu. Yiyecek ve su kıtlığının derinleşmesi
hastalıkların yayılmasını ve toplu göçleri beraberinde getirdi. Bunun sonucunda
çoğunluğu tarım işçileri ve çiftçiler olmak üzere 1,5 milyondan fazla insan,
kırsal alanlardan Suriye'nin Halep, Şam, Dera, Deyrizor, Hama ve Humus gibi
başlıca şehirlerinin eteklerindeki yerleşim bölgelerine ve kamplara taşındı. Bu
durum bu kentlerde işsizliğe, ekonomik altüst oluşlara ve sosyal huzursuzluğa yol
açtı. (6)
Orta
Amerika’dan Sudan’a kadar iklim göçmenleri
Araştırmalar, toprakları onları yüzüstü
bıraktıkça, Orta Amerika'dan Sudan'a ve Mekong Deltası'na kadar on milyonlarca
insanın kaçmakla ölüm arasında seçim yapmak zorunda kalacağını, bunun da yakın
gelecekte dünyanın gördüğü en büyük küresel göç dalgasına neden olacağını ileri
öngörüyor.
Aslında
daha şimdiden insanlar iklim değişikliğinden en çok etkilenen bölgelerden kaçmaya
başladılar. Örnek olarak Guatemala’da insanlar, kuraklığın, selin, ekonomik
çöküşün ve açlığın amansız bir karışımı altında, yerlerinden, yurtlarından
ayrılmaya başladılar. Bu ülkede yaşanan acıların sorumlusu olarak gösterilen El
Nino olarak bilinen kuraklık ve ani fırtınanın gezegen ısındıkça daha sık yaşanması
bekleniyor. Ülkenin birçok yarı kurak bölgesinin yakında daha çok bir çöl gibi
olması, bazı bölgelerinde yağışların yüzde 60 oranında ve akarsuları yenileyen
ve toprağı nemli tutan su miktarının yüzde 83 dolayında azalması bekleniyor. En
uç iklim senaryolarına göre, Amerikalar coğrafyasında önümüzdeki 30 yıl boyunca
30 milyondan fazla göçmen ABD sınırına yönelecek. (7)
Groundswell Raporları: 143- 216 milyon iklim göçmeni
Bundan üç
yıl önce yayınlanan bir Dünya Bankası raporunda (Groundswell Raporu),
insanların yeterince suyun ve gıdanın olmadığı, deniz seviyesinin yükseldiği ve
fırtınaların oluştuğu bölgelerden iklim değişikliğinin etkilerinin daha az
görüldüğü bölgelere doğru göç edecekleri ve iklim değişikliğinin en yoksul ve
bu değişikliğe karşı korunmada en yetersiz alt yapı imkânlarına sahip ülkeleri
en fazla etkileyeceği öngörülüyordu.
Buradan
hareketle de, Sahra altı Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika gibi azgelişmiş
dünyanın yüzde 55’ini oluşturan coğrafyada iklim değişikliği ve yanlış kalkınma
politikalarının 2050 yılına kadar 143 milyon insanın göç etmesiyle
sonuçlanacağı (bölge nüfusunun yüzde 2,8’i) ileri sürülüyordu. (8)
Bu yılın Eylül ayının ortalarında
genişletilmiş ve güncellenmiş olarak yeniden yayımlanan rapor ise (9) altı
küresel bölgede yüzlerce milyon insanın iklim değişikliği yüzünden, yüzyılın
ortasına kadar, ülkelerin kendi içinde göçe zorlanabileceğini ileri sürüyor.
Rapor Doğu Asya ve Pasifik, Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa ve Orta Asya için
analizleri içeriyor.
Altı bölgedeki bütünleşik sonuçlar, zamanında ve
uyumlu bir iklim ve kalkınma eylemi söz konusu olmazsa, 2050 yılına kadar iklim
değişikliği etkileri yüzünden (en kötü senaryo altında), 216 milyon civarında
insanın kendi ülkeleri içinde göç edebileceğini gösteriyor.
İklim göçünün sıcak noktaları 2030’da görülebilir
Bu insanlar suyun daha az ve mahsul verimliliğinin
daha düşük olduğu bölgelerden ve deniz seviyesinin yükselmesinden ve büyük
çaptaki fırtınalardan etkilenen bölgelerden göç edecekler. İç iklim göçünün
sıcak noktaları 2030 gibi erken bir tarihte ortaya çıkabilecek ve göçler 2050
yılına kadar yayılmaya ve yoğunlaşmaya devam edebilecek.
Dünya Bankası Sürdürülebilir Kalkınma Bşk.Yrd.
J. Voegele, bu raporun, iklim değişikliğinin, özellikle de dünyanın en
yoksulları, yani onun sebeplerine en az katkıda bulunanlar üzerindeki insani
zararının net bir hatırlatıcısı olduğunun altını çiziyor. Aynı zamanda da, ülkelerin gecikmeksizin sera gazlarını
azaltmaya, kalkınma açıklarını kapatmaya, hayati ekosistemleri restore etmeye
ve insanların uyum sağlamasına yardımcı olmaya başlaması durumunda, iç iklim göçünün
2050 yılına kadar yüzde 80’e varan bir oranda (göçmen sayısı 44 milyona)
düşürülebileceğini ileri sürüyor. (10)
ABD’de
13-50 milyon iç iklim göçmeni
Benzer öngörüler ülkeler için de
yapılıyor. Örnek olarak, bazı akademik projeksiyonlara göre (11); önümüzdeki 30-
40 yıl boyunca, ABD'nin alçak kıyı bölgelerinin yükselen deniz seviyesi
yüzünden ciddi bir tahribat yaşamasının muhtemel olduğu, bu yüzden de milyonlarca
insanın iç şehirlere taşınmak zorunda kalabileceği, hatta 1916 Büyük Göç’ünden
bu yana görülmemiş kitlesel bir göçün ortaya çıkabileceği ileri sürülüyor. Böylece 13 milyon dolayında insanın göçmen
olabileceği öngörülüyor.
Dahası, hali hazırda, 1,2 milyondan fazla
Amerikalının, giderek artan şiddetli fırtınalar, orman yangınları ve sel dâhil
olmak üzere iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle, evlerini terk ettiği ve
daha güvenli bölgelere göç ettiği bildiriliyor. Çünkü ABD’de son 10 yılda en az
910 çevre yıkımı yaşandı. Bunun sonucunda yaklaşık 8 milyon insan evini
kaybetti. Son raporlar, önümüzdeki on yıllarda yaklaşık 50 milyon Amerikalının
iklim göçünden etkileneceğini gösteriyor.(12)
Oxfam:
“Her iki saniyede bir kişi evini terk ediyor”
Oxfam tarafından yayınlanan bir rapor ise,
iklim kaynaklı afetlerin son 10 yılda ülke içi göçlerin bir numaralı itici gücü
olduğunu ve yılda 20 milyondan fazla insanın (her iki saniyede bir kişi)
evlerini terk etmek zorunda kaldığını ileri sürüyor.
Oxfam'ın analizi, küresel karbon
kirliliğinden en az sorumlu olan yoksul ülkelerdeki insanların en fazla risk
altında olduğunu da gösteriyor. Son 10 yılda yerinden edilen tüm insanların
yaklaşık yüzde 80’i, dünya nüfusunun yüzde 60’ına sahip olan ve küresel olarak
aşırı yoksulluk yaşayan insanların üçte birinden fazlasının yaşadığı Asya’da
yaşıyor. Hindistan, Nijerya ve Bolivya gibi düşük ve düşük-orta gelirli
ülkelerdeki insanların aşırı hava koşulları nedeniyle yerlerinden edilme
olasılığı ABD gibi zengin ülkelerdeki insanlara göre dört kat daha fazla. (13)
Durumu daha da vahim bir hale getiren bir
diğer olgu ise kentleşmenin hızla artması. Çünkü şu anda gezegen nüfusunun
yarısından biraz fazlası kentlerde yaşıyor ama Dünya Bankası'nın tahminlerine
göre yüzyılın ortalarında bu oran yüzde 67’ye çıkacak. Sadece 10 yıl içinde,
her 10 kent sakininden 4’ü (dünya çapında 2 milyar insan), gecekondularda yaşamak
durumunda kalacak. (14) Açıkçası dünyada hiçbir kentin gelecekte böyle bir iç
göç akınını kaldırabilmesi mümkün değil.
Sayılar
yabancı düşmanlığını körüklemek için mi abartılıyor?
İklim göçleri ile ilgili göç eden ya da
edebilecek insan sayıları konusunda bir uzlaşma mevcut değil. Bazı
araştırmacılar iklim göçmeni sayının 10-250 milyon arasında olabileceğini ileri
sürüyor. Hatta bu sayının, çok abartılı bir biçimde, 2060 yılında 1,4 milyarı dahi bulabileceği
ileri sürenler dahi var. (15)
Diğer taraftan iklim göçlerinin ve
bunlarla ilgili böyle abartılı rakamların sadece iklim yıkımı konusundaki
farkındalığı artırmak için yapıldığını ileri sürülebilmek de mümkün değil.
Çünkü yüksek göç dalgası, mülteci taşkınları
gibi doğa olayları ile ilişkilendirilen metaforlarla iklim göçlerinin
açıklanması aslında Kuzeyde ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, göçmen
karşıtlığının güçlendirilmesine hizmet ediyor. Yani bu yöndeki gündemler için
böyle abartılı sayılar ve bir dil araç olarak kullanılıyor. (16) Bu tür
yaklaşımlar Güneyi felaketler, tehlikeler, aşırı nüfus gibi bir bölge olarak
tanımlayarak Kuzeyin önüne atıyor. Bu da iklim göçlerinin bir güvenlik sorunu
olduğu biçimindeki yanlış kanıyı güçlendiriyor. (17)
Kürt
Sorunu ve iklim göçmenleri
Türkiye’de 1990’lar, özellikle de Kürtlerin
yoğunluklu olarak yaşadıkları coğrafyada önemli bir kırılma ortaya çıkardı.
Yıllara yayılan çatışma ortamında PKK’nin lojistik desteğini kesmek için bir
yandan zorunlu köy boşaltmaları, diğer yandan güvenliği sağlamak maksadıyla
koruculuk sistemi devreye sokuldu. Bu sürecin sonunda Doğu ve Güneydoğu’da
güvenlik nedenleri ile 1 milyondan fazla insanın göç ettirildiği tahmin
ediliyor. Göçün bir kısmı yine aynı bölgedeki şehir merkezlerine yöneldi.
Örneğin Hakkâri’nin şehir nüfusu on senede yaklaşık iki katına çıktı. Keza
Batman, Kızıltepe, Şırnak gibi yerleşim yerleri kısa bir dönemde büyük
şehirlere dönüştü. (18)
Bu savaş çevre üzerinde yarattığı etkiler
yüzünden iklim mültecilerinin de doğmasına neden oldu. Çünkü “bu süreçte
insanların yaşam ağları da tahrip edildi. Geri dönüşleri engellemek amacıyla
boşaltılan köylerde kimi durumlarda evler yıkıldı, hayvanlar öldürüldü,
bahçeler-ağaçlar ateşe verildi, ormanlar yakıldı. Hayvanların bir kısmı ise
meraların mayınlanması veya göç gibi süreçlerin sonucunda haraç mezat elden çıkarıldı.
Diğer bir kısmı ise insanlarla beraber şehre göç etti. Çeşitli raporlarda şehir
merkezlerinde sanki kedi-köpek gibi sokaklarda dolaşan çok sayıda küçükbaş ve
büyükbaş hayvanın varlığından söz edilir. O dönem 110 bin insanın yaşadığı
Siirt’te 41 bin, 195 bin kişilik Batman’da 83 bin büyük ve küçükbaş hayvan
birikmişti. Dolayısıyla savaşlar bir yönüyle de ekolojik ağlara, yani insanları
yaşam alanlarına bağlayan unsurlara yöneliktir denilebilir”. (19)
Türkiye
çölleşiyor
Bu yılın Eylül ayında yayımlanan bir
çalışmaya göre (20), Akdeniz bölgesindeki hiçbir ülke iklim değişikliğinden
Türkiye'den daha fazla etkilenmedi. Sıcaklık ve kuraklık arttıkça, ülkenin su
kaynakları HES’ler gibi rant projeleri için kullanıldıkça ülke hızla çölleşti. Yoğun
tarım, imalat ve turizm yatırımları ve enerji sağlamak için büyük kömür ve
hidroelektrik projeleri teşvik edildi. Şu anda tarım sektörü ülkenin tatlı su
kullanımının neredeyse yüzde 75’ini gerçekleştiriyor. Daha fazla su yoğun
mahsullere geçiş ise yeraltı suyunu önemli ölçüde tüketti ve tüm nehir
sistemlerini kuruttu. Nüfus artışı ve şehirlere hareket, otlakların ve sulak
alanların betonla kapatıldığı geniş, kontrolsüz kentsel yayılma yarattı.
Aynı şekilde, Türkiye'nin yaygın oto yol, büyük
havalimanı projeleri, hidroelektrik enerji kullanımı su kaynaklarını tüketiyor.
Dünyanın en büyük dokuzuncu hidroelektrik enerjisi üreticisi bir şirket Dicle
ve Fırat Nehirleri de dâhil olmak üzere ülkedeki hemen hemen her nehre baraj
yaptı. Oysa hidroelektrik enerji, yenilenebilir bir enerji kaynağı olsa da, su
rezervlerini kurutuyor ve barajın akış aşağısında su kıtlığı yaratıyor, rezervuarlardaki
buharlaşma yüzünden her saniyede binlerce litre su kaybına neden olabiliyor. Bu
gelişmeler ekosistemin adaptasyon ve dayanıklılık potansiyelini büyük ölçüde
azaltıyor.
İklim bilimciler bu durumun Türkiye’nin ‘yeni
normali’ olduğunun altını çiziyor. Keza Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Paneli'nin (IPCC) en son raporu Akdeniz Havzasını küresel ısınmanın neden
olduğu en sıcak iklim noktalarından (hotspot) biri olarak gösterirken,
Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 60’ının çölleşmeye yatkın olduğunu vurguluyor. Hali
hazırda Türkiye’de HES rezervuarları, tatlı su kaynakları ve içme suyu
kaynakları bu yaz tüm zamanların en düşük seviyelerine geriledi, bu durum
özellikle de büyük kentlerin içme suyu kaynaklarını tehdit etti.
Dahası aynı çalışmaya göre, “ülkede
sıcaklıklar 50 yıl öncesine göre 1,5 C derece daha yüksek durumda ve bu sıcaklıklar
2100 yılına kadar 1950 seviyelerine göre 7 C dereceye kadar yükselebilecek.
Böyle olunca da Akdeniz bölgesinin bazı kısımları “cehenneme” çevrilebilecek, günlük yaşamla ilgili her şey daha da kötüye
gidecek”. (21)
Sonuç
olarak
G. Monbiot’un dediği gibi, iklim yıkımı
sürüyor ve ekosistemiz ciddi bir tehdit altında, 2005’den önce tam bir çöküş
yaşanabilir. Bu nedenle de acilen çok sağlam iklim hedeflerine ihtiyacımız var.
İklim yıkımı hakkında bildiğimiz bir şey varsa, o da bunun doğrusal, pürüzsüz
veya kademeli olmayacağı. Tıpkı bir kıtasal levhanın ani hareketlerle diğerinin
altına itilmesi ve periyodik depremlere ve tsunamilere neden olması gibi,
atmosferik sistemlerimiz de bir süre stresi emecek ve sonra aniden değişebilecek.
(22)
Ayrıca, iklim değişikliği ve küresel
ısınma çevre ve sağlıkla ilgili olduğu kadar çok ciddi ekonomik, sosyal siyasal
sonuçlar da doğuruyor. Bir yandan kuraklıklar, seller, aşırı sıcaklar, orman
yangınları, fırtınalar yaşanırken, diğer yandan ekonomiler tahribata uğruyor.
İklim değişikliğinin etkilediği sektörler büyük zarara uğruyor, istihdam ve
gelir kayıpları yaşanıyor, işsizlik, yoksulluk ve yoksunluk artıyor.
Bu nedenle de bundan böyle geleceğe
ilişkin olarak yapılan ama iklim değişikliğinin etkilerini dikkate almayan
hiçbir ekonomik büyüme hesabının güvenilir olması beklenmemeli. Yani ulusal ve
uluslararası örgütlerin iklim değişikliğini bir parametre olarak dikkate
almadığı ekonomik büyüme senaryolarına güvenmenin, buna göre yol haritaları
hazırlamanın son derece yanıltıcı olacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
İklim değişikliği, bu yazıda konu edildiği
gibi, bu yüzyılın sonuna kadar yüzlerce milyon insanın hem kendi ülkesinde, hem
de uluslararası olarak göçe zorlanmasıyla ve mülteci sayısını patlamasıyla
sonuçlanabilir. Öte yandan, iklim değişikliği dünyadaki otoriterleşme ve faşizm
eğilimlerini artırırken, bunlara bir de ekofaşizmin eklenmesiyle sonuçlanabilir.
Bu yazıda da vurgulandığı gibi, abartılı iklim göçü ya da göçmeni rakamları
yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı körükleyerek bu gidişata hizmet edebilir.
Bu yüzden de iklim değişikliği ile
mücadele etmek gerekir. Ancak bu mücadeleyi kimlerin üstleneceği, örgütleyeceği
son derece önemli bir konu. Kapitalist sistemin egemenlerinin iklim yıkımı
konusundaki sorumluluklarını gizlemeyi amaçlayan plan ve projelerin arkasına
takılarak iklim değişikliği ile mücadele etmek, onun ölümcül sonuçlarını
önlemek mümkün değil. Çünkü doğa tahribatından çok büyük kârlar ve servetler
elde edenlerin bundan vazgeçmeleri beklenemez. Bu çerçevede küresel
kapitalizmin seçkinlerinin, egemenlerinin ikiyüzlü davranışlarının altını bir
kez daha çizmeliyiz.
Sonuç olarak iklim değişikliği ile insan
hareketliliği arasındaki ilişki ne bir güvenlik sorunu, ne yönetsel bir konu,
ne de kontrol edilebilir sayılar olarak görülebilir. Tersine, çözüm insana, doğaya, bu ikilinin karşılıklı hak
ve özgürlüklerine ve sınırlarına odaklanmaktan geçiyor. Eğer bir duvardan söz edilecekse bu sadece
ekolojinin doğal duvarı olmalı, insanlara karşı örülen yapay duvarlardan
kaçınılmalı. Göçmenlere yardım etmekten ziyade onları kontrol etmeyi amaçlayan
politik müdahaleler ise asla çözüm değil.
Türkiye ise, nesnel olarak ekonomik ve politik
sorunları derinleştirmekten başka bir işe yaramayan ekonomi ve ekoloji
politikaları yüzünden tam bir kilitlenme durumu yaşıyor. Bu kilidi ancak emek
ve doğadan yana yeni bir paradigma, yeni bir siyaset anlayışı ve kapsayıcı bir
dil ve yeni ama gerçek bir demokratik halk iktidarı açabilir.
Dip notlar:
(1) https://www.brinknews.com/climate-change-is-a-health-crisis-how-can-health-care-and-life-sciences-respond
(15 April 2021).
(2) Julia Conley, “New Study Details Overlooked
Link Between Climate Breakdown and Violence Against Women”, https://www.commondreams.org/news
( 29 January 2020).
(3) https://www.unicef.org/press-releases/one-billion-children-extremely-high-risk-impacts-climate-crisis-unicef
(19 August 2021): United Nations Environment Programme (UNEP),
(4) Essam
El-Hinnawi, Environmental Reguees,
United Nations Environment Programme (UNEP), 1985, s.4.
(5) Abraham
Lustgarten, “Where Will Everyone Go?”, https://features.propublica.org/climate-migration/model
(23 July 2020).
(6) Peter
H. Gleick, “Water, Drought, Climate Change, and Conflict in Syria”, https://doi.org (1 Jul 2014), s.7.
(7) Lustgarten,
agm.
(8) “Groundswell
: Preparing for Internal Climate Migration”, World Bank, https://openknowledge.worldbank.org, 2018, s. 28-29.
(9) Clement,
Viviane; Rigaud, Kanta Kumari; de Sherbinin, Alex; Jones, Bryan; Adamo, Susana;
Schewe, Jacob; Sadiq, Nian; Shabahat, Elham. 2021. Groundswell Part 2 : Acting
on Internal Climate Migration, World
Bank, Washington, DC. © World Bank. https://openknowledge.worldbank.org.
(10) Agr.
(11) https://www.brinknews.com/the-great-climate-migration-of-the-united-states (16 February 2021).
(12) https://www.commondreams.org/climate-change-triggering-new-refugee-crisis-inside-us
(22 September 2021).
(13) https://oxfamapps.org/media/press_release/a-person-forced-from-home-every-two-seconds-by-climate-related-disasters-oxfam
(2 December 2019).
(14) Lustgarten, agm.
(15) Charles
Geisler, and Ben Currens, ‘Impediments to Inland Resettlement under
Conditions of Accelerated Sea Level Rise’, Land Use Policy, 66 (Supplement C)
(2017), 322–30, https://doi.org/10.1016/j.landusepol (29 March 2017)’den
aktaran Steffen Böhm and Sian Sullivan (eds), Negotiating Climate Change in
Crisis. Cambridge, UK: Open Book Publishers, 2021, https://doi.org/10.11647/OBP.0265, s. 66-67.
(16) Polly Pallister-Wilkins, “Walking, Not
Flowing: The Migrant Caravan And The Geoinfrastructuring Of Unequal Mobility” https://www.societyandspace.org/articles/walking-not-flowing-the-migrant-caravan-and-the-geoinfrastructuring-of-unequal-mobility
(2019)’dan aktaran Böhm and Sullivan,
agk, s. 74.
(17) Andrew Baldwin, ‘Racialisation and the Figure
of the Climate-Change Migrant’, Environment and Planning A: Economy and Space,
45(6) (2013), 1474–90, https://doi.org’den aktaran Böhm
and Sullivan, agk, s. 74.
(18) https://www.sivilsayfalar.org/2017/02/03/yediklerimizle-kurt-meselesinin-iliskisi-turkiyede-endustriyel-hayvancilik
(3 Şubat 2017).
(19) Agm.
(20) Paul Hockenos, “As the Climate Bakes, Turkey
Faces a Future Without Water”, https://e360.yale.edu
(30 September 2021).
(21) Agm.
(22) G. Monbiot, “On The Cusp”, https://www.monbiot.com
(15 September 2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder