Nass, Fed derken ‘örtülü’ faiz artırımı geldi!
Mustafa Durmuş
22 Aralık 2021
Bu yazının asıl konusu
iktidarın “faiz sebep-enflasyon sonuç” yaklaşımının arka planının
irdelenmesiydi. Zira Pazartesi akşamına kadar faiz indirimleri Nass’a
dayandırılıyordu. Bizim savımız ise bu politikanın dini bir referanstan ziyade
dünyevi bir gerçeklikten kaynaklanıyor olmasıydı. Yani bu politikanın ABD
merkez bankası Fed’in St.Louis Şubesine
hakim olan bir iktisadi görüşten esinlendiği idi.
Pazartesi sendromu
Bu yazıda bunu anlatacağız.
Ancak Pazartesi akşamı Cumhurbaşkanının canlı yayında açıkladığı kararla
başlamak durumundayız zira bu karar bütün gündemi değiştirdi. Öyle ki o ana
kadar 18 TL’nin de üzerini gören doların kuru saatler içinde 5-6 puan kadar
geriledi. Bu yazının yazıldığı saatlerde kur 13 TL civarındaydı (benzer bir
gerileme avroda da yaşandı).
Kararın o gün alınmadığı,
bundan haftalar öncesinde böyle bir müdahalenin hazırlandığı ertesi günkü
haberlerden ve milyarlarca doları bulan ani döviz satışlarından, hatta bir kamu
bankasının daha önce servis ettiği reklam filminden anlaşılıyor.
Bu kararla, dövizlerini
bozdursunlar ve TL’ye geçiş yapsınlar diye müthiş bir teşvikle ödüllendirilen
büyük para sahibi zenginlerin önemli bir kısmı bu fırsatı kaçırmadılar ve
dövizden çıkış yaptılar. Bu da dövizdeki bu sert düşüşü sağladı. Kuşkusuz daha
bu karar açıklanırken, dövizi en tepeden satan büyük oyuncular ciddi vurgunlar
yapıp yeni servetler elde ettiler.
Kur korumalı mevduat
“Kur korumalı mevduat
uygulaması” diye de adlandırılan bu uygulama ile TL’ye geçiş yapan DTH sahibi
bireyler sadece (bugün itibarıyla) yüzde 14 faiz geliri sağlamayacak, aynı
zamanda vade sonunda eğer kurun getirisi faizinkinden daha yüksekse aradaki
farkı (kur farkı olarak) Merkez Bankası karşılayacak. (1)
Merkez Bankası, bankalardan
haftalık swapla aldığı mevduatın yerine doğrudan kişilerden döviz almaya
başlayacak ve bunun karşılığında para basacak. TL mevduatı olan gerçek kişilere
de, döviz kurundaki artış ile mevduat faizi arasında fark söz konusu olduğunda,
Hazine bu farkı bütçeden ödeyecek.
Öncelikle bu uygulama yeni
değil. 1970’lerde, yurt dışında yaşayan işçilerimizin dövizlerini ülkeye
getirmeleri için başlatılan, ancak ticari bankalarda toplanan bu dövizlerin anapara
ve faiz geri ödemelerinin yapılamaması ve 1981 yılında bu borçların Hazine’ye
devredilmesiyle sonuçlanan Dövize Çevrilebilir Mevduat Hesabı uygulamasının
(DÇM) bir benzeri. Umarız bu uygulama da böyle sonuçlanmaz.
‘Örtülü’ faiz artırımıyla rantiyeye yeni kaynak transferi
Böyle bir uygulamanın özetle
‘örtülü’ bir faiz artırımı olduğu açık. Zira kur farkı ödemesi adı konmamış bir
faiz ödemesi demek. Gelinen nokta itibarıyla siyasal iktidar bir kez daha karar
değiştirdi ve son dört aydır sürdürdüğü faiz indirimi politikasını terk etti.
Bu uygulamanın asalak-faizci-
rantiye adı verilen ve siyasal iktidarın sözde hedeflerinden biri olarak
gösterilen kesimin daha da zenginleşmesiyle sonuçlanacağı çok açık. Üstelik bunlar
elde ettikleri kur farkı ‘neması’ üzerinden her hangi bir gelir vergisi de ödemeyecekler.
Dolarizasyon, enflasyon, yoksullaşma ve bütçe açığı artacak!
Keza bu karar başta para
politikası açısından olmak üzere ekonominin bir bütün olarak artık dolara
endekslendiğinin bir itirafı gibi. Dolar artık bu ülkedeki ulusal paranın
kendini bağladığı bir çıpa olma yolunda hızla ilerliyor. Bu da ülkedeki
dolarizasyonu artıracak.
Ayrıca ortaya çıkacak kur
farkları Merkez Bankası ve Hazine tarafından karşılanacağı için bu emisyona, bu
da enflasyonun daha da artması ve TL’nin daha da değersizleşmesiyle, halkın da
daha fazla yoksullaşmasıyla ve elbette bütçe açığının artmasıyla sonuçlanacak.
Bu politikanın ömrü
konusunda ise tahminde bulunmak güç. Bunun ilk sonuçları Mart ayının sonunda
(kur farklarının ödeneceği ilk tarih) alınacak. Ama bu politikanın uzun ömürlü
olmayacağını buradan ifade edebiliriz.
Faiz indirimlerinin arka planında ne var?
Şimdi gelelim asıl konumuz olan
faiz indirimlerinin arka planına. Bilindiği gibi Türkiye, özellikle Eylül
ayından bu yana, sürekli olarak düşürülen Merkez Bankası (MB) politika faizi
oranlarının neden olduğu döviz kuru ve enflasyon artışlarıyla boğuşuyor.
Üstelik bu faiz indirimleri dünyada genel olarak faiz oranlarının yükseltildiği
ve parasal sıkılaştırmanın hızlandırıldığı bir dönemde yapılıyor.
İşin ironik yanı ise, bu
geçen süre içinde MB faiz oranlarının yüzde 19’dan yüzde 14’e düşürülmüş
olmasına rağmen, piyasadaki kredi
faizlerinin oranlarında ya da devletin borçlanma faizi oranlarında her hangi
bir düşüşün yaşanmaması. Tersine her ikisinde de artışlar sürüyor.
MB faizi indi, ya piyasa faizleri?
Örneğin, vadesine göre
farklılaşmak üzere; ihtiyaç kredilerinin yıllık faiz oranları Aralık ayında
yüzde 21 ile yüzde 30 arasında değişirken, ticari krediler yüzde 27, taşıt
kredisi yüzde 24 civarında seyrediyor.
Hazine ise bu ay en son 1,8 yıl vadeli borçlanma için yüzde 20,5 ve 9,5
yıllık borçlanma için yüzde 21,2 faiz oranından borçlanabildi. (2)
Böyle dönemlerde temel
ekonomik kararlar çok dar bir grup tarafından alındığında, bu tür kararlar
genelde toplumun büyük bir kısmının çıkarlarına ters düştüğünden, faturayı da başta emekçi sınıflar olmak üzere
toplumun neredeyse tamamı ödemek durumunda kalıyor. Bu kararları alan siyasal
iktidar ve onların hemhal olduğu sermaye çevreleri ise bunlardan fayda
sağlıyor, en azından zarar görmüyor.
Burjuva iktisadı enflasyon olgusunu yeterince açıklayamıyor
Baştan söylemekte yarar var:
Dünyada merkez bankalarının ve ana akım iktisatçıların enflasyonun gerçekte neden
kaynaklandığını tam olarak bilmedikleri artık bir gerçek.
Bir başka deyimle burjuva
iktisadın hem Monetarist, hem de Keynesyen kanadının ortaya attığı enflasyon
teorileri gerçek dünyadaki enflasyonun nedenlerini açıklama konusunda yeterli
değil. Bu yüzden bu teorileri esas alan enflasyon hedefleri de tutturulamıyor.
Artık bu konuda da bir
teorik yenilenmeye ihtiyaç olduğu açık. Belki de enflasyon olgusunu tam olarak anlayabilmek
için Marksist Emek Değer Teorisi’ne başvurmanın zamanı geldi. Yani enflasyon
olgusunu Marksist yaklaşım çerçevesinde ele almaya ihtiyacımız var.
Marksist teori enflasyonu anlamamıza yardımcı olabilir
Çünkü Marx çalışmalarında burjuva
iktisadını eleştirirken günümüzde Monetarist teorinin esas aldığı Paranın Miktar
Teorisini; kapitalist ekonomilerde paranın içsel olduğu, yani devlet tarafından
değil, bankalar tarafından yaratıldığı ve daha da önemlisi genel olarak paranın
meta üretiminde değeri temsil ettiği, yani ondan bağımsız olamayacağı
tespitlerinden hareketle reddetti.
Marx aynı zamanda “maliyet itme teorisi”
olarak da bilinen günümüzdeki Keynesyen enflasyon teorisinin de özünü oluşturan
“işçi ücretlerindeki artışların fiyat artışlarına neden olduğu” yaklaşımını da eleştirdi.
Ona göre, ücret oranındaki genel bir artış, meta fiyatlarını etkilemez (yani
enflasyona neden olmaz), sadece ortalama kâr oranında bir düşüşe yol açabilir.
Bu aslında ücret-kâr karşıtlığı biçimindeki Marksist kabulün de doğal bir
çıkarımıdır.
Diğer yandan Marx kapsamlı bir enflasyon
teorisi geliştirmedi. Ancak ondan 160 yıl sonra onun geliştirdiği değer
teorisine dayanan bir teori geliştirme çabası hız kazandı. İtalyan Marksist iktisatçı
G. Carchedi kısa bir süre içinde yayınlanması beklenen kitabında böyle bir teori
geliştiriyor. (3)
Şimdi gelelim bizimkilerin
savunduğu “faiz sebep- enflasyon sonuç”
yaklaşımının esinlendiği teorik zemine. Bir başka anlatımla Fisheryan Yaklaşımın
yeni yorumuna (Neo-Fisherism).
Geleneksel Fisheryan Yaklaşım
Öncelikle, geleneksel
Fisherci denkleme göre; nominal faiz oranı hedefinin yükseltilmesi daha düşük
enflasyonla, tersine nominal faiz oranının düşürülmesi daha yüksek enflasyonla
sonuçlanır. Kısaca buradaki ilişkinin yönü enflasyondan faize doğrudur: Yüksek
enflasyon yüksek faize neden olur. Eğer enflasyon düşürülmek isteniyorsa, faiz
oranlarını düşürmek değil, yükseltmek gerekir.
Siyasal iktidarın bunu
savunmadığı çok açık, tam tersini savunuyor. Neredeyse resmi görüş haline gelen
bu görüşe göre faiz neden, enflasyon sonuçtur. Yani yüksek faiz oranı yüksek
enflasyona neden olur.
Yeni Fisheryan Yaklaşım
Siyasal iktidarın
benimsediği bu faiz-enflasyon görüşünün kendini temellendirdiği yorum Fisheryan
Yaklaşımın yeni yorumu.
Buna Yeni Fisheryan Yaklaşım ya da “Fisher Paradoksu” da deniliyor. Bu
yeni yaklaşımı ilk kez ele alan çalışmalarsa Bullard (4), Cochrane (5) ve
Williamson’ın (6) öncü çalışmaları. Bu çalışmaları daha sonra ülke
uygulamalarını ele alan diğer ampirik çalışmalar izledi.
Yeni Fisheryan Yaklaşım, asıl
olarak tüm makroekonomik modellerin önemli bir bileşenini
tartışmaya açıyor: Merkez Bankasının hedeflediği nominal faiz oranı ile
enflasyon arasındaki doğrusal ilişki. Bu
ilişki Geleneksel Fisheryan Yaklaşımda enflasyondan nominal faiz oranına doğru bir
nedensellik içerirken, Yeni Fisheryan Yaklaşım bunu nominal faiz oranından
enflasyona doğru akan bir nedensellik olarak kurguluyor. Bunu da pragmatik bir biçimde, 2007-2009 Büyük Resesyonu
sonrasında ABD ekonomisinde çok ciddi sorun haline gelen çok düşük enflasyondan
çıkışın bir yolu olarak öneriyor.
Bu çerçevede Yeni Fisheryan Yaklaşım 2008
krizi döneminde düşük enflasyon ve düşük faiz oranlarını deneyimleyen Japonya,
AB ve ABD gibi ülkelerin hedeflenen enflasyon oranına ulaşmak ya da bir miktar
enflasyon yaratmak için merkez bankalarının faiz düşürmek yerine faiz
artırmalarını önerdi.
Sermaye
enflasyon sever mi?
Bilindiği gibi sermaye kesimi
kârları azalacağından ve bu yüzden de üretime son vermek durumunda
kalabilecekleri korkusuyla fiyatların düşmesini genelde istemez. Bu nedenle de asıl
olarak bu sınıfın çıkarlarının hizmetinde olan burjuva iktisadı ‘ılımlı’ bir
enflasyonu, hem hiper-enflasyonu, hem de deflasyonu önlemek için savunur.
Böylece Yeni Fisherian Yaklaşımı
benimseyen iktisatçılar; reel faiz oranlarının uzun dönemde para politikasından
bağımsız reel faktörler tarafından belirlendiğini ileri sürerler. Buradan hareketle de, kısa dönemde faiz
oranlarındaki artışın harcamaları ve çıktıyı, bunun sonucunda da enflasyonu
düşüreceğini, buna karşılık uzun dönemde nominal faiz oranlarındaki kalıcı bir
artışın enflasyonda aynı oranda artışa neden olacağını savunurlar.
Bir başka anlatımla, bu iktisatçılara
göre, ekonomideki enflasyon beklentileri otomatik bir biçimde yeni yüksek
nominal faiz oranları ile birlikte yukarı doğru hareket eder. Çünkü firmalar
yeni yüksek nominal faizlere bakıp bu faiz oranlarını daha yüksek enflasyon ile
bağdaştırıp buna göre fiyatlarını yükseltirler.
Faiz
oranları Nass’ın bir gereği olarak mı düşürülüyor?
Siyasal iktidar tarafından her ne kadar
faiz oranlarının düşürülmesi Nass’ın bir gereği gibi topluma sunulsa da (7),
bunun özünde yukarıda özetlediğimiz bir ana akım iktisat teorisinin özünün çarpıtılması
yatıyor.
Yani siyasal iktidarın kendi siyasal ve
sınıfsal tercihlerinin bir gereği olarak zorladığı faiz indirimi politikasını Yeni
Fisheryan Yaklaşımın özünden saptırılarak yerli ve milli hale getirilmiş bir
versiyonu olarak tanımlamak mümkün. Nitekim bu resmi bir hal alan faiz-enflasyon
teorisini 2018 yılında Türkiye’de ilk tanıtanlarından birisi Cumhurbaşkanı’nın
ekonomi danışmanlarından C. Ertem oldu. (8)
Teorinin nasıl çarpıtıldığını kısaca
açıklayalım: ABD gibi sağlam bir ekonomik ve finansal istikrarın, kredibilitesi
yüksek merkez bankasının olduğu dünyanın en güçlü rezerv parasına sahip bir
ülkede belki bu teorinin faiz-enflasyon ilişkisini açıklama konusunda haklı
gerekçeleri olabilir.
Ancak enflasyonun yüzde 50’yi aştığı,
dolarizasyonun yüzde 63’e yaklaştığı, yani ulusal paranın istikrarını
yitirdiği, ekonominin hızla bir finansal
krize doğru sürüklendiği, Merkez Bankası’nın da, Hazine’sinin de ciddi bir
güven yitimine uğradığı bir ülkede nominal faizleri düşürerek enflasyonun uzun
vadede düşürülebilmesi mümkün değil.
Pragmatik
siyasal ve sınıfsal çıkarlar yine ön planda
Diğer taraftan böyle bir politikanın
yöneten sınıfa sağladığı faydayı da görmezden gelemeyiz. Nitekim böyle özünden saptırılmış
bir yaklaşım esas alınarak MB faiz oranlarında üst üste yapılan indirimlerin
sonucunda ortaya çıkan enflasyon patlamasıyla, nominal olarak yüzde 50
artırılan asgari ücret bir iki ay içinde eriyip gidecektir.
Bu durum patronların kârlarının artmasıyla
sonuçlanırken, işçi sınıfı başta olmak üzere tüm emekçi halklar daha da
yoksullaşacaktır. Bu da halkın daha fazla borçlanmaya ve yoksulluk yardımlarına
mahkûm edilmesiyle neticelenecek ve halk geçim derdiyle uğraşmayı sürdüreceği
için de yeterince direngen muhalif bir duruş sergileyemeyecektir. En azından
egemenlerin beklentisi bu yöndedir.
Sonuç
olarak, Merkez Bankası’nın politika faiz oranları düşürülerek yaratılacak bir
kredi bollaşmasının yaratabileceği ekonomik canlanmanın (!) ya da kur korumalı
mevduat uygulamasının kısa süreliğine de olsa döviz kurunu belli bir yerde
tutmasının yaratabileceği güven tazelemesinin sağlayabileceği moral ile belki
baskın ya da erken bir seçim hedefleniyor olabilir.
Ancak,
yukarıda da vurgulandığı gibi, MB faizlerinin düşürülmesi piyasalarda kredinin
ucuzlamasıyla sonuçlanmıyor. Talimatla kamu bankalarının kredi faizlerinin
düşürülmesiyle yaratılan kredi bollaşmasının ise bu bankaların bilançolarını
süratle bozması kaçınılmaz. Kur korumalı mevduat ise (sürdürülebilirliği bir
yana) ekonomiyi ve siyasal iktidarı daha büyük krizlere sokabilecek dinamiklere
sahip.
Dip notlar:
(1)
TCMB, Döviz Tevdiat
Hesaplarından Türk Lirası Vadeli Mevduata Dönüşümün Desteklenmesine İlişkin
Basın Duyurusu, 21 Aralık 2021, Sayı: 2021-62, https://www.tcmb.gov.tr.
(2) https://www.hangikredi.com/kredi/ihtiyac-kredisi;
https://www.isbank.com.tr/is-ticari/ticari-krediler-faiz-oranlari;
https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Piyasa+Verileri/ihale+Yontemi+ile+Satilan+Hazine+Bonolari+ve+Devlet+Tahvilleri
(20 Aralık 2021).
(3) Marksist
enflasyon teorisinin tanıtımı için bak: M. Roberts, “A Marxist theory of
inflation”, https://thenextrecession.wordpress.com
(21 August 2020).
(4) J. Bullard,
Seven Faces of “The Peril”, Federal
Reserve Bank of St. Louis, Review, September 2010, s.339-352.
(5)
J. Cochrane, “Do Higher Interest Rates Raise or
Lower Inflation?”, Hoover Institution, https://bfi.uchicago.edu/wp-content/uploads/fisher,
2016, pdf .
(6) Stephen D. Williamson, “Neo-Fisherism: A
Radical Idea, or the Most Obvious Solution to the Low-Inflation Problem?”, https://www.stlouisfed.org
(5 July 2016).
(7) https://www.birgun.net/haber/erdogan-bir-musluman-olarak-nas-ne-gerektiriyorsa-onu-yapmaya-devam-edecegim
(19
Aralık 2021).
(8) Cemil
Ertem, “A theoretical overview of
Erdoğan's remarks: The issue of interest-inflation”, Daily Sabah (18 May 2018).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder