Enflasyon:
Yerli mi, geçici mi, yönetim hatası mı?
Mustafa
Durmuş
24
Ocak 2022
(Karikatür: Ercan Akyol)
Enflasyon bugün Türkiye’deki emekçi
sınıflar açısından en büyük ekonomik ve sosyal sorun. Öyle ki uzunca bir
süredir ilk sırada yer alan büyük çaptaki işsizliğin dahi önüne geçti. Artık
işi olan sabit gelirli emekçiler de işlerinin olduğuna sevinemiyorlar çünkü
ücret gelirleri artan enflasyon karşısında sürekli olarak eriyor. Bu durum onları
hızla yoksullaştırıp yaşam standartlarını kötüleştirirken, mevcut gelir dağılımı
adaletsizliğini daha da artırıyor.
Yüksek
enflasyon emekçiler için ne anlama geliyor?
Enflasyon her ne kadar (canavar
betimlemesi altında) ekonominin bütünü açısından bir kriz gibi sunulsa da,
durum tam olarak öyle değil. Enflasyon
ortamında her şeyin maliyetinin arttığı doğru ama fiyatlar da artıyor.
Fiyatlarını artıran büyük şirketlerin hemen hepsinin kârları da artıyor. Artmayan
tek ana maliyet kalemi ise işçi ücretleri. İşçi sınıfı örgütlülüğü yetersiz kaldığında
işçiler enflasyona karşı ücretlerini koruma mücadelesinde başarılı olamıyorlar.
Oysa işçiler aynı yaşam standardını sürdürebilmek için dahi ücret artışlarına
ihtiyaç duyarlar. Kısaca ifade etmek gerekirse, enflasyon işçilerin ve sabit
gelirli emekçilerin daha da yoksullaşması demektir.
Dahası, emekçilerin, gerçek gelirlerinin bu
çapta bir aşınmaya uğradığı yüksek enflasyon döneminde, bırakın kısa vadeyi,
uzun vadede dahi kendilerini toparlamakta oldukça zorlanacakları çok açık. Türkiye’de
olduğu gibi, enflasyon ücret artışlarından çok daha hızlı arttığından (aylık
yüzde 15’e yakın) tüm emekçiler gerçek
bir ücret kesintisi ve artan finansal zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar.
Özellikle de gıda fiyatlarının diğer mal ve hizmetlerin fiyatlarından çok daha
hızlı artması, en çok da yardımlara muhtaç hale getirilmiş en yoksulları
etkiliyor.
Sözde
sendikaların sözde ücret mücadelesi
Diğer yandan iktidarın yanında olan memur
sendikaları ve tüm işçi sendikaları enflasyonun altında verilen ücret
artışlarına razı oldular. Bu yünden de sadece kendi ekonomik ve politik
krizinin faturasını emekçilere kesen iktidar blokuna değil, işçi örgütü gibi
görünüp de işçilerin çıkarlarını savunmayan sözde sendika yönetimlerine karşı da
bugün artık taban hareketinin örgütlenmesi kaçınılmaz hale geldi. Enflasyonla
mücadelenin aynı zamanda hayat pahalılığı ile mücadele olduğu ve bunun sadece
ekonomik değil, politik hedeflerinin de olması gerektiği gerçeği artık hiç
olmadığı kadar kendisini dayatıyor.
Ekonomi üzerindeki genel etkileri
bağlamında ise, Türkiye’de üretimin ithalata olan ağır bağımlılığından ötürü, artan
ithalat maliyetlerinden beslenen yüksek enflasyon, hem ithalatı özendirerek
yüksek cari açığın kalıcı hale gelmesine,
hem de ekonomideki istikrarsızlıkların artmasına neden oluyor.
Enflasyon
karşısında gerçek bir çözüm üretemeyen bir iktidar
Kitlesel işsizlik karşısında gerçek bir çözüm
üretemeyen siyasal iktidar aynı tutumu enflasyon karşısında da sergiliyor. Enflasyonun
gerçek nedenlerine odaklanan çözümler üretmek yerine, yüksek enflasyonu “yeni
büyüme stratejisi” olarak topluma sunduğu ihracata dayalı büyümenin bir
kaldıracı olarak kullanıyor.
Yüksek enflasyonla ilgili olarak ne
yaptığını (ya da yapmadığını) topluma anlatırken de, ya enflasyonun sadece
Türkiye’nin değil, tüm dünyanın sorunu olduğunu ileri sürerek sorumluluktan
kurtulmaya çalışıyor. Ya market raflarında yapılan sözde fiyat denetimleri ile
fiyat artışlarının sadece bir boyutuna dikkat çekiyor ya da “sabreden derviş”
misali yeni büyüme stratejisinin başarısına bağlı olarak enflasyonun da ilerideki
belirsiz bir tarihten itibaren düşeceğini söylüyor. Kısaca topluma sabır telkin
ediyor.
Bu yazımızda hem dünyadaki, hem de
Türkiye’deki enflasyon olgusu ile olarak aklımızdaki bazı soruların yanıtlarını
vermeye çalışacağız.
Rakamları
manipüle etmeye devam
Öncelikle, Türkiye’deki yıllık yüzde 36,08
olarak açıklanan resmi enflasyonun (TÜFE) ABD’dekinden 5 kattan, AB’dekinden 7
kattan, Hindistan’dakinden 11 kattan, Japonya’dakinden 20 kattan ve Çin’dekinden yaklaşık
39 kattan fazla olduğunun altını çizelim. (1) Resmi ÜFE’nin yüzde 79,9 olarak
açıklanması ise gerçek enflasyon rakamının açıklanan resmi rakamın en az 2 katı
olduğunu ve enflasyon rakamlarıyla oynanmaya devam edildiğini gösteriyor.
Nitekim enflasyon sepetinde yüzde 15,4’lük
bir paya sahip olan konut fiyatlarının (konut fiyat endeksi), Merkez Bankası
verilerine göre geçen yılın Kasım ayında (bir önceki yılın aynı ayına göre)
nominal olarak yüzde 50,5 oranında artmasına rağmen (2), TÜİK
aynı ay için bu artışı sadece yüzde 23,8 olarak açıkladı. (3)
Gelişkin Merkez Ekonomilerdeki enflasyon
oranlarının azgelişmiş ekonomilere göre çok daha düşük olması tarihsel bir
gerçeklik olsa da, aradaki farkın bu kadar açıldığı dönemlerin de çok nadir
olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Merkez
Ekonomilerdeki enflasyonun nedenleri
ABD ve Avrupa’daki göreli olarak yüksek
çıkan enflasyonun ise başta Kovid-19 salgını olmak üzere bazı nedenleri söz konusu.
Bu yüzden de genelde bu ülkelerdeki yüksek enflasyonun geçici olması ve bu
yılın sonuna kadar da giderek azalması bekleniyor. Bu öngörü bile tartışmaya
açık iken, Türkiye’deki enflasyon ile ilgili olarak benzer bir öngörüde
bulunulabilmek oldukça zor.
Kovid-19 salgınının hem arz, hem de talep
yönlü olarak ciddi şoklara neden olduğu artık kanıtlanmış bir gerçek. Yani özellikle
de ABD ve AB gibi gelişkin ekonomilerde salgının neden olduğu kapanmalar
yüzünden ortaya çıkan üretim kısıntıları, ulaştırma zorlukları, işçi bulma sorunları,
petrol fiyatlarındaki artışlar gibi arz yönlü darboğazlar ve ekonomilerin
yeniden açılması ile patlayan talep mevcut enflasyonun temel kaynaklarını
oluşturuyor.
Bir de buna, özellikle de ABD’de geçerli
olmak üzere, 2019 yılından itibaren
sürdürülen trilyonlarca dolarlık ‘miktarsal kolaylaştırma’ politikalarının yol
açtığı genişletici etkileri eklemek gerekiyor.
Arz
yönlü darboğazlar enflasyon nedeni
Kovid-19 salgını üretimden dağıtıma
tedarik zincirlerinde ciddi aksamalara neden oldu ve bu alanlarda çok fazla
darboğaz oluştu. Nakliye maliyetleri artarken, kâr oranını yükselttiği için
tercih edilen düşük stoklama düzeyleri (yeterli stok bulundurulmaması) fiyat
artışlarını kaçınılmaz hale getirdi. Yeterince stok olmayınca ortaya çıkan küçük
bir kıtlık dahi birdenbire büyük bir kapışmaya neden oldu.
Bir başka anlatımla, salgın öncelikle küresel
tedarik zincirlerinin çarklarını durdurdu. Bunun neden olduğu iktisadi durgunluktan
çıkabilmek için bu ülkelerde verilen büyük çaptaki mali teşvikler hem mallara,
hem de hizmetlere (ama daha çok mallara) yönelik talebi artırdı. Daha yüksek,
bir o kadar da yapısal olarak çarpık hale gelen böyle bir talep, buna karşılık bunu
karşılamaya yeterli olmayan bir arz (enerji, işgücü ve bazı tüketim mallarının
stoklarındaki kıtlıklar yüzünden) kaçınılmaz olarak fiyatları ve nihayetinde
enflasyon oranlarını artırdı.
İklim
krizi enflasyonu körüklüyor
Ayrıca iklim kriziyle bağlantılı faktörler
de enflasyonist baskıya neden oluyor. Elektrik üretiminde kömürü “daha yeşil”
bir fosil yakıtla değiştirmek sera gazı emisyonlarını azaltmanın en hızlı
yollarından biri olarak görüldüğünden, doğal gaza olan talep arttı. Keza aşırı
hava olaylarının artan sıklığı tarımsal üretimde ciddi düşüşlere, bu da küresel
gıda fiyatlarında hızlı artışlara neden oldu. (4) Dünya Gıda Örgütü FAO’ya göre
küresel gıda fiyatları 2021 yılında yüzde 28 artarak son 10 yıldaki en yüksek seviyesine
çıktı. Gıda fiyatlarındaki bu artış genel olarak enflasyonu da ciddi ölçüde
yükseltti. (5)
Gıda fiyatlarındaki artışın bazıları
sistemik olmak üzere birçok nedeni var. Küresel tedarik zincirinde Kovid-19
sonrasında yaşanan sorunlar (özellikle ulaşımla ilgili olanlar) çok çeşitli
emtialar için fiyat artışlarını tetikleyen önemli bir faktör oldu. Enerji
fiyatları da (özellikle de 2021’de petrol fiyatlarındaki büyük artışlar) gıda üretim ve taşıma maliyetlerini ciddi
biçimde artırdı. Gelecekteki gıda fiyatlarındaki artış olacağı beklentisinin
neden olduğu aşırı stoklamalar, gıda piyasalarındaki büyük çaplı finansal
spekülasyonlar ve iklim değişikliğinin neden olduğu aşırı hava koşulları,
seller, fırtınalar, orman yangınları ve kuraklıklar gıda fiyatlarındaki artışın
diğer nedenleri olarak geçtiğimiz yıl kayda geçti. (6)
Tekeller
enflasyon nedeni
Enflasyonun bir diğer kaynağı (özellikle
de gelişkin ekonomilerde) büyük tekellerin yaptıkları aşırı fiyat artışları
oldu. Rekabetin sadece kendi aralarında sıkıştırılıp kaldığı ve devlet
denetimlerinin de yetersiz olduğu birçok alanda salgın bahanesiyle, örneğin ABD’de
Walmart gibi dev tekeller ve dağıtıcı perakende mağazaları sadece yeterince
stok bulundurmayarak değil, fahiş fiyat artışları aracılığıyla da salgından
ciddi kârlar sağladılar. Yani mevcut enflasyonun bir nedeni de kapitalizme
içkin tekelcilik olgusu.
Finansal
piyasalardaki balonlar enflasyon nedeni
Bunların dışında, ABD’deki yüksek
enflasyonun konut fiyatlarında görülen finansal enflasyon ve Fed'in 2019’dan bu
yana uyguladığı devasa miktarsal kolaylaştırma gibi nedenleri de söz konusu. Bu
da devlet yardımları (bir kısmı tüketici borçlarının ödenmesinde kullanılmış
olsa da) ve askeri harcamaların dışında bu ülkedeki enflasyonun talep yönlü
kaynaklarına işaret ediyor.
Öyle ki Fed tarafından 2019’un sonundan itibaren
sadece altı ay içinde finans sektörüne 10 trilyon doların üzerinde bir nakit
aktarıldı. İşin aslı, daha salgın ortaya çıkmadan önce, 2019 yılında, Fed olası
bir likidite krizine karşı aralarında J.P. Morgan Chase, Goldman Sachs ve
Citigroup gibi 2008 finansal krizinin baş sorumlusu olan dev bankalara 4,5
trilyon dolarlık ucuz kredi sağlamıştı. (7)
Kendisiyle yapılan bir söyleşide Prof.
Hudson ABD’deki yüksek enflasyon biçiminde görülen krizin bu miktarsal
kolaylaştırmanın bir sonucu olduğunu ileri sürüyor.
Enflasyon
yüzde 1’i daha da zengin yapmanın bir sonucu
Ona göre yüksek enflasyon (8); Fed’ in
emlak-konut fiyatlarını yükseltmek, ipotek kredilerini artırmak için finans
piyasalarını krediyle doldurmak, dev bankaların, sigorta şirketlerinin, büyük
fonların, kısaca en zengin yüzde 1’in yeni servetler edinmelerini sağlamak için
finansal piyasaları ucuz krediyle doldurmasının sonucunda ortaya çıkan bir krizdir.
Yani Biden Yönetimi reel ekonomiden
ziyade, FIRE olarak da adlandırılan finans sektörüne (finans, sigorta ve emlak-gayrimenkul
sektörü) devasa kaynak aktardı. Bu da asıl olarak finansal sektörde ciddi bir
enflasyon patlamasıyla sonuçlandı.
Böyle bir miktarsal kolaylaştırma
Amerika’daki en temel zenginlik kaynaklarından olan emlak- konut fiyatlarını
artırdı ve ardından büyük bir borsa patlaması yarattı. Banka faiz oranlarının
yüzde 0,1 iken bu orandan alınan bir kredi ile getirisi yüzde 5 - 10 olan hisse
senetleri satın alınarak çok ciddi bir zenginleşme yaratıldı. İnsanlar esasen
daha yüksek getirili menkul kıymetler satın almak için Fed’ den borç alan
bankalardan, bu bankalar ise Fed’ den çok düşük faizden kredi aldılar.
Hisse senedi, tahvil, emlak fiyatları
şişirilirken, böyle bir enflasyondan yüzde 1 en zengin daha da zenginleşerek
çıktı. Nitekim salgın
başladığından bu yana bu kesimin toplam servetinde yaklaşık 1 trilyon dolarlık
bir artışın olması, finans sektöründe bilinçli olarak hızlandırılan enflasyonun
aslında finans zenginlerinin halka karşı yürüttüğü bir sınıf savaşı projesi
olduğunu ortaya koyuyor. (9)
Merkez
Ekonomilerdeki enflasyon geçici mi, kalıcı mı?
Gelişkin ekonomilerdeki yüksek enflasyonun
geçici mi, yoksa kalıcı mı olduğu konusunda tam bir görüş birliği yok.
Benimsenen enflasyon teorisine ve buna uygun olarak yürütülmesi planlanan
anti-enflasyonist politikalara göre her iki görüşü de destekleyen iktisatçılar
ve kurumlar var.
Diğer taraftan bu konuda yapılacak
tespitler uygulanacak faiz politikalarının ne olacağı konusunda etkili olacak.
Öyle ki enflasyon geçici ise örneğin Fed’ in faiz oranlarını artırmasına gerek
kalmayacak. Kalıcı olduğu düşünülüyorsa faiz oranları artırılacak. Bu da doğal
olarak sıcak para hareketlerine karşı hassas Türkiye gibi ekonomilerdeki döviz
kurunu etkileyecek.
Enflasyon
konusundaki iyimserler
Çoğu iktisatçıya göre, enflasyon geçici
bir olgu, bu yüzden de endişelenmeye gerek yok. Onlara göre buna neden olan olgu
esasta Kovid-19 salgını. Kısaca, salgın sonrasında uygulanan karantinalar bir
tedarik zinciri krizine neden oldu ve ürünlerin piyasaya sürülmesinde
aksaklıklar yaşandı. Bunu sokağa çıkma yasağının sona ermesinin neden olduğu mal
ve hizmetlere olan talep artışı izlediğinde enflasyondaki bu keskin artış
ortaya çıktı. Ne zaman olacağını tam olarak bilinemese de, ekonomiler
toparlanmaya başladığı için enflasyon düşecektir.
Örnek olarak, Fed ve Avrupa Merkez
Bankası’nın (ECB) gereksiz bir biçimde faiz artırımına yönelmesinin
sakıncalarına değinen Prof. Granville’e göre (10); enflasyon konusundaki endişe,
büyük ölçüde fiyat seviyelerindeki artış ile fiyat artış oranındaki kalıcı ve
değişken artışlar olarak tanımlanan gerçek enflasyon arasındaki kafa karışıklığından
kaynaklanıyor. Mevcut fiyat artışları, daha ziyade tedarikçilerin tüketici
talebindeki artışı karşılamak için yeterli mal sağlayamaması yüzünden yaşanıyor.
Ancak 2021’in sonu itibarıyla mamul mal arzının bu enflasyonist dengesizliği
düzeltmeye yetecek kadar iyileşmiş olması sayesinde bu sorun ortadan kalkmaya
başladı. Ayrıca ciddi düzeyde bir ücret-fiyat sarmalı da yaşanmıyor.
Benzer bir görüşü savunan Modern Para
Teorisi (MMT) teorisyenlerinden Prof. Mitchell ise (bir ECB araştırmasına
atıfta bulunara), salgının tedarik
zincirlerini kesintiye uğratma süresine bağlı olarak mevcut enflasyonun geçici
bir enflasyon olduğunu (ancak yazara göre geçici sözcüğü, süresi birkaç gün
veya ay anlamına gelmeyebilir. Her şey salgının ne kadar kalıcı olduğuna bağlı
olacaktır) belirtiyor.
Sözü edilen ECB çalışmasına göre: “Piyasalar
orta ve uzun vadede enflasyonun hızlanmasını beklemiyor. Yakın dönemde
enflasyonist baskıları yönlendiren faktörlerin salgının yarattığı büyük
rahatsızlıklarla ilgili ve geçici olduğuna inanılıyor. Enflasyonun yakın vadede
yüksek kalmaya devam etmesi, ancak bu yıl içinde düşmesi bekleniyor.
Enflasyondaki artış öncelikle akaryakıt, gaz ve elektrik fiyatlarındaki keskin
artışı yansıtıyor. Çünkü Kasım ayında enerji enflasyonu, manşet enflasyonunun
yarısından fazlasını oluşturdu. Talep ayrıca belirli sektörlerde kısıtlı arzı
geride bırakmaya devam ediyor. Sonuçlar özellikle dayanıklı mal fiyatlarında ve
yakın zamanda yeniden açılan tüketici hizmetlerinde görülecektir”. (11)
IMF’ye
göre yüksek enflasyon devam edecek
Diğer yandan bir IMF çalışması, fiyatların
neredeyse 40 yıldır en hızlı şekilde yükseldiğinden, katı işgücü piyasasının
ücret artışlarını beslemeye başlamasından ve yeni Omicron varyantının neden
olduğu arz yönlü baskılardan hareketle, önümüzdeki süreçte yüksek enflasyonun
devam etmesini öngörüyor. Fed’ in parasal sıkılaştırmayı başlatmasının ve bu Mart’tan
itibaren faiz oranlarını yükseltme kararının ardında bu tespitlerin yattığı
düşünülüyor.
Buna göre: “Geniş tabanlı ABD ücret
enflasyonu veya sürekli arz darboğazları, fiyatları beklenenden daha fazla
artırabilir ve daha yüksek enflasyon beklentilerini körükleyebilir. Yanıt
olarak gündeme getirilecek daha hızlı Fed faiz artışları finansal piyasaları
sarsabilir ve küresel olarak finansal koşulları sıkılaştırabilir. Bu gelişmeler
ABD talebinin ve ticaretinin yavaşlamasına neden olabilir ve gelişmekte olan
piyasalarda sermaye çıkışlarına ve para biriminin değer kaybetmesine yol
açabilir”. (12)
Prof. Rasmus da benzer bir görüşe sahip.
Ona göre ABD’de enflasyon 2022 yılında kronik bir hal alacak. Çünkü enflasyonun
asıl nedenleri talep yönlü değil, arz yönlü sorunlar. Dahası ABD tekelleri de
kâr maksimizasyonu için fiyatları yükseltiyorlar. Bu yüzden de Fed’in Mart’tan
itibaren yapmayı planladığı faiz artışları arz yönlü ve tekellerin sebep olduğu
enflasyonu aşağıya çekemeyecek.(13)
Özetle, küresel çapta olmak üzere
enflasyonun arz ve talep yönlü nedenleri mevcut. Kovid-19 salgını her iki yönlü
de olmak üzere bu dinamikleri harekete geçirmiş durumda. Bunlar içinde tedarik zincirlerindeki
aksamalar, enerji ve işgücüne ilişkin darboğazlar olmak üzere arz yönlü
faktörler ağırlıkta olsa da, başta ABD ve AB ülkelerinde olmak üzere, yüksek tekel
fiyatlamaları ve devasa boyutlara erişen miktarsal kolaylaştırma ve faiz
oranlarının çok düşük tutulmasının neden olduğu talebi artıran, yani talep
yönlü dinamikler de etkili oluyor.
Türkiye’deki
yüksek enflasyonun nedenleri
Türkiye küresel kapitalist sisteme tam entegre
olmuş bir ülke olarak yukarıda açıklanan ve daha ziyade gelişkin ekonomilerde
görülen enflasyonist faktörlerden etkileniyor olsa da, ülkenin kendine özgü
enflasyon dinamikleri var. Bu dinamikleri bilmek enflasyonla mücadele de olduğu
kadar, mevcut enflasyonun geçici mi, kalıcı mı olduğunu belirleme açısından da
son derece önemli.
Öncelikle, ana akım iktisat teorisi bize,
kapitalist sistem altındaki bir ülkede, hali hazırda tam istihdamda olan bir
ekonomi varken, hükümet daha fazla harcama yapmaya çalıştığında, bu şekilde teşvik
edilen talep artışını karşılamak için gereken kaynaklar mevcut olmayacağından,
fiyat artışlarının kaçınılmaz olduğunu ve bu fiyat artışları süreklilik arz ettiğinde
bu durumun enflasyon ile sonuçlandığını anlatır.
Tam
istihdamda ani bir talep artışı yok
Ancak teorideki bu durum pratikte gelişkin
ekonomilerde dahi çok nadir (İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki savaş ekonomisi
istisnası dışında) görülürken, Türkiye’de hiçbir zaman yaşanmadı. Çünkü örneğin
bugün ülkedeki istihdam oranı sadece yüzde 46’larda, buna karşılık işsizlik oranı
yüzde 22’ler civarında seyrediyor. Bu yüzden de “talepteki ani artışın, üretimde
kullanılacak yeterli işgücü bulunamadığı için karşılanamaması yüzünden yol
açtığı bir enflasyondan” söz edebilmek pek mümkün değil.
“Tüketim harcamalarındaki aşırı artış toplam
talebi artırmış olabilir mi” diye bakıldığında da benzer bir durum söz konusu.
Halkın ortalama gelir düzeyinin oldukça yetersiz, krediler biçiminde borçlanma
düzeyinin ise muadil ekonomilerle kıyaslandığında düşük olması da, “tüketim
harcamalarından kaynaklı bir talep enflasyonu yaşandığı” görüşünü zayıflatıyor.
Bu bağlamda “Kovid-19 sırasında yapılan devlet
yardımlarının tüketim harcamalarında bir artışa yol açıp açmadığı” sorusu akla
gelebilir. Ancak birçok ülkenin aksine bu tür doğrudan gelir desteği biçimindeki
devlet yardımları Türkiye’de çok sınırlı kaldı. Sağlananların bir kısmı ise
birikmiş borçların ödenmesinde kullanıldı. Dolayısıyla da Türkiye’deki enflasyonun
tüketici harcamalarındaki ani artışlar karşısında üretimin buna
yetişememesinden kaynaklanmış olabileceği beklenmemeli.
Aşırı
bir parasal genişleme yok
Enflasyonun parasal bir olgu olduğu,
dolayısıyla da para arzındaki artışların enflasyona yol açtığı savı da ülkedeki
son yıllarda yaşanan enflasyonu açıklama konusunda yetersiz kalıyor. Çünkü
özellikle de geçmiş yıllardaki para arzı artışlarıyla karşılaştırıldığında, bu
yönde fevkalade bir parasal artışın yaşanmadığı görülüyor. Yani parasal
genişlemeden kaynaklı bir talep yönlü enflasyondan söz etmek de anlamlı olmaz.
Diğer yandan Türkiye ekonomisi finansal
olarak aşırı istikrarsız bir konumda. Öyle ki hem çok yüksek dış borç stokuna,
hem de giderek kötüleşen bir kamu borç stokuna sahip. Üstelik kamu borçlanması
giderek döviz cinsinden yapılıyor. (14) Döviz kurunun hızlı bir biçimde
yükseldiği böyle bir dönemde bu tür bir finansal istikrarsızlık fiyat
istikrarsızlığına (enflasyona) neden oluyor.
Dışa
bağımlılıktan kaynaklı arz yetersizliği bir neden
Bir diğer faktör arz yetersizliği
olabilir. Yani başta temel gıda maddeleri olmak üzere iç ve dış arzdaki
yetersizlikler enflasyon yaratmış olabilir. Gıda mallarındaki enflasyonun genel
enflasyon oranından 7 puan daha yüksek çıkması da (yüzde 43,8) aslında hem
Kovid-19 sonrası aksayan tedarik zincirinin, hem başta petrol olmak üzere
enerji fiyatlarındaki artışların, hem de son 20 yıldır ülke tarımının yok
edilerek çok uluslu gıda şirketlerine ve ithalata bağımlı hale getirilmesinin
enflasyon üzerinde belirleyici olduğunu gösteriyor.
Örneğin bugünlerde İran’ın doğal gaz
sevkiyatını durdurması yüzünden BOTAŞ’ın sanayideki doğal gaz kullanımının
yüzde 40 oranında azaltılacağı yönündeki kararının (15) üretimi aksatması,
bunun da sadece ihracatı düşürmekle kalmayıp içerdeki fiyatları daha da
artırması kaçınılmaz olacak.
Kurdaki artıştan kaynaklı maliyete enflasyonu
Son olarak öne sürülebilecek bir diğer
faktör ülkede uygulanan negatif faiz politikasının döviz kurunu hızla
yükseltmesi. Çünkü yükselen döviz kuru yüzde 62 civarında dolarize olmuş bir
ekonomide, yüzde 30’a yaklaşan bir kur geçişkenliği yüzünden maliyetleri
yükselterek enflasyona yol açıyor. Yani ülkede asıl etkili olan enflasyon
biçimi kurdan kaynaklı bir maliyet enflasyonu.
Israrlı bir biçimde negatif faiz
uygulanması biçimindeki bir ekonomi-politik tercih (Merkez Bankası politika
faiz oranlarını düşürmek suretiyle) ülkedeki yüksek enflasyonun asıl nedeni.
Bir başka deyişle, ülkede yaşanan yüksek enflasyon
ülkeyi yönetenlerin siyasal tercihlerinin sonucunda ortaya çıkan bir enflasyon.
Bir yanda inşaat-emlak ve finans olmak üzere büyük çapta rant elde etmeyi
hedefleyen faaliyetleri korumak için faizler düşük tutuluyor. Diğer yandan
bunun sonucunda ortaya çıkan yüksek enflasyon ile TL’nin ve halkın satın alma
gücü düşürülüp, böylece iç pazar baskılanarak üretimin ihracata yönlendirilmesi
ve turizmden sağlanacak döviz gelirlerinin artırılması hedefleniyor.
Bu da, siyasal iktidarın ve
sermayedarların enflasyonla ilgili konumları konusunda biraz fikir veriyor. Öyle
ki yoksullar ucuz ekmek almak için saatlerce ekmek bayilerinin önünde beklerken,
iyi işlerde çalışanlar bile harcamalarında kesinti yapmak zorunda kalırken, ihracatçıların
ve turizmcilerin gelirleri artıyor, sermaye şirketlerinin kârları yükseliyor.
İhraç ettikleri ürünler ve verdikleri turistik hizmetler için dolar ve avro kazanıyorlar
ama işçilerine giderek değersizleşen TL cinsinden ücret ödüyorlar.
Bu arada iktidar blokundan giderek
kopmakta olan halka da şöyle bir masal anlatılıyor: “İhracatımız arttıkça
dövizimiz artacak, bu ithalat için gerekli olan döviz ihtiyacımızı azaltacak,
bu da kuru düşürecek. Kur düşünce enflasyon düşecek. Enflasyon düşünce elimizdeki
TL’nin değeri artacak, eski satın alma gücümüzü yeniden kazanacağız…”
Nasreddin Hoca’nın çite takılan
koyunlardan yün eğirip satmasına benzer bir masalı anımsatsa da, bu masalın
burjuva iktisadında önemli bir yeri var. Bu masal ‘Damlama Teorisi’ adı altında
üniversitelerin ekonomi bölümlerinde okutuluyor. Yani bununla bize “ülkedeki
azınlık bir sermayedar zengin grubu zenginleştikçe bundan mutlu olun zira bu zenginlik
damlaya damlaya size kadar gelecektir, biraz sabırlı olun” deniliyor.
Sonuç olarak
Türkiye’deki yüksek enflasyon, iktidar
blokunun yeni birikim stratejisinin bir parçası haline geldiğinden, en azından
kısa vadede, düşmesi beklenmemeli. Kaldı ki yüksek enflasyonu besleyen başka
dinamikler de var. Örneğin ÜFE ile TÜFE arasındaki yaklaşık 44 puanlık fark
henüz tüketici fiyatlarına tam olarak yansımadı. Ayrıca petrol, elektrik ve
doğal gaz gibi en temel harcama kalemlerine yeni yıldan itibaren yapılan zamlar
ülkedeki enflasyonun sadece daha artacağının değil, kalıcı hale geleceğinin de
göstergeleri.
Gelinen bu noktada, iktidarca “büyük marketlerde yapılan fiyat kontrolleri”, merkez muhalefet partisince dile getirilen; “Merkez Bankasını bağımsızlığına kavuşturmak (faize müdahalede bulunmamak), bütçe disiplinini sağlamaya dönük mali çıpa uygulamak, iyi yönetişim” gibi neo-liberal söylemlere sığınmak ya da “Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş Programı” (16) çözüm olabilir mi ve “biz bu konuda üçüncü bir seçeneği nasıl sunabiliriz”, tüm bu soruların yanıtlarını da bir başka yazımızda ele alacağız.
Dip notlar:
(1) https://www.statista.com/statistics
(20 Ocak 2022).
(2) TCMB,
Konut Fiyat Endeksi Kasım 2021, s.3.
(3) TÜİK,
Tüketici Fiyat Endeksi Kasım 2021 (3
Aralık 2021).
(4) https://theconversation.com/inflation-will-probably-melt-away-in-2022-central-banks-will-do-far-more-harm-trying-to-tackle-it
(14 January 2022).
(5) https://www.reuters.com/markets/europe/world-food-prices-hit-10-year-peak
(6 January 2022).
(6) Jayati
Ghosh, “The price increases that matter for the poor”, http://www.jordantimes.com (16 January 2022).
(7) Michael
Hudson: “What is Causing So Much Inflation?”, https://www.nakedcapitalism.com (10 Ocak 2022).
(8) Ags.
(9)
Ags.
(10)
https://theconversation.com/inflation-will-probably-melt-away-in-2022-central-banks-will-do-far-more-harm-trying-to-tackle-it
(14 January 2022).
(11) ECB Economic Bulletin, Issue 8/2021’den
aktaran Bill Mitchell, “More evidence that the current inflation is ephemeral”,
http://bilbo.economicoutlook.net (18
January 2022).
(12) Stephan Danninger, Kenneth Kang and Hélène
Poirson, “Emerging Economies Must Prepare for Fed Policy Tightening”, https://blogs.imf.org (10 January
2022).
(13) https://jackrasmus.com/inflation-why-more-on-the-near-horizon
(13 January 2022).
(14) http://www.hakanozyildiz.com/hazinenin-borc-stoku-alms-basn-gidiyor.html
(22 Ocak 2022).
(15) https://www.dunya.com/ekonomi/enerji-kisildi-uretimde-alarm-haberi
(20 Ocak 2022).
(16) https://odatv4.com/siyaset/enflasyonu-dusurecek-recete (21 Ocak 2022).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder