Mutlak
iktidar mutlak çürümeye yol açıyorsa çözüm katıksız demokrasidir!
Mustafa
Durmuş
30
Ocak 2022
Türkiye toplumu bir yandan aylık yüzde
15’i bulan enflasyon altında ezilirken, diğer yandan bir süredir sürdürülmekte
olan bir nepotizm (1) altında, devlet ile iş yapan bazı büyük müteahhitlerle
ilgili milyarlarca lirayı bulan yolsuzluk iddialarıyla sarsılıyor.
Yani ülkedeki sömürü düzeni sadece vergi
ödeyen halkın cebinden, döviz kurundaki yükselişi durdurma gerekçesiyle, döviz
garantili kur mevduatı sahibi zengin bireylere ve şirketlere inanılmaz kaynak
aktarmakla sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda doğrudan ve açıktan, başta zengin
müteahhitler olmak üzere, belli sermaye gruplarına yine bu yoksul halkın
cebinden aktarılan milyarlarca lira ile tam gaz sürdürülüyor.
“Ben
zengin severim” sözü ete kemiğe büründü
Öyle ki, muhtemelen gelinen nokta
itibarıyla ülkede hiçbir zaman “yoksuldan, emekçiden alınıp, zengine,
sermayedara verme” biçimindeki bir sermayedar-zengin seviciliği bu boyutlara
erişmedi. Belli ki Özal’ın 1980’li yıllarda ettiği meşhur “ben insanın zenginini
severim” sözü artık bütünüyle ete kemiğe bürünmüş.
İçine düştüğümüz toplumsal çürümeyi anlatabilmek
için sadece bir iki yolsuzluk iddiası örneği ile yetinelim.
Bu hafta ana muhalefet partisi lideri
Kılıçdaroğlu bir basın toplantısı ile “yolsuzluklar, israflar... peşkeşler... bugün
sizi bu belgelerden yalnızca bir tanesine şahit olmanız için davet ettim”
diyerek, kendi ifadesi ile: “Hazine’den 6 milyar liranın nasıl iç edildiğini”
açıkladı. 3 Nisan 2018 tarihli bir demiryolu ihalesine dair belgeyi açıklarken:
“2018 yılında yapılan ihalenin bedeli 3 milyar 198 milyon 743 bin 127 lira. Ama
kazanan firmaya bu bedel verilmez. Neden Çünkü beşli çeteden değil. Bu nedenle
ihale iptal edilir ve 21 Ağustos 2020 yılında aynı ihale yeniden açılır. Aynı
iş bu kez 9 milyar 449 milyon 995 bin 834 TL'ye beşli çeteden birine peşkeş
çekildi” dedi. (2)
Kısaca, Kılıçdaroğlu tek başına bir
işlemde 6 milyar liralık bir vurgun yapıldığını öne sürdü. Konu aynı zamanda bir
CHP milletvekili tarafından da, ihalenin sorumluları olduğu ileri sürülen
politikacılar ve bakanlarla ilgili savcılığa suç duyurusu şeklinde yargıya da
intikal ettirilirken (3), Cumhurbaşkanı Erdoğan “mesnetsiz isnatlarda bulunarak
kişilik haklarını ağır şekilde ihlal ettiği” gerekçesiyle Kılıçdaroğlu hakkında
250 bin liralık manevi tazminat davası açtı. (4)
Aynı
şirkete vergi teşviki
Bu gelişme ister istemez bize aynı şirkete
verilen iki yıl önceki büyük çaptaki bir vergi teşvikini hatırlattı. Öyle ki 9
Ekim 2020 tarihli Resmi Gazetede yer alan vergi harcamaları listesinde de ilan
edildiği gibi, iktidara çok yakın olduğu
bilinen bu şirketten 9,5 milyar liraya varan verginin alınmasından vazgeçilmişti.
Konuyu bugünlerdeki çok sıkıntılı bir
hususa ait vereceğimiz bir diğer örnekle sürdürelim. İran’dan sağlanan doğal
gazdaki aksamalar yüzünden üretimde ciddi sıkıntılar yaşadığımız bu günlerde, CHP
Gn. Bşk.Yrd. Aykut Erdoğdu Rusya ile yapılan Mavi Akım doğalgaz anlaşmasında,
12 milyar doları (162 milyar lira) aşan bir
yolsuzluk yapıldığını, keza Samsun-Ceyhan boru hattının yapım işinin ihalesiz
olarak iktidara çok yakın bir şirkete verildiğini ileri sürdü. (5)
Acele
(!) kamulaştırmalar: Neden bu acele?
Oysa siyasal iktidar uzunca bir süredir, özellikle
de elektrik, doğal gaz, petrol iletim ve dağıtımı, RES ve HES’ lerden enerji
üretimi yapılacağı gerekçesiyle çok sayıda acele kamulaştırma yapıyor. Bu
amaçla yapılan acele kamulaştırmaların toplam acele kamulaştırmalar içindeki
payı yüzde 60 civarında.
Öyle ki 2003 yılına kadar toplamda sadece
10 adet acele kamulaştırma yapılmışken, bu sayı 2007’de 14’e, 2011’de 32’ye,
2012’de 163’e, 2013’te 267’ye çıktı ve 2014-2017 arasında yılda ortalama 152’yi
buldu. Bu sayı 2018 yılında 113 ve 2019’da 150 olurken, 2020’de 165’e ve
2021’de 213’e çıktı.(6) Buna rağmen ülkedeki enerji sorunu giderilemediği gibi
daha da kötüleşiyor.
Sadece
olağanüstü bir durumda ve “acelelik” halinde yapılabilir!
1983 yılında yürürlüğe giren 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’nun 27’inci maddesinde yer verilen “acele kamulaştırma” aslında
sınırları çizilmiş bir uygulama. Buna göre:
“3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti
Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine
Cumhurbaşkanı’nca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen
olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet
takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi
ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10’ uncu madde esasları
dairesinde ve 15’ inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek
değeri, idare tarafından mal sahibi adına 10’ uncu maddeye göre yapılacak
davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el
konulabilir. ….» (7)
Yani acele kamulaştırma, sadece ‘‘acil ve
istisnai hallerde, Kanunun önceki hükümlerine uyulmasının çeşitli sakıncalar
yaratabileceği göz önüne alınarak, kamunun büyük zararlara uğramasının
önlenmesi’’ için, olağanüstü şartları
dikkate alarak, idarenin olağan
kamulaştırma işleminde yapması ve beklemesi gereken bazı süreçleri sonraya
bırakıp, kişilere ait taşınmazlara derhal el koymasına olanak sağlayan istisnai
bir kamulaştırma yöntemi.
Acele kamulaştırma kararının verilebilmesi
için “yurt savunması ihtiyacının ortaya çıkması”, “Maden Kanunu, Doğalgaz
Piyasası Kanunu, Turizm ve Teşvik Kanunu, Türk Petrol Kanunu, Elektrik Piyasası
Kanunu, Endüstri Bölgeleri Kanunu, Afet Riskli Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun gibi kanunlarda bu yetkinin açıkça tanımlanmış olması” ve “Cumhurbaşkanınca
“aceleliğine karar” alınacak hallerin olması gerekiyor.
Eskiden bu kararlar Bakanlar Kurulu
tarafından alınırken, 2017’den bu yana
hayata geçen Partili Cumhurbaşkanlığı rejimi altında bu kararları Cumhurbaşkanı
veriyor. Nitekim acele kamulaştırmalardaki son yıllardaki artışlar
Cumhurbaşkanının “acele olduğuna” karar vermesi ile ilgili.
Diğer yandan “acelelik kararının
Cumhurbaşkanı’nca verilebilmesi için olağanüstü bir durumun söz konusu olması,
ilgili kararın kamu yararı amacıyla alınmış olması, somut ve tatmin edici
gerekçelere dayanması gerekiyor. Yapılan acele kamulaştırmaların kaçında bunlar
geçerli, bu son derece tartışmalı bir konu.
Ülkeye
ait yolsuzluk algısı giderek kötüleşiyor
Türkiye’de içerde bunlar olurken, küresel
çapta her yıl düzenlenen bir endeksin son verileri ülkede nepotizm altında yeşeren
yolsuzluk iddialarını güçlendiriyor.
Uluslararası Şeffaflık Kurumu’nca
düzenlenen ‘Uluslararası Yolsuzluk Algısı Endeksi (8) 180 ülkeye ait “0” ile
“100 puan” arasındaki puanlardan oluşuyor. Böylece puanı 100’e yaklaşan bir
ülke yolsuzluk açısından en temiz, yani en az yolsuzluğun olduğu bir ülke (en
üst sıralarda), buna karşılık 0’a yaklaşan ülke yolsuzluk açısından en kötü
durumdaki (en alt sırada) bir ülke olarak tanımlanıyor.
Bu endeks, düzenli olarak takip edilen
toplam 180 devlet ile ilişkilendirilmiş yolsuzluğu (daha doğrusu yolsuzluk
algısını) ölçmeye çalışan bir endeks. Böylece hem siyasal, hem de sosyolojik
boyutuyla önemli bir bozulmaya, çürümeye işaret ediyor.
Son
1 yılda 2 puan ve 10 sıra geriledik
Bu yıl 24 Ocak tarihinde yayımlanan son
endekse göre, Türkiye’de 2013 yılından bu yana yolsuzluk algısı giderek kötüleşiyor.
Öyle ki ülke sıralamada; 2020 yılında 86’ıncı sıraya ve 2021 yılında (100
üzerinden 38 puan ile) 96’ıncı sıraya kadar düştü. Yani 1 yılda 2 puan ve 10
sıra birden geriledi. (9) 180 ülkeye ait endeksin ortalama puanı ise 43. Yani
Türkiye bu ortalamanın 5 puan altına düşmüş durumda.
“Böyle bir ölçme biçiminin gerçeği ne
kadar yansıtabildiği” elbette sorgulanabilir. Nitekim bu endeksin yetersiz
olduğu yönünde eleştiriler de söz konusu. Buna rağmen bu endeks yolsuzluklar
ile demokratik (ya da otokratik rejimler) arasındaki bağı da sergilemesi
nedeniyle çok değerli bulunuyor.
Örnek olarak, burjuva demokrasilerinin en
iyi örnekleri olarak kabul edilen Danimarka, Finlandiya ve Yeni Zelanda her
biri 100 üzerinde 88 puan ile ilk üç sırada yer alırken, bu ülkeler yolsuzluğun
en az olduğu ülkeler olarak değerlendiriliyorlar.
Adları daha çok diktatörlüklerle anılan en
alttaki üç ülke ise şöyle sıralanıyor: Somali (13 puan) , Suriye (13 puan) ve Güney Sudan (11 puan) . Yani bu ülkeler en
fazla yolsuzlukların olduğu ülkeler olarak nitelendiriliyorlar. Türkiye ise Gambia,
Kazakistan ve Sri Lanka’nın 1 puan üzerinde, 38 puan ile 96’ıncı sırada kendine
yer bulabiliyor.
Yolsuzlukla
mücadele ile demokrasi ve insan hakları mücadelesi bir arada olmak zorunda
Kuruma göre, yolsuzlukla mücadelede insan
haklarının korunması çok önemli bir yer tutuyor. İyi korunan insan hak ve
özgürlüklerine sahip ülkeler genellikle endeksin üst sıralarında, buna karşılık
hak ve özgürlükleri yok eden, otoriter rejimler altında yönetilen ülkeler ise
endeksin en alt sıralarında kendilerine yer bulabiliyorlar. Yani bir ülkede demokrasi
ortadan kaldırılıp, ülke diktatörlüğe kaydıkça, o ülkedeki yolsuzluk iddiaları da
artıyor.
Nitekim kurumun bir diğer çalışmasında, Avrupa
Komisyonu'nun ilerleme raporlarına referans verilerek: “Batı Balkanlar ve
Türkiye'de devletin ele geçirilmesinin ve kamu kurumlarının giderek özel
çıkarlara hizmet eder hale gelmesinin, politikacıları ve bunların ilişkilendiği
insanları ve grupları zenginleştirdiği (sıradan vatandaşların ağır bedeller
ödemeleri pahasına) ileri sürülüyor. (10)
Bu çalışmada devletin ele geçirilmesini
sağlayan iki önemli etkenden söz ediliyor: Üst düzey yolsuzlukların cezasız
kalması ve özel olarak hazırlanmış kayırmacı yasalar ve düzenlemeler. Ayrıca yargının bu yolsuzlukların ortaya
çıkartılmasında yetersiz kaldığı ya da bunların üstünü örtmekte kullanıldığı ve
yasama organının yaptığı düzenlemelerle bu ele geçirme işini kolaylaştırdığı
iddiasında da bulunuyor.
Tek
başına yüksek ekonomik büyüme adaleti sağlamaya yetmiyor!
Tüm bunlar (iddia edilenin aksine) bir
ülkede, sadece ekonomiyi yüksek oranda büyütmenin toplumun iyiliğini, sosyal
adaleti sağlamaya ya da yolsuzlukları önlemeye yetmediğini gösteriyor.
Örneğin Türkiye ekonomisi 2020 yılında Çin
ile birlikte pozitif olarak büyüyen iki ülkeden biri olmuştu. 2021 yılındaki
büyümesinin ise yüzde 10’un üzerinde olması bekleniyor. Ancak bu büyüme ülkeye
ait yolsuzluk algısının artmasını engelleyemediği gibi, ülkenin yolsuzluklarla
büyüdüğü biçimindeki bir algı giderek güçleniyor.
Kaynaklar
kimlere?
Böyle bir kötüleşmenin nedenlerini daha
iyi anlayabilmek için ekonomide kaynakların nasıl tahsis edildiğine bakmak daha
doğru olabilir. Çünkü Merkez Bankası’nın net döviz rezervlerinin (eksi) 45
milyar dolara gerileyerek eridiği, geçen yıl sadece 20 -22 Aralık tarihlerinde
9 milyar dolarlık bir rezervin arka kapıdan kamu bankaları aracılığıyla düşük
kurdan satıldığı bir gerçek.
Ayrıca, bütçe hakkının ortadan kalkmasının
yanı sıra, iktidara yakın ve çoğunluğu siyasal İslamcı dernek ve vakıflara kamu
bütçesinden yapılan milyarlarca liralık transferler ve devasa bir varlığı
bünyesinde bulunduran ancak Sayıştay tarafından dahi denetlenemeyen T. Varlık
Fonu’nun işleyiş biçimi yolsuzluk algısını artırıyor.
Keza Kamu Özel İşbirliği Modeli (KÖİ) altında
ve neredeyse tamamı dış kredilerle yapılan, ancak (son kar yağışında yeni İstanbul
Havalimanında yaşandığı gibi), kötü hava koşullarında felç olan onlarca milyar
dolarlık havalimanları, köprüler, HES’ler ve şehir hastanelerinin ihalelerinin yapılış
biçimleri ve dayandığı finansman modeli yolsuzluk iddialarının da, algısının da
artmasının asıl nedeni. Bu yüzden de Yolsuzluk Endeksi’ndeki yerimizin hızlı
bir biçimde kötüleşmesi hiç sürpriz değil.
Mevcut yoksulluk derin ve yaygın bir
yoksulluğa dönüşürken, ülkede hatırı sayılır sayıda dolar milyarderi ve
milyoneri zenginin bulunması da kuşkusuz bu yolsuzlukların somut bir
göstergesi.
Sonuç
olarak
Yolsuzluklar, kara para aklama ve rüşvet
gibi olgular paranın, finansın hayatımızı bu denli belirlediği ve servet edinme
ve bölüşümündeki adaletsizliklerin zirve yaptığı kapitalizm altında siyasal ve
toplumsal bir çürümenin apaçık belirtileri.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrasında
iktidar olan Özal’ın “benim memurum
işini bilir” sözünün topluma sanki bir “marifetmiş” gibi sunulduğu 1980’li
yıllarda başlayan neo-liberal kapitalist çürüme süreci 2000’li yıllarda giderek
güçlenen siyasal İslamcı yapılarla birlikte doruk noktasına çıktı.
Bu süreçte hem fiziki ve fiziki olmayan müştereklerimiz,
hem de para, maliye, kur politikaları, sosyal politikalar, Merkez Bankası, kamu
bankaları başta olmak üzere sosyal ve ekonomik hayatımızı etkileyen tüm
politikalar ve kurumlar iktidarı ellerinde tutanların ve çevresindeki sermaye
gruplarının lehine kullanıldı. Ülkede adeta bir rant ekonomisi, bir rantiye
devlet ve ahbap-çavuş-akraba kapitalizmi yaratıldı. Bir mafya liderinin ifşaatları ise, ülkedeki
devlet-mafya-sermaye üçgeninin ve burada ortaya çıkan yolsuzlukların ne kadar
yaygın ve derin olduğunu gösterdi. Şimdi bunlar ortalığa dökülmeye başladı.
İngiliz tarihçi, politikacı ve yazar Lord
Acton’ın bir zamanlar dediği gibi: “İktidar çürümeye, mutlak iktidar ise mutlak
çürümeye yol açar. (11) Ülkede 20 yıllık mutlak iktidar mutlak bir çürümeyi, bu
da beraberinde korkuyu ve daha da otoriterleşmeyi getirdi.
Eğer sorun mutlak iktidar, mutlak çürüme,
mutlak korku ile beraber gelen mutlak otoriterleşme ise çözüm bellidir:
Katıksız demokrasi. Bugün toplumsal refahımızı azaltan, gençlerimizin,
çocuklarımızın geleceğini karartan bir toplumsal ve siyasal çürüme örneği
olarak büyük çaptaki yolsuzlukları ortadan kaldırmanın yegâne yolu emekten,
doğadan, özgürlüklerden ve barıştan yana olan herkesin katıksız bir demokrasi
için birlikte mücadele etmesidir.
Dip notlar:
(1) Nepotizm,
akraba, eş-dost kayırma veya adam kayırma, adil olmayan, öznel şekilde yapılan
ayrımcılık olarak tanımlanıyor ve günümüzde özellikle de devlette karşılaşılan
en önemli önemli sorunlar arasında sıralanıyor.
(2) https://halktv.com.tr/gundem/kilicdaroglu-hazineden-6-milyar-tl-nasil-ic-edildi (27 Ocak 2022).
(3) https://haber.sol.org.tr/haber/erdogan-karaismailoglu-turhan-ve-4-sirket-hakkinda-suc-duyurusu
(28 Ocak 2022).
(4) https://www.dw.com/tr/erdo-duyurusu-ve-tazminat-davas
(28 Ocak 2022).
(5) https://tr.euronews.com/2022/01/26/chp-li-erdogdu-rusya-ile-yap-lan-mavi-ak-m-anlasmas-nda-12-milyar-dolar-yolsuzluk-yap-ld
(26 Ocak 2022).
(6) 2017
yılına kadarki veriler: Mustafa Ersönmez, Acele Kamulaştırmanın Kentsel
Yenilemedeki Rolü, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
2018, başlıklı kaynaktan alındı. 2018 sonrası verileri Resmi Gazete
taramalarından elde edildi.
(7) https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat
(30 Ocak 2022).
(8) Transparency
International, Corruption Perception
Index, https://www.transparency.org/en/cpi/2021 (24 January 2022).
(9) Agr.
(10)
https://www.transparency.org/en/publications/examining-state-capture
(26 January 2022).
(11)
https://en.wikipedia.org/wiki/John_Dalberg-Acton,_1st_Baron_Acton
(30 Ocak 2022).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder