Aynı
gemide değiliz !
Mustafa
Durmuş
13 Mart 2022
(Resim: ft.com)
Dünya, Kovid-19 salgınının ikinci yılının
tamamlandığı bugünlerde hala bu salgının neden olduğu büyük çaptaki insani
kayıplar ve ekonomik zararla uğraşırken, buna şimdi yeni bir felaket daha eklendi:
Yeni bir soğuk savaşın da önünü açabilecek olan Rusya-Ukrayna savaşı.
Salgında
resmen “sürü bağışıklığı” dönemi
Bu arada dünyada hükümetler çoğunlukla salgının
etkili bir şekilde sona erdirildiği iddiasıyla, “normal”e dönüşü ilan ettiler.
Böylece önlemleri büyük ölçüde azaltarak, artık resmi olarak sürü bağışıklığı
stratejisini uygulamaya soktular.
Türkiye’de Sağlık Bakanlığı da bu eğilime
uyarak salgın sona ermiş gibi açıklamalar yaptı, hatta kapalı mekânlarda maske
kullanma zorunluluğunu büyük ölçüde kaldırdı. Oysa virüsün son versiyonu
eskisinden çok daha hızlı bulaşıyor, aşılanma düzeyleri hala yeterli değil. Vaka
ve ölen sayısının yüksekliği bunun en somut kanıtı.
Kaynaklar artık savaşa ve militarizme
Salgın devam ederken patlak veren bu savaş,
bir yandan kapitalizmin ve emperyalizmin parçalayıcı, yok edici karakterini bir
kez daha ortaya koyarken, diğer yandan da küresel çapta ülkeler arasındaki, tek
tek ülkelerde sosyal sınıflar ve farklı kimlikler arasındaki mevcut eşitsizlikleri
ve bir bütün olarak insanların güvenli gelecek konusundaki endişelerini artırıyor.
Şu ana kadar salgın ile mücadele için
ayrılmış olan kaynakların önemli bir kısmının bundan böyle savaşın finansmanı
ve militarizm için kullanılacağından şüpheniz olmasın.
Ne salgını, ne de Ukrayna’daki savaşı “kaçınılmaz”
ya da “doğal felaket” olarak nitelendirmek
doğru. Çünkü her ikisi de insan eliyle gerçekleştirildi. Ortak özellikleri ise
insanın, daha doğrusu sermayenin, özünde kâr için doğa, insanlar ve toplumlar üzerinde
sömürücü, yok edici bir hâkimiyet kurması, doğayı ve insanı kâr- rant, daha
fazla sermaye birikimi, servet ve politik güç için sonuna kadar kullanması.
Ukrayna’daki
savaş en çok savunmasız yoksulları vuruyor
Savaş bugün büyük çapta insani ve ekolojik
sorunlara ve acılara yol açtığı gibi, dünyada (Ukrayna ve Rusya’yı da aşarak), özellikle
de aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı azgelişmiş ülkelerde (başta Afrika
ve Orta Doğu ülkeleri olmak üzere) büyük bir ekonomik yıkıma, derin bir yoksullaşmaya,
hatta açlığa neden olacak gibi görünüyor.
Salgından hâlihazırda fazlasıyla etkilenmiş
olan bu azgelişmiş ülkeler, yüksek dış borçları, bütçe açıkları ve özellikle
gıda, yakıt ve finansman teminindeki zorluklarından dolayı bu savaştan, diğer
ülkelere göre, çok daha fazla etkileniyorlar, etkilenecekler.
Temel gıda maddeleri ve petrol/akaryakıt
fiyatlarındaki hızlı yükselişin en yoksul, en savunmasız kesimleri vurduğu ise
çok açık. Çünkü bu insanlar, diğer kesimlere nazaran, yoksulluk sınırının altında, hatta birçoğu
açlık sınırında elde ettikleri istikrarsız gelirlerinden çok daha yüksek payı temel
gıdaya, ulaştırmaya, ısınma ve aydınlatma gibi enerjiye harcıyorlar.
Üstelik azgelişmiş ülkelerin çoğunluğu,
genelde büyük sermaye gruplarının kontrolünde, onlara hizmet eden oligarşik-otokratik
siyasal iktidarlar tarafından yönetildikleri için salgın ve savaş nedeniyle
daha da daralan devlet bütçesinden bu kesimlere kaynak aktarılmadığı gibi,
örneğin savaşın dünyadaki petrol fiyatlarını artırdığı gerekçesiyle, fatura üst
üste yapılan akaryakıt, elektrik, doğal gaz zamlarıyla bu kesimlere
ödettiriliyor.
Kısaca, savaş (tıpkı salgında olduğu gibi)
toplumun tüm kesimlerini eşit biçimde etkilemiyor. Sosyal sınıflara ve farklı
kimliklere bölünmüş kapitalizmde işçi ve emekçi sınıfları ve ezilen kimlikler
bu savaşın her türden ekonomik ve sosyal faturasını öderken, sermaye sınıfı ve
yönetenler bundan zarar görmediği gibi, kârlı dahi çıkabiliyorlar.
Bu durum da, kârı, serveti özelleştirirken,
zararı sosyalleştirip herkese mal etmeyi becerebilen düzenin sözcülerinin,
ciddi ekonomik krizler, salgın ya da savaş zamanlarında kitleleri arkalarına
alabilmek için sarf ettikleri “hepimiz aynı gemideyiz” sözünün bir burjuva
propagandasından öte bir şey olmadığını, doğru ya da haklı bir yanının
bulunmadığını gösteriyor.
Kapitalizm
355 yıldır aynı sonuçları üretiyor
Robinson Crusoe adlı ünlü romanın yazarı gazeteci,
iktisatçı Daniel Defoe tarafından ilk kez Mart 1722'de yayınlanan “Veba Yılı Dergisi”
adlı bir romanda (1), Büyük Veba Salgınının Londra’yı vurduğu 1665 yılında yaşamış
bir adamın gözünden yoksulların durumu şöyle anlatılıyor:
“Salgın
esas olarak yoksullar arasında görülürken, bu yoksullar en gözü pekler, en
korkusuzlardı. İşlerine güçlerine kör cesaretiyle devam ettiler. Bu ne dinsel
nedenlerle, ne de sağduyulu olmakla ilgiliydi. Kıtlık ve açlık gibi öylesine
zorluklar içindeydiler ki bulabildikleri her işe atladılar. Bu işlerse en
tehlikeli işlerdi: Hastalara bakmak, karantina altına alınan evleri kontrol
etmek, haşereden temizlemek, enfekte olanları evlerine ve hatta ölenleri
mezarlarına taşımak ve gömmek gibi…”
Bu salgından 355 yıl sonra ortaya çıkan
Kovid-19 salgınında da durum farklı olmadı. Bu salgın bize, kimlerin korumasız,
kimlerin korunaklı olduğunu; kimlerin sağlık hizmetlerinden yararlandığını, kimlerin
yararlanamadığını; kimlerin konforlu evlerinde yaşamlarını sürdürürken,
kimlerin ölmek pahasına kalabalık işyerlerine gitmek zorunda kaldığını; kimlerin
sağlık hizmeti ve gıda tedariki başta olmak üzere üretimde bulunurken, kimlerin
rahat evlerinden ya da özel malikânelerinden, yatlarından işlerini yönettiklerini;
kimlerin aşının kıt olduğu günlerde kolayca aşılanabilirken, kimlerin aşılanamadığını
ve bu süreçte kimlerin işsiz ve aşsız kalırken, kimlerin milyarlarına milyarlar
kattığını ortaya koydu.
Silah
sanayi ve savaş baronları savaşın asıl kazananları
Savaşlar için de benzer şeyler söylenebilir.
Çünkü savaşlarda ölenlerin, sakat kalanların, işlerini kaybedenlerin,
yoksullaşanların yoksul emekçi çocukları ve bir bütün olarak emekçi sınıfların
mensupları olduğu bir gerçek. Buna karşılık savaşlarda silah üreten, satan büyük
çok uluslu şirketlerin, savaş baronlarının kârlarına kârlar kattığı da bir
gerçek.
Bilindiği gibi, geçtiğimiz 20 yıl içinde
14 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi NATO’ya katıldı. Bu genişleme, bir yandan Ukrayna’daki
bugünkü savaşın fitilini ateşlerken, diğer yandan pazarlarını büyüterek ve
sınırlarına dayandığı Rusya ile çatışmayı teşvik ederek büyük silah
üreticilerine fayda sağladı. Yani, NATO'nun genişlemesi bugünkü krizin bir
kışkırtıcı faktörüydü ama aynı zamanda küresel silah sanayine verilen de bir
hediyeydi.
Savaş
lobisi için bir yılda 108 milyon dolar
Öyle ki, örneğin sadece son beş yıl
içinde, ABD’den yapılan büyük çaplı silah ihracatı yüzde 23, Fransa’dan yapılan
ise yüzde 72 oranında arttı ve Soğuk Savaş'tan bu yana en yüksek seviyelerine
ulaştı. Bu arada, Avrupa’nın bir bütün olarak askeri harcamaları adeta patladı.
Daralmakta olan silah sektörü tekrar canlandı. ABD’de silah sanayinde, neredeyse
dörtte üçü daha önce Federal Hükümet için çalışmış olan savaş lobici sayısı 700’ü
aştı. Lobicilik faaliyetleri için sadece 2020’de 108 milyon dolar para harcandı.
(2)
Ukrayna savaşı öncesinde (25 Ocak), ABD’nin
dev silah üreticisi şirketlerinden biri olan ve 2020 yılında 56,6 milyar
dolarlık silah satışı bulunan Raytheon’un yöneticisi Gregory J. Hayes’in
şirketin hissedarlarına yaptığı şu açıklama bu savaşın çok büyük kârlarla
ilgili boyutunu ortaya koyuyor:
“Elbette,
Doğu Avrupa'daki ve Güney Çin Denizi’ndeki gerilimlerden bizler de fayda
sağlayacağız.”(3)
Yarım
trilyon doları aşan silah satışı ve artan savaş harcamaları
Dünyada yılda yaklaşık 2 trilyon dolar
tutarında savunma harcaması adı altında bir harcama yapılıyor (tam olarak 2020
yılında 1,960 trilyon dolar). Bunun yüzde 43’ü Amerika kıtasında, yüzde 26’sı
Asya ve Okyanusya’da ve yüzde 19’u Avrupa’da gerçekleşiyor. (4) Bu tutarın 531
milyar doları en büyük 100 silah şirketinin silah satışlarından oluşuyor. 2002
yılından bu yana bu şirketlerin satışları sabit fiyatlarla yüzde 79 oranında
arttı. Bunların arasında 2,2 milyar dolarlık satışla Türkiye’ye ait ASELSAN (53’ncü
sırada) yer alıyor. (5)
Bu savaş ile birlikte militarizmde ve
bunun en önemli kalemi olan savunma (savaş) harcamalarında büyük bir artış yaşanıyor.
Örnek olarak AB, 450 milyon avroluk silah satın
alıp Ukrayna'ya vereceğini açıklarken, ABD geçmişte tek başına geçen yıl verdiği
90 tonun üzerinde askeri malzemeye ve 650 milyon dolara ilave olarak 350 milyon
dolarlık askeri yardım sözü verdi. Şu ana kadar ABD ve NATO, Ukrayna’ya 17.000
tanksavar silahı ve 2.000 Stinger uçaksavar füzesi gönderdi. Aralarında İngiltere, Avustralya, Türkiye ve
Kanada’nın bulunduğu bir uluslararası koalisyon da Ukrayna’daki direnişçileri yaptığı silah yardımlarıyla
destekliyor. (6)
Ukrayna’ya
yapılan silah yardımı küresel silah şirketlerinin borsadaki hisselerini yükseltiyor
Bu durum dünyanın en büyük silah üreticisi
ve ihracatçısı şirketler için çok büyük bir fırsat oluşturuyor. Zira Rus
tanklarını uzaktan kolayca avlayabilen son derece gelişkin seyyar Stinger
füzelerinin yapımcısı dünyanın en büyük ikinci silah şirketi olan ABD’li Raytheon.
Keza bu şirket dünyada 65,4 milyar dolarlık satış ile ilk sırada yer alan Lockheed
Martin ile ortaklaşa olarak Javelin tanksavar füzelerini ABD ve Estonya gibi
ülkelerden tedarik ediyor.
Her iki şirket de dünyanın en büyük
borsalarından olan S&P 500’de yer alıyor. Savaşın başlamasının ardından bu
endeksin değeri ortalama yüzde 1 düşerken, Lockheed’in hisselerinin değeri yaklaşık
yüzde16 ve Raytheon’un hisselerinin değeri yüzde 3 arttı. (7) Bu bile savaşın
ilk elden kazananlarının büyük silah şirketlerinin sahipleri olduğunu göstermeye
yeterli.
Küresel
silah satışlarının yüzde 37’si ABD, yüzde 20’si Rusya kaynaklı
SIPRI’ye göre küresel çapta silah
satışlarının neredeyse yüzde 40’ına yakınını ABD kökenli şirketler
gerçekleştirirken, bunu sırasıyla Rusya,
Fransa, Almanya ve Çin izliyor.
Bunların yanı sıra Ukrayna’ya silahlı insansız
hava aracı (SİHA/Bayraktar TB2) satan Türkiyeli
Baykar Savunma Şirketi de bu savaştan fayda sağlayan şirketler arasında sıralanıyor.
Ekim 2019’da Kiev'de yapılan anlaşma sonucunda geçen yıl 6’sı teslim edilen
SİHA sayısının savaş öncesinde toplamda 48’i bulması bekleniyor. (8)
Krizin
ve savaşın faturası halka kesiliyor
Ukrayna savaşının ilk elden kazananları
yukarıda açıklanan silah şirketlerinin sahipleri, ilk elden kaybedenleri ise dünya
halkları.
Öyle ki hayatlarını kaybetmenin yanı sıra
bu savaş büyük bir mülteci akınına daha neden oldu. Şu ana kadar 1,5 milyon
civarında Ukraynalının Polonya başta olmak üzere komşu ülkeler sığındığı açıklandı.
Rusya'da ise bir yandan savaş karşıtları içeri atılırken, diğer yandan halk
Batının koyduğu ekonomik yaptırımlar yüzünden ciddi sıkıntılar yaşıyor. Savaştan
bu yana Rus rublesi dolar karşısında yüzde 40 civarında değer kaybetti, gıda enflasyonunda
ciddi bir artış söz konusu.
Bu iki ülke dışında “savaştan en fazla
etkilenecek üçüncü ülke” olarak anılan Türkiye’de ise son zamanlarda, gerçekte
8,5 milyona ulaşan işsizin, yüzde
100’leri aşan enflasyonun, yüzde 127’yi bulan elektrik ve doğal gaz zamlarının
yanı sıra petrole son on günde üst üste yapılan zamlar dar gelirliler için
olduğu kadar, orta sınıf olarak da tabir edilen kesimler için de dayanılmaz
boyutlara erişti. Öyle ki geçen yıl ortalama litresi 7 TL olan benzin-motorin 1
yılda ortalama 15 TL’ye ve savaştan bu yana 22 TL’ye kadar yükseldi.
Akaryakıt
fiyatları dolarla çıkıyor, ama dolarla inmiyor
Akaryakıt pompa fiyatlarının EPDK
tarafından piyasalardaki gelişmelere bağlı olarak belli kâr marjlarıyla
belirlendiği Türkiye’deki akaryakıt fiyatlarındaki yükselişin asıl nedeninin petrol
fiyatlarındaki küresel çaptaki artışlar olduğu inkâr edilemez.
Nitekim Ukrayna savaşı ile birlikte petrol
fiyatları artarak varil başına 130 doların üzerine çıkınca yeni zamlar da üst
üste geldi. Ancak geçtiğimiz hafta Birleşik
Arap Emirlikleri’nin üretimi artırma taahhüdü ve yapılan ateşkes görüşmelerinin
ardından bu fiyat 110 doların altına düşmesine rağmen ülkede akaryakıt pompa
fiyatları inmedi.
Bir diğer neden TL’nin döviz, özellikle de
dolar karşısında değer kaybının sürmesi (çünkü petrol sadece dolar ile satın
alınabiliyor). Bir süredir bir politika hedefi olarak 14 TL’nin altında tutulan
dolar kuru savaşla birlikte yeniden yükselerek 15 TL sınırlarına kadar
yükseldi, bu da akaryakıt pompa fiyatlarını yükseltiyor.
Üçüncü bir neden ise akaryakıttan alınan
ÖTV ve KDV gibi vergilerin yüksekliği. Öyle ki 1 litre benzinden alınan toplam
vergi 5,4 TL’yi, 1 litre motorinden alınan 5,6 TL’yi ve 1 litre LPG’den alınan
3,4 TL’yi buluyor. Böylece akaryakıtta verginin yükü yüzde 32’ye kadar çıkıyor.
Aşağıdaki tablo bu akaryakıtın vergili ve
vergisiz fiyatlarını gösteriyor.
|
Vergisiz
Litre Fiyatı (TL) |
ÖTV
(Litre başına TL) |
KDV (Litre
başına TL) |
Toplam
Vergi (Litre
başına TL) |
Vergi
Yükü (%) |
Vergili
Litre Fiyatı (TL) |
Benzin
|
13,8 |
2,5 |
2,9 |
5,4 |
28.5 |
19,3 |
Motorin |
17,3 |
2,1 |
3,5 |
5,6 |
24,3 |
22,8 |
LPG/Oto
gaz |
7,3 |
1,8 |
1,6 |
3,4 |
32,0 |
10,7 |
Akaryakıt fiyatlarındaki artışın sadece son kullanıcı olarak haneleri, tüketicileri değil, aynı zamanda çiftçileri, üreticileri, nakliyecileri ve küçük ve orta ölçekli işletmeleri de etkilediği çok açık. Nitekim bu zamları protesto etmek için Ankara’da özel halk otobüsleri ve dolmuş sahipleri bu hafta bir gün kontak kapatma eylemi yaptılar.
Akaryakıtta
Eşel Mobil uygulamasına neden son verildi?
Oysa Kovid-19 salgınının ikinci yılında
(2021) küresel petrol fiyatlarındaki artışın pompaya, dolayısıyla da halka
yansımasını önleyebilmek için Eşel Mobil sistemi uygulanmıştı. Bu sistem ile
akaryakıt fiyatları dünya petrol fiyatlarındaki artıştan dolayı arttığında, bunlardan alınan ÖTV tutarı, ürünlerin
fiyatında gerçekleşen artış tutarı kadar azaltılmıştı.
Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından ikincisi
yayımlanan Kamu Maliyesi Raporu’nda, 2021 yılı Aralık ayında son verilen bu
uygulamanın devlete neden olduğu ÖTV ve KDV geliri biçimindeki zararın ise 46
milyar TL olduğu açıklandı (KDV sıfırlanmasa da matrahı hesaplanırken ÖTV’li
miktar göz önüne alındığından KDV kaybı doğuyor).
Bu dönemde çeşitli sektörlere yönelik
vergi indirimlerinin toplam kaybı ise 102,6 milyar TL olarak açıklandı. Ayrıca
bu sistemin geçen yılın ilk 8 ayında enflasyon oranını yüzde 2,48 puan olmak
üzere, düşürücü bir etki yarattığı aynı raporda yer alıyor. (9)
Üç
ay vergi alınmamasının Hazine’ye maliyeti sadece 22 milyar TL
Dolayısıyla, halkın ve ekonominin
rahatlatılabilmesi açısından akaryakıttan alınan ÖTV ve KDV’den geçici bir
süreliğine vaz geçilebilir. Bunun Hazine için tam olarak ne kadarlık bir vergi
kaybına neden olacağını hesaplamak (tüketim miktarını kestirebilmek zor
olduğundan) mümkün olmasa da, geçmiş yıllarda (örneğin 2018 yılında) bu iki
verginin toplam gelirinin 88 milyar TL olduğu biliniyor. (10) Böylece üç aylık
bir ÖTV ve KDV sıfırlamasının Hazine’ye maliyeti kabaca 22 milyar TL civarında
olacaktır.
Siyasal iktidarın buna, vergi gelirlerini
azaltacağı gerekçesiyle yanaşmadığı düşünülebilir, ancak bu tutar bu yıl
toplanması öngörülen toplam vergilerin sadece yüzde 1,5’ini oluşturuyor.
‘Kur
Korumalı TL Mevduat’ın çıplak maliyeti 47 milyar TL!
Diğer yandan, uygulanan yanlış faiz
politikalarının sonucunda kurdaki hızlı yükselişi önleyebilmek için gündeme
getirilen Kur Korumalı TL Mevduat uygulamasının (mevduat sahiplerine ilk üç
aylık dönemde artan enflasyon nedeniyle reel olarak getiri sağlayıp sağlamadığı
ya da ne kadar sağladığı bir yana), Hazine’ye üç aylık kur farkı/faiz ödemesi
biçimindeki maliyeti ise kabaca 47 milyar TL civarında (çünkü Hazine Bakanının
açıklamasına göre uygulamanın başladığı Aralık ayından bu yana bu hesaplarda 539
milyar TL toplandı. Bu süreçte ortaya çıkan ve telafi edileceği garanti edilen
kur farkı yaklaşık 1,20 TL).
Ayrıca bu maliyete bu süreçte dolar kurunu
14 TL’nin altında tutmanın Merkez Bankası rezervlerinde neden olduğu milyarlarca
dolarlık erimenin maliyetini de ilave etmek lazım.
Kamu
bankalarına 55,1 milyar TL’lik sermaye desteği
Kaldı ki birkaç gün önce T. Varlık Fonu
tarafından, Ziraat Bankası’na 21,8
milyar TL, Halkbank’a ve Vakıf Bank'a 13,4’er milyar TL, Kalkınma ve Yatırım
Bankası’na 1,5 milyar TL, Ziraat Katılım’a 900 milyon TL, Emlak Katılım’a ise
500 milyon TL olmak üzere toplam 55,1 milyar TL’lik bir sermaye katkısı ve sermaye
benzeri kredi sağlandığı açıklandı. (11) Kamu ticari bankalarının sermayelerinin
ise, 2018 yılından bu yana, ucuz döviz satma ve ucuz faizli kredi
politikalarına aracılık ettirilmeleri yüzünden eridiği biliniyor.
Böylece büyük servetlerin sahiplerine cömertçe
verilen toplam 102 milyar TL’yi aşan bir nakit desteği biçimindeki teşvik
ortada iken, akaryakıt fiyatlarında bunun
beşte birinden az bir verginin üç aylığına alınmasından vazgeçilmesiyle halkın,
esnafın, üreticinin neden rahatlatılmadığı (üstelik enflasyonu bir miktar düşürebilmek
olası iken) sorgulanmalıdır.
Oysa dünyanın başka yerlerinde bu geçici vergi
sıfırlamaları ya da zenginden daha fazla vergi alma biçimindeki yeniden
bölüştürücü politikalara enerji krizinin yaşandığı bu günlerde rahatlıkla
başvuruluyor.
Örnek olarak, İspanya hükümeti enerji
üzerindeki katma değer vergisini geçici olarak azaltarak tüketicileri rahatlatma
yoluna gitti. Ayrıca zengin hanelerden alınmak üzere ek gelir vergisi biçiminde
bir ‘sosyal denge vergisi’ ve enerji dağıtım firmalarından ‘arızı kazanç
vergisi’ almayı planlıyor. (12)
Sonuç
olarak
İçinde yaşadığımız düzen sosyal sınıflara
bölünmüş, aynı zamanda farklı kimliklerin sert bir biçimde ayrımcı muameleye
tabi tutulduğu kapitalist bir düzen. Üstelik bu sistem 2015 yılından (özellikle
de 2017 yılından) bu yana içine girdiği çoklu krizler altında hızla
nekrokapitalizme doğru gidiyor.
Yani kapitalizmin militarist, savaşçı,
mafyatik, emek ve demokrasi karşıtı,
toplumsal cinsiyet eşitliğini reddeden, farklı kimlikleri ötekileştiren ve doğa
karşıtı yanı iyice belirginleşiyor. Mevcut ekonomik kriz ve savaş ortamı bu gidişatı
daha da hızlandırıyor.
Salgından ve ekonomik krizlerden olduğu
gibi, savaştan kazanç sağlayanların silah sanayi ve savaş baronları ve otoriter
muktedirler olduğu gerçeği dikkate alındığında, aynı gemide olduğumuzun
düşünülmesi sadece bir yanılsamadır. İşin aslı, “aynı felaketlerle karşı
karşıya olabiliriz ama aynı gemide değiliz”.
Böyle bir düzende para ya da vergi
politikaları biçimindeki ekonomi ve maliye politikalarının ya da sosyal
politikaların emekten ve diğer ezilen kimliklerden yana olması beklenmemeli. Bu
ancak başka bir iktidarın inşa edeceği başka bir düzen ve buna uygun başka bir
paradigma ile mümkün olabilir.
Dip notlar:
(1) Daniel
Defoe, A Journal of the Plague Year’den aktaran https://anticap.wordpress.com/are-we-all-in-this-together (6 May
2020).
(2) https://truthout.org/articles/arms-industry-sees-ukraine-conflict-as-an-opportunity-not-a-crisis
(2 March 2022).
(3) Agm.
(4) SIPRI,
Military expenditure by region, in constant (2019) US$ b., 1988-2020, https://sipri.org/databases/milex (11
Mart 2022).
(5) SIPRI,
Total arms sales fort he SIPRI top 100 (2002-2020), https://sipri.org/databases/armsindustry (11 Mart 2022).
(6) https://theconversation.com/ukraine-the-worlds-defence-giants-are-quietly-making-billions-from-the-war
(9 March 2022).
(7) Agm.
(8) “Bayraktar
SİHA’lar hangi ülkeye nasıl satılıyor?”, http://www.mezopotamyaajansi35.com
(22 Kasım 2021).
(9)
https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2021/09/Kamu-Maliyesi-Raporu-Eylul-2021-2.pdf,
s. 12-13.
(10)
Neslihan Çalışkan,
Akaryakıt üzerinden alınan vergilerdeki olası değişikliklerin otomobil
kullanıcılarının davranışlarına etkisi: Sakarya ili örneği, Yüksek lisans tezi,
Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ocak 2020, s. 34.
(11)
https://www.bloomberght.com/tvfden-kamu-bankalarina-sermaye-destegi
(9 Mart 2022).
(12)
https://socialeurope.eu/taking-the-heat-out-of-energy-prices
(7 March 2022).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder