Bütçemiz,
Hazinemiz müsait ama sizin için değil!
Mustafa
Durmuş
21
Mart 2022
Ülkenin en başta gelen ekonomik sorununun resmen yıllık yüzde 54’ü, gayri resmi olarak yüzde 123’ü aşan enflasyon ve buna bağlı olarak giderek artan hayat pahalılığı olduğu çok açık.
Üstelik bu süreç daha da kötüleşerek devam
edecek. Bu durumu Merkez Bankası’nın raporlarından, üstü örtük resmi
açıklamalardan gördüğümüz gibi, hem her gün bir öncekinden daha yüksek olan
sokaktaki, pazardaki fiyatlardan, hem de TÜİK’in resmi verilerinden anlıyoruz.
Bir
kez daha yüksek gıda enflasyonu
TÜİK, 15 Mart’ta tarım ürünlerinde üretici
enflasyonu verisini yayımladı. Buna göre tarım ürünlerinde endeks (üretici
fiyat endeksi) bu yılın Şubat ayında, geçen yılın aynı ayına göre yıllık yüzde 68,5
arttı. Emekçileri daha yakından ilgilendiren baklagiller gibi tahıl ürünlerinde
ise bu artış yüzde 92 ve sebze ve meyvede yüzde 112,5 oldu. (1) Böylece üretici
fiyat endeksi tüketiciye yansıdıkça yani üreticiler maliyetlerini tüketicilere
yansıttıkça gıda fiyatlarındaki artışların sürmesi kaçınılmaz olacak.
Sadece yüksek gıda enflasyonu değil, bunun
yanı sıra enerji, akaryakıt, ısınma ve ulaştırma hizmetlerine üst üste yapılan
zamlar da halkımızın yaşam standardını düşürüyor, belini büküyor.
“Pozitif
mi ayrışıyoruz”, yoksa yaşam standardımız düşüyor, yoksullaşıyor muyuz?
Aynı zamanda ülkede yüksek düzeyde gelir
elde eden ve büyük çapta serveti olan belli bir kesim dışında, toplumun çok
önemli bir kısmının hızla yoksullaştığı ve giderek birçok şeyden yoksun kaldığı
bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçten en fazla yoksullar zarar görüyor olsa da bu
durum hepimizi etkiliyor.
Kuşkusuz büyük miktarda kâr açıklayan
bankaların ve büyük sermaye şirketlerinin sahipleri, “gözleri ışıl ışıl parlayan”
bakan, sermaye tarafından önerilerek
atanmış olan bazı bakanlar, ikinci iş olarak iş takipçiliği yapan bazı
milletvekilleri, birden fazla maaş alan bazı bürokratlar böyle bir yoksullaşma
ya da yoksunlaşma yaşamıyorlar. Aksine onlar zenginleştikçe daha da zenginleşiyorlar.
“Pozitif ayrışma yaşıyoruz” derken bu mu
kast ediliyor bilinmez ama azınlığın çoğunluktan yaşam standardı ve koşulları
bağlamında hiç bu kadar negatif ayrışmadığı ortada.
Tasarrufu
zengin, borcu yoksul yapıyor
Emekçilerin böyle günlerde kullanabilecekleri
birikimleri, tasarrufları olmadığı gibi, büyük bir kısmı giderek daha fazla borçlanarak
yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Bankalardaki tasarrufların büyük çoğunluğunu
sahibi ise sayıları 250 bin civarındaki nakit zenginleri.
Bunların bir kısmı paralarını dolarda ve
avroda tutmayı yeğlerken, bir kısmı da kendilerine gümüş tepside sunulmuş olan Kamu
Korumalı Mevduat (KKM) uygulamasından yararlanmak için TL cinsinden mevduata
geçti. Bu kesimlere ilk kur farkı/faiz ödemesi 21 Mart’ta yapılacak ve böylece
milyarlarca liralık emek ile kazanılmadığı için “hak edilmeyen” bir faiz geliri
hediye edilecek.
Emekçiler
ev kirasını ödeyemiyor, büyük müteahhitler ve bankalar kârlarını katlıyor
Artık resmi olarak envanterleri tutulmayan
büyük çaptaki gayrimenkul zenginlerinin servetleri ise son yıllarda da ciddi
biçimde artmaya devam ediyor. Öyle ki bir IMF çalışmasına göre (2), 2020
yılında Türkiye 57 ülke arasında emlak fiyatları en hızlı artan ikinci ülke
oldu (Lüksemburg’un ardından). Aynı yıl Türkiye’nin reel kredi artışında ilk
sırada olması büyük inşaat şirketi sahipleri ile birlikte banka sahiplerinin de
servetlerini nasıl büyüttüklerinin bir göstergesi.
Emlak-konut satışları ile ilgili olarak, TÜİK
verileri satışların içinde bulunduğumuz yılın Ocak-Şubat aylarında yüzde 22,5
arttığını, yabancılara yapılan konut satışlarının ise bu yılın Şubat ayında
geçen yılın aynı ayına göre yüzde 55 oranında arttığını ortaya koyuyor. (3)
Kısaca emekçiler fahiş biçimde artan
kiralarını ödeyemezken, binlerce konutun sahibi büyük müteahhitler ve sektörü
fonlayan bankalar kârlarını artırmayı sürdürüyorlar.
Suçlu
“küresel olumsuz gelişmeler mi?”…
Diğer yandan siyasal iktidarın sözcüleri
bizlere sürekli olarak kendilerinin kontrolü altında olmayan küresel olumsuz gelişmelerden;
salgının iktisadi etkilerinden, Ukrayna savaşı ile birlikte başta petrol,
enerji ve temel gıda fiyatlarındaki hızlı artışlardan söz ediyorlar ve bu
gelişmelerde kendilerinin bir kusurları olmadığını, zam yapmaktan başka seçeneklerinin
de olmadığını anlatıyorlar.
Bir
kez daha sabır, şükür ve tevekkül…
“Refahın
kıyısında olduğumuz”, dolayısıyla da sabretmemiz gerektiği telkin ediliyor.
Muhtemelen bu ikna çabası, Ramazan ayı boyunca TRT ekranlarında boy gösteren ve
günlük ücreti yüzbinlerce TL’yi bulduğu öne sürülen bazı ‘din alimleri’
tarafından sürdürülecek. Yoksullara “yoksul olmanın cennette en iyi yeri
garanti etmenin bir bedeli” olduğu dini referanslarla anlatılmaya devam edilecek.
Yani bir kez daha halka kemer sıkmaya razı olması, sabır göstermesi, işleri
olanların şükretmesi ve tevekkül içinde olması öğütlenecek.
Ancak bu sözler bizler için çok tanıdık,
bildik sözler ve işin aslı nakarattan öteye gitmiyorlar. Dahası bu telkinlerin arka
planında bizleri yöneten sınıfların ve onların hemhal oldukları siyasal
iktidarın sınıfsal ve bir o kadar da sınıfsal tercihlerinin olduğunun
farkındayız.
Kaynak
kıtlığı yok, sınıfsal ve siyasal tercihler var!
Kısaca, bunlar iktidar blokunun sınıfsal
ve siyasal tercihlerinin somut sonuçları. Yani iktisadi olarak, örneğin kaynak
kıtlığı gibi bir sorundan dolayı bütün bunlar yaşanmıyor. Ukrayna savaşının
etkileri henüz tam olarak görülmediği gibi, bu savaştan önce de yine toplumun
büyük çoğunluğunun aleyhine sonuçlanan tercihlerin sonucunda (faiz politikası
gibi) ülke ekonomisi ciddi bir krizin
içine sokulmuştu.
Kaldı ki kamu maliyesinin, Bütçenin,
Hazinenin durumunu ortaya koyan resmi raporlar düzenli olarak açıklanıyor. Bu
raporlardan da en azından bu yılın ilk iki ayında devlet bütçesinin ve
Hazinenin hiç de zor bir durumda olmadığı anlaşılıyor (durum muhtemelen yılın
ikinci ayında kötüleşecektir).
İlk
iki ayda bütçe fazlası 100 kat arttı
Öyle ki geçen yılın Ocak-Şubat aylarında
0. 984 milyar TL açık vermiş olan Merkezi Yönetim Bütçesi bu yılın aynı
aylarında 99,8 milyar TL fazla verdi. Yani bütçe fazlası 100 kattan fazla arttı.
Aynı aylarda Hazinenin nakit durumuna
baktığımızda ise benzer bir biçimde Hazine nakit fazlası olduğunu görüyoruz. Örneğin,
Şubat ayı sonu itibarıyla Hazinede nakit fazlası olarak 17,5 milyar TL mevcut.
(4)
Bu resmi veriler devletin bütçesi ya da hazinesinin
(en azından şimdilik) zorda olmadığını gösteriyor. O halde neden halk, örneğin
geçici de olsa akaryakıt üzerinden alınan ÖTV ve KDV gibi vergiler sıfırlanarak
rahatlatılmaz, işçi ve memurlara enflasyondaki bu hızlı yükselişe karşı ek ücret
zamları yapılmaz ya da küçük çiftçi ve üreticiye nakit ve diğer destekler
verilmez?
Bütçe
fazlası kimler için ya da ne için kullanılacak?
Bu tercih “mali disipline uygun
davranıyoruz” denilerek savunulamaz. Çünkü mali disiplinin emekçiler için
gerçek bir kemer sıkma, buna karşılık servet zenginleri, faizciler ve genel
olarak sermaye sınıfı içinse cömert bir kaynak aktarması olduğunu biliyoruz.
Böyle bir bütçe fazlasının zorlanmasının
nedenleri KKM ödemeleri için para biriktirmek ve olası bir erken seçime
hazırlanmak gibi nedenler olabilir. Çünkü 21 Mart’tan itibaren ilk KKM kur
farkı/faiz ödemeleri yapılacak ve bunun toplamda 50 milyar TL’yi bulması
bekleniyor. Yeni seçim kanunu çalışmaları ise iktidar blokunun bir erken seçimi
göz ardı etmediğini gösteriyor.
Bütçenin
MR’ı iktidar blokunun tercihlerinin aynası gibi
Kaldı ki iki aylık (Ocak-Şubat) olmak
üzere, bütçe gerçekleşmelerinin harcamalar kısmının tabiri caiz ise MR’ını
çektiğimizde, iktidar blokunun tercihlerini ve bundan böyle de ülke ekonomisini
nasıl yönetmek istediğini görebilmek mümkün.
Örneğin bu ay MB politika faizi bir kez
daha sabit tutulup muhafazakâr seçmene “Nas’a devam” mesajı verilirken, bu iki
aylık gerçekleşme faiz ödemelerinin rekor düzeyde arttığı gerçeğini yüzümüze
vuruyor. Öyle ki geçen yılın Ocak-Şubat aylarında faize ödenen miktar toplam
34,7 milyar TL iken bu yılın aynı aylarında 57,9 milyar TL’ye çıkmış. Bu yaklaşık
yüzde 67’lik bir artış demek oluyor.
Sonuç: Sermayeye ve güvenliğe kaynak aktarmaya devam
Sermaye ve servet zenginlerine kaynak
aktarımı bununla da sınırlı değil. Resmi verilerden hazırladığımız aşağıdaki
tablo sermayeye bu iki aylık süre zarfında yapılan kaynak aktarımını
gösteriyor.
Böylece; SGK 5 puan prim indirimi, ihracatçı desteği, savunma sanayi desteği, BES, KOSGEB desteği, sermayeye ucuz hammadde ve girdi temini yüzünden zarar eden KİT’lere (örneğin BOTAŞ) görev zararı adı altında verilen destekler ve sermaye desteği, iki büyük kamu bankasının yine ucuz faizle verdiği kredilerden doğan zarar için verilen destekler ve şehir hastaneleri gibi son derece maliyetli projelere yapılan aktarmaların, bu iki ay zarfında çok belirgin bir biçimde bütçeye damgasını vurduğu görülüyor.
Buna karşılık yerel yönetimlere her hangi
bir Hazine yardımı yapılmazken, emeklilere, yoksullara ve küçük üretici ve
çiftçilere verilen destek toplamda 8,5 milyar TL ile adeta devede kulak
niteliğinde kalmış. Onlarca milyon yoksul emekçiye verilen destek, faizciye
ödenenin yüzde 15’ini dahi bulmazken, patronlara 6 milyar TL’ye yakın bir
indirimli prim desteği ya da savunma sanayi projelerine 5,8 milyar TL’lik bir
kaynak aktarılmış.
Özcesi bu MR, iktidar blokunun bundan
böyle de, sadece sermaye yanlısı sınıfsal-ekonomik tercihlerini değil, otoriter
bir siyasal rejim tercihini
sürdüreceğini gösteriyor.
Dip notlar:
(1) TÜİK,
Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi, Şubat 2022, www.tüik.gov.tr (15 Mart 2022).
(2) https://www.imf.org/external/research/housing
(15 November 2021).
(3) TÜİK,
Konut Satış İstatistikleri, Şubat 2022, www.tüik.gov.tr (15 Mart 2022).
(4) https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri
(7 Mart 2022).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder