Ekonomik Yıkım: Bilerek ve isteyerek mi?
Mustafa Durmuş
19 Mart 2025
Hali hazırda kırılgan olan ekonomi üzerinde çok ciddi
olumsuz etkiler yaratacağı bilinmesine rağmen bu sabaha karşı İBB Başkanı E.
İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarına operasyon yapıldı. Ardından, beklendiği gibi,
BİST çökerken (%5,5 düşüş), dolar gün içinde 40 TL’ye yaklaştı (%7,1 artış),
Euro 43 TL’yi aştı (%7,1 artış) ve gram altın 3,780’i buldu (%5,5 artış).
2018’den daha kötü olabilir
2018 yılında Rahip Brunson Krizi sırasındakine benzer ya
da daha ağır bir döviz krizi ile karşı karşıya olabiliriz. Üstelik bugün
Türkiye ekonomisi yüksek enflasyon ve işsizlik altında debeleniyor, bütçe açığı
artarak sürüyor, dış borç stoku çok daha yüksek, politika faizi yüksek ve döviz
rezervleri daha zayıf. Yani 7 yıl öncesine göre ekonomi çok daha kırılgan bir
konumda. Umarız bu kırılganlık ülkeden hızlıca sermaye çıkışlarına neden olmaz.
Eğer böyle olursa felaket büyüyecek demektir. Bu yüzden de bu tür yüksek gerilimli
işlerden kaçınmak gerekiyor.
Ancak meseleyi sadece iktisada indirgeyip anlamaya
kalktığımızda işimiz zorlaşır. Meseleye iktidar blokunun uzun vadeli siyasal
niyetinin ne olduğunu sorgulayarak yaklaşmak daha doğru olabilir.
Stratejinin bir parçası mı?
Bir süredir ülkede siyasal rejimin, “Yeni Faşizm”,
“21. Yüzyıl Faşizmi” ya da “Günümüz Faşizmi” olarak adlandırılabilecek bir
faşizme dönüşmekte olduğu tespitleri yapılıyor. “Kımıldayan her şeyi”, “her
türden muhalefeti” yok etmek anlamına gelen böyle bir rejimin kurulabilmesi
için ise atılacak adımların toplum nezdinde meşrulaştırılması gerekiyor.
Bu bakış açısıyla bakıldığında, ekonomiyi ayağa
kaldırmaktan ziyade, ekonomiyi iyice zora sokmak yönetenler için çok daha işlevsel
olabilir. Eğer İktidar Blokunun aklından geçen de buysa, bu sabah yapılan
operasyonun otoriter rejimi kalıcı hale getirmek için yapıldığı ileri
sürülebilir.
İktidar Blokunun ekonomiyi çökertmekten kaçınmaması teorik
olarak, “Faşist-Otoriter Strateji” çerçevesine uyuyor. Çünkü tarihsel olarak,
ekonomik krizlerin çoğu zaman otoriter yönetimlere ve faşizme zemin hazırladığı
biliniyor. Dolayısıyla, bir süredir muhalefete dönük olarak yapılan
operasyonların ardından, bu sabahki operasyon salt bir “öngörüsüz intikamcılık”
ya da “yönetememe” veya “ön kesme” durumu olarak ele alınmamalı. Aksine önceden
hesaplanmış bir hamle olduğundan şüphelenmek için çok sayıda neden vardır.
Ekonomik yıkımın arkasındaki strateji ne
olabilir?
İktidar 22 yıldır neo-liberalizmin tüm gereklerini
yerine getiriyor. Özelleştirmeler neredeyse tamamlandı.
Düzensizleştirme/kuralsızlaştırma (de-regülasyon) tam gaz sürüyor. Kamu ise giderek küçültülüyor. Yani bir tür, “devletin
yapısını ve kurumları yapı söküme uğratma" hedefi hayata geçiriliyor. Ancak
bu yapılanlar devleti işlemez hale getirmek için değil, yeni bir devlet düzeni
oluşturmak için yapılıyor.
Bir başka deyimle, bu sadece de-regülasyon ya da küçük
devlet ile ilgili değil; “devletin ve yerel yönetimlerin işleyişini sekteye
uğratarak yerine yeni bir rejimin dayatılmasıyla” ilgili bir durum. Bu
politikalar sadece süper zenginlere ve yandaş sermaye gruplarına daha fazla
çıkar sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda siyasi olarak istismar edilebilecek ciddi
bir ekonomik kaos da yaratıyor.
Otoriter bir rejim neden ekonomik yıkıma
ihtiyaç duyar?
Öncelikle, teorik olarak, ekonomi çöktüğünde insanlar
devlet kurumlarına olan inançlarını kaybederler ve “düzeni yeniden tesis edecek”
diktatörler ararlar. Nitekim 1929-1933 Büyük Buhranı Avrupa’da faşist
hareketlerin başlamasına yardımcı oldu. Otoriter liderler kontrolü ele
geçirmeden önce Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkeler büyük bir ekonomik
çöküş yaşadılar. Keza Rusya'da Sovyetler
Birliği’nin dağılmasının ardından yaşanan ekonomik çöküş, oligarkların ve V.
Putin’in istikrarı yeniden sağlama kisvesi altında güçlerini pekiştirmelerine
olanak sağladı.
Şoklara uğratılmış çaresiz bir toplumu kontrol etmek daha kolay
Kısaca, ekonomik krizler mevcut rejimin meşruiyetinin de
sorgulanmasına neden olur. Günümüzde bu düzene alternatif bir sol/sosyalist
hareket, güçlü bir işçi sınıfı hareketi olmadığından bu boşluk ancak faşizm ile
doldurulabilir. Daha önce deprem
vesilesiyle ele aldığımız “felaket kapitalizmi” işlemeye başlar. Seçkinler ekonomik krizleri, normalde karşı
çıkılacak politikaları topluma dayatmak için istismar ederler. Yani ekonomi
çökerse, bu durum İktidar Blokunun acımasız ekonomi politikalarını uygulamasını,
genişletilmiş yürütme yetkilerini ve düzenleyici ve demokratik güvenceleri
ortadan kaldırmasını haklı çıkarabilir. Kısaca ekonomik çöküş “acil durum önlemlerini”
meşrulaştırır.
Yerli ve milli korporatizm!
Örneğin iktidar devletin yağmalanmasının ardından,
sanayiler/sektörler üzerinde kontrolü ele geçirmek, işçi hareketlerini ezmek ve
“yerli ve milli” bir ekonomik model uygulamak için acil durum yetkilerini
kullanarak “kumanda” ekonomisine dönebilir.
Bu, devletin büyük sermaye şirketleriyle iş birliği içinde kilit sanayileri
kontrol ettiği ve işçi haklarını bastırdığı Mussolini’nin “korporatizmine”
benzeyen bir modeldir.
Koşullar daha da kötüleştikçe, iktidar halkın öfkesini
sosyal demokratlara, sosyalistlere, işçi sendikalarına, farklı kimliklere, ekolojistlere
ve aktivistlere yöneltebilir ve ekonomik sıkıntılardan bunların sorumlu
olduğunu iddia edebilir. Halk, bu tür muhalif
hareketlerin “sorunun” bir parçası olduğuna ikna edildiğinde muhalefete yönelik
baskılar daha da kolaylaşır, meşrulaşır.
Ekonomik yıkım yasaklamalar, kısıtlamalar, protestoculara
karşı kolluk güçlerinin konuşlandırılması ve kitlesel gözetimin başlatılması
için mükemmel bir bahanedir. “Kanun ve nizam”
söylemi, insanlar korktuklarında ve istikrar için çaresiz olduklarında her
zaman en güçlü silahtır. Kısaca, günah keçileri bulunur ve muhalefet askeri
yöntemlerle bastırılır.
Ne yapılabilir?
Öncelikle, kayyumlarla ya da bugün olduğu gibi kriminalize
edilerek iktidarca ele geçirilen yerel yönetimleri savunmak ve bunları seçilmiş
temsilcilerine iade etmek gerekiyor. Ayrıca ekonomik yıkımın tesadüfen
gerçekleşmediğini, bunun politik bir silah olarak tasarlandığını açıkça ortaya
koymak yani bu stratejiyi ifşa etmek de lazım.
Ekonomik yıkım en çok da işçileri ve tüketicileri
vuracağından, genel grevler, iş bırakmalar ve tüketici boykotları, sivil
itaatsizlik eylemleri gibi şiddetsiz kitlesel direnişler örgütlenebilir.
Toplumu ekonomik yıkıma karşı daha dirençli bir hale
getirmek için karşılıklı yardım ağları geliştirilmeli, işçi kooperatifleri
kurulmalı ve merkezi olmayan yerel ekonomiler büyütülmelidir. Sermaye ve devlet
kontrolündeki ekonomiler ne kadar bypass edilebilirse, otoriterlerin ekonomik
baskı yoluyla insanları kontrol etmesi o kadar zorlaşır. Kısaca en geniş
bir demokrasi cephesinin kurulması gerekir.
Sonuç olarak
İktidar Bloku ekonominin çökmesine izin vermekle
kalmıyor, kalıcı otoriter yönetim vizyonlarını pekiştirmek için de bu yıkıma
ihtiyaç duyuyor. Bu stratejiyi ifşa ederek, işçileri harekete geçirerek ve tam
kontrolü ele geçirmelerini zorlaştıracak alternatif ekonomik ve siyasi yapılar
inşa ederek buna karşı çıkılması gerekiyor.
Kısa vadede, bu yönetimin neden olduğu acı ve ıstırabı
göstermeye ve anlatmaya devam edilmelidir. Ancak şok ve dehşet kampanyasının
daha yeni başladığının ve muhtemelen çok daha kötüleşeceğinin bilincinde olmak da
gerekiyor. Şimdi harekete geçilirse, yaşamakta oldukları kriz onlara karşı kitlesel demokratik bir direniş örgütlemek için
fırsata dönüştürülebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder