“Hak hukuk Adalet” Arayışında İktidarı
Araf’ta Bırakmak
Mustafa Durmuş
25 Mart 2025
(https://www.muhalif.com.tr/foto-galeri/gundem/umit-bektasin-objektifinden-sarachanede-biber-gazi-yiyen-semazen,
24 Mart 2025)
Kamuoyunda yaygın bir biçimde kullanılan biçimiyle “19
Mart Darbe Girişiminin” ardından patlak veren ve tüm Türkiye’ye yayılan
protesto eylemleri sürüyor. Milyonların çok soğuk gecelerde dahi eylem
alanlarını doldurduğu bu gösterilere asıl olarak gençler damgasını vurdu.
Yaratıcı eylem biçimleri
Özellikle de gençlerin sergilediği bazı (“sivil
itaatsizlik” olarak da adlandırılabilecek) eylem biçimleri sadece alanları darbe
karşıtı bir mücadele alanına çevirmekle kalmıyor, katılımcı kitleyi de giderek
büyütüyor.
Polis barikatının önünde ve biber gazı eşliğinde dans
eden gençler mi, erik dalı türküsüyle oynayanlar mı, yerde şınav çekenler mi,
sevgilisine evlilik teklifi yapanlar mı ararsınız, bu ve benzeri çok şey var
alanlarda. Tüm bunlar gençlerin ne denli yaratıcı olduklarını ortaya koyuyor
Ancak bu eylemlerden birisi tam anlamıyla viral oldu
ve iktidarın, eylemci kitleyle ilgili “şiddete başvuran eylemci” algısı yaratan
dezenformasyonunu etkisiz kıldı: Semazen kıyafetiyle (derviş) kendi etrafında
dönen bir eylemci. Gençler böyle performanslar sergilerken, bu performanslara
polisin verdiği tepki ise genelde gençlere tazyikli su ve biber gazı sıkmak biçiminde
oluyor.
Bu birkaç günde elde edilen deneyim, adaletsiz ve
hukuk tanımayan iktidarlara karşı toplumun kendisini savunabilmesi için güçlü
bir strateji ve buna uygun etkili taktiklere başvurmasının kaçınılmaz olduğunu
da gösteriyor. Kuşkusuz bu eylemlerin şiddet içermeyen, amacından saptırmaya ve
provokasyona geçit vermeyen, demokratik ve barışçıl eylemler olarak ivme
kazanması gerekiyor.
Kısaca, hak hukuk ve adalet arayışı içinde olanların, aşırı
sağcı-otoriter rejimi, adaletsiz ve hukuk tanımayan iktidar sahiplerini ve
baskıcı sistemi “kaybet-kaybet” durumuna sokmak için, bu eylemlerini
sürdürmeleri ve şiddet içermeyen yeni taktikler ve eylem biçimleri geliştirmeleri
gerekiyor. Bunun için de hem teoriye başvurulması hem de pratik örneklere
bakılması lazım.
Araf’ta bırakan eylemlilikler!
Kabaca “İktidarı Araf’ta
Bırakan Taktikler” olarak tanımlanabilecek olan bu taktikler, teoride, iktidar
sahiplerinin adaletsizliklerini ortaya çıkararak, meşruiyetlerini sorgulatarak,
her türden toplumsal muhalefeti harekete geçirmeyi amaçlar. Bu taktikler ayrıca
demokratik bir direniş hareketini örgütlerken, siyasal iktidara da “göstereceği
her antidemokratik aksiyonun kendilerine reaksiyon olarak geri döneceği seçimler
yapmaya zorlayacağını” gösteren taktiklerdir.
“Araf’ta Bırakan Eylemler” sadece sembolik protestolar
değil, stratejik, otoriterliği halkın önünde yargılayan iktidar karşıtı eylemlerdir.
Bu eylemler özellikle performans sanatçıları, tiyatro sanatçıları, komedyenler
tarafından hayata geçirilebilecek iyi birer araçtır. Sokak eylemlerinin yanı
sıra, bu tür eylemlere de başvuran politik hareketler mücadele alanını genişletirler,
rakiplerini hataya zorlarlar, rakiplerinin gayrimeşruluklarını açığa çıkarırlar
ve daha fazla insanı ve kitleyi kendilerine çekerler. Kısaca, bu taktikler ve
eylemler otoriterliğe, baskıya ve adaletsizliğe karşı mücadelede demokratik
muhalefetin elindeki en etkili araçlardan birisidir. (1)
Bu eylemler genelde başarılı olurlar zira iktidarın
adaletsiz doğasını açığa çıkartırlar ve dünyaya baskıcı rejimlerin tam olarak
nasıl işlediğini gösterirler. İktidarları “zayıf görünmek ya da zalim görünmek”
arasında seçim yapmaya zorlarlar ki her iki durumda da iktidara kaybettirirler.
Kitlesel katılım sağlarlar ve sıradan insanların yüksek riskli çatışmalara
girmeden eylemlere katılmalarına olanak tanırlar. Güçlü medya anları, viral,
yüksek oranda paylaşılabilir görüntüler ve hikayeler yaratırlar, politik hareketin
moralini yükseltirler. Bu anlamda başvurdukları mizah, hiciv ve yaratıcılık protestocular
arasındaki dayanışmayı ve umudu güçlendirir.
“Yaparsan lanetlenirsin, yapmazsan da
lanetlenirsin!”
Bu stratejiye ve taktiklere uygun eylemler, otoriter-
baskıcı rejimlerin katılığından ve güvensizliğinden yararlandıkları için
özellikle otoriterlikle mücadele etmek anlamında son derece uygundur. Öyle ki mizah,
yaratıcılık ve ahlaki netlikten yararlanarak baskıcı iktidarları “yaparsan
lanetlenirsin, yapmazsan da lanetlenirsin” ikilemine sokarlar.
Örneğin 19 Mart operasyonlarıyla zirve yapan
haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliğe karşı bir tepki olarak ortaya çıkan ve
gençlerin öncülüğünü yaptığı gösteriler ve yürüyüşlere kolluk kuvvetleri izin verirse
iktidar zayıf görünür, diğer taraftan gençlere şiddet uygularsa canavar gibi
görünür. Nitekim bazı kentlerde ağırlıklı olarak ikincisini seçen iktidar hem
ülkedeki tepkilerin daha da büyümesine hem de dünyada tepkilerin ortaya
çıkmasına neden oldu.
Stratejinin başarısı?
Araf’ta bırakan eylemler insan hakları hareketlerinden
diktatörlüklere karşı demokratik muhalefete kadar tarih boyunca etkili bir
şekilde kullanıldı.
Ancak bu tür eylemlerin etkili olabilmesi için öncelikle;
baskının, zulmün ve adaletsizliklerin yeterince ifşa edilmesi gerekir. Yapılan
eylemlerle sistemin acımasızlığı gözler önüne serilmelidir. İkinci olarak,
siyasal iktidar için “eylemi bastırırsa zalim görünecek, eğer bastırmayıp görmezden
gelirse ya da eylemlere izin verirse, kontrolü kaybedecek, bu da muhalefeti
cesaretlendirecek ve iktidarı güçsüz gösterecek” ikilemini yaratmalıdır. Üçüncü
olarak, eylem medyada yer alacak şekilde tasarlanmalı, viral olma
potansiyeli taşımalı ve sonuç alabilmek için kitlesel katılım sağlanmalıdır. Son
olarak, eylem ivme kazanmalı ve demokratik direniş hareketi için daha fazla
olanak yaratmalıdır.
Gezi İsyanı ve “Duran Adam Protestosu”
Nitekim, Türkiye’de 2013 Gezi İsyanı sırasında
gerçekleştirilen “Duran Adam Protestosu” Gezi Parkı protestocularına yönelik
polis şiddetine tepki olarak Taksim Meydanı'nda sessizce ayakta duran bir eylemci
tarafından gerçekleştirildi. Buradaki Araf’ta bırakma taktiği şuydu: “İktidar ya
birini hareketsiz durduğu için tutuklayacaktı ki bu çok saçma olurdu. Ya da diğerlerini
de katılmaya teşvik ederek devam etmesine izin verecekti”. Sonuçta, bu performans
sosyal medyada viral oldu, binlerce kişi sessiz direnişe katıldı ve Türkiye
toplumunun otoriterliğe karşı bir meydan okuma sembolü haline geldi.
Teneke çalma eylemi
İkinci örnek Sırp diktatör Slobodan Milošević'e karşı
direniş sırasında gençlerin eylemleri sırasında kullandıkları bir eylemdir. Gençler
Milošević'in resminin olduğu teneke kutuları kaldırımlara yapıştırdılar ve onun
emekli olmasını talep ederek, kutuların içine “emekli olduğunda geçimini
sağlayabilmesi için” bozuk para koydular ya da onun izlediği politikalar
yüzünden tenekelere para koyamayanlar tenekelere sopayla vurdular. Polis teneke
kutuyu döven insanları gördüğünde, şu ikisinden birini yapmak zorundaydı: Ya insanları
tenekeye vurdukları için tutuklayacaktı ki bu da onları gülünç duruma düşürecekti.
Ya da rejimi zayıf gösterecek şekilde devam etmesine izin vereceklerdi. Sonuçta
bu gösteri polisi gülünç duruma düşürdü, protestocular arasında morali
yükseltti ve Milošević'in 2000 yılında devrilmesini hızlandırdı. (2)
Sivil itaatsizlik
Faşizmin kurumsallaşmasını önlemek için tehlikenin
farkında olmak yetmiyor. Örgütlü bir antifaşist mücadele vermenin gerekliliği göz
ardı edilemeyecek bir gerçek olarak ortada duruyor. Kuşkusuz antifaşist
cephenin kapitalizm tarihinde hem başarılı hem de başarısız örnekleri mevcut.
Bunun dışında faşizme karşı mücadelede başarılı olmuş
şiddete dayalı olmayan mücadele yöntemlerinin de sayısız örneği var. Genellikle
“sivil itaatsizlik” olarak tanımlanan bu yöntemler aslında “şiddetsiz direniş”
biçimlerinden sadece birisi.
Ancak başarılı “şiddetsiz direnişler” tek başına ya da
faşizme karşı diğer mücadele biçimlerinin ikamesi olarak değil, tamamlayıcısı
olarak tarihte hak ettikleri yeri aldılar. Ülkelerin, toplumların tarihlerine,
kültürlerine ve diğer bazı özelliklerine göre şekillendiler.
Şiddetsiz meşru savunma!
“Sivil itaatsizlik” “şiddet içermeyen meşru savunma”dır
ve Mahatma Gandhi ve Martin Luther King’in direnişleri anlamında bir siyasi
mücadele biçimidir. Modern tarihin en kötü krizinden kurtulmak için vatandaşlar
arasında umut veren bir direniş biçimidir. Öyle ki liberal demokrasinin “sessiz/örtülü”
diktatörlüğü birçok kentte “açık” bir diktatörlüğe dönüştürüldüğünde sivil
itaatsizlik gündeme gelir.
Diğer yandan sivil itaatsizliğin uygulanabilirliğinin siyasal
iktidarların yapısıyla da doğrudan ilgisi vardır.
Bertrand Russell’in vurguladığı gibi, “şiddet
içermeyen direniş kesinlikle önemli bir alana sahiptir; bu, Hindistan'daki
İngilizlere karşı Gandhi’yi zafere götürdü. Ancak, elde edilebilecek sonuç karşı
çıkılan iktidarın niteliğine bağlıdır. Hintliler demiryolu raylarına
yattıklarında ve yetkililere onları trenlerin altında ezmeleri için meydan
okuduklarında İngilizler geri adım attılar. Ancak Nazilerin benzer durumlarda
hiçbir çekincesi yoktu. Tolstoy'un büyük bir ikna edici güçle vaaz ettiği, ‘iktidarı
elinde bulunduranların, direnmeme durumuyla karşılaşırlarsa ahlaki olarak
yenilenebilecekleri savının’, 1933'ten sonra Almanya'daki gelişmeler sonucunda
geçersiz olduğu kanıtlandı. Açıkça Tolstoy, ancak iktidar sahipleri bir noktaya
kadar acımasız olduklarında, o noktadan sonra acımasızlığı bırakabildiklerinde
haklıydı ve açıkça Naziler bu noktanın ötesine geçti.” (3)
“Pupa çatladı, kelebek ortaya çıktı”: Türkiye
kabusundan kurtuluyor!
Sonuç olarak, kapitalizm ve aşırı sağcı otoriter
devletlerin, bir avuç seçkin dışındaki toplumun, gıda temini, eğitim, sağlık,
barınma, ulaştırma ve sosyal güvenlik, hak, hukuk, sosyal adalet ve özgürlükler
gibi yaşamaları için temel olan ihtiyaçlarını karşılamaya dönük kamusal
hizmetleri ve hakları sunma konusunda başarısızları ortada.
Nitekim Türkiye’deki direnişin öznesini oluşturan üniversite
gençliği insan onuruna yaraşır bir gelecek hayalleri bile ellerinden alındığı,
işsizlikle, yoksulluk ve açlıkla, haksızlıklar ve zorbalıkla sınandıkları için
günlerdir sokaklardalar.
Gençler, “Dum spiro spero, dum spero amo, dum amo
vivo.” Yani, Çiçero’nun (MÖ 106 ila 43) deyimiyle, “nefes aldığım sürece umut
ederim, umutlandığım sürece severim, sevdiğim sürece yaşarım” (4) sözüne uygun
bir biçimde umutlarını yeniden yeşertmek için mücadele ediyorlar.
Kısaca, umut, sokakta protesto hareketlerinde, işyerlerinde
grevlerde, okullarda boykotlarda ve halkların emperyalizme, sömürgeciliğe ve
faşizme karşı direnişlerinde yatıyor.
Ancak, kurtuluş mücadelesini, tek başına değil, ancak
birlikte verdiğimizde başarıya ulaştırabileceği unutulmamalı. Direneceğiz, yeniden
odaklanacağız, emek, demokrasi, özgürlükler ve barıştan yana düşüncelerimizi,
özellikle de yeni teknolojilerin araçları ve imkanlarıyla, tüm ülkeye, herkese
yayacağız ve baskısız, özgür, sömürüsüz demokratik Türkiye’yi yeniden inşa
edeceğiz.
Dip notlar:
(1) https://antiauthoritarianplaybook.substack.com/p/dilemma-actions
(21 March 2025).
(2) Agm.
(3) Bertrand
Russell, The Autobiography of Bertrand Russell (1967–1969), Ch. 12:
Later Years of Telegraph House, p. 431).
(4) Dr.
Rudolf Hänsel, “Civil Disobedience: As Long As I Breathe, I Hope”, Global
Research, 19 November 2021.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder