25 Aralık 2016 Pazar

BİR KEZ DAHA “YENİ BÜYÜME VERİLERİ” VE YILDIZI SÖNMEYEN SEKTÖR ÜZERİNE

BİR KEZ DAHA “YENİ BÜYÜME VERİLERİ” VE YILDIZI SÖNMEYEN SEKTÖR ÜZERİNE

Mustafa Durmuş

24 Aralık 2016

Bu köşede daha önce siyasal gündemdeki sorunların yakıcılığı nedeniyle yeterince tartışamasak da,TÜİK tarafından kullanımına başlanan yeni hesaplama yöntemlerine göre sunulan büyüme verilerine ilişkin kısa kısa değerlendirmeler yaptık.

Bu değerlendirmelerde, "2009 yılının baz yılı olarak seçilmesinin yanlışlığı" ve özelllikle de "2011 yılından itibaren eski yönteme göre yapılan hesapların kaçınılmaz olarak yanlışlığı" gibi bir durumun ortaya çıktığını vurgulamıştık.

Bu bağlamda, aslında daha önce hazırlanmış olan (2017-2019 da dahil olmak üzere) Makro Planların (Orta Vadeli Programlar ve Mali Planlar) ve buna uygun olarak hazırlanan Merkezi Yönetim Bütçelerinin ekonominin gerçek durumunu yansıtmadığı TÜİK tarafından da tescillenmiş oldu. Ama artık çok geç çünkü 2017 Merkezi Yönetim Bütçesi onaylandı.

Bu kez biraz detaya girelim.

Bilindiği gibi şu ana kadar yapılan resmi araştırmalarda Türkiye’deki yerli tasarrufların ancak yüzde 13-14 düzeyinde olduğu, bu nedenle de yüzde 20’yi aşan toplam yatırımların ancak yabancı kaynaklarla gerçekleştirilebildiği yaygın olarak ileri sürülüyor ve kabul ediliyordu.

Oysa yeni veriler bu tespitleri geçersiz kılıyor. Zira birazdan göreceğiniz gibi, hem yerli tasarruf oranı, hem de yatırım oranı artmış durumda. Öyle ki yeni hesaplama ile yatırımların payı yüzde 30’a, yerli tasarrufların payı yüzde 20’nin üzerine çıkartıldı.

İnşaat Sektörü: Yeni Hesaplamanın Göz Bebeği

Yeni hesaplamada bu büyük farkı inşaat sektörünün yarattığı ileri sürülüyor. Böylece eski verilerdeki inşaat sektörüne ait veriler ve etkileri büyük değişikliğe uğratılıyor. Yeni verilerle, inşaat sektörünün aslında var olduğu, ama hesaplama yanlışlığı nedeniyle görünmediği büyümeye olan belirleyici katkısı da böylece ortaya konulmuş oluyor.

İnşaat sektörüne yapılan harcamalar yatırım harcaması olarak kabul edilerek bir anda yatırımlar içindeki payı iki katından fazla yükseltiiliyor, böylece de yatırım hacmimiz birden 10 puan artıyor (buna karşılık yeni verilerde kamunun ne kadar, özel sektörün ne kadar yatırım yaptığını görebilmek mümkün değil).

Böylece hem 2008 krizi sonrasında ağırlık kazanan inşaat yönlü büyüme ve birikim modeli, hem de inşaat sektöründe ortaya çıkan 40’ı aşkın küresel inşaat firması da, onların devasa kârları ve servetleri de bir çırpıda da benimsenmiş oluyor.

Tasarruflardaki artışın nedeninin ise konut alımlarının artmasıyla ilgili olduğu düşünülüyor, zira kredili ya da peşin konut alımları artık tasarruf kalemi olarak görülüyor.

Ekonomimizin geleceğinin teslim edildiği bir diğer sektörün turizm sektörü olduğu anlaşılıyor. Böylece bundan böyle büyüme modelinin eskisi gibi alt yapı ve üst yapı inşaat yatırımları ve cari açığın kapatılmasındaki rolü itibariyle de, turizm sektörü olacağı anlaşılıyor.

Sorunlu iki sektör

Diğer yandan bu iki sektörün ekonomi içindeki önemine baktığımızda bu beklentilerin ne kadar gerçekleşebileceği konusunda kuşkular kaçınılmaz olarak artıyor.

Zira inşaat sektörünün milli hasıla içindeki payı sadece % 8-9, turizmin payı ise % 3 civarında. Yani ikisinin toplamı sanayi sektörünün ancak yarısı büyüklüğünde . Bu denli küçük bir paya sahip bu sektörlerin, büyüme hızları ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik büyümeye katkıları da payları ile orantılı olacaktır.

Kaldı ki sorun sadece milli hasıla içindeki pay ya da büyüme hızı ile sınırlı değil. İstihdam açısından da sektörlerin durumu pek parlak değil. Örnek olarak inşaat sektörü toplam istihdamın sadece % 7, 5 - 8’ini sağlayabiliyor. Her iki sektörde de kayıt dışı istihdam oranı çok yüksek. Örneğin bu oran turizmde % 70’i buluyor. İşçi ücretleri çok düşük, çalışma koşulları çok ağır ve inşaat sektörü iş kazaları açısından ülkede birinci sırada yer alıyor. Yani yaratılan istihdam hem çok düşük, hem de niteliksel olarak çok kötü. Her iki sektörün doğaya verdiği zararı da bunlara eklemek gerekiyor.
İnşaat sektörü, niteliği gereği çok sayıda alt sektör ye da faaliyet kolu ile olan ilişkisi olduğundan, canlı olduğu dönemlerde esnafı vb mutlu edebiliyor. Yine, ışıltılı, büyük alt yapı ve üst yapı inşaatleri (köprüler, hava limanları, tüneller, AVM’ler, büyük ölçekli camiler gibi) göze hitap ettiğinden, bu durum bir gelişme, zenginlik algısı da yaratabiliyor, bu nedenle de siyasal iktidarların çok tercih ettikleri sektörler olabiliyor. Ya da turizm sektörü dış ticaret açığının en az üçte birini finanse ederek dış kaynak çarkının dönmesini sağlayabiliyor.

Vergi: “Devede kulak” misali

Diğer yandan bu iki sektörün ödediği vergiler neredeyse “devede kulak” düzeyinde kalıyor. Çok sayıda istisna, muafiyet ve indirimden yararlandıkları gibi, kayıt dışılığın tarımdan sonra en fazla olduğu sektörler oldukları için de vergi gelirlerine katkıları çok az. Öyle ki turizm sektöründe toplanan vergi , sektörün mevcut kapasitesinin 85’te 1’ini ancak buluyor. Yani vergi kapasitesi yüksek, ama ödediği vergi çok az olan bir sektörden söz ediyoruz. . Şİmdi bu sektör de politik ve jeopoliltik riskler ve krizler nedeniyle ciddi bir risk altına girmiş durumda.

Bütün bunlara rağmen inşaat sektörünün çekiciliği, yüksek rant imkanı sunması, yatırılan paranın çok hızlı dönüşüm hızına sahip olması ve özellikle de alt yapı yatırımları için verilen onlarca milyar dolarlık devlet garantisi nedeniyle onun süper zenginler için çok cazip bir sektör olma konumunu koruyor. Milyar dolarlık servete sahip inşaat mütahhitlerinin bu denli hızlı yükselişleri de bunu doğruluyor.

Ancak ülkenin yeni dolar milyarderleri yaratmaya değil, emek ve doğa ile uyumlu, yaratılan refah artışının adil bir biçimde paylaşıldığı, işsizliğin ve hayat pahalılığının ortadan kaldırıldığı, bütün bu ekonomik hedeflerin yerine getirilebilmesi için de toplumsal barış ve huzur ortamının sağlandığı gerçek anlamda demokratik bir dönüşüme ihtiyacı var.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder