Mustafa Durmuş
Aralık 2016
Son iki yıldır devlet bütçesi olağan koşullarda yapılmıyor. Geçen yıl yasalaşan 2016 Bütçesine 7 Haziran – 1 Kasım aylarını kapsayan yenilenen seçim süreci damgasını vurmuş, bu nedenle de 3 aylık bir “Geçici Bütçe” hazırlanmıştı.
‘Geçici Bütçe’lerle politik istikrarsızlıklar ya da politik krizler arasında genelde bir paralellik mevcut. Öyle ki tarihi politik çalkantılarla geçen Türkiye’de, günümüze gelinceye kadar toplam 17 adet geçici bütçe kanunu çıkartılmış (sadece 1965 – 2003 arasında 8 adet). Geçen yıl hazırlanan ise AKP Hükümetleri döneminde bir ilki ve bizce bugün yaşanılmakta olan politik krizin de ilk somut mali belgesini oluşturuyor.
2017 Bütçesi ise çok daha ağır politik, jeopolitik ve iktisadi kriz koşullarında hazırlandı ve yasalaştı. Darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile gelen yaygın tutuklamalar, KHK’larla kitlesel görevden almalar ve memuriyetten çıkarmalar, Suriye’de tırmanan ve artık ciddi anlamda bir parçası olduğumuz savaşın getirdiği ve içerde patlayan bombaların neden olduğu insan kayıpları ve gazeteci ve milletvekili tutuklamaları Meclis’in sağlıklı bir bütçe yapma konusundaki işlevini önemli ölçüde zayıflattığı gibi, bir kez daha halkın ‘bütçe hakkı’nı kullanmasını da engelledi.
Üstelik bu bütçenin hazırlandığı süreçte TÜİK milli geliri hesaplama yöntemlerini değiştirdi ve yeni seriye dayanan farklı veriler sundu. Yeni veriler, bir yandan kaçınılmaz olarak önceki yıllarda sunulan verilerin yanlış olduğu sonucunu doğurup, bu veriler baz alınarak hazırlanan bütçelerin gerçekçiliğini iyice tartışılır hale getirirken, diğer yandan 2017 bütçesinin gerçekçiliğinin de önümüzdeki yıllarda sorgulanacağını gösteriyor.
Artan bütçe açığı 2016 yılı bütçe tartışmalarına damgasını vurdu!
Maliye Bakanı Naci Ağbal, 2017 Merkezi Yönetim Bütçesi Kanun Tasarısını Meclis’te sunarken yaptığı konuşmasında, 2016 yılında 570 milyar lira olarak öngörülen harcamaların yılsonunda 581 milyar lira ve 540 milyar lira olarak öngörülen gelirlerinin 546,5 milyar lira olarak gerçekleşmesinin beklendiğini açıkladı.
Böylece bu yıl bütçe açığı, resmi olarak, daha önce öngörülen 29,7 milyar liradan 34,6 milyar liraya çıkacak, yani yaklaşık 5 milyar liralık bir sapma ile açık yüzde - 1,6’ya yükselecek.
Ancak Orta Vadeli Program (2017-2019) ile bu yıl yüzde -1,6 ve gelecek yıl yüzde -1,9 olacağı belirtilen bu açık AB tarafından kullanılan ‘Program Tanımlı Bütçe Açığı’ olarak hesaplandığında, bu yıl resmi bütçe açığı iki katına çıkarak yüzde - 3,3’e yükseliyor.
Yani “özelleştirme gelirleri, Merkez Bankası ve kamu bankalarının kârları ve elde edilen faiz gelirleri” gelir kalemlerine dâhil edilmediğinde (örneğin sadece vergiler ve harçlar dikkate alındığında) düzenli gelirler azaldığından, bütçe açığı iki katına çıkıyor. Bu durumun yıllardır bütçe disiplini ile övünen AKP Hükümetleri açısından sevindirici bir durum olmadığı açık.
2017 yılı bütçe açığının daha da arttığı bir yıl olacak!
Bunun kabaca üç temel nedeni var: (i) Dışarıda ve içerde giderek derinleşen savaş harcamaları ve bunun neden olduğu ilave finansman ihtiyacı (ii) OHAL uygulamaları ve Başkanlık oylamasının neden olacağı harcama artışları (iii) giderek derinleşen ekonomik kriz.
Bu üç faktör kuşkusuz birbirinden bağımsız değil, tam tersine birbirini karşılıklı olarak etkileyerek bütçe açığının daha da büyük olmasına neden oluyor.
Hem Bakan’ın konuşmasında, hem de ‘Bütçe Kanunu’nda yeni yılın bütçe açıklarının artacağı net olarak görülüyor. Nitekim M.Y. Bütçe giderlerinin 645,1 milyar lira, buna karşılık gelirlerinin 598,3 milyar lira olarak öngörülmesi nedeniyle resmi tanımlı bütçe açığı 49,9 milyar lira olacak. Bunun milli hâsılaya oranı (yani bütçe açığı) yüzde - 1,9 olacak. Diğer yandan geçen yıl 16,9 milyar lira olan faiz dışı fazla 2017’de yüzde 50’den fazla azalarak 10,6 milyar liraya (yani binde 4’e) gerileyecek.
Ancak AB / Program Tanımlı Bütçe Açığı bu koşullarda en iyi ihtimalle yüzde - 3 olacaktır. Sadece ekonomik büyüme hızının gelecek yıl yüzde 2’nin altına kadar düşmesi nedeniyle vergi gelirlerinin azalmasından değil, aşağıda açıklayacağımız gider artırıcı nedenlerden dolayı da bu açık daha da büyüyecektir.
Yukarıda saydığımız üç faktörle ilgili olarak sırasıyla;
Özel sektöre verilen mali destek artacak!
Bakan’ın açıklamalarına göre, gelecek yıl özel sektöre verilecek olan mali destek toplamda 32,4 milyar lirayı bulacak. Bunun içinde en büyük payı toplamda 23,5 milyar lira ile işçiler adına ödenen SGK primi için işverene sağlanan destek (22 milyar lira) ve Bağ - Kur primi için işverene sağlanan destek (1,5 milyar lira) oluşturuyor. Ayrıca 3 milyar liralık ‘İhracatçı Desteği’, esnafa 1,3 liralık ‘Esnaf Kredisi Faiz Desteği’, 1,1 milyar liralık ‘KOBİ Desteği’, 1,1 milyar liralık ‘Yatırım ve Turizm Desteği’ ve 2,4 milyar liralık ‘Tarımsal Kredi Faizi Desteği’ verilecek.
Vergi, prim borcu affı
İşverene, esnafa sağlanan imkânlar bununla sınırlı kalmıyor. ‘Varlık Affı’ yasasına eklenerek Meclis’ten geçirilen vergi ve prim borçlarının ertelenmesini sağlayan düzenleme de kaçınılmaz olarak toplanması gereken vergilerin yeterince toplanamaması ile sonuçlanacak, bu da bütçe açığını daha da artıracak.
Vergi ve prim affı 2011 ve 2014’ten sonra çıkartılan üçüncü af niteliğinde. Diğer yandan Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre, 2011’de yaklaşık 40 milyar liralık vergi affından sadece 26 milyar toplanabilirken ( yüzde 67 tahsilât), 2014 affından sonra 43 milyarın sadece 15 milyarı tahsil edilebildi (yüzde 35). Bu yıl çıkarılan af ile yaklaşık 80 milyar liralık bir borç yeniden yapılandırılıyor. 2017 yılının ekonomik açıdan daha kötü bir yıl olacağı gerçeği dikkate alındığında yapılandırılan borçların tahsilât oranının artmasını beklemek hayal olur. Nitekim Bakan’ın açıklamalarına göre, bu yıl bu kanun kapsamında toplam 12 milyar liralık bir tahsilât gerçekleşmiş (2008 ve 2013’ten sonra üçüncü kez çıkartılan varlık affı ile ülkeye geleceği beyan edilen miktar şu ana kadar sadece 400 milyon dolar olabilmiş).
Hükümet bütçe disiplininde ‘Yeni Normal’i kabullendi!
Onlarca milyar dolarlık ‘koşullu yükümlülükler’e ilave olarak (bu konuda ‘Tünelin Ucu’ başlıklı yazımıza bakınız) bu yıl yapılan iki yeni düzenleme (KGF’nin 250 milyar liraya çıkartılması ve kamu mevduatlarının faizlerine yüzde 7,5’lik üst sınır getirilmesi) nedeniyle bütçe açığı önümüzdeki yıldan itibaren en az yüzde 0,4 puan oranında artacak (Morgan Stanley, CEEMEA Explorer, Closing the Course into 2017, 15 Aralık 2016).
Kredi Garanti Fonunun (KGF) kefaleti 250 milyar liraya çıkartıldı, bu bütçe açığını artıracak!
Ağırlıklı olarak KOBİ’lerin kullanacakları kredilerde gösterebilecekleri teminatlarının yetersizliği nedeniyle, bu şirketler krediye daha kolay erişsinler ve böylece de finansman ihtiyaçları karşılansın ve kredilendirme işlemleri hızlansın diye getirilmiş olan KGF’nin kefil olacağı kredi miktarı 250 milyar liraya çıkartıldı.
Hazine’ye bağlı olarak faaliyet gösteren KGF bire on kaldıraç oranıyla çalışıyor. Yani bir liralık sermaye koyup, on liralık risk alıyor. Bu bağlamda 250 milyar liralık krediye kefalet verebilmek için Hazine’nin KGF’ye yaklaşık 25 milyar liralık bir kaynak tahsis etmesi gerekiyor. Bu da kriz ortamında kefil olunan kredilerin geri dönmemesi durumunda Hazine riskleri aracılığıyla bütçe açığının artmasına neden oluyor (http://www.hakanozyildiz.com/…/12/iki-yeni-butce-ds-yuk-daha).
Morgan Stanley’in son raporuna göre (Morgan Stanley, A Big Gurantee and a Little Concern, Turkey: Update, 13 Dec, 2016), 2010-2015 arasında bu fonun kaynağı 8 milyar lirayı biraz aşıyordu, şimdi 250 milyar lira olacak. Bu haliyle milli hâsılanın yüzde 8’ine denk düşüyor. Oysa gelişmiş ve azgelişmiş diğer ülkelerde bu ortalama binde 2 ile binde 3 arasında değişiyor.
KGF’nin garanti ettiği miktarlar 1994-2009 arasında toplamda 1,1 milyar lira, sonra 2013 yılına kadar yılda 1,1 lira olurken; 2014’te 1,4 milyar; 2015’te 2,4 milyar ve Ekim 2016 itibariyle 4,6 milyar lira olmuş. Bundan böyle önümüzdeki 3 yıl içinde toplam 250 milyar lirayı bulacak. Bu devasa bir artış anlamına geliyor.
Böylece, bundan böyle ticari firmalar kullanacakları kredilerin yüzde 85’i oranında, KOBİ’ler yüzde 90’ı oranında ve ihracatçılar yüzde 100’ü oranında KGF’den garanti alabilecekler. Ticari bankalar rahatlayacaklar ve örneğin şimdi verdikleri kredilerin onda biri oranında karşılık ayırmakla yetinecekler. Bu da onların daha fazla kredi verebilmelerini sağlayacak. Keza kredi teminatında kredi başına üst sınırlar da daha önce 1,5 - 2,5 milyon lira iken, şimdi 10,5 milyon liraya (ticaret firmaları için ise 175 milyon liraya) kadar yükseltildi.
Şu anda büyük şirketlerin 750 milyar lira, KOBİ’lerin 400 milyar lira ve perakende sektörünün 420 milyar lira civarında kredi borçlarının olduğu dikkate alınırsa, Fon’un teminat miktarının görülmemiş ölçüde yükseltilmesi hem Hazineye, dolayısıyla da bütçeye yükleyebileceği zararın büyüklüğü, hem de şirketlerin borç stoklarının ekonomi açısından ne denli bir risk oluşturduğu konusunda uyarıcı nitelikte.
Nitekim rapora göre, KGF’nin 3 yıl içinde tamamının kullanılması durumunda bütçeye yılda 6 milyar lira (ya da 2017’da yapılması planlanan kamu harcaması tutarının binde 9’u oranında) bir yük getirmesi, bunun da bütçe açığını binde 3 oranında artırması bekleniyor.
İkinci düzenleme ise kamuya ait mevduat faizlerine yüzde 7,5 üst sınır getirilmesi. Ortalama mevduat faiz oranının ise yüzde 10 civarında olduğu bir durumda kamu bankalarında tutulan kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevduatlara en fazla yüzde 7,5 faiz verilecek olmasının bu bankaların özel sektöre daha fazla ve daha ucuz kredi vermesini mümkün kılması düşünülüyor. Böylece kamu bankaları aracılığıyla dolaylı yoldan düşük faiz verilerek piyasada para ve kredi bollaşması, buradan da ekonomik krizin aşılması öngörülüyor.
Diğer yandan kamu mevduatlarının faizlerine üst sınır getirilmesi de bütçe açığını artıran bir faktör. Zira kamu kurumlarının 74 milyar liralık mevduatları var (toplam TL mevduatının yüzde 9’u). Bu da 2 milyar liralık ya da milli hâsılanın binde1’i oranında bütçe açığını artıracak demektir. Rapor, böylece sadece bu iki düzenlemenin nende olacağı etkinin bütçe açığını binde 4 oranında artırmak şeklinde olacağını öngörüyor.
2017’deki düşük büyüme hızı vergi gelirlerini azaltacak!
Bakan konuşmasında bu yılın ilk yarısında yüzde 3,9’luk bir ekonomik büyüme sağlandığını ama sonrasındaki darbe girişimi, turizm gelirlerinde azalma ve ihracat yavaşlaması gibi nedenlerden ötürü bunun düştüğünü belirtse de, bu yıl ve gelecek yıla ait büyüme hızı tahminlerinde bulunmadı.
Oysa Bütçe hazırlanırken temel alınan metin olan Orta Vadeli Program’da (OVP) 2016 büyümesinin yüzde 3,2 ve 2017 yılı büyümesinin yüzde 4,4 olacağı öngörülüyor. Muhtemelen Bakan da bu öngörülerin doğruluğuna tam olarak inanmıyor ki büyüme verilerini “ekonomik faaliyetlerin ivmelenmesi cümlesi” ile geçiştirdi ve “alınan tedbirler”, “jeopolitik risklerdeki” azalma”, “artan turizm gelirleri”, “küresel ekonomideki toparlanma” ve “Türkiye’deki artan tasarruf ve yatırım oranları” ile “ekonomik faaliyetlerin ivme kazanacağını” belirtmekle yetindi (Bakanın sunuş konuşması, s. 24-25).
Yeni hesaplama yöntemiyle bir anda neredeyse yarı yarıya artırılan tasarruf ve yatırım oranlarının inandırıcılığı bir yana, asıl önlem olarak belirtilenler, çok geniş çaplı alt yapı yatırımları ve askeri alımlar da dâhil olmak üzere genişletilmiş maliye politikalarının yanı sıra yukarıda sözünü ettiğimiz bol kredi kullanımını hedefleyen genişletici para politikaları.
Alt yapı yatırımlarına ilişkin değerlendirmemizi daha önce yapmıştık (Tünelin Ucu). Para politikası alanındaki yeni tedbirlerin olumlu etkileri ise beklendiği kadar hızlı ve büyük olmayacak. Zira hali hazırda lira cinsinden olmak üzere kamu bankaları topladıkları mevduatların yüzde 100’ünün üzerinde, özel bankalar ise yüzde 140 civarında kredi veriyorlar. Yani özel ve kamu toplamının ortalama kredi / mevduat oranı hali hazırda yüzde 100. Dolayısıyla alınan önlemlerle daha fazla kredi verebilmeleri ancak dışarıdan eskisi kadar kolay para bulup bulmayacaklarına bağlı olacak. Burada da jeopolitik risk faktörleri ve uluslar arası likidite koşulları etkili olacak gibi görünüyor (Morgan Stanley).
Bakan’ın 2017 yılına ilişkin olarak altını çizdiği olumlu jeopolitik gelişmeler ve küresel toparlanma ve turizm gelirlerindeki artışın ne kadar gerçekleşeceği ise son derece belirsiz.
Nitekim bir başka uluslararası kuruluş gelecekle ilgili olarak daha ziyade çok karamsar bir tablo çiziyor. Commerzbank’ın son raporuna göre (Commerzbank, EM Briefing: Turkey: The Economy Collapses, 20 Aralık 2016), TÜİK’in açıkladığı büyümeye ilişkin sayılar gerçek durumu yansıtmıyor. Zira azalan turist sayısı, terör saldırıları ve artan politik tutuklamalar nedeniyle ekonomi çok ciddi sıkıntıya düşmüş durumda. 2017 yılına yapılan tahminler ise sadece kurgudan ibaret.
“TÜİK’in verilerinin mevsimsel uyarlamayı içermediği, sadece yıllık karşılaştırma yapıldığı” biçiminde eleştirildiği raporda, kurumun kendi hesaplamasına göre yüzde -1,8 olarak açıklanan 2016 yılının üçüncü çeyreğindeki küçülme aslında yüzde- 4,5. Böyle bir küçülme şu ana kadar sadece 2008/2009 krizi sırasında yaşanmıştı. Eğer küçülme böyle devam ederse içinde bulunduğumuz son çeyrek dâhil 2017’nin ilk iki çeyreğine kadar ekonomideki küçülme yüzde - 16,8’i bulabilecek.
Sonuç olarak:
Tüm bu veriler ve değerlendirmelerden bazı sonuçlar çıkartmak mümkün.
İlk olarak, sadece 2016 yarıyılı değil, önümüzdeki 2017 yılı da ekonomi açısından bir kayıp yılı, hatta ciddi bir ekonomik kriz yılı olabilir. Alınan tedbirlerin büyüklüğü ve yaygınlığı böyle bir beklentinin siyasal iktidar kanadında da olduğunu gösteriyor. Bu durumun, demokrasi güçleri kendini ortaya koymazsa, artan bir otoriterleşme ve totaliterleşme ile birlikte yürüyeceğini kestirmek zor değil.
İlk sonuçla ilişkili olarak, genişletici para ve maliye politikaları ve büyük alt yapı inşaat firmalarının kredi borçlarını güvence altına alan ve hizmet satın alma garantisi sunan uygulamaları sadece iktisadi krizin ötelenmesini değil, 2017’nin Nisan-Mayıs aylarında gündeme getirilmesi beklenen Başkanlık oylamasından istenilen sonuçların elde edilmesini garantilemeyi de hedefliyor gibi gözüküyor.
Ancak tüm bu tedbirler (savaş ve OHAL koşullarının da sürmesi halinde) iktisadi krizden çıkılmasını sağlamayacağı gibi, bütçe açığını, dolayısıyla da kamu borçlanma gereğini daha da artırarak kamu maliyesi alanından yeni bir kriz odağını da tetikleyecektir.
Hali hazırda büyük bir risk oluşturan özel sektör borç krizine bir yenisinin, kamu sektörü borç krizinin eklenmesi muhtemeldir. Bunun faturasının ise daha ağır vergiler ve sosyal hak kısıntıları biçiminde halk tarafından ödeneceği önceki deneyimlerden biliniyor.
Son olarak, uygulamasına geçilen genişletilmiş para politikalarının sonucunda liranın daha fazla değer kaybetmesi ve enflasyon artışı söz konusu olacaktır. Hayatın sabit gelirliler ve emekçiler için daha da pahalı bir hale gelmesi bir yana, lira değer kaybettikçe (finans piyasaları yeni yılın ilk üç ayında doların kurunu 3.65- 3.70 olarak öngörüyor) istihdam artışı giderek azalacak, buna karşılık işsizlik daha da artacaktır. 2008, 2011 ve 2014 yıllarında lira değer kaybettiğinde istihdam artış hızının da giderek düşmüş olması, 2015 yılından itibaren ise iyice yavaşlaması bunun bir kanıtıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder