OHAL, GREV YASAĞI VE BUZ DAĞININ
GÖRÜNMEYENLERİ
Mustafa Durmuş
13 Temmuz 2017
OHAL’in
sınıfsal boyutu, devletin zirvesince yapılan grev yasaklarıyla ilgili son
açıklama ile net bir biçimde ortaya konuldu.
Bu açıklama,
fiilen işçilerin yasal grevler yoluyla hak arama yollarının OHAL koşullarında
tıkalı olduğunu gösteriyor. Bu nedenle de bu açıklama yerli ve yabancı
sermayeyi mutlu ederken, buna tepki veren DİSK’in dışında TÜRK-İŞ gibi genelde
hükumetlerle iyi geçinen bir işçi sendikasının dahi tepkisini çekti, işçi
sınıfını tedirgin etti.
Diğer yandan
özellikle de son bir yıldır, sermaye sınıfına verilen o kadar çok mali ve
finansal teşvik ve onlar lehine yapılan idari ve yasal düzenleme var ki bunları
burada anlatmaya sayfalar yetmez.
Daha ziyade
“teşvik” başlığı altında yapılan bu işler sıradan yurttaşın anlayamayacağı
şekilde ve yollarla yapıldığından olsa gerek, muhalefetteki siyasal partiler ya
da işçi sendikaları bile tepki vermiyorlar ya da tepkileri medyada yer
bulmuyor.
Bu
düzenlemeleri bazen kısa, bazen de ayrıntılı olarak bu köşede yazdım. Bunlara
her gün yenileri ekleniyor. Örneğin sadece son bir hafta içinde bir BDDK
düzenlemesi ve Mart ayında alınan bir Danıştay kararı ile finans kapital ve
büyük inşaat şirketlerine çok önemli iki kolaylık daha sağlandı.
Finans kapitalin düzenlenmesinden adım
adım vazgeçiliyor:
11 Temmuz
2017 tarih ve 30121 sayılı RG’de yayımlanan BDDK düzenlemesi ile bankaların öz
kaynak hesaplamaları değiştirilerek, olmayan varlıkları da bundan böyle öz
kaynak hesabına dâhil edilecek.
Yani
bankaların öz kaynakları sanal bir biçimde artırılacak. Üstelik bankaların öz
kaynakları üzerinden kârlılıklarının geçen yıl ortalama yüzde 14 gibi ciddi bir
oranda artmış olduğu gerçeğine (1) rağmen bu düzenlemeye gidildi. Bu değişiklik
uluslararası bankacılık kurallarına da artık itibar edilmeyeceğini gösteriyor.
Bir başka
anlatımla, ana akım ekonomistler tarafından dahi “ahlaki çöküş”, “bilgi
asimetrisi” ve “ters seçim” gibi sorunların en sık yaşandığı, bu nedenlerden
dolayı da sıkı bir biçimde kurala bağlanıp, düzenlenmesinin, kontrol
edilmesinin gerekli olduğu görüşünün yaygın bir biçimde savunulduğu bankacılık
ve finans sektöründe uluslararası kurallara ve düzenlemelere uyulmaması, ancak
OHAL rejimleri gibi rejimlerin işleyiş biçimi ve sınıfsal karakteri ile
açıklanabilir.
Bu tür bir
bilanço güzellemesi ile bankaların kredi imkanlarının artırılması ve daha
önceki bir düzenleme ile bu krediler üzerinden sınırsız menkul kıymetlendirme
(sekuritizasyon) yapılabilmesinin önünün açılmasının ne denli riskli olduğunu
ve 2008 krizi benzeri yerli malı bir finansal kriz üretmek demek olduğunu daha
önceki bir yazımızda belirtmiştik.
Büyük inşaat şirketlerine vergi iadesi
ve vergi indirimi
İkinci
düzenleme ise bu kez yüksek yargı organı olan Danıştay’dan geldi. Danıştay öyle
bir karar verdi ki (2) büyük inşaat şirketleri ve onların finans ortağı
konumundaki bankalar zil takıp oynasalar yeridir. Bu karar ile KDV Genel
Uygulama Tebliğinin, konutların net alanının hesabı ile ilgili bölümü iptal
edildi.
Bunun
anlamı, büyük sitelerde, rezidanslarda, çocuk parkı, bahçe düzenlemesi, havuz,
çim ekimi, spor alanları gibi alanlar için inşaat firmalarınca yüklenilmiş olan
KDV bu şirketlere iade edilecek.
“İnşaat
firmalarınca yüklenilen KDV” sözüne aslında takılmayın zira firmalar bu vergiyi
zaten alıcıya fiyatları artırarak yansıtabiliyorlar, yani sonuçta bu vergiyi
onlar yüklenmiyorlar.
Diğer
taraftan bu hesaptan düşülen alanlar üzerinden tahsil edilen KDV’ler ciddi
boyutlara ulaşıyor. Böylece bu düzenleme ile hem devlet vergi gelirinden
olacak, hem de örneğin konut alıcılarının ödediği KDV tutarı kadar bir nakit
aslında gerçek yüklenicisi olmayan inşaat şirketine iade edilerek bu kesime bir
kaynak transferi yapılmış olacak.
Net alan hesabı değişti
Aynı karar
ile inşaat firmalarına yeni bir imkân daha sunuluyor. Kısaca inşaatlarda net
alan hesabı KDV Genel Tebliğine göre değil, artık İmar Yönetmeliğine göre
yapılacak.
Böyle olunca
örneğin teraslar, depolar, kat ve çatıdaki bahçeler gibi alanlar 150 m2’lik net
alan hesabına dâhil edilmeyeceğinden (böylece de lüks konut sayılmayacağından,
bu inşaatların alım-satımında yüzde 18 yerine yüzde 8 KDV uygulanacak. Bu yolla
hem zengin inşaatçılar, hem de zengin konut alıcıları desteklenmiş olacak.
Teşvike doymayan bir sektör
Belli ki bu
sektör teşvike doymuyor. Nitekim son bir yıl içinde sektöre yönelik KDV, Damga
Vergisi ve Tapu Harçları yönünden bir çok mali teşvik ve baskılanmış konut
kredisi faizleri politikası ve Kredi Garanti Fonu (KGF) üzerinden bol finansal
kredi uygulanıyor (180 milyar liralık kredi hali hazırda kullanıldığı için uygulamaya
şimdilik son verildi).
Bu teşvik
ile 150 m2’yi geçmeyen konutlar lüks konut sayılmadığından KDV oranı yüzde 8
olarak, tapu harçları normal harcın ¾’ü olarak uygulanırken, inşaat sözleşmelerinde
damga vergisi sıfıra kadar düşürüldü ve yabancılara yapılan işyeri ve konut
satışları KDV’den istisna tutuluyor.
Teşvik adı
altında vazgeçilen vergiler ortada iken Maliye’nin vergi gelirlerinin
düşüklüğünden şikâyet etmesi de ilginç bir durum.
Özcesi OHAL- grev yasağı ilişkisi net bir biçimde en tepeden
açıklandığı için tepkilere neden oluyor ama yukarıda sadece bir kısmını
aktarabildiğimiz son bir yılda "teşvik" adı altında yapılan birçok
düzenleme gözden kaçmamalı. Çünkü bunlar da en az grev yasağı kadar sınıfsal
sonuçları olan düzenlemeler.
……
(1) Forbes Türkiye, Banka Raporu, 1 Temmuz 2017, s. 62.
(2) Danıştay’ın 02.03.2017 tarihli ve E.2014/4835, K.2017/2170 sayılı kararı
……
(1) Forbes Türkiye, Banka Raporu, 1 Temmuz 2017, s. 62.
(2) Danıştay’ın 02.03.2017 tarihli ve E.2014/4835, K.2017/2170 sayılı kararı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder