23 Temmuz 2017 Pazar

ÖNCELİKLİ SORUN VERGİ Mİ, KAMU HARCAMASI MI?

ÖNCELİKLİ SORUN VERGİ Mİ, KAMU HARCAMASI MI?

Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?

Mustafa Durmuş

23 Temmuz 2017

Bu hafta boyunca sosyal medyada ekonomi alanında en çok tartışılan konulardan biri katma değer vergisi (KDV) tahsilatlarının tarihsel bir dip yapması ve bunun bütçe açığı ve borçlanma gereği üzerindeki olumsuz etkileri oldu.

Maliye Bakanlığının verilerine göre iş alemi, esnaf, şirketler, inşaat firmaları halktan topladıkları her 3 liralık KDV’nin sadece 1 lirasını devlete ödemişler.

Öyle ki özellikle harcamalardan alınan ve taksitlendirilemeyen KDV gelirinde, 2017 Haziran ayı itibariyle kümülatif olarak yaklaşık 81 milyar liralık tahakkuk tutarına rağmen, tahsilat tutarı yaklaşık 26 milyar TL’de kalmış (1).

Dolayısıyla da bu kesimler, devletin onlara vergi toplama da biçtiği gayrı resmi tahsilatçılık görevini yerine getirmemişler, hatta kendilerine ait olmayan vergi gelirlerine el koymuşlar (bu durum Osmanlı’nın son dönemlerinde, vergi toplama işinin ihale edildiği mültezimlerin yaptıklarına benzer bir durum).

Kuşkusuz bu çarpıcı durum vergilemede adaletsizlik ya da vergilerin gasp edilmesi yönünden tartışıldığı gibi, özellikle de CHP’nin uzman ekonomist vekilleri tarafından mali disiplin, bütçe açığı ve borç artışı gibi yönleriyle de tartışıldı. Bu iktisatçılar bu durumu Hükümetin mali disiplinsizliğini teşhir etmek amacıyla gündeme taşıdılar.

2008 Ekonomik krizindeki ile benzerlik

Bazı köşe yazarları da bu durumu ekonomik kriz hali ile ilişkilendirerek 2008-2009 krizi ile benzerlikler kurdular.

Örneğin Dünya Gazetesi’nde yayımlanan bir yazıya göre (2), 12 aylık toplam bütçe açığı 2008-2009 ekonomik krizi öncesinde (Ağustos 2008’de) neredeyse sıfırlanmış iken, kriz ile birlikte hızla yükselerek Ekim 2009’da 55,8 milyar TL düzeyine fırladı. Bunda hem kriz nedeniyle bütçe gelirlerinin azalması, hem de kamunun harcamalarını artırmasının etkisi oldu. Bu krizin bütçe açığına yansımasının neredeyse tıpkısı Mayıs 2016 sonrasında da görülüyor. Mayıs 2016’da 12 milyar TL düzeyine kadar inmiş bulunan 12 aylık bütçe açığı, Haziran 2017’de 55,6 milyar TL ile kriz zamanı ile eşit bir düzeye fırladı. Bütçe açığı 13 ayda Mayıs 2016 düzeyinin 4,6 katına ulaştı.

Biz de, Darbe girişiminin ve OHAL’in ekonomik etkilerini anlattığımız önceki bazı yazılarımızda OHAL uygulamalarının ve referandum gibi gelişmelerin devletin bütçesini ciddi olarak etkileyeceğini belirtmiş, bir de buna çıkartılan vergi ve prim afları eklendiğinde bütçe açığının ve kamu borçlanma gereğinin daha da artacağını vurgulamıştık.

Altını çizdiğimiz bir diğer konu da kamunun fiskal duruşunun (borçlanma düzeyi, bütçe açığı oranı gibi) göreli iyiliğinin sermaye kesiminin iştahını kabarttığı ve bu durumun sermayenin devletten devasa teşvikler sağlamasının da önünü açtığı, kısaca egemenlerin bu alana yüklendikleriydi.

Kamu borçlanma ihtiyacının artmasının kimleri daha da zengin edeceği (örneğin bankalar) ve yeni vergi artışları ve özelleştirmelerle kimleri daha da yoksullaştıracağı ise apaçık ortada.

Tartışmada öncelik kamu harcamalarında olmalı

Ancak sorunu sadece vergilemeye, şirketlerce tahsil edilip de devlete ödenmeyen KDV’ye, buradan hareketle artan bütçe açığı ve borçlanma gereğine sıkıştırmak büyük bir yanılgı olur.

Tartışmayı öncelikli olarak kamu harcamalarının durumundan başlatmalı, kamu harcamalarına öncelik vermeliyiz. Yani akademi dünyasında da yıllardır tartışılmakta olan “vergi mi, yoksa kamu harcamaları mı önce gelir?” tartışmasını yeniden açarak Türkiye’deki durumu bu zemin üzerinden yeniden tartışmalıyız.

Hem akademi hem de siyasette yaygın olarak benimsenmiş olan görüş “ önce vergiler belirlenir, sonra buna uygun olarak kamu harcamalarının düzeyi ve biçimi şekillenir” görüşüdür.

Ancak bu ön kabul doğru değildir. Tam tersine uygulamada önce kamu harcamaları belirleniyor, sonra bunların nasıl karşılanacağından hareketle vergiler belirleniyor.
Nitekim bütçe süreçlerine bakıldığında da öncelikli olarak harcamacı kuruluşlardan ödenek önerilerinin toplandığı görülür (bundan böyle bu belirleme işi büyük ölçüde Saray üzerinden yürütüleceğinden kamu harcamalarının önceliği çok daha belirleyici olacaktır).

 Önce kredi, sonra mevduat

Bu durum bankalardaki kredi – mevduat önceliği ilişkisine benziyor. Birçoğumuz bankaların topladıkları mevduatlara göre kredi verdiklerini düşünürüz ama durum pek öyle değil.

En son İngiliz Merkez Bankası bünyesinde yapılmış olan bir araştırmada da ortaya çıktığı gibi (3), bankalar önce verecekleri kredileri belirliyorlar (zira kredi verebilmenin zeminini oluşturan kaydi parayı yasal olarak yaratıyorlar) sonra mevduata yöneliyorlar.

Nitekim bizde de kredi / mevduat oranının yüzde 140’ı aşıyor olması bankaların mevduattan ziyade krediyi öncelediğini gösteriyor. Mevduat sıkışıklığı olduğunda ise zaten devlet kamu personeli maaşlarını ticari bankalara yönlendirme dâhil olmak üzere birçok mevduat artırma yöntemiyle ticari bankalara destek oluyor.

Vergileme ve harcama yapma konusunda da durum aynı. Pratikte Hükümet önce yapacağı harcamaları belirliyor ve sonra bunları hangi vergilerle, nasıl ve ne düzeyde karşılayabileceğinin ya da ne kadar borçlanacağının hesabını yapıyor.

645 milyar liralık bir harcama bütçesi

Örneğin bu yılın merkezi yönetim bütçesinde 645 milyar liralık bir kamu harcaması öngörülüyor. Bunun 598 milyar lirası kamu gelirleriyle, bunun da 511 milyar lirası vergi gelirleriyle karşılanacak. Aradaki yaklaşık 50 milyarı ise borçlanmayla karşılanacak (4).

Yani iktidar bloku, bu bloku oluşturan iktisadi ve politik kanadın, askeri kanadın önceliklerine ve göreli gücüne göre yapılacak harcamaları belirliyor, sonra sıra vergi toplamaya geliyor.

Bu yüzden de bizim de tartışmayı öncelikle olarak kamu harcamalarına yöneltmemiz ve “Hükumet bu 645 milyar liralık harcama bütçesine neden ihtiyaç duyuyor, bu paraları nerelerde, hangi amaçlarla, etkin, verimli ve adil olarak kullanıyor mu” sorularını sorarak işe başlamamız gerekiyor.

Bu sorgulamayı yapmaksızın vergileri sorgulamak çok anlamlı değil. Örneğin sözü edilen KDV tahakkukunun tamamı tahsil edilseydi, yani şirketler esnaf bunlara el koymasaydı mesele bitmiş olacak mıydı? Ya da vergi kaçırma sıfır düzeyine indirilseydi, adil vergilenme (!) yapılsaydı, adil olmayan harcamalar aklanmış olur muydu?

Öncelik güvenlik ve asayiş harcamalarına

Bu sorgulamayı yaparken örneğin bütçeden en büyük payın özellikle de 2013 yılından bu yana iç ve dış güvenlik ve asayişin sağlanmasından sorumlu kurumlara ve ödenek biçimlerine ayrıldığının (yüzde 15 civarında), eğitimde niteliksel bir artışa yönelik ciddi bir ödenek artışı olmazken (yüzde 85’i personel harcaması) örneğin Diyanet İşleri Bakanlığı’na çok ciddi bir kaynak aktarımı yapıldığının, sağlık, kamusal ulaştırma, sosyal güvenlik gibi temel sosyal refah harcamalarının iyice budandığının altını çizmemiz gerekiyor.
Yani etkinlik, verimlilik ve adalet tartışmasını öncelikle, kamu harcamalarını planlarken yapmalı ve sonra bunların karşılanma yolu olarak vergilerin etkinliği ve adaletini tartışmalıyız (bu vergilemenin önemsizleştirildiği anlamına gelmez).
Daha somut bir biçimde ifade etmeye çalışırsak; askeri harcamalarını, OHAL harcamalarını, sermayeye verilen desteklerini azaltan bir Hükumetin halktan toplaması gereken vergiler de azalacaktır.
Böyle olduğunda vergilerin sosyal adalete uygun olarak alın teriyle kazanılmış emek gelirlerinden ziyade sermaye gelirlerinden alınması gerektiği, KDV ve ÖTV oranlarının iyice düşürülüp, Kurumlar Vergisi oranının artırılması, yüksek gelirlilerin tabi oldukları Gelir Vergisi oranlarının artırılması, yeni bir Servet Vergisi ve Rant Vergisi konulması gerekliliği gibi konular gündeme getirilebilir.
Bu da, “bu düzenin kaymağını yiyenlerin, kamu hizmetlerinden asıl faydalananların bu vergileri ödemeleri gerektiği ” tezinden hareketle savunulabilir.

Devletin vergi toplama gayretini artırılmasıyla, yani “vergi verme - oy ver- destek ver ” biçimindeki karşılıklı alış verişin terk edilmesiyle KDV tahsilatları neden düştü tartışılması da artık gereksiz hale gelir.

Gereksiz, toplumsal yarar sağlamayan (hatta topluma zarar veren), adaletsiz ve verimsiz nitelikteki kamu harcamaları azaltıldığında toplumun vergi yükü azalır.

Sınıf çıkarları karşıtlığı

Diğer yandan bu alanın sosyal sınıflar ve siyasetteki diğer güçler arasında çok önemli bir paylaşım alanı, dolayısıyla da kavga alanı olduğunun da bilincinde olmak gerekiyor. Yani böyle bir dönüşüm sadece bir bütçe planlaması ile gerçekleştirilebilecek teknik bir dönüşüm değildir (5018 Sayılı Kanunun fiilen başarısız kalması bunu açıklar).

Kısaca toplumun ve devletin bir bütün olarak demokratik dönüşümü olmaksızın harcama-vergi dönüşümü gerçekleşemez. Yani demokratik, özgür bir toplum kurulur ve vergi ve harcama sorunları bir madalyonun iki yüzü gibi birbirinden ayrılmadan ele alınırsa ve öncelik harcamaların belirlenmesi konusunda adalet ve etkinliğe verilirse buna uygun adil ve etkin bir vergi sistemi kurulur.
……
(1) CHP’li Böke sordu: Vergiler kimin cebine bırakılıyor?, https://www.poltkyol.com, 21 Temmuz 2017.
(2) İsmet Özkul, Bütçe grafiği, 2008-2009 krizini andırıyor, https://www.dunya.com, 21 Temmuz 2017.
(3) Michael McLeay, Amar Radia and Ryland Thomas, Money creation in the modern economy, Quarterly Bulletin 2014 Q1, s. 15-16.

(4) 2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder