VELEV
Kİ BÜYÜME GERÇEK
Mustafa
Durmuş
13
Aralık 2017
TÜİK’in açıkladığı iktisadi büyüme oranı
çok tartışma yarattı. Çünkü diğer bütün göstergeler son derece olumsuz olmasına
rağmen, ekonominin bu yılın 3. çeyreğinde (geçen yılın aynı dönemine göre) yüzde
11,1’lik rekor bir büyüme gerçekleştirdiği açıklandı.
Bu konuda iki gündür çok şey yazıldı.
Ekonomistler bir yandan büyümenin yapay /hormonlu olduğuna vurgu yaparken, bu
büyümenin nedenleri olarak; milli geliri hesaplama yönteminin değiştirilmesini,
baz etkisini, 219 milyar lirayı bulan KGF kredilerini, artan sıcak para
girişlerini, bütçe açığını iki katına çıkartan sermaye teşviklerini
gösteriyorlar.
İşin nicel boyutuyla ilgili olarak
bunlar çok değerli ve yerinde tespitler. Bunlara ekleyeceğimiz yeni bir şey
yok. Ancak asıl sorunun da sorulmadığı kanısındayız. Soru şöyle olmalıydı:
“Velev ki bu büyüme oranı bütünüyle
doğru. Türkiye ekonomisi bu denli yüksek bir hızda büyüdüyse bu durum, toplumun
bütünü için, emekçiler için, yoksullar için, farklı kimlikler için, işsizler
için, kadınlar ve çocuklar için, gençler için , engelliler için ve son olarak
ekoloji için ne anlama geliyor?”
GSYH artışı ölçütü iyi bir ölçüt değil !
Ekonomistler, iktisadi büyümeyi “bir
ülkedeki belli bir dönemde (genellikle 1 yıl) üretilen mal ve hizmetlerin
parasal ifadesi olan gayri safi yurt içi hasılada (GSYH) görülen artış” olarak
tanımlıyor. Büyüme GSYH’deki (milli gelir) yüzdesel artışla ölçülüyor. Bu o
ülkenin nüfusu ile ilişkilendiriliyor, böylece büyümenin kişi başına düşen
gelirin artması, refah düzeyinin yükselmesi, mutlak yoksulluğun azalması
anlamına geldiği ileri sürülüyor.
Temel bir itirazla başlayalım. İktisadi
büyümenin ölçütü olarak gösterilen, burjuva iktisadının önümüze attığı kavram
olan GSYH artışı, toplumun bir bütün olarak refahının artıp artmadığını
anlatmaya yeterli bir gösterge değil.
Kaldı ki, TÜİK verilerine göre, 2015
yılında çalışma çağındaki nüfusun kişi başına geliri 14 bin 898 dolar iken, bu
gelir bu yılın üçüncü çeyreğinde 14 bin 068 dolara gerilemiş (1) . Yani kişi
başına düşen gelir son 2 yılda düşmüş.
Büyüme hesabında "barış" yok, "savaş" için üretim var !
Diğer taraftan böyle bir tanım nitelik
olarak da sorunlu. Zira her ne kadar GSYH verilerinin üretilen ürünü ölçtüğü
ileri sürülse de, gerçekte bu veriler sadece piyasalarda gerçekleşen işlemlerin
sonuçlarını ölçüyor.
Yani GSYH büyümesi insana, emeğe ait
maliyetleri ve faydaları, emek ve emekçilerin çalışma koşullarını göz ardı
ederken, ticari işlem değerleri üzerinde yoğunlaşıyor. Sadece belirli piyasa
işlemlerinin değerini ölçüyor. Üretimi ya da örneğin özgün bir biçimde faydalı
ya da zararlı mal üretimini göstermiyor.
Öyle ki, örneğin bugün ülkede “barışın
tesisi çabaları” silah üretmekten çok daha değerli olmasına rağmen, bunlar
ticari işlemler arasında, dolayısıyla da GSYH büyüme hesabının içinde yer
almıyor. Aynı şey demokrasi açısından da söylenebilir. Diğer taraftan
Türkiye’de 2016 yılında yapılan hesaplama değişikliği ile artık silah üretimi,
dolayısıyla savaşa dönük üretim büyüme hesabında yer alıyor.
Büyüme büyük bir halı gibi !
Günümüzde kapitalist büyüme aslında bir
yanılsama. Yani toplumdaki sömürü ilişkilerini ve ekonomideki büyümenin ve
zenginliklerin ne pahasına ve kimler tarafından yaratıldığını gizlemeye hizmet
ediyor.
Siyasal iktidarlar açısından toplumun
önüne bir başarı göstergesi olarak konulurken, aynı zamanda işçi sınıfının
yarattığı ama sahip çıkamadığı ‘artı değer’ milli gelir hesaplanırken ‘katma
değer’ olarak gösterildiğinden, acımasız bir kapitalist sömürü olgusu gizleniyor.
Yani büyüme her türlü toplumsal sorunun, sıkıntının altına süpürüldüğü büyük
bir halı işlevi görüyor.
Büyüme, kalkınma sorununu gizlemeye yarıyor!
Büyüme sorunu daha ziyade Merkez
kapitalist ülkelerin bir sorunu. Özellikle 2008 krizine kadarki 30- 40 yıllık
süreç gözlemlendiğinde, bu ülkelerdeki büyüme hızlarının ortalama yüzde 2’lerde
seyrettiği, yani bu ülkelerin az gelişmiş ülkelerden daha yavaş büyüdükleri
görülür.
Bunun nedenlerinin başında bu
ülkelerdeki aşırı sermaye birikimi ve kâr oranlarının düşme eğilimine
girmesiyle yeni yatırımların azalması, çok yüksek borç stokları, spekülatif
finansal faaliyetlerin ön plana çıkması gibi artık yaşlanan kapitalizmin iyice
açığa çıkan temel çatışmaları geliyor.
Diğer taraftan azgelişmişler için
büyümeden daha önemli bir sorun kalkınma ve sanayileşme. Çünkü bu ülkeler
genelde gelişmişlerden daha hızlı büyüseler de (örneğin Türkiye) kapitalist bir
üretim tarzı içinde ekonomik ve sosyal olarak kalkınamıyor ya da (bırakın doğa
ile uyumlu olmasını) kapitalist anlamda da sanayileşemiyor.
Bu nedenle de salt büyüme odaklı bir
strateji, ekonomiyi büyütürken, ülkenin kalkınma ya da sanayileşmesine her
hangi bir katkı vermiyor, hatta bu çabaları önlerken, bu sorunların üzerinin
örtülmesine de yardımcı oluyor.
Nitekim son yıllara kadar yılda ortalama
yüzde 5’lerde büyümüş olmasına rağmen Türkiye’nin kalkınmakta ve sanayileşmekte
olduğunu ileri sürebilmek mümkün değil.
Ülkenin her tarafı TOKİ inşaatları, AVM’
ler, gökdelenler, plazalar ve büyük camilerle ya da duble yollarla, büyük
köprülerle, tünellerle ve yüzlerce enerji santrali (HES ve RES’ler) ile
kuşatılırken, dişe dokunur, gözle görünür yeni bir fabrikanın yapıldığına tanık
olunmadı.
Bu haliyle Türkiye, daha ziyade
emperyalizme bağımlı bir yarı sömürge, yarı-sanayileşmiş ülke ve ekonomi
konumunu sürdürüyor. Demokratik hak ve özgürlükler, insan hakları, eğitim,
ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi sosyal kalkınma göstergeleri açısından ise
son yıllarda iyice geriye gittiğimiz bir gerçek.
Kısaca siyasal iktidarların hızlı büyüme
oranlarının arkasına sığınarak ileri sürdüğü ekonomik ve sosyal “gelişme” ya da
“refah artışı” iddiaları gerçekçi değil.
Büyüme güvenceli ve iyi ücretli, nitelikli istihdam yaratmıyor!
Günümüzde iktisadi büyüme yeterli
düzeyde ve güvenceli istihdam yaratmıyor. Kapitalizm, sadece kriz dönemlerinde
değil, krizde olmadığı dönemlerde de yeterince iş ya da istihdam yaratan bir
sistem olmadığını ortaya koydu artık.
Bu yıl görüldüğü gibi ülkede yarattığı
istihdam; 1 milyon 300 bin çırak, stajyer ve kursiyer biçiminde (2) , yani
geçici, düşük ücretli, yarı zamanlı ve güvencesiz istihdam.
Bu anlamda kapitalizm bir yandan vahşi
bir emek sömürüsü sürdürürken, diğer yandan milyonlarca insanı işsiz bırakıyor,
ciddi bir emek gücü potansiyelini atıl bırakarak israf ediyor ve iş kazaları
adı altında binlerce işçinin ölümüne neden oluyor.
Tek başına geçen yıl 2 bin civarında
işçi iş kazalarında hayatını kaybetti (3). Bu durum kapitalizmin emek üzerinde
yarattığı tahribatın en yakıcı, en çarpıcı örneği.
Büyüme eşitsizlikleri azaltmıyor, daha da artırıyor!
İktisadi büyüme kavramı pratikte
toplumdaki sınıfsal eşitsizlikleri açıklayamadığı gibi bu tür eşitsizlikleri
gizlemek, perdelemek için kullanılıyor. Örneğin birkaç banka, holding ya da
büyük inşaat şirketi kâr ettiğinde ortalama, kişi başına düşen gelir de
büyüyor, iktisadi büyüme de hızlanıyor.
Bu anlamda İktisadi büyüme gerçekte,
sermayenin, servetin büyümesidir. Öyle ki iktisadi büyümenin hızlandığı
yıllarda servet ve sermaye sahiplerinin varlık stoklarının da çok hızlı
büyürken, ücretlilerin ya da küçük üretici, esnaf ve köylünün gelirlerinin
yerinde saydığı ya da çok az arttığı görülüyor (bu sonuca neden olan
faktörlerden bazıları da kuşkusuz emek karşıtı ücret, gelir ve vergi ve bütçe
politikaları).
Örneğin bu yılın ilk 9 ayında borsada
işlem gören 73 büyük şirket kârlarını ortalama yüzde 55 ve 9 banka hariç
tutulduğunda ise yüzde 93 artırdı (4). Bu yılın ilk 3 ayında bankaların kâr
artışı ise yüzde 65 oldu.
Bir başka anlatımla, iktisadi büyüme
sonucunda gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlik düzelmiyor, daha da
artıyor, servet hem ülke içinde, hem de uluslararası boyutta olmak üzere az
sayıda zenginin elinde toplanırken toplumun kalan kısım giderek yoksullaşıyor,
mülksüzleşiyor,
Küresel olarak milyarlarca insan
yoksulluk içindeyken, az sayıda insan dünyadaki zenginliklerin çok büyük bir
kısmına el koyabiliyor. Kapitalist ekonomiler büyürken ve servet zenginliği
hızla artarken, bu refah ve zenginliklerin dağılımı hem servet, hem de gelir
dağılımı bağlamında son derece adaletsiz gerçekleşiyor. Emekçi sınıflar ile
sermaye sınıfı arasındaki uçurum ise giderek daha da büyüyor.
Keza bu eşitsizlik bir kerelik olarak
kalmıyor, piyasalar ve kapitalist devlet bu eşitsizlikleri hem yeniden üretiyor,
hem daha da derinleştiriyor. İktisadi krizler bu eşitsizlik ve adaletsizliği
daha da artırıyor.
Diğer taraftan tarih, bize, sosyal
devletin sona ermesinde görüldüğü gibi, kapitalizmi reforme etme çabasının
sadece kısa bir süre için işe yarayabildiğini gösteriyor. Çünkü bu çaba
sistemin egemenlerince yok ediliyor.
Nitekim Credit Swiss’in son raporunda
belirtildiği üzere dünyanın en zengin yüzde 1’lik bir azınlığı dünya servetinin
yüzde 50,1’ini elinde tutarken, kalan yüzde 99’luk nüfus yoksulluk içinde
kıvranıyor (5) . Türkiye’de ise en zengin yüzde 10’luk nüfus toplam servetin
yüzde 78’ine el koyabiliyor. Keza (TÜİK verilerine göre) en yoksul yüzde 60’lık
hane halkının evine ayda ortalama sadece 843 lira girebiliyor. Ve 4 kişilik bir
ailenin açlık sınırı 1567 lira iken, asgari ücret net sadece 1404 lira
olabiliyor.
Bu veriler ülkede yaklaşık 25-30 milyon
yoksulun neden yoksulluk yardımlarıyla, borçlanarak, kayıt dışı işlerden
sağlayabildiği gelirlerle geçimini sürdürmeye çalıştığını ve yoksulluğun giderek
arttığı ülkede yüksek ekonomik büyümenin aslında bir servet büyümesinden başka
bir şey olmadığını ortaya koyuyor.
Büyüme doğayı tahrip ediyor!
Son olarak, kapitalist büyüme, daha
fazla üretim ve tüketim doğayı tahrip ediyor. Zira kapitalist üretimin doğrudan
amacı insan ihtiyaçlarının ya da toplumsal ihtiyaçların karşılanması değil,
kâr, daha fazla kâr ve en fazla kâr elde etmek.
Daha fazla kâr için daha fazla üretim ve
tüketim yapılıyor. Bunun sonucunda ekonomi büyüyor ancak böyle bir büyüme
sırasında hem emek, hem de çevre daha fazla sömürülüyor, daha fazla tahrip
ediliyor.
Türkiye’de inşa edilen nükleer
santrallere ilave olarak, hali hazırda, Trabzon’da 135, Rize’de 84, Artvin’de
21 ve Bingöl’de 26 adet HES yapılması planlanmış durumda ve bunların bazılarının
inşaatı yöre halkının muhalefetine ve aleyhteki mahkeme kararlarına rağmen
sürdürülüyor. Kalkınma Bakanlığı’nın verilerine göre ülkede proje değeri toplam
olarak 135 milyar doları bulan 217 büyük çaplı alt yapı projesi sürdürülüyor.
Son döneme damgasını vuran ve bir
kentsel talana dönüşen emlak-konut ve AVM inşaatları ise bir yandan rant
üzerinden servet birikimini hızlandırırken, diğer yandan da kent ve çevre
felaketlerine neden oluyor.
Kâr amacı diğer amaçların üstüne
çıktığında çevre üzerindeki olumsuz etkiler de kaçınılmaz hale geliyor. Su,
hava, toprak kirliliği kâr amaçlı bir üretim sisteminin yan ürünleri.
Diğer yandan kapitalist üretim ve
değişim tarzı altında, sermayeyi, çevre üzerindeki olumsuz etkilerini minimize
edecek yöntemleri bulup kullanmaya teşvik eden kalıtsal mekanizmalar mevcut
değil.
Örneğin sanayide kullanılmak üzere
üretilen yeni kimyasallar, insan ya da doğa üzerinde ne tür etkileri olacağı
konusunda hiçbir araştırma yapılmaksızın takdim ediliyor. Aşırı kalabalık ve
sağlıksız koşullarda beslenen hayvanların yemine katılan antibiyotikler de
rutin olarak kullanılıyor ve bütün bunlar antibiyotiğe karşı dirençle ortaya
çıkan hastalıkların gelişip yaygınlaşmasına neden oluyor. Otomotiv sektörünün
neden olduğu devasa çevresel felaketler ise ortada.
Yani iktisadi büyüme fetişizmi başta
iklim değişiklikleri ve bunun neden olduğu, Türkiye’de son yıllarda görülmekte
olan sel felaketleri gibi, ciddi ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunlara neden
oluyor.
Buna karşılık egemenlerin bugüne kadar
üretebildikleri çözümler büyük çaplı sosyal maliyetlere neden olan bu
faaliyetleri sadece meşrulaştırıyor, insanları bu felaketin sorumlusu olarak
gösteriyor, gerçek sorumlular olan kapitalizmin çevre ile uyuşmayan yapısını ve
kar sürümlü sonsuz, sınırsız sermaye birikimini olgusunu gizlemeye hizmet
ediyor.
Kısaca büyüme
tartışılırken, miktarı, yüksekliği, gerçekliği, sürdürülebilirliği kadar, ne
için, kimler için, ne pahasına ve nasıl yapıldığı da tartışılmalı.
....................
(1) İbrahim Kahveci, “Büyüme formülü: Baz 6,1+Para 5,0= %11,1”,http://www.karar.com, 12 Aralık 2017.
(2) DİSK-AR İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ekim 2017.
(3) http://tr.euronews.com/…/isci-olumleri-turkiyede-rekora-gid….
(4) Abdurrahman Yıldırım, “Şirketlerin kâr artışı enflasyonu 5’e katladı”, ayildirim@htgazete.com.tr, 10 Kasım 2017.
(5) Credit Swiss, Global Wealth Report 2017: Where Are We Ten Years After The Crisis?, 14 Kasım 2017.
....................
(1) İbrahim Kahveci, “Büyüme formülü: Baz 6,1+Para 5,0= %11,1”,http://www.karar.com, 12 Aralık 2017.
(2) DİSK-AR İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ekim 2017.
(3) http://tr.euronews.com/…/isci-olumleri-turkiyede-rekora-gid….
(4) Abdurrahman Yıldırım, “Şirketlerin kâr artışı enflasyonu 5’e katladı”, ayildirim@htgazete.com.tr, 10 Kasım 2017.
(5) Credit Swiss, Global Wealth Report 2017: Where Are We Ten Years After The Crisis?, 14 Kasım 2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder