BAZI
MİLYONERLER ÜLKEDEN GİDERKEN…
Mustafa
Durmuş
21
Haziran 2018
İki gün önce Bloomberg’de bir makale yayımlandı[1]. Buna göre, 2017 yılında
Türkiye’den 1 milyon dolar ve üzerinde serveti olan 6 bin zengin yurttaş
servetini yurt dışına çıkartarak göç etti. Bu sayı ülkedeki dolar
milyonerlerinin yüzde 12’sine denk düşüyor.
Ülkelerini terk eden milyonerler sıralamasında ilk
sırayı Çin (10 bin )ve Hindistan (7 bin) alıyor. Türkiye bunların ardından üçüncü sırada yer
alıyor. Oligarklar ülkesi Rusya ise ancak altıncı sırada yer bulabiliyor (3
bin).
Bu üç ülkenin nüfusları ve tasarruf düzeyleri dikkate
alındığında Türkiye’deki sayının aslında efektif olarak ne denli yüksek olduğu
anlaşılabilir. Zira üç ülkenin toplam nüfusları 3 milyarı buluyor. Bu nedenle de
hem nüfusları, hem de ülkelerinde sayıları yüz binleri bulan dolar milyonerleri
içindeki 7-10 bin kişinin önemi devede kulak gibi bir şey.
Ayrıca bu ülkelerde yerli tasarruf sorunu diye bir
sorun yok. Örneğin yerli tasarrufların oranı Hindistan’da yüzde 40’ın, Çin’de
yüzde 50’nin üzerinde. Dünyanın en otoriter rejimlerinden birine sahip olduğu
bilinen Rusya’dan çıkışların bizdeki sayının yarısı kadar olması da bir hayli
düşündürücü.
ÜLKEYE GELEN YABANCI SERMAYE
Bunlar ülkeden çıkan yerli bireyler. Peki ya gelen
yabancı sermaye ve ülkeden çıkan yabancı sermaye akımları ne durumda?
Yine iki gün önce bu köşedeki bir yazımda
(Kırk satır mı, kırk katır mı?) son UNCTAD raporunun bulgularını
değerlendirmiştim. Örgütün bu yılın Mayıs ayında yayımlanan uluslararası
yatırımlara ilişkin raporuna göre[2] doğrudan yabancı sermaye
yatırımları açısından Türkiye ekonomisi alarm veriyor.
Çünkü özellikle 2015 yılından beri
ülkeye gelen bu tür yatırımlarda ciddi bir düşüş var. Öyle ki 2015 yılında
ülkeye gelen yabancı sermaye yatırımı yaklaşık 18 milyar dolar iken, 2016’da 13
milyar dolara ve 2017 yılı sonu itibariyle de 11 milyar dolara gerilemiş. Yani
yüzde 39 oranında bir düşüş var.
ÜLKEDEN ÇIKAN YABANCI SERMAYE
Bu arada ülkeden doğrudan yabancı
sermaye çıkışı sürüyor. Yani fabrikalarını, tesislerini kapatıp giden yabancı
yatırımcılar var. Örnek olarak 2015 yılında çıkan sermaye yaklaşık 5 milyar
dolar olmuş. Sonraki 2 yılda yaklaşık ortalama yılda 3 milyar dolar sermaye
ülkeyi terk etmiş[3].
Stok anlamda, yabancı sermaye stoku
ciddi olarak azalmış. Son 7 yılda ülkedeki doğrudan yabancı sermaye stoku
yaklaşık 19 milyar dolar azalmış.
SICAK PARA: YÜZDE 75 DÜŞÜŞ
Ülkeye yabancı sermaye sadece doğrudan
yatırım sermayesi olarak gelmiyor. Adına halk dilinde “sıcak para “denilen,
yani portföy yatırımları biçiminde de geliyor ki asıl ağırlık bu grupta
toplanıyor.
Bloomberg’in TCMB verilerine dayanarak
hazırladığı tabloya göre[4], 2017’den bu yana
Türkiye’ye gelen portföy yatırımlarında da çok ciddi bir azalma gözlemleniyor.
Öyle ki FED’in faiz oranlarının
henüz yeni yeni artırılmaya başlandığı 2017 yılının Ocak-Mayıs dönemini
kapsayan ilk beş ayında Türkiye’ye gelen sıcak para 3,7 milyar dolar iken, bu
yılın ilk 5 ayında gelen para miktarı sadece 795,6 milyon dolar olabildi (yüzde
75 azalma söz konusu). Ayrıca 2016
yılından bu yana gelen bu sıcak paranın ortalama yüzde 70’i Hazine bonosuna
geldi.
Kısaca, Türkiye’nin yüksek büyümesini
sağlayan yüksek cari açığının finansmanında, finansman bileşenleri arasında yer
alan banka kredileri yatay seyrederken (artmıyor anlamında) , doğrudan yabancı
sermaye yatırımları ciddi miktarda ve oranda azalıyor ve bu açık asıl olarak
sıcak para da denilen portföy yatırımları ile kapatılıyor. Bu yatırımlar ise
yüzde 70 gibi yüksek bir oranda yüksek faiz getirili (yüzde 19-20 civarında) Hazine
bonolarına yapılıyor. Yani artık cari açığı, yüksek faiz ödemek pahasına devlet
kapatıyor.
Bu gelişmeler, siyaseten faiz
indirmeleri yönünde bankalara telkin yapılırken, Hazine’nin piyasalardan neden yüksek
faiz ile borçlandığını daha iyi açıklıyor
VERGİ CENNETLERİNDEKİ 170 MİLYAR
DOLARLIK SERVET
Buna Türkiyeli zenginlerin yurt dışındaki vergi
cennetlerinde tuttukları yaklaşık 170 milyar dolarlık serveti de ekleyelim[5] ve olabildiğince
önyargısız bir değerlendirme yaparak bu gelişmelerin neden ve sonuçlarını
çözümleyelim.
Ülkede ciddi bir yatırım-tasarruf açığı var. Yılda
ortalama yüzde 21 civarında yatırım yapılırken, ülkenin öz kaynaklarından
oluşan yerli tasarruflarının oranı sadece yüzde 13-14 civarında. Yani her yıl
milli gelirin yüzde 7’si kadar ilave tasarrufa ihtiyaç var. Bu da dışarıdan
gelen sermaye ile karşılanıyor.
KİTLELER TASARRUF YAPAMAZ DURUMDA
Tasarruflar neden yetersiz? Çünkü bu ülkenin yüzde
80’inin tasarruf yapabilecek gücü yok. Asgari ücretin, hanelere giren ortalama gelirin
düşüklüğü ve yoksulluğun ulaştığı düzey ortada. Bu geniş yığınlar bırakın
tasarruf yapmayı, en zorunlu ihtiyaçlarını dahi karşılayabilmek için eksi
tasarruf yapıyorlar, yani borçlanıyorlar. Bu yüzden de 2003 yılında ortalama
bir hanenin geliri içinde borcunun payı yüzde 5 iken şimdi bu oran yüzde 60’a
çıktı.
TASARRUFU ZENGİN YAPSIN!
O halde “zenginler tasarruf yapsın” denilebilir. Onlar
yapıyor ama büyük bir kısmı bu tasarruflarını (servetlerini) vergi cennetlerine
kaçırarak değerlendiriyorlar[6]. Bu yüzden de deyim
yerindeyse bu yemlikte yemlenip başkasının folluğuna yumurtluyorlar.
O halde bunların üzerine gidilsin diyebilirsiniz. Ama
siyasal iktidar ısrarla vergi cennetlerine ilişkin anlaşmaları yasalaştırmıyor
(buna Man Adası tartışmaları sırasında tanık olduk).
TASARRUFU KAMU YAPSIN!
Geriye, teorik olarak, “kamusal tasarruflar artırılsın”
çözümü kalıyor. Yani zenginlerden daha fazla vergi alıp, serveti vergilendirip,
gereksiz kamu harcamaları da azaltılıp bu yolla tasarruf yapılıp bu açık
kapatılsın denilebilir.
Nafile. Zira bu ülkede bırakın çok zenginlerin, büyük
holdinglerin bankaların yeterince vergilendirilmesini, toplanması gereken KDV
bile toplanamıyor.
Kaldı ki AKP iktidarının 2003 yılındaki ilk
icraatlarından biri “nereden buldun” uygulamasına son vermekti. Artık kimseye
servetini nasıl edindiği ya da nerede değerlendirildiği sorulamıyor ki
bunlardan vergi alınabilsin.
Her yıl onlarca milyarlık verginin, muafiyet, istisna,
indirim gibi adlar altında sermaye geliri elde edenlerden alınmadığını
hatırlatalım (2018’de bu tutar 132 milyar lira).
Halkın vergi ödeme kapasitesi zaten fazlasıyla aşıldı.
Daha fazla vergi ödeyebilecek gücü yok ki ödesin. Zaten bu kadar adaletsiz bir
vergi sistemi varken, sırf tasarruflar artsın diye, halka daha fazla vergi
koymanın adil bir yanı var mı? Üstelik vergi olarak toplananların nasıl
harcandığı da ortadayken.
ZENGİNLER NEDEN ÜLKEYİ TERK EDERLER?
Ülkede kaynağa bu denli ihtiyaç varken ülkeden kaynak
çıkışı artıyor ve gelen de azalıyorsa bunun nedenlerini sorgulamak gerekiyor.
Bu durumu “dış mihrakların işi” ya da tek başına
ülkesini sevip- sevmemek gibi patriyotik duygusallıkla açıklamak doğru değil.
İşinin, ailesinin, sermayesinin geleceği ile ilgili endişe duymak, otoriter bir
rejim altında yaşamaktansa ekonomik ve siyasal olarak daha istikrarlı, burjuva
demokrasilerinin kökleştiği ülkelerde yaşamak, iş yapmak tercihi gibi birçok
faktör söz konusu olabilir.
Ülkeyi yönetmekle sorumlu olanların bu servet ve
sermaye çıkışlarının ve gelişlerdeki azalmanın nedenlerini ön yargısız anlamaya
çalışması gerekiyor. Bu nedenle de, ısrarla ekonomi yönetimini parlamentonun
denetiminden kaçırarak dar bir grup seçkin sermayedar ve bürokratın eline
bırakmak gibi otoriter eğilimlerden uzaklaşması ve topluma güven vermesi
gerekiyor.
BAĞIMSIZ MERKEZ BANKASI ALGISI
Bu bağlamda (yeri gelmişken kısaca da olsa),
Cumhurbaşkanının son sözleriyle tekrar gündeme gelen Merkez Bankası’nın
bağımsızlığı konusuna değinelim.
Bu konuda (tamamen farklı nedenlerden dolayı) ben de
Merkez Bankası’nın bağımsız olmaması gerektiğini düşünüyorum. Aslında mevcut
haliyle dünyanın her yerinde olduğu gibi merkez bankaları uluslararası finans
piyasalarına bağlıdır. Bizdeki gibi küçükler ise alacağı kararlarda başta FED
gibi büyük merkez bankalarına ve LIBOR gibi finans piyasalarına bakıyorlar.
“Parasal istikrar” ve “enflasyon hedeflemesi” gibi
asıl olarak finans piyasalarının talep ettiği hedeflere kilitlenmiş durumdalar. Bu hedeflerin önemini küçümsemiyorum ama emekçilerin,
düşük gelirlilerin, toplumun büyük bir kesiminin ihtiyacı ile (yeterince yüksek
gelirli istihdam, adil gelir ve servet bölüşümü, yoksullukla mücadele gibi)
finans sermayenin ihtiyacının aynı olmadığının da altını çizmek gerekli.
Her ikisini ekonominin genel ihtiyacı kavramı altında
toplamak ve öyle tanıtmak ise tam bir algı yönetimi. Bu nedenden dolayı yüksek
faizi finans piyasaları talep edebilir ama bu yoksulların ve emek geliri elde
edenlerin aleyhine bir durumdur. Bu yüzden de bağımsız, tarafsız bir merkez
bankası yoktur.
Yapılacak şey çok önemli etkilere sahip bulunan böyle
bir kurumun halkın, emekçilerin, toplumun bütününün ihtiyaçlarını karşılamayı
ön planda tutmasını sağlamaktır.
Bu söylediklerimizden faizin, kurun belirlenmesi gibi
önemli işlevleri olan bu kurumun, ekonomik ve politik gücün tamamen tek elde
toplandığı bir sistem öngören yeni rejimde Saray’a bağlanmasını savunduğumuz
biçiminde bir sonuç çıkartılmamalı.
Tam tersine böyle bir gelişme yurt dışına kaynak
kaçışını hızlandırırken, ülkeye uzun vadeli sermaye girişlerini daha da
azaltır.
KAYNAKÇA
Alstadsæter Annette, Johannesen Niels and Zucman
Gabriel, Who Owns the Wealth in Tax Havens?, Macro Evidence and Implications
for Global Inequality (27 December 2017).
https://www.bloomberg.com/news/articles/2018-06-19/turkey-s-capital-flight-problem-is-getting-worse-in-5-charts.
UNCTAD, World Investment Report 2018, Investment and
New Industrial Policies (2018), s. 201-207.
[2] UNCTAD,
World Investment Report 2018, Investment and New Industrial Policies (2018), s.
201-207.
[3] Agm.
[4]
Bloomberg, agm.
[5] Annette
Alstadsæter, Niels Johannesen and Gabriel Zucman, Who Owns the Wealth in Tax
Havens?, Macro Evidence and Implications for Global Inequality (27 December
2017), s. 28.
[6] Agm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder