KIRK SATIR MI, KIRK
KATIR MI?
Mustafa Durmuş
19 Haziran 2018
Ekonomi literatüründe “trade off” olarak
adlandırılan, “ödünleşim” olarak da dilimize çevrilen bir durumun halk dilinde
en iyi karşılığı “kırk satır mı, kırk katır mı? olsa gerek.
Bir seçenekten vazgeçmenin ödülünün
(aslında bedelinin) diğer seçenek olduğu gibi bir hali anlatıyor. Masalların
sonunda dinleyenlere sorulan bir sorudur ve dinleyeni cezalandırmak için
sorulur. Kırk satıra boynunu uzatmak istemeyen dinleyici, kırk katıra binip
kurtulacağını zannederken aslında kırk katırın ardına bağlanarak cezasını
çeker…
Yanlış anlaşılmasın “seçim sonrasında
hangisi gelirse gelsin bizim durumumuz değişmez” demiyorum. Tam tersine
durumumuz çok değişir. Umudu koruyarak, yurttaşlık görevimizi kararlılıkta
yerine getirmek zorundayız bu Pazar.
Benim bu başlık altında anlatmak
istediğim, seçim kampanyaları sırasında gerektiği kadar ele alınmayan iktisadi
bir konu. Oysa bu konu büyüme, cari açık, döviz kurları ve istihdam gibi temel
olayları doğrudan etkiliyor.
Ülkeye reel yatırımlar yapmak için
(örneğin fabrika kurmak gibi) dışarıdan gelen doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının (DYSY) durumundan söz ediyorum.
DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI
ALARM VERİYOR
Her ne kadar Türkiye’ye gelen doğrudan
yabancı sermayeli yatırımların önemli sayılabilecek bir kısmının emlak/konut
sektörü ve özelleştirmeler gibi ülke ekonomisi için çok da faydalı olmayan
alanlarına geldiğine ilişkin bilgimiz (ve bu anlamda bu yatırımlara ilişkin
soru işaretlerimiz olsa da), bu yatırımlar verili durumdaki ülke ekonomisi için
çok önemli.
Öncelikle bir tespitte bulunalım. UNCTAD
tarafından bu yılın Mayıs ayında yayımlanan uluslararası yatırımlara ilişkin
bir rapora göre[1]
doğrudan yabancı sermaye yatırımları açısından Türkiye ekonomisi alarm veriyor.
YÜZDE 39 AZALMA!
Çünkü özellikle 2015 yılından beri
ülkeye gelen bu tür yatırımlarda ciddi bir düşüş var. Şöyle ki 2015 yılında
ülkeye gelen yabancı sermaye yatırımı 17,8 milyar dolar iken, 2016’da 12,9
milyar dolara ve 2017 yılı sonu itibariyle de 10,9 milyar dolara gerilemiş.
Bu arada ülkeden doğrudan yabancı
sermaye çıkışı sürüyor. Yani fabrikalarını, tesislerini kapatıp giden yabancı
yatırımcılar var. Örnek olarak 2015 yılında çıkan sermaye 4,8 milyar dolar
olmuş. Sonraki 2 yılda yaklaşık ortalama yılda 3 milyar dolar sermaye ülkeyi
terk etmiş.
Bunlar cari akım olarak adlandırdığımız
akımlar. Bir de stok olarak rakamlara bakmak lazım. Aynı rapora göre, ülkede
2010 yılında toplam 190 milyar dolarlık bir yabancı sermaye stoku (birikmiş
yatırım) varken, 2017 yılında bu 186 milyar dolara gerilemiş.
Stok anlamda ülkeden çıkan sermaye
stokundaki gelişme ise çok daha çarpıcı: 2010 yılında 22,5 milyar dolar iken
2017 yılında 41,4 milyar dolar olmuş. Yani 7 yılda ülkedeki doğrudan yabancı sermaye
stoku yaklaşık 19 milyar dolar azalmış.
ÜLKE YATIRIM YAPILABİLİR OLMAKTAN
UZAKLAŞTI
Kısaca ülkeye artık daha az doğrudan
yatırımcı gelirken, ülkeden gidenler artmış. İlave olarak son birkaç yıldır
başta İngiltere’ye gitmek üzere ülkeden çıkan yerli yatırımcıları (örneğin
Ülker gibi) sadece hatırlatmakla yetinelim.
Bu durum ülkenin bugünkü durum
itibariyle uzun vadeli yatırım yapılabilir bir ülke olmaktan hızla
uzaklaştığını gösteriyor. Zaten fiyat istikrarsızlığına (hem döviz kuru, hem de
mal ve hizmet fiyatları artışı, yani enflasyon anlamında) ek olarak; kamu
kurumlarının niteliği, hukukun üstünlüğü, demokratik hak ve özgürlükler, temel
insan hakları ve mülkiyet hakları gibi konularda ciddi bir aşınma yaşamakta
olan, bu nedenle de yurt dışında da sürekli olarak eleştirilen bir ülkenin uzun
vadeli yabancı yatırımcı ile dolup taşması beklenemez.
Kaldı ki son dönemde ABD’nin başını
çektiği uluslararası ticaret savaşları ve Trump’ın uyguladığı yeni vergiler
Türkiye gibi ekonomiler açısından doğrudan yabancı yatırım kaynaklarının iyice
kuruyacağının bir göstergesi.
İDEOLOJİK OLARAK SAVUNULAMAZ AMA VERİLİ
DURUM FARKLI
Kuşkusuz bu tür yatırımlar asıl olarak
bol, örgütsüz ve ucuz emek sömürüsü, dolayısıyla da yüksek kâr için bizim gibi
ülkelere geliyor.
Öyle ki böyle yatırımların Merkez ekonomilerdeki getiri oranı (kârlılık) yüzde 5,7 iken, az gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 8, hatta eski Sovyet Cumhuriyetleri olarak bilinen geçiş ekonomilerinde yüzde 12’ye kadar çıkabiliyor[2].
Öyle ki böyle yatırımların Merkez ekonomilerdeki getiri oranı (kârlılık) yüzde 5,7 iken, az gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 8, hatta eski Sovyet Cumhuriyetleri olarak bilinen geçiş ekonomilerinde yüzde 12’ye kadar çıkabiliyor[2].
Ayrıca bu yatırımların ülkenin
kalkınması bir yana, emperyalist kapitalist sisteme olan bağımlılığı
artırdığından iyice sömürgeleştirilmesine neden olduğunu 100 yılı aşan tarihsel
örneklerden biliyoruz.
Diğer yandan, halk içinde karşılığı olan
alternatif reel ekonomik-politik bir programı sunmamızın verili durum
itibariyle mümkün olmadığı gerçeği ile yüzleştiğimizde bu yatırımların Türkiye
ekonomisi gibi kapitalist sisteme entegre olmuş bir az gelişmiş ekonomi açısından
yaşamsal öneminin olduğunu kabul etmek durumundayız.
YATIRIM-TASARRUF AÇIĞINI KAPATIYOR
Öncelikle, bu yatırımlar ekonomik büyüme
için gerekli olan yatırım-tasarruf açığını kapatıyor. Yani ülkedeki yerli
tasarruf oranı yüzde 13-14, ama yapılan yatırımların oranı yüzde 21 dolayında.
İşte aradaki farkın önemli bir kısmı bu tür yabancı yatırımlarla kapatılıyor.
CARİ AÇIĞI FİNANSE EDİYOR
İkinci olarak, bu yatırımlar ülkenin bir
başka büyük sorunu olan cari açığın finansmanında da önemli rol oynuyor. Bu yatırımlar
azaldığında yıllık 57 milyar doları bulan yıllık cari açığın kapatılması ya çok
yüksek faize ve borsa getirisine gelen portföy yatırımları ya da yine yüksek
ticari faize gelen banka kredileri ile sağlanabiliyor.
Yüksek cari açık ise Türkiye ekonomisinin
yüksek büyümesini sağlayan asıl faktör.Nitekim bu yılın ilk çeyreğinde ekonomi
yüzde 7,4 oranında büyürken, cari açık da aynı oranda büyüdü ve yüzde 7’ye
çıktı.
VERİMLİLİK ARTIŞI SAĞLIYOR
Üçüncü olarak, bu tür yatırımların asıl
önemi bunların inovasyon /yenilik içermesinden ve emek gücü verimliliğini
artırmasından geliyor. Yani kapitalist ekonomilerde, özellikle de
finansallaşmanın bu denli artarak baskın bir hale geldiği bir dönemde ekonomiyi
büyütebilmenin asıl yolu emek gücünü verimli çalıştırmaktan geçiyor.
Bir başka anlatımla, yeni sermaye ve
teknoloji yatırımları ve inovasyonlarla (yeniliklerle) üretkenliği artan emek
gücünün verimliliği ekonomik büyümeyi sağlıyor.
Bu arada tek başına yeni fikirlerin,
internetin, enformasyon teknolojilerinin ve elektronik sektörlerindeki
teknolojik yeniliklerin verimlilik artışını sağlayamaya yetmediğinin de altını
çizelim.
ASIL İTİCİ GÜÇ EMEK GÜCÜ VERİMLİLİĞİ
Bu gelişmelerin emek gücü verimliliğini
artırması gerekiyor. Yani işçiler yine ön planda çünkü işçilerin becerisi,
buradan hareketle de yarattığı değerin artması gerekiyor.
Bu mutlaka işçilerin artan
verimlilikleri ile orantılı ücretlerinin de artacağı anlamına gelmiyor. Tam
tersine, verimliliklerin artmasına rağmen reel ücretler ya sabit kalıyor ya da
düşüyor. Ama üretim artıyor, kârlar artıyor, büyüme hızlanıyor. İşçilerin artan
verimlilik artışından paylarını alabilmeleri ancak güçlü örgütlü
mücadelelerinin varlığında mümkün oluyor.
İşte doğrudan yabancı yatırımların
(teorik olarak en azından önemli bir kısmı) böyle yüksek teknoloji ve inovasyon
ile donatılmış yatırımlar olduğundan, emek gücü verimliliğini, kârı (nispi artı
değeri) artırıyor ve ekonomiyi büyütüyor.
TÜRKİYE EKONOMİSİ HORMONLU BÜYÜYOR
Böylece bu tür yatırımlar arttığında
verimlilikler (ve reel kârlar) artarken, azaldığı zamanlarda verimlilik de
azalıyor. Böyle bir durumda da ekonomiyi verimli, sürdürülebilir bir büyüme
yoluna sokmak zorlaşıyor. Bu kez Türkiye’de olduğu gibi ekonomi KGF kredileri
başta olmak üzere her türlü para ve maliye politikası teşvikleriyle hormonlu
olarak büyütülüyor.
Ancak böyle hormonlu bir büyümeyi
sürdürülebilir kılmak mümkün değil. Yani böyle büyümeler, kâğıt üzerinde ve
kısa dönemler için sağlanabiliyor. Ardından da büyüme oranı sert bir biçimde
düşüyor.
Nitekim tüm uluslararası kuruluşlar
Türkiye’nin ilk çeyrek yüzde 7,4 büyümüş olduğuna itibar etmeksizin, bu yıl ve
gelecek yılki büyüme oranı tahminlerini yüzde 4’e kadar düşürdüler[3]. Böylece kırk katır mı, kırk
satır mı döngüsü sürüyor.
DIŞ GÜÇLER, KOMPLO TEORİLERİ
Meseleyi bu ayrıntıları ile bilmeyenler
ya da hakim medya kanallarının tek yönlü propagandası altında olanlar,
ekonominin yüzde 7 gibi büyürken, sonraki dönemlerde çakılmasını “faiz lobisi”,
“döviz lobisi”, “dış güçlerin karanlık oyunları”, kısacası son dönemde pek
tutulan komplo teorileri ile açıklıyorlar.
Böyle olunca da, bir tür terör olarak
nitelendirilen böyle faaliyetleri de içeren geniş bir terörle mücadele söylemi,
işsizliği de, yoksulluğu da, hayat pahalılığını gölgeleyebiliyor.
Sonuç olarak, asıl meselemiz, doğrudan
yabancı sermaye yatırımları örneğinde olduğu gibi, neden ülkenin “kırk satır
mı, kırk katır mı” kıskacına sokulduğunun, son 16 yıldır bu kıskaçtan kurtulmak
için neden bir çaba gösterilmediğinin, bu işin asıl sorumlularının kimler
olduğunun, olabildiğince en yalın biçimde halka anlatılması ve bu kıskaçtan
kurtulmanın yollarının da gösterilmesi olmalı.
Özcesi, ülkenin komplo teorileri ile
açıklanamayacak boyutlarda çok ciddi sorunları var. Bu ciddi sorunlara karşı
reel politikada karşılık bulan ciddi çözümler üretmemiz gerekiyor.
Bu da yeterli
olmayacaktır. Ayrıca bu sorunların devam etmesi halinde, bundan sadece bu
sorunların gerçek nedenlerini bilenlerin değil, örneğin böyle komplo
teorilerine inananların da zarar göreceğine insanımızı ikna etmemiz
gerekiyor.
[1] UNCTAD,
World Investment Report 2018, Investment and New Industrial Policies (2018), s.
201-207.
[2] Agr.
[3] World
Bank, Global Economic Prospects, The Turning Of The Tide? (June 2018), s. 123;
Fitch 2019 için büyüme hızı tahminini yüzde 3,6’ye düşürdü. Bkz:
http://www.bloomberght.com/…/2130658-fitch-turkiye-de-ic-ve….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder