YÜKSEK KUR, YÜKSEK ENFLASYON YÜKSEK SÖMÜRÜ VE ARTAN YOKSULLUK DEMEK
Mustafa Durmuş
4 Haziran 2018
Bu sabah TÜİK’in açıkladığı enflasyon verisi şaşırtıcı
olmadı. Son yılların en yüksek enflasyonu gerçekleşti. Daha kötüsü enflasyon
giderek artacak.
Basitleştirerek anlatırsak enflasyon fiyatlar genel
seviyesindeki sürekli artış demek. Yani enflasyondan
söz edilebilmesi için birkaç mal veya hizmetin fiyatının artması değil, genel
olarak mal ve hizmetlerin fiyatlarının artması ve bu artışın bir defa değil,
sürekli olması gerekiyor.
TÜİK'e göre bu yılın Mayıs ayında (geçen yılın
aynı ayına göre, yıllık olarak) Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yüzde 12. 15
(önceki yüzde10.9 idi), Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) yüzde 20.1 (önceki yüzde16.4
idi) arttı ve Çekirdek Enflasyon yüzde12.7’lere yükseldiği.
TÜFE, ÜFE, ÇEKİRDEK ENFLASYON?
TÜİK bülteninde enflasyonla ilgili olarak verilen bu tanımlara
açıklık getirerek anlatmaya başlayalım.
Sırasıyla TÜFE; ankete katılan hane halklarının
kullandığı belli tüketim mallarından oluşan bir sepeti anlatıyor ve hane
halklarının tüketimine yönelik mal ve hizmet fiyatlarının zaman içindeki
değişimini ölçüyor.
Yani, Türkiye çapında seçilmiş yaklaşık13 bin-14 bin
civarındaki hane halkına yılda üç kez (yani toplamda 40 bin kez) hangi mal ve
hizmetleri hangi ağırlıkla kullandıkları soruluyor ve diğer bazı anket ve
bilgiler de kullanılarak hane halklarının bütçelerinde yer alan mallar ve
hizmetlerin neler olduğu ve bunların bütçelerinde ne kadar ağırlık tuttuğu
belirleniyor.
ABD’DE 100 BİN, TÜRKİYE’DE 400’ÜN BİRAZ ÜZERİNDE
ABD’de bu sepette yer alan mal ve hizmet çeşidi 100
bin civarındayken, Türkiye’de bu 400’ü biraz aşıyor. Böylece bu sepette yer
alan 12 ana grup 43 alt grup altında sıralanan mal ve hizmetlerin son 1
yılda fiyatlarının nasıl değiştiği ölçülüyor.
İşte tüketiciler olarak bizleri doğrudan ilgilendiren
enflasyon verisi TÜFE olarak gösterilen bu veri. Son açıklamaya göre mal ve
hizmetlerin farklı ağırlıklı ortalamalarına göre, sepetin ortalama fiyatı yüzde
12’nin üzerinde artmış.
ÜFE-TÜFE FARKILAŞMASININ ETKİLERİ
ÜFE ise üretici fiyatları endeksinin kısaltılmışı.
Yani üreticilerin ağırlıklı olarak maliyet artışlarından kaynaklanan
fiyatlarındaki artışları anlatıyor. Açıklamaya göre son 1 yılda ÜFE yüzde
20’nin üzerinde artmış. Bu çok daha yüksek bir artış.
ÜFE ile TÜFE arasındaki fark, üreticilerin fiyat
artışlarını tüketiciye henüz tam olarak yansıtamadığını anlatıyor. Zira 8 puan
fark var. Bu da yakın zaman içinde bu yansıtmanın gerçekleşeceğini ve yıl sonuna
kadar TÜFE’nin yüzde 14’ü aşacağını ortaya koyuyor.
Bu savımızı destekleyen bir başka veri çekirdek
enflasyon verisi. Bu ise iş gücü ve sermaye maliyetleri ve firmaların bu
maliyetlerdeki değişiklik beklentilerine göre belirlenen temel bir oran. Bu
oran da TÜFE’nin üstünde: Yüzde 12,7.
ENFLASYONUN NEDENLERİ: AÇIKLAYANA GÖRE DEĞİŞİYOR
Enflasyonun yüksek çıkmasının nedenlerini Başbakan
Yardımcısı M. Şimşek konjonktürel gelişmelere bağladı: Artan petrol
fiyatları, yükselen döviz kuru ve dünyada artan faiz oranları.
Bunlar doğru ama artık bu faktörler Türkiye ekonomisi
için geçici ya da konjonktürel değil, yapısal faktörler. Türkiye’nin
emperyalist-kapitalist sisteme olan bağımlılığını ve buradan kaynaklı
kırılganlığı gösteriyorlar.
Dikkat edilirse Şimşek faktörler arasında yüksek
ücretlerden kaynaklı bir üretim maliyetinden söz etmiyor. Zira hem kamu hem de
özel sektörde ücret artışları çok düşük kaldı. Bunda OHAL’in çok büyük payı
var.
TARIMSIZLAŞTIRILAN TÜRKİYE
Ancak arz tarafında enflasyonu artıran başka faktörler
de söz konusu. Bunların başında tarım ve hayvancılık sektöründe üretimin
neredeyse duracak bir noktaya gelmesi.
Milli ve yerli hiçbir üretimden söz edebilmek artık mümkün
değil. Bu da piyasaya çıkan ürün miktarını azaltarak, talep karşısında arzın
yetersiz kalmasına neden oluyor. Bu açığı kapatmak için yüksek kurdan yapılan
ithalat ise kur/maliyet kaynaklı olarak enflasyonu körüklüyor.
Bu duruma gelmemizin nedeni son 10 yıldır uygulanmakta
olan birikim stratejisi, yani inşaat-emlak üzerinden yaratılan rant ve finansal
rantı önceleyen, buna karşılık ülkeyi
sanayisizleştirdiği kadar, tarımsızlaştıran bir zenginleşme stratejisi
değil mi? Şimdi bunun sonuçlarını neden tuhaf karşılıyoruz?
TEŞVİKLER, KGF KREDİLERİ, ARTAN BÜTÇE AÇIĞI
Ayrıca piyasalara sunulan sonsuz finansal ve mali
teşvik enflasyon artışının bir diğer nedenini oluşturuyor. Çünkü geçen yıl 219
milyar lira olarak verilen Kredi Garanti Fonu (KGF) tarafından garantilenmiş
banka kredilerine bu yıl da devam edildi ve bunun için ilave 50 milyar liralık
kaynak ayrıldı.
Böylece bankalar garantili, ucuz parayı başta tüketim
kredileri olmak üzere piyasalara sattılar. Bu da hem tüketici hem de esnaf ve
işletmeler olmak üzere tüm kesimlerdeki özel tüketim harcamalarını artırdı. Bu
da arzın yetersiz olduğu bir durumda talebi daha da artırarak TÜFE’yi
yükseltti.
Enflasyonun üçüncü nedeni devlet oldu. Zira bütçe
disiplininden kopan devlet hem artık yüksek israf boyutlarına ulaşan kamu
harcamaları, seçim harcamaları, sermaye teşvikleri, hem de giderek azalttığı
vergi tahsilatlarıyla bütçe açığını artırarak enflasyonun bir nedeni oldu.
FAİZ ARTIRIMI ÇÖZÜM DEĞİL
Enflasyon artışını durdurabilmek için Hükümetin
elindeki tek silah faiz. Yani bir süredir en azından söylemde şiddetle karşı
oldukları faiz. Geçtiğimiz haftalarda 5’e kadar dayanan kurun ateşini düşürmek
için 3 puan artırdıkları faizden söz ediyoruz.
Enflasyon verisi ile birlikte artık Merkez Bankası’nın
en az 100 puanlık faiz artırması gerekecek. Bu çerçevede finansal piyasalar
şimdiden MB’nin fonlama faizini bandın üst sınırı olan yüzde 18’e çekeceğine
dair beklentilerini dillendirmeye başladılar bile.
Bu da çözüm olmayacak. Yüksek kurun yanı sıra yüksek faizlerin
neden olduğu ekonomik sorunlar patlayacak. Yatırımlar iyice duracak, bankalara
borçları olanların faiz yükü artacak. Halk daha da yoksullaşacak.
HALKIN ENFLASYONU İLE ZENGİNLERİNKİ FARKLI
Enflasyon hesaplarındaki (az sayıda hane ile görüşmek
gibi) bir diğer sorun bu oranın, ülkede herkes ekonomik olarak eşit durumdaymış
gibi ortalama değerlerle sunulması. Oysa içinde yaşadığımız toplum hem yaşam
biçimleri, hem de elde edilen gelirler anlamında sosyal sınıflara ve gruplara
bölünmüş, ayrıştırılmış bir toplum.
Bunu örneğin Başkent Ankara’da net görebilirsiniz.
Mamak ya da Keçiören taraflarına gittiğinizde yoksulluğun, Çay Yolu ya da İncek
tarafına gittiğinizde ise zenginliğin nasıl arttığını ve yoksul-zengin uçurumunun
ne kadar derinleştiğini görebilirsiniz.
Nitekim ulusal gelirin yüzde 24’üne ve servetin yüzde
58’ine yüzde 1 gibi küçük bir mutlu azınlık el koyduğunda, açıklanan enflasyon
onlar için sadece bir istatistik olarak kalıyor.
ARTAN ENFLASYON SABİT GELİRLİ İÇİN HAYATI DAHA DA
PAHALI HALE GETİRİYOR
Buna karşılık enflasyon rakamları açlık sınırının
altında yaşamak durumundaki 1,603 liralık asgari ücretli, 6 milyonu aşkın
işsiz, milyonlarca yoksul için bir istatistik olmanın çok ötesine giden ve
hayatı daha da pahalı hale getiren bir olgu.
Ücretlilerin, yoksul köylülerin-çiftçilerin, küçük
esnafın gelirlerinin hemen hiç artmadığı bir ortamda enflasyondan ziyade hayat
pahalılığından söz etmek daha doğru olur. Yani hayat, gelir ve servet bölüşümü
adaletsizliğine paralel olarak bazıları için çok ucuz, bazıları için ise çok
pahalı. Emekçiler için enflasyon arttığında buna karşılık gelirleri yerinde
saydığında hayat daha pahalı hale geliyor.
HAFTADA 60 SAAT ÇALIŞIRKEN EN DÜŞÜK NİTELİKTE İŞÇİ
OLARAK SIRALANMAK
Son olarak enflasyon verisini emekçi halkın durumunu
daha iyi anlatan, emeğe ilişkin iki yeni iki veri ile birlikte yorumlayalım.
OECD’nin facebook sayfasında paylaştığı iki
tabloyu ele alalım. Bu tablolarda, hem hangi ülkelerde işçilerin en uzun saatler
çalıştırıldıkları, hem de bu işçilerin eğitim, nitelik ve beceri durumları
gösteriliyor.
İlk tabloya göre (1), Türkiye’de emekçilerin yüzde 23,3’ü
haftada 60 saatten fazla çalıştırılıyor. OECD ortalaması ise sadece yüzde 5,6. Bu
tabloda Türkiye ilk sırada yer alıyor.
Bu durum Marx’ı doğrulayan bir durum. Yani uzun
çalışma saatleri mutlak artı değerin, böylece de emek sömürünün artması
demek. Ülke, emek sömürüsü 50 ülke
sıralamasında, en yüksek sömürü oranına sahip bir ülke durumunda (bu durum
fakir fukaranın koruyucusu olduğunu ileri sürenlerin açıklaması gereken bir
durum değil mi?).
İkinci tabloya göre (2), Türkiye’de işçilerin yüzde
50’sinden fazlası düşük eğitimli, düşük becerili işçilerden oluşuyor. Bu açıdan
OECD ortalaması ise yüzde 6,5. Tabloya göre, Türkiye Şili’den sonra en düşük
becerili, en düşük nitelikli emek gücüne sahip ülke. Bunun nedenlerinden biri kuşkusuz
eğitim düzeyinin düşüklüğü. Bu da ülkede emek gücü verimliliğinin de giderek
azalmakta olduğunu ortaya koyuyor.
Aslında bu iki veri birbirini tamamlıyor. İşçiler ne
kadar eğitimsiz, ne kadar örgütsüz (sendikalaşma oranı yüzde 5 civarında) ise
sömürü oranı da o denli yüksek oluyor. Yani emek gücü verimliliği artışı
yetersiz kaldığında işverenler bunu işçileri aynı ücrete daha fazla çalıştırarak
telefi etme yoluna başvuruyorlar. Son 10 yılda bu yönde bir artış var.
Şimdi son yıllardaki eğitimde yapılan tahribat,
eğitimlilere, okumuşlara karşı yapılan saldırılar, üniversiteler başta olmak
üzere eğitim kurumlarının itibarsızlaştırılması gibi işlerin hem nedeni, hem de
sonuçları daha iyi anlaşılmıyor mu?
Özcesi ülkede emekçiler hem çok çalıştırılarak, hem
eğitimsiz bırakılarak sömürüldükleri gibi, artan enflasyonun daha da çekilmez
hale getirdiği hayat pahalılığı ile boğuşmak zorundalar. Zira enflasyon
arttıkça gelirleri, maaşları, ücretleri pula dönüyor, bunlarla giderek daha az
mal ya da hizmet satın alabiliyorlar. Bu da refahlarını düşürüyor,
yoksulluklarını ve ıstıraplarını daha da artırıyor.
Kur, enflasyon, çalışma saatleri, borç, işsizlik,
asgari ücret gibi temel ekonomik gerçekler her seferinde yüzümüze tokat gibi
çarptığında, onlarca yıllık iktisatçılık kariyerimi bana unutturacak, tüm
bunların bizi çökertmek isteyen dış güçlerin oyunu olduğuna ya da gelip- geçici
önemsiz şeyler olduklarına, bu nedenle de onca yıldan sonra her şeye yeniden
başlayarak bütün bu sorunların üstesinden gelebileceğimize inanmamızı
sağlayacak sihirli bir içeceğim olsaydı keşke…
...........
(1) OECD, Very Long Working Hours (2015).
(2) OECD, Low-skilled Workers (2012).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder