18 Kasım 2019 Pazartesi

İNTİHARLAR, İŞSİZLİK VE YOKSULLUK- İşsizlik ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur (1)


İNTİHARLAR, İŞSİZLİK VE YOKSULLUK-
İşsizlik ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur (1)

Mustafa Durmuş

17 Kasım 2019

Bir yandan işsiz ve yoksul sayısı, diğer taraftan bireysel ve toplu intiharlar giderek artıyor. Son bir ay içinde basına yansıdığı kadarıyla,  3 aile toplu olarak ve 5 kişi de bireysel olarak yaşadıkları ekonomik sıkıntıları gerekçe göstererek intihar etti.

Bu arada TÜİK verilerine göre resmi işsiz sayısı 2019 yılı Ağustos döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 980 bin kişi artarak 4 milyon 650 bin kişi oldu. Tarım dışı işsizlik oranının 3,5 puanlık artış ile yüzde 16,7 olduğu tahmin ediliyor. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 6,6 puanlık artış ile yüzde 27,4 oldu.(1) DİSK ise gerçek işsiz sayısının 7,3 milyonu aştığını ileri sürüyor.(2)

İŞSİZLİK VE YOKSULLUK ARTTIKÇA İNTİHARLAR ARTIYOR

Hiçbir objektifliği kalmamış bazı medya kuruluşlarının yayın organlarında ileri sürülen komplo teorilerine itibar etmeyeceksek, intiharların nedenlerini (özellikle de ekonomik kriz dönemlerinde), hızla artan işsizlik ve yoksullukta aramamız ve bu tespite uygun çözümler üretmemiz gerekiyor. Çünkü bunlar arasında hem teorik yönden güçlü bir ilişki var, hem de pratikte bunlar aynı yönde hareket ediyorlar.
Ayrıca bu gelişimin yakın geçmişte dünyanın başka ülkelerinde de yaşanmış olması bu tezimizi güçlendiriyor.

Öyle ki dünyada 2008 krizi ile bağlantılı olarak (2013 yılına kadar) 5,000 yeni intihar vakası yaşandı. Buna asıl neden olarak insanların kriz nedeniyle yaşam koşullarının kötüleşmesi, ağırlaşması gösteriliyor. Örneğin 2008 - 2012 döneminde kriz içindeki Yunanistan’da ortalama birinin ekonomik sıkıntılar yüzünden yaşam koşulunun yüzde 20, İtalya’da yüzde 12 ve İspanya’da yüzde 10 düzeyinde kötüleştiği ileri sürülüyor. (3) Yani insanlar işsizlik ve yoksulluk nedeniyle geçim sıkıntısı çekiyor. Bu da onları mutsuz ediyor, bunalıma sürüklüyor.

British Medical Journal’e göre, 2009 yılında 54 ülkede kriz bağlantılı intihar vakaları yüzde 3,3 arttı. Bu oranlar işsizliğin çok daha fazla olduğu ülkelerde çok daha yüksek oldu. (4)

Bir diğer araştırmaya göre, (5) artan intihar girişimleri, alkol zehirlenmesi, ülser ve ruhsal hastalıklarla, özelleştirmeler sonrası ortaya çıkan işsizlik arasında güçlü bir ilişki var. İntihar girişimi Yunanistan ve Latvia’da yüzde 17, İrlanda’da yüzde 13 arttı. Hastalıklara yakalanma riski ikiye katlanırken,  iyileşme imkânı yüzde 60 azaldı.

İŞSİZLİK SOSYAL BİR SORUN

Böylece işsizliği (ve son yıllarda iyice yaygınlaşan esnek istihdamı), sadece mal ve hizmetlere olan talebi olumsuz olarak etkileyen bir ekonomik sorun olarak ele almayıp, onun aynı zamanda sosyal ve siyasal bir sorun olduğunu da görmemiz gerekiyor.
Yani hem işsizlik, hem de esnek istihdam koşullarında çalıştırma tek tek işçiler için olduğu kadar, bir sınıf olarak işçi sınıfı için de, toplumun geri kalan kısımları için de çok temel bir sorun. 

Öyle ki işsizlik tekil olarak, borç batağına saplanma ve alkole meyletme gibi davranış bozukluklarına neden olabiliyor. İşini, gelirini yitirme, borçlarının ödenemeyeceği, çoluk çocuğun perişan edileceği korkusu yaşanıyor. İşsizlik ve güvencesiz çalışma toplumdan soyutlanmak anlamına geliyor, çünkü emeğin bu denli metalaştığı bir zamanda piyasa ile bağ kuramadığında, işçinin varoluşu da tehlikeye giriyor.

Bunlar (reel sosyalizmin çöküşünden sonra özelleştirmelerin uygulanmaya başladığı Rusya’da ve son yıllarda Yunanistan ve Çin’de de görüldüğü gibi) Türkiye’de bireysel ve toplu intiharlar, cinnet hali ve hane halkına dönük şiddet, kalp krizi, hipertansiyon, radikalleşme, hapis ve psikolojik rahatsızlıklar biçiminde sonuçlanıyor.

İŞSİZLİK SİYASAL BİR SORUN

Diğer taraftan, işsizler çalışanlar için de önemli bir potansiyel tehdit oluşturuyor. Çünkü işsizlik, tıpkı emek sömürüsü, işverene bağımlılık ve güvencesizlik gibi işçinin özgüvenini ortadan kaldırıyor, mücadele gücünü zayıflatıyor, onu kolayca manipüle edilebilir ve adeta utandırılır bir hale dönüştürüyor. 

İşsiz kitlelerin gerici, faşist hareketlerin güçlenmesinde ne denli etkili oldukları ve adeta bu yapıların yedek militan ordusu haline geldikleri, hem geçtiğimiz yüzyılda yaşandı, hem de bu yüzyılda gözlemleniyor.

Bu yüzden de emekten yana siyasal partilerin, sendikaların ve toplumsal hareketlerin şimdiden,  ekonomik olduğu kadar ciddi bir sosyal ve siyasal soruna dönüşen işsizliği ve yoksulluğu önlemeye, azaltmaya ve ortadan kaldırmaya, aynı zamanda da işçi sınıfı içinde dayanışmayı güçlendirmeye dönük somut önerilerinin ve politikalarının olması gerekiyor.

Bunun için emek örgütlerinin asgari ücretin yükseltilmesi, vergi dışı tutulması ve temel –zaruri mal ve hizmetlerden alınan dolaylı vergilerin sıfıra düşürülmesi, devlet bütçesinin istihdam yaratmak için kullanılması ve İşsizlik Sigortası Fonu’nun kaynaklarının sadece işsizler için ve yeterince kullanılması gibi talepleri çok yerinde talepler.

Yoksullukla mücadele konusunda ise gönüllü yardım severlik ya da hayırseverlik üzerinden, seçili yoksullara gıda, kömür ya da gelir yardımı yapmak yerine sosyal politikaların kilit konuları olan ihtiyaç, hak ve yurttaşlık kavramlarından yola çıkılmalı.

Ayrıca bunu devletin bir sorumluluğu ve görevi olarak belirleyerek merkezi yönetim bütçesi aracılığıyla, ücretsiz eğitim ve sağlık ve sübvansiyonlu gıda sunumu gibi herkese sunum biçimindeki kamusal hizmetleri artırarak yapmak gerekiyor.

YAŞANABİLİR BİR SOSYAL ÜCRET GEREKLİ

Bu yüzden de öncelikli olarak (asgari ücretin belirlenme dönemi yaklaşırken ve Meclis’te vergi yasaları tartışılırken)  asgari ücret düzeyi (çalışan yoksulluğunu ve onların bakmakla yükümlü olduklarının geçimini sağlayabilmek için) işçi sendikalarının belirlediği 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırına (6,705 lira) (6) yükseltilmeli.

Bu ücretten her hangi bir gelir vergisi alınmamalı ve en alt dilime denk düşen gelir vergisi oranı da yüzde 5-10 arasına çekilmeli. Bunlar yapılırken emekçilere dönük ücretsiz kamusal hizmetler kısılmamalı, tersine daha da genişletilmeli.

Böyle bir “yaşanabilir ücret” düzenlemesi ile en azından çalışanların yoksulluğu önlenebilir, gelir eşitsizliği azaltılabilir, toplam talebin artmasıyla da ekonomik büyüme hızlanır, işçilerin borçlanma gereği azalır. Böyle bir ücretin istihdamı olumsuz etkilediği iddiaları ise kanıtlanabilmiş iddialar değil.

Yaşanabilir asgari ücret düzenlemesine ek olarak emek örgütlerinin iki önemli öneriyi daha tartışması gerekiyor. Bunlar;  Yurttaşlık Temel Geliri ve Kamu Garantili İstihdam Programları olarak bilinen dünyada da tartışılmakta olan programlar.

Bu programlar (eleştirilen programlar olsa da) yoksulluğun ve işsizliğin azaltılmasına yardımcı olabilecek nitelikteki programlar. Bu nedenle de bu yazı dizimizde bu önerileri değişik yönleriyle ele alıp değerlendireceğiz.

…gelecek yazı: Yurttaşlık  Temel Geliri (YTG)

DİP NOTLAR:

(1)  TÜİK, İşgücü İstatistikleri, Ağustos 2019, http://www.tuik.gov.tr  (15 Kasım 2019).
(2)  DİSK-AR, İşsizlik ve İstihdam Raporu (15 Kasım 2019), http://disk.org.tr (15 Kasım 2019).
(3)  Justin Dupre-Harbord, “Depressing depression: mental illness and work, http://insightsblog.oecdcode.org (10 July 10 2014).
(4)  BBC News, “Privatisation 'raised death rate”,  http://news.bbc.co.uk (15 January 2009).
(5)  Zsuzsanna Jakab,, “Reflections on the impact of the financial and economic crisis on health and health systems in the European Region”,  WHO Regional Director for Europe, http://www.euro.who.int (15 February 2013).
(6)  TÜRK-İŞ, Ekim 2019 Açlık ve Yoksulluk Sınırı, http://www.turkis.org.tr (15 Kasım 2019).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder