İNTİHARLAR,
İŞSİZLİK VE YOKSULLUK-
İşsizlik
ve yoksulluk sadece ekonomik değil, sosyal ve siyasal bir sorundur (1)
Mustafa
Durmuş
17
Kasım 2019
Bir yandan işsiz ve yoksul sayısı, diğer taraftan
bireysel ve toplu intiharlar giderek artıyor. Son bir ay içinde basına
yansıdığı kadarıyla, 3 aile toplu olarak
ve 5 kişi de bireysel olarak yaşadıkları ekonomik sıkıntıları gerekçe
göstererek intihar etti.
Bu arada TÜİK verilerine göre resmi işsiz sayısı 2019
yılı Ağustos döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 980 bin kişi artarak 4
milyon 650 bin kişi oldu. Tarım dışı işsizlik oranının 3,5 puanlık artış ile yüzde
16,7 olduğu tahmin ediliyor. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 6,6
puanlık artış ile yüzde 27,4 oldu.(1) DİSK ise gerçek işsiz sayısının 7,3
milyonu aştığını ileri sürüyor.(2)
İŞSİZLİK
VE YOKSULLUK ARTTIKÇA İNTİHARLAR ARTIYOR
Hiçbir objektifliği kalmamış bazı medya kuruluşlarının
yayın organlarında ileri sürülen komplo teorilerine itibar etmeyeceksek,
intiharların nedenlerini (özellikle de ekonomik kriz dönemlerinde), hızla artan
işsizlik ve yoksullukta aramamız ve bu tespite uygun çözümler üretmemiz
gerekiyor. Çünkü bunlar arasında hem teorik yönden güçlü bir ilişki var, hem de
pratikte bunlar aynı yönde hareket ediyorlar.
Ayrıca bu gelişimin yakın geçmişte dünyanın başka
ülkelerinde de yaşanmış olması bu tezimizi güçlendiriyor.
Öyle ki dünyada 2008 krizi
ile bağlantılı olarak (2013 yılına kadar) 5,000 yeni intihar vakası yaşandı.
Buna asıl neden olarak insanların kriz nedeniyle yaşam koşullarının kötüleşmesi,
ağırlaşması gösteriliyor. Örneğin 2008 - 2012 döneminde kriz içindeki Yunanistan’da
ortalama birinin ekonomik sıkıntılar yüzünden yaşam koşulunun yüzde 20, İtalya’da
yüzde 12 ve İspanya’da yüzde 10 düzeyinde kötüleştiği ileri sürülüyor. (3) Yani
insanlar işsizlik ve yoksulluk nedeniyle geçim sıkıntısı çekiyor. Bu da onları
mutsuz ediyor, bunalıma sürüklüyor.
British Medical Journal’e
göre, 2009 yılında 54 ülkede kriz bağlantılı intihar vakaları yüzde 3,3 arttı. Bu
oranlar işsizliğin çok daha fazla olduğu ülkelerde çok daha yüksek oldu. (4)
Bir diğer araştırmaya göre, (5) artan intihar
girişimleri, alkol zehirlenmesi, ülser ve ruhsal hastalıklarla, özelleştirmeler
sonrası ortaya çıkan işsizlik arasında güçlü bir ilişki var. İntihar girişimi
Yunanistan ve Latvia’da yüzde 17, İrlanda’da yüzde 13 arttı. Hastalıklara yakalanma
riski ikiye katlanırken, iyileşme imkânı
yüzde 60 azaldı.
İŞSİZLİK
SOSYAL BİR SORUN
Böylece işsizliği (ve son yıllarda iyice yaygınlaşan
esnek istihdamı), sadece mal ve hizmetlere olan talebi olumsuz olarak etkileyen
bir ekonomik sorun olarak ele almayıp, onun aynı zamanda sosyal ve siyasal bir
sorun olduğunu da görmemiz gerekiyor.
Yani hem işsizlik, hem de esnek istihdam koşullarında
çalıştırma tek tek işçiler için olduğu kadar, bir sınıf olarak işçi sınıfı için
de, toplumun geri kalan kısımları için de çok temel bir sorun.
Öyle ki işsizlik tekil olarak, borç batağına saplanma
ve alkole meyletme gibi davranış bozukluklarına neden olabiliyor. İşini,
gelirini yitirme, borçlarının ödenemeyeceği, çoluk çocuğun perişan edileceği
korkusu yaşanıyor. İşsizlik ve güvencesiz çalışma toplumdan soyutlanmak anlamına
geliyor, çünkü emeğin bu denli metalaştığı bir zamanda piyasa ile bağ
kuramadığında, işçinin varoluşu da tehlikeye giriyor.
Bunlar (reel sosyalizmin çöküşünden sonra
özelleştirmelerin uygulanmaya başladığı Rusya’da ve son yıllarda Yunanistan ve
Çin’de de görüldüğü gibi) Türkiye’de bireysel ve toplu intiharlar, cinnet hali
ve hane halkına dönük şiddet, kalp krizi, hipertansiyon, radikalleşme, hapis ve
psikolojik rahatsızlıklar biçiminde sonuçlanıyor.
İŞSİZLİK
SİYASAL BİR SORUN
Diğer taraftan, işsizler çalışanlar için de önemli bir
potansiyel tehdit oluşturuyor. Çünkü işsizlik, tıpkı emek sömürüsü, işverene bağımlılık
ve güvencesizlik gibi işçinin özgüvenini ortadan kaldırıyor, mücadele gücünü
zayıflatıyor, onu kolayca manipüle edilebilir ve adeta utandırılır bir hale
dönüştürüyor.
İşsiz kitlelerin gerici, faşist hareketlerin
güçlenmesinde ne denli etkili oldukları ve adeta bu yapıların yedek militan
ordusu haline geldikleri, hem geçtiğimiz yüzyılda yaşandı, hem de bu yüzyılda
gözlemleniyor.
Bu yüzden de emekten yana siyasal partilerin,
sendikaların ve toplumsal hareketlerin şimdiden, ekonomik olduğu kadar ciddi bir sosyal ve
siyasal soruna dönüşen işsizliği ve yoksulluğu önlemeye, azaltmaya ve ortadan
kaldırmaya, aynı zamanda da işçi sınıfı içinde dayanışmayı güçlendirmeye dönük
somut önerilerinin ve politikalarının olması gerekiyor.
Bunun için emek örgütlerinin asgari ücretin
yükseltilmesi, vergi dışı tutulması ve temel –zaruri mal ve hizmetlerden alınan
dolaylı vergilerin sıfıra düşürülmesi, devlet bütçesinin istihdam yaratmak için
kullanılması ve İşsizlik Sigortası Fonu’nun kaynaklarının sadece işsizler için
ve yeterince kullanılması gibi talepleri çok yerinde talepler.
Yoksullukla mücadele konusunda ise gönüllü yardım
severlik ya da hayırseverlik üzerinden, seçili yoksullara gıda, kömür ya da
gelir yardımı yapmak yerine sosyal politikaların kilit konuları olan ihtiyaç,
hak ve yurttaşlık kavramlarından yola çıkılmalı.
Ayrıca bunu devletin bir sorumluluğu ve görevi olarak
belirleyerek merkezi yönetim bütçesi aracılığıyla, ücretsiz eğitim ve sağlık ve
sübvansiyonlu gıda sunumu gibi herkese sunum biçimindeki kamusal hizmetleri
artırarak yapmak gerekiyor.
YAŞANABİLİR
BİR SOSYAL ÜCRET GEREKLİ
Bu yüzden de öncelikli olarak (asgari ücretin
belirlenme dönemi yaklaşırken ve Meclis’te vergi yasaları tartışılırken) asgari ücret düzeyi (çalışan yoksulluğunu ve
onların bakmakla yükümlü olduklarının geçimini sağlayabilmek için) işçi
sendikalarının belirlediği 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırına (6,705 lira)
(6) yükseltilmeli.
Bu ücretten her hangi bir gelir vergisi alınmamalı ve
en alt dilime denk düşen gelir vergisi oranı da yüzde 5-10 arasına çekilmeli.
Bunlar yapılırken emekçilere dönük ücretsiz kamusal hizmetler kısılmamalı, tersine
daha da genişletilmeli.
Böyle bir “yaşanabilir ücret” düzenlemesi ile en
azından çalışanların yoksulluğu önlenebilir, gelir eşitsizliği azaltılabilir,
toplam talebin artmasıyla da ekonomik büyüme hızlanır, işçilerin borçlanma
gereği azalır. Böyle bir ücretin istihdamı olumsuz etkilediği iddiaları ise
kanıtlanabilmiş iddialar değil.
Yaşanabilir asgari ücret düzenlemesine ek olarak emek
örgütlerinin iki önemli öneriyi daha tartışması gerekiyor. Bunlar; Yurttaşlık Temel Geliri ve Kamu Garantili
İstihdam Programları olarak bilinen dünyada da tartışılmakta olan programlar.
Bu programlar (eleştirilen programlar olsa da) yoksulluğun
ve işsizliğin azaltılmasına yardımcı olabilecek nitelikteki programlar. Bu
nedenle de bu yazı dizimizde bu önerileri değişik yönleriyle ele alıp değerlendireceğiz.
…gelecek yazı: Yurttaşlık Temel Geliri (YTG)
DİP
NOTLAR:
(1) TÜİK,
İşgücü İstatistikleri, Ağustos 2019,
http://www.tuik.gov.tr (15 Kasım 2019).
(2) DİSK-AR,
İşsizlik ve İstihdam Raporu (15 Kasım
2019), http://disk.org.tr (15 Kasım 2019).
(3) Justin
Dupre-Harbord, “Depressing depression: mental illness and work, http://insightsblog.oecdcode.org
(10 July 10 2014).
(4) BBC
News, “Privatisation 'raised death rate”,
http://news.bbc.co.uk (15
January 2009).
(5) Zsuzsanna
Jakab,, “Reflections on the impact of the financial and economic crisis on
health and health systems in the European Region”, WHO Regional Director for Europe, http://www.euro.who.int (15 February 2013).
(6) TÜRK-İŞ,
Ekim 2019 Açlık ve Yoksulluk Sınırı, http://www.turkis.org.tr
(15 Kasım 2019).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder