EVRENSEL
GELİR VE KAMU GARANTİLİ İSTİHDAM ZAMANI
Mustafa
Durmuş
7 Haziran 2020
Birleşik Krallık Avrupa’da sosyal refah devleti
uygulamalarını ilk başlatan ülkelerden biri. 1942 yılında W. Beveridge
tarafından hazırlanan ve tarihe “Beveridge Raporu” olarak da geçen bir rapora
dayanılarak, savaşın bitimiyle birlikte ülkede başta işsizlik yardımı, kamucu
sosyal güvenlik sistemi, aile yardımı ve kamucu sağlık sisteminin (NHS)
kurulması yönünde atımlar atıldı.
Böyle bir dönüşümde genel olarak; İkinci Dünya
Savaşı sonrasında hızla yükselişe geçen ekonomi, artan kârlılık ve verimlilik
etkili olduğu kadar, dünyanın üçte birinde sosyalist sistemlerin kurulması ve
bunun Avrupa işçi sınıfı üzerindeki uyarıcı etkisi de önemli bir faktör oldu.
Neo-liberalizm
sosyal devleti aşındırdı
Ancak sosyal refah devleti uygulamaları 1979 yılında
M. Thatcher’in başbakan olmasıyla birlikte tersine dönmeye başladı. Toplum
olmak yerine birey olmayı öne çıkartan ve piyasaların tam üstünlüğünü ve serbestliğini
savunan Thatcher ile başlayan bu neo-liberal dönemde hayata geçirilen
özelleştirmeler, finansal de-regülasyonlar ve taşeronlaştırma ile sosyal refah
devleti uygulamaları giderek ortadan kaldırıldı. Bu dönem aynı zamanda işçi
sendikalarının güçlerinin önemli ölçüde azaltıldığı, toplumsal ve siyasal
yapıda da sınıfsal güç dengesinin iyice sermaye sınıflarından yana olmak üzere
radikal bir biçimde kayma yaşadığı bir dönem oldu.
2008 finansal krizi ise neo-liberal uygulamaların
derinleştirilmesinde bir fırsat olarak görüldü ve kriz sonrasında
piyasalaştırma, özelleştirme ve ticarileştirme had safhaya çıktı. Bütün bu 40
yıllık dönemin sonucunda ülkede işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk
hızla arttı.
Covid-19
sistemin sorunlarını açığa çıkarttı
Covid-19 ya da Koronavirüs olarak anılan salgın, bir
yandan giderek ortadan kaldırılmış olan Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) ile
birlikte sağlık alt yapısının büyük ölçüde yok edildiğini, diğer yandan 1929
Büyük Depresyonundan bu yana yaşanan en büyük işsizlik ve yoksulluk sorununu ortaya
çıkardı.
Diğer yandan tarih sosyal refah devleti uygulamaları
gibi radikal değişimlerin ya İspanyol
Gribi salgınında olduğu gibi büyük salgınların ya da Büyük Depresyon sonrasında
olduğu gibi ekonomik krizlerin ve ardından gelen büyük savaşların ardından
gündeme getirildiğini gösteriyor.
Bu olgu da, Korona salgını sonrasında işsizlik ve
yoksulluğun daha da artmakta olduğu gerçeğinden hareketle, sosyal refah devleti uygulamalarının gözden
geçirilerek yenilenip güçlendirilmesinin gereğini önümüze koyuyor.
İşsizlik
tarihsel zirvede
Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından
yayınlanan The Monitor’a göre (1), bu
yılın ilk çeyreğinde dünyada çalışılan saat kaybı yüzde 4,8 (135 milyon yeni
işsiz) olurken, ikinci çeyrekte 305
milyon yeni işsiz ortaya çıktı. Merkez ekonomilerdeki çalışılan saat kaybı
yüzde 13 civarında oldu. Dünyada her 6 gençten 1’i Koronavirüs nedeniyle işsiz
kaldı, çalışmayı sürdürebilenlerin çalışma saatleri ise yüzde 23 oranında
azaldı. Bu gelişmeden genç kadın işçiler çok daha fazla etkilendiler. Korona
gençlerin sadece istihdamını değil, eğitimlerini, işyerindeki eğitimlerini ve
işgücü piyasasına girişlerini de olumsuz etkiledi.
Birleşik Krallık’ta (BK) salgının ilk üç ayında
resmi işsiz sayısı 50,000 artarak 1,35 milyona yükseldi. Aslında bu rakam daha
yüksek olmalı. Çünkü Resmi İstatistik Bürosu’nun verilerini haberleştiren The Independent
Gazetesine göre, devletten gelir desteği alanlar (ücretlerinin yüzde 80’i
oranında) işsiz sayılmıyor. Ayrıca bu dönemde toplam çalışılan saatlerde ciddi
bir azalma var. İşsizlik yardımı başvuruları 1996 yılından bu yana ilk kez
zirve yaparak 2,1 milyona çıkarken, sadece Nisan ayındaki yeni başvuru sayısı
856.000 oldu. Bu arada Hazine Bakanı Sunak, önlemlerin gevşetilmesine rağmen
ülke ekonomisinin toparlanmasının uzun zaman alacağını ileri sürdü.(2) Yani beklendiği
gibi ekonomide “V” biçiminde bir
toparlanma olmayacak.
Kamu oyu ile paylaşılan bir rapor ise işçiler için çok
daha karamsar bir tablo sergiliyor. Öyle
ki CIPD ve the Adecco Group’un son işgücü piyasası
raporuna göre (3); Birleşik
Krallık’taki işverenlerin beşte birinden fazlası önümüzdeki 3 ay içinde işçi
çıkartacaklar. Birçoğu ise işçi çıkarmayı; ücretleri dondurarak, işe alımları
durdurarak, hükümetin ücretli zorunlu izin imkânından yararlanarak ve işçilerin
sosyal ödemelerini kısarak savuşturdular. Rapor özel sektör işverenlerinin
yüzde 42’sinin ve ülkedeki tüm işverenlerin yarısından fazlasının ücretleri
dondurmayı planladıklarını, hatırı sayılan bir kesimininse ücret ve diğer
ödemelerde kesintiye gideceklerini ortaya koyuyor.
Birleşik Krallık, Korona salgınından en
fazla etkilenen ülkelerin başında geliyor. İlk ortaya çıktığında salgının Hükümet
tarafından yeterince ciddiye alınmaması, başlarda uygulanan “sürü bağışıklığı”
stratejisi ve son 40 yıldır ağır tahribata uğratılan sağlık sistemi nedeniyle,
salgın hem sağlık, hem de ekonomik sonuçlar itibarıyla ülkeyi ciddi anlamda
vurdu. Dünyada olduğu gibi ülkede de ekonomi kapatıldı. Eğer ikinci bir salgın
dalgası olursa (ki bu hayli muhtemel) bu ekonominin tekrar kapatılmasıyla
sonuçlanacak, bu da mevcut işsizliği
kalıcı hale getirirken, yoksulluğu da daha da artıracaktır.
Böyle bir durumun “Yeni Normal” olarak kabul edilmesi
gerektiğini söyleyen bazı yazarlar, bu durumda işsiz ve yoksullara yapılan
yardımların kalıcı hale getirilerek bunun bir Yurttaşlık Temel Geliri
uygulamasına dönüştürülmesinin kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyorlar.(4)
Salgın yoksulları daha da
yoksullaştıracak
IMF tarafından
yürütülen bir ankete göre, Salgın Büyük Depresyon’dan bu yana görülen en büyük
felaket olarak değerlendiriliyor. Öyle ki 2020 yılında dünya ekonomisi yüzde (eksi)
3’lük bir küçülme yaşayacak. Kuşkusuz bu işsizliği olduğu kadar yoksulluğu da
artıracak.
“Dahası salgın yoksullara çok daha ağır bir fatura
ödetecek. Onlar diğerlerine göre birkaç kat daha kötü duruma düşecekler.
Nitekim bir grup ünlü ekonomist salgının gelir dağılımının kısmen düşük
becerili işçiler üzerindeki orantısız etkisinden dolayı çok daha kötüleşeceğine
inanıyor. Onlara göre salgın hem gelir dağlımı eşitsizliğini artırdı, hem de
iyi eğitimli işçiler üzerinde çok fazla etkide bulunmasa da, çok temel bir
eğitimle sınırlı işçilerin iş bulma imkânlarını iyice daralttı”. (5)
Resmi
istatistikler Korona salgını öncesinde Birleşik Krallık’ta hem göreli, hem de
mutlak anlamda ciddi bir yoksulluk olduğunu gösteriyor. Korona ile birlikte
artan işsizlik ise bu yoksulluğu daha artıracaktır.
Yoksulluk tanımına göre, ortanca hane halkı gelirinin yüzde 60’ından daha az
gelir elde edenler “göreli yoksul”, böyle bir geliri enflasyondan arındırılmış
olarak elde edenlerse “mutlak yoksul” sayılıyorlar. Buna göre Birleşik
Krallık’ta 2018/19 döneminde, konut için yapılan ödemeler dâhil
edilmediğinde 11 milyon (nüfusun yüzde 17’si), konut ödemeleri dahil
edildiğinde ise 14,5 milyon (nüfusun yüzde 22’si) göreli yoksul mevcut. Kabaca
ülkedeki her 5 kişiden 1’i yoksul. Ülkedeki yoksulluk altında yaşayan
çocukların sayısı ise 4,2 milyon (çocuk nüfusunun yüzde 30’u). Yani ülkede
neredeyse her 3 çocuktan 1’i yoksulluk çekiyor. (6)
Korona sonrası açlık kapıda
İşsizlik ve yoksulluğun yanı sıra ürkütücü diğer bir diğer sorun kuşkusuz
açlık. Bazı bilimsel hesaplamalara göre dünyada 1,5 - 2,5 milyar insan
Koronavirüs öncesinde açlık çekiyor ya da yetersiz besleniyordu.(7) Bu sayının
Korona salgını sonrasında daha da artacağını kestirmek zor değil. Nitekim
Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı, eğer acil olarak önlem
alınmaz ve yeterince fonlama yapılmazsa Covid-19 salgınının günde 300,000
insanın açlıktan ölümüne neden olacağını ve birkaç ay içinde 130 milyon insanın
daha açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını açıkladı. (8)
İşsizlik ve
yoksulluk neden var?
İşsizliğin ve yoksulluğun nedenlerini sistemik
faktörler dışında; aylaklık, küreselleşme-teknolojik değişimler, krizler gibi
faktörlerle açıklayan görüşler olduğu kadar, bunların kapitalist sistemin
kaçınılmaz sonuçları olduğunu, kapitalist sistemin başarısızlığının
göstergeleri olduğunu (9) ileri süren radikal görüşler de mevcut.
19.Yüzyılda Marx Kapital’de işsizliğin, “Yedek Sanayi
Ordusu” kavramı altında, kapitalist sistem tarafından üretilen bir sorun olduğu
kadar, emekçi kitleleri disiplin altına almaya yarayan bir işlevinin
bulunduğunu ileri sürmüştü. 20.Yüzyılda ise Kalecki sermaye sınıfı
açısından kârdan ziyade işyerlerindeki işçi disiplini ve politik istikrarın
daha önemli olduğunu, onların sınıfsal içgüdüleri açısından tam istihdamı
sürdürmenin çok anlamlı olmadığını, yani işsizliğin normal bir kapitalist
sistemin zorunlu bir parçası olduğunu söylemiş ve buna karşı 1943 yılında “EvrenselTemel
Gelir” (UBI) uygulamasını savunmuştu.
Evrensel Temel Gelir (UBI)
Korona salgını öncesinde Britanyalı bir akademisyen bir kitabında (10), küresel
istihdamın yapısının dramatik bir biçimde değişeceğini, önümüzdeki onlu
yıllarda dünyanın Güneyindeki işlerin yüzde 60’ının otomasyon yüzünden ortadan
kalkacağını, robotların insanların yerini alacağını, bu olduğunda insanların
yaşam standardında ciddi bir düşüş ortaya çıkacağını, bir insanlık krizi ortaya
çıkabileceğini, mevcut işlerimizde yoksulluğu azaltmamızın mümkün olamayacağını,
alternatif yollar bulmak zorunda olduğumuzu, bunun bir yolunun küresel çapta
herkese koşulsuz olarak asgari bir gelir sunmak olduğunu ileri sürmüştü.
Yazara
göre, böyle bir gelirin kaynağı küresel çapta bir fon oluşturarak sağlanabilir.
Bu fona önce müşterek varlıklarımızın (petrol gibi) gelirleri, ardından toprak
değerleme vergisi, kirletme vergisi, entelektüel mülkiyet gelirleri vergisi,
Tobin Vergisi gibi finansal spekülasyon gelirleri vergisi gelirleri
akıtılabilir.
Nitekim Londra’da yerleşik bir kuruluş olan World
Basic Income bu şekilde her yıl 3 trilyon dolar gelir yaratılacağını ve bunun
yeryüzündeki her insana ilave günde 1 dolar gelir sağlayacağını
hesaplıyor. Bu özellikle de yoksul Güney
ülkelerindeki yoksulluğun azaltılmasında çok önemli bir rol oynayabilir(11).
Böyle bir uygulamanın istihdamı olumsuz
etkileyeceği, aylaklığı artıracağı yönündeki eleştirilerse böyle bir programı
uygulamış olan Finlandiya Hükümetince hazırlanan bir raporla (12) çürütülüyor.
Çünkü bu rapora göre; 2017-2018
yıllarında 2 yıl boyunca, 25-58 yaş aralığındaki 2 bin kişiye düzenli olarak
aylık 560 avronun verildiği bu program istihdamı azaltmadığı gibi (küçük çapta
da olsa) istihdama olumlu katkısı oldu, işsizler ekonomik güvenceleri olduğuna
inanmaya başladılar. Programın işsizlerin moralleri ve ruh sağlığı üzerinde
olumlu etkileri olduğu görüldü.
“Kamu Tarafından Garantilenmiş İstihdam” Programı
İşsizliği (dolayısıyla da
yoksulluğun asıl kaynaklarından birini) azaltacak olan diğer program ise kamu
tarafından garantilenmiş istihdam programı. Bu program yaşanabilir düzeyde
ücretle çalışmaya razı, ama iş bulamayan herkese istihdam olanağı sunan, açık
uçlu bir kamusal istihdam programı. Böyle bir program altında devlet, işsizleri
doğrudan kendi ya da yerel yönetimlerin sorumluluğu ve eliyle yürüteceği
projelerde istihdam ediyor.
Günümüzdeki devlet yapılarının daha çok gücü
konsolide eden, aşırı merkeziyetçi yapılar haline dönüştüğü gerçeğinden
hareketle, böyle istihdam programlarının finansmanının merkezi devlet
tarafından (Bütçe ya da Merkez Bankası finansmanı aracılığıyla) ama
uygulamasının güçlendirilmiş yerel yönetimler ve belediyeler tarafından (hatta
işçi kooperatifleri tarafından) yürütülmesi gerektiği savunuluyor.
Programın ana tezi “devletin yaşanabilir-temel bir
ücret düzeyinde çalışmaya razı ve çalışabilecek durumda olan herkese iş
vermesi” olsa da (13), programın bazı belirgin hedefleri şöyle sıralanıyor: Tam
istihdam sağlamak, asgari yaşanabilir bir ücret sunmak ve bunu sosyal ücret
harcama destekleri (zorunlu ücretsiz eğitim, sağlık, çocuk yardımı gibi), aile
yardımları ve işsizlik yardımları gibi devlet yardımlarıyla desteklemek. (14)
Sonuç olarak, “Evrensel Temel Gelir” önerisi çalışsa
da, çalışmasa da her yurttaşa yaşamını
sürdürebilmek için devlet tarafından düzenli bir gelir sağlanması programı iken,
Kamu Garantili İstihdam Programı sadece çalışmak isteyenlere benzer bir
ödemenin yapılmasını öngören bir program. Ancak her ikisi de (özellikle de
Korona salgını sonrasında artan) işsizlik ve yoksullukla mücadelede ihmal
edilemeyecek iki önemli araç.
Her iki programın da gündeme getirilmesinin (işsizliği,
yoksulluğu ve bunlardan kaynaklanan sosyal sorunları azaltma hedefinin yanı
sıra) bir nedeni robotlar ve yapay zekânın etkili olacağı gelecekte istihdam
biçimlerinin bugünden çok farklı olacağı, bu nedenle de bazı mesleklerin
ortadan kalkarak birçok insanın işsiz kalacağı ve yoksullaşacağı öngörüsü. (15)
Böyle bir durumda garantili istihdam ya da
yurttaşlık geliri altında herkesin belli bir gelirinin olmasının, onların
yoksullaşmasını önleyeceği gibi, bu gelirlerin harcanmasının yaratacağı talep
etkisiyle içermeci bir büyümeye hizmet edeceği de ileri sürülebilir.
Özellikle de Kamu Tarafından Garanti Edilmiş
İstihdam Programlarının makroekonomik istikrarı sağladığı, finansal
kırılganlığın artmasını önlediği, özel sektördeki sermaye birikimi açığını
kapatarak ekonomik büyümeyi hızlandırdığı ve enflasyona neden olmaksızın
işsizliği ortadan kaldırdığı, bu yüzden de neden olabileceği mali yükün,
sağlayacağı sosyal fayda ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği ileri
sürülüyor. (16)
Ayrıca her ne kadar esasta istihdam yaratmaya dönük
bir program olsa da, kamu yararını geliştirmeye, sosyal barışı tesis etmeye,
çalışma koşullarını iyileştirmeye, gündelik yaşamları ilerletmeye hizmet ettiği
kabul ediliyor. (17)
Her iki programın (eksik yanları dikkate alınarak)
birbirinin tamamlayıcı olarak ele alınması daha uygun olabilir. Yani iki
program birbirine alternatif olarak düşünülmemeli, birlikte uygulanmalıdır.
Çünkü işi olsun ya da olması herkesin saygın bir yaşam sürme hakkı olduğu gibi,
insanların onurlarına uygun bir biçimde istihdam edilmeleri gerekir.
Ancak bu iki program da, sosyal refah devleti
dönemindeki gibi nitelikli, ücretsiz, kalıcı kamusal hizmetlerin varlığı,
bunların daha da geliştirilmesiyle gerçek anlamda işsizliği, yoksulluğu
azaltıp, toplumsal refahı bir bütün olarak artırabilir.
Dip Notlar:
(1) ILO
Monitor: COVID-19 and the world of work, Fourth edition, https://www.ilo.org (27
May 2020).
(2) https://www.independent.co.uk/news/business/coronavirus-uk-employment-furlough-workers-covid-19-ons-a
(1
June 2020).
(3) “Hiring
and pay intentions have tumbled but furlough scheme has helped prevent
large-scale job cuts, new research shows”, https://www.cipd.co.uk/about/media/press/hiring-pay-intentions-tumble
(18 May 2020).
(4) Chief Economic Advisor at Allianz,
“The New Normal”, https://www.brinknews.com/this-is-the-new-normal-mohamed-el-erians-predictions-for-the-global-economy (25 May 2020).
(5) Davide Furceri, Prakash Loungani, Jonathan D. Ostry, “How Pandemics Leave the Poor Even Further Behind”, https://blogs.imf.org (11 May 2020).
(6) Poverty in the
UK: statistics, https://commonslibrary.parliament.uk/research-briefings (29 May
2020).
(7) Jason
Hickel, The Divide-A Brief Guide to
Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 46.
(8) World Food Programme warns: COVID-19 pandemic will cause
“famines of biblical proportions”, https://www.wsws.org (23 April 2020).
(9) Richard D.
Wolff, “Mass
Unemployment Is a Failure of Capitalism”, https://www.nakedcapitalism.com (9 May 2020)
(10)
Hickel, agk., s. 269-270.
(11)
Agk.
(12)
Andrea Germanos, “After
'Encouraging' Results From Finnish UBI Experiment, Experts Say the Time for
Such a Bold Idea Is Now”, https://www.commondreams.org (6 May 2020).
(13)
Scott
T. Fullwiler, “The Costs and Benefits of a Job Guarantee: Estimates from a
Multi-Country Econometric Model”, (May 2012).
(14)
Bill
Mitchell, “What is a Job Guarantee?, - Modern Monetary Theory”, http://bilbo.economicoutlook.net/blog
(4 May 2013).
(15)
International
Federation of Robotics, Frankfurt, https://ifr.org/.World’den aktaran World
Bank, World Development Report 2019:
TheChanging Nature of Work,Working Draft (20 April 2018)
(16)
Fullwiler, agm.
(17)
Pavlina R. Tcherneva, “The Job Guarantee,
Design, Jobs, and Implementation”, http://www.levyinstitute.org,
Working Paper No. 902, (April 2018).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder