SÜRÜ
BAĞIŞIKLIĞI STRATEJİSİNİN EKONOMİ POLİTİĞİ
Mustafa
Durmuş
23
Haziran 2020
Covid-19 pandemisi ile mücadelede sürü bağışıklığı
stratejisinin doğru bir strateji olmadığı bilimsel araştırmalarla olduğu kadar,
ortaya çıkan sonuçlarla da görülüyor. Dünya Sağlık Örgütü ve bilim kurulları da
bu yönde görüş belirtiyor. O halde bazı ülkeler (resmi olarak adını böyle
koymasalar da) neden bu stratejiyi uygulamakta
ısrar ediyorlar? Sırasıyla bu nedenleri ele alalım.
Sağlıktaki
çöküşü gizlemek ihtiyacı
Bu stratejinin uygulanmasının nedenlerinden biri son
30-40 yıldır neo-liberalizmin ülkelerin sağlık alt yapısını çökertmiş olması.
Çünkü başta İngiltere ve Hollanda gibi ülkeler olmak üzere, birçok ülkede
siyasal iktidarlar yıllardır sermayenin çıkarlarını toplumun ihtiyaçlarının üzerinde tuttular ve kamusal
sağlık yatırımları için yeterince kaynak ayırmadılar, sağlık harcamalarını da yeterince
fonlamadılar.
Bu salgın ile birlikte birçok ülkedeki sağlık
hizmetlerinin (yüksek maliyetler nedeniyle yeterince kaynak ayrılmayan özellikle
de yoğun bakım hizmetlerinin) ihtiyacın çok gerisinde olduğu belirlendi. Salgın
sonrasında hastanelere yığılma söz konusu olduğunda sağlık alt yapısının ne
denli yetersiz olduğu görüldü. Örnek olarak, refah devleti döneminin en iyi
sağlık sistemine sahip olduğu düşünülen Britanya’da 100,000 kişiye sadece 6,6;
Hollanda’da 6,4 ve İsveç’te ise 5,8 yoğun bakım yatağı düştüğü ortaya çıktı (1)
Böylece sürü bağışıklığı stratejisi ile hükümetlerin
ve sağlık sisteminin yetersizliğinden kaynaklanan başarısızlığın faturası virüse
ve “önlem almayan” bireylere kesiliyor.
Çünkü bu stratejinin ardındaki fikriyat (tıpkı yoksullara
neden yoksul olduklarını açıklarken onları tembel olmakla suçlamak gibi),
hastaları kendi almaları gereken önlemleri almamakla suçlayan bir bakış açısına
sahip. Büyük medyanın bu yöndeki dezenformasyonu sayesinde hem sağlıktaki
özelleştirmeler, hem de bunların yürütücüleri olan siyasal iktidarlar
sorumluluktan kurtulmuş oluyor.
Şehir
hastaneleri Koronavirüs için mi yapıldı?
Bu noktada Türkiye’ye ayrı bir paragraf açmak
gerekiyor. Çünkü salgınla mücadelede kendini en başarılı yönetimler
sıralamasında en başlara koyan siyasal iktidar (ülkede yoğun bakım yatak sayısının
Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça yüksek olduğundan söz ederek) şehir
hastaneleri konusundaki tercihlerinin ne denli haklı olduğunu anlatıyor.
Gerçekten de resmi verilere göre, Türkiye’de 2018
yılı itibariyle 39,098 yoğun bakım yatak ünitesi var. (2) Bu her 100,000 kişiye
40’a yakın yatak düştüğü anlamına gelir ki bu da Avrupa’daki en yüksek sayı
demek. Ancak yoğun bakım yatak sayısının
20’yi aşkın şehir hastanesinin yapımıyla birlikte son 8 yılda arttığı da bir
gerçek.
Yani siyasal iktidar Korona gibi bir salgını
öngördüğünden bu yoğun bakım yatak sayısını artırmadı. Bu proje Hazineye
(dolayısıyla da bizlere) önümüzdeki 25 yıl boyunca hastane işletmecilerine 142,4
milyar dolarlık bir geri ödeme yükümlüğü (3) getiren ve bu arada ülkenin belli
başlı sermaye gruplarını kayırıcı bir biçimde zenginleştiren bir rant projesi.
Yapılan iş salgınla birlikte bu hastanelerin salgınla mücadele için
kullanılmalarından ibaret.
Ortada
hala aşı yok
Bir diğer neden salgının 2 yıl daha devam
edebileceği, bu arada ikinci, hatta üçüncü salgın dalgasının da söz konusu
olabileceği, (4) buna karşılık (hastaların tedavisinde kullanılan bazı
ilaçların üretilmesinin dışında), virüse karşı bir aşının hala geliştirilememiş
olması.
Bu da (aşı geliştirilinceye kadar insanları eve
kapatmak artık sosyal ve ekonomik olarak zor olacağından) özellikle de
neo-liberal hükümetleri insanları sokaklara çıkartarak bağışıklık kazanmalarını
öngören, ancak bilimsel olarak da kanıtlanmamış, üstelik etik olarak da kabul
edilemeyecek bir stratejiyi uygulamaya yöneltiyor.
Bilim
insanları şu ana kadar görülen 7 Koronavirüse karşı başarılı bir aşı
geliştiremediler. Ebolavirüse karşı geliştirilen aşı ise 7 yıl gibi uzun bir zaman
aldı. Yani ileri sürüldüğü gibi 18 ay içinde Koronavirüs aşısının bulunması çok
düşük bir ihtimal. (5)
Mutasyona uğramakta olan bir virüse karşı aşı
geliştirmenin teknik zorlukları bir yana, kapitalist devletlerarasındaki aşıyı
ilk kullanan olma konusundaki rekabet de, aşı bulunsa dahi azgelişmiş dünyanın
bundan çok sınırlı bir fayda sağlayacağını gösteriyor.
Aşı
milliyetçiliği
Öncelikle küresel
ilaç sektörü tam bir oligopol piyasası biçiminde faaliyet gösteriyor. Böylece aşı üretme faaliyetleri de çok az
sayıda gelişkin ülke ve çok az sayıda ilaç firmasınca yürütülüyor.
Örnek vermek
gerekirse, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, aşıların yaklaşık üçte biri sayıları
4’ten az firma tarafından üretilirken, üçte ikisinin sadece 2 onaylanmış ürünü
bulunuyor. Şu anda dünyada 100’den fazla Covid-19 aşı üretme projesi yürüyor ve
bunlardan 8 tanesinin umut verici bir aşamaya geldiği ileri sürülüyor. Ancak
sorun, aşıya hangi ülkelerin erişebileceği ya da erişemeyeceği sorunu. Zira arz
yoğun talebi karşılamaya yetmeyecek. UNCTAD
yatırım direktörüne göre, bu durumda üretim faaliyetinde bulunmayan azgelişmiş
ülkelerin halkları da aşıdan mahrum kalacaklar. (6)
Ayrıca aşı geliştirme kapasitesine sahip ülkeler işbirliği
halinde çalışıp küresel bir strateji geliştirmek yerine “benim ulusumun
ihtiyacı önce gelir” gibi bir yaklaşımla hareket ediyorlar.
Örneğin ABD’li Sanofi’ye göre en büyük serum sipariş hakkı ABD’nin olmalı. Serum
Institute of India’ya göre serum önce Hintlilere uygulanacak. Britanyalı Astra
Zeneca’ya göre ise üretilen ilk 30 milyon doz Britanya’da kullanılacak. ABD ise
bu üretimin ilk 300 milyon dozunun Ekim’e kadar kendilerine verilmesi
gerektiğini ileri sürüyor. 2009 yılında H1N1 virüsü (Domuz Gribi) aşısı 7 ayda üretildi (bu aşamaya kadar 284
bin kişi öldü). Zengin ülkeler aşının çok büyük bir kısmını alınca yoksullara
geriye bir şey kalmadı. Bu tutum etik olarak da, hastalığı küresel
olarak geriletmek anlamında da yanlış bir tutum. Çünkü bazı ülkeler aşıyı geç elde ettiğinde,
salgın yaygın bir biçimde bu ülkeleri etkileyecek, küresel arz zincirini
bozacak ve ekonomiler sıkıntıya girecekler.
(7)
Sürü
stratejisinin politik ve ideolojik arka planı
ABD gibi ülkelerde sürü
stratejisini uygulamanın nedenlerinden biri (büyük sermaye gruplarının kârlarını
realize etmek ihtiyacının yanı sıra),Trump’ın yaklaşmakta olan başkanlık
seçimlerine ekonomiyi toparlayarak girmek istemesi. Çünkü piyasalara verilen
trilyonlarca dolarlık teşvike rağmen bu ülkede işsiz sayısı tarihsel bir zirve
yaparak 46 milyona yaklaştı. (8) İşsizliğin yanı sıra ekonomideki görülmemiş
daralma ve borsalardaki iniş çıkışlar Trump’ın yeniden seçilme şansını
azaltıyor.
Türkiye gibi, bir yandan
neredeyse hiçbir sosyal ve ekonomik soruna, işsizliğe, yoksulluğa,
adaletsizliklere çözüm üretemezken, diğer yandan giderek otoriterleşen ülkelerdeki
yönetimler de daha fazla taban kaybına uğramamak için başarılı bir “normalleşme”
görüntüsü sergilemek zorundalar.
Bunun yollarından biri
sürü bağışıklığı ile insanların sokaklara çıkmasını sağlamak. Vaka sayılarında
bir patlama yaşandığında ise bunun sorumluluğunu “kendi önlemini almayan, maske
takmayan, fiziki mesafe kuralına uymayan” bireylere yüklemek bu stratejinin gereği
oluyor.
Sürü bağışıklığı
stratejisi ideolojik köklerini neo-liberal ideolojiden alır ki neo-liberalizmin
genel olarak bir toplum ve özellikle de emekçi karşıtı bir ideoloji olduğu
artık iyice ortaya çıkmış bulunuyor. Bu ideolojiye dayanılarak son 30-40
yıldır, başta sağlık hizmetleri olmak üzere kamusal hizmetlerin alt yapısı iyice
çökertildi. (9)
Piyasaları toplumun, kârı insan sağlığının üzerinde
tutan neo-liberalizm öyle bir ideolojidir ki insanların aklını köleleştirerek,
yoksulluğun, işsizliğin, güvencesizliğin (dolayısıyla da hastalanmanın)
nedeninin insanların kendi hataları olduğuna onları inandırır.
Epidemiyolojik
neo-liberalizm
Bu bağlamda sürü bağışıklığı epidemiyolojideki
neo-liberalizmin adı, ya da somut bir uygulamasıdır. Tıpkı serbest piyasalara olan
koşulsuz inancın gereği gibi, sürü bağışıklığı da salgınla en iyi mücadelenin
onu serbest bırakmak, düzenlememek olduğu inancına dayanır. Bu yıllardır dünyayı yöneten politik aklın
bir devamı, yani “bırakınız yapsınlarcı” bir Sosyal Darwinizm’dir. Öyle ki denetimsiz
piyasalara iman edenler, salgının kontrol edilmeden geçeceğine de inanırlar (bu
salgın geniş kitleleri öldürse bile). Bu yüzden de ekonomik olarak zarar veren
kapanma stratejisi karşısında sokağa çıkmayı önermeleri onların politik aklına
uygun bir tercihtir. (10)
Diğer yandan sürü stratejisinin tıpkı neo-liberalizm
gibi, çok büyük bir kısmı çok kötü sosyo-ekonomik koşullara sahip bulunan
yoksullar, evsizler, mülteciler, yaşlılar, engelliler ve ciddi sağlık sorunları
olanlar gibi (yoksulluk ile hastalıklar arasındaki yüksek korelasyondan dolayı)
toplumun en korumasız kesimlerini ezen bir şiddet uygulamasına dönüşmesi
kaçınılmaz.
Nitekim
salgından ölenlerin sınıfsal konumları ve kimlikleri bu gerçeği her gün ortaya
çıkartıyor. Örneğin
ABD’de yürütülen bir araştırma (11) işçilerin, siyahilerin ve Latin Amerika
kökenlilerin daha yoğunluklu olarak yaşadıkları ve gelir dağılımı
eşitsizliğinin göreli olarak daha yüksek olduğu eyaletlerdeki vaka ve ölüm
sayılarının daha eşitlikçi eyaletlere göre çok daha yüksek olduğunu, gelir
dağılımı eşitsizliğini gösteren bir katsayı olan Gini endeksi büyüdükçe
Koronavirüsten ölen sayısının da
arttığını gösteriyor.
IMF bile,
salgının yoksullara çok daha ağır bir fatura ödeteceğinin, yoksulların toplumun diğer kesimlerine göre
birkaç kat daha kötü duruma düşeceğinin, gelir dağılımının daha da
kötüleşeceğinin, özellikle de eğitimsiz işçilerin artık çok zor iş bulacağının
altını çiziyor. (12)
Biyolojik savaş aracı
Sürü bağışıklığı sadece bilim dışı, emek karşıtı, bu
anlamda da toplumsal olarak kötü bir strateji değil, aynı zamanda da bir
biyolojik savaş aracı işlevi görüyor. Çünkü normalde yaşayabilecek birçok insan
bu strateji yüzünden ölüyor ve hükümetler bunlarla ilgili olarak her hangi bir sorumluluk
almıyor.
Bu öyle bir strateji ki bazılarınca (adeta Malthuscu bir
anlayışla) üretken bir kapitalist ekonominin önünde bir engel, hatta toplumsal
bir yük haline geldiği düşünülen; başta
yaşlılar olmak üzere, kronik hastalığı olanları, engellileri, diğer çalışamayacak
durumda olanları (dolayısıyla da artı değer yaratamayacak konumdakileri)
ortadan kaldırıyor. Yani neo-liberal bir yaklaşımla bir tür piyasa temizlenmesi
sağlıyor.
Sürü
bağışıklığının ekonomik nedenleri
Son olarak, bazı
ülkelerin sürü bağışıklığı stratejisine yönelmelerinin nedenini ekonomik
alandaki gelişmeler oluşturuyor. Çünkü Korona salgını 1929 krizinden dahi çok
daha derin bir ekonomik krize, iflaslara, sermaye yitimlerine, devasa
işsizliğe, yoksulluğa ve açlıkla sonuçlanabilecek bir gıda krizine neden oldu.
Monthly Review’da
yer alan bir makale bu krizin özgün yanını
şöyle özetliyor:
Bu krizde sermaye
sınıfı (şu ana kadarki krizlerde muhtelif yollarla zararını devlete ve işçi
sınıfına ödettirirdi) hala krizini tam olarak emekçinin krizine dönüştüremedi,
ama bunun için de her türlü çabayı gösteriyor. Binlerce fabrika kapandı,
zorunlu olmayan mal ve hizmetler birçok ülkede durduruldu. Hem patronlar, hem
da işçiler eş anlı olarak piyasalardan çekilip evlerine kapanmak zorunda
kaldılar. Bundan önceki hiçbir krizde kaynaklar (fiziksel ve finansal olarak)
bu çapta yok olmamıştı. Öyle ki ortada bir savaş durumu yok, krizi tetikleyen bir
borsa çöküşü gibi finansal çöküş mevcut değil. Tersine ekonomik çöküş total
olarak hissediliyor. Bu durum, var olabilmek için sömürmekten başka bir yol
bilmeyen bir küresel sistemde bu sömürünün gerçekleştirilemez olmasıyla
birlikte ortaya çıkan bir durum. (13)
Kapitalizmin
tarihinde büyük krizlerin daha önce de yaşandığı biliniyor. Ancak Korona
salgını ile birlikte gelişen mevcut ekonomik krizin kapitalist küreselleşme
tarihinde bir ilk ve olağan dışı bir kriz olduğunun altını bizim de çizmemiz
gerekiyor.
Küresel mobilizasyon salgını artırdı
Öyle ki salgını
yavaşlatabilmek ancak ulusal ekonomilerde ekonomik faaliyetlerin (dolayısıyla
da kapitalizmin varlık nedeni olan kâr çıkarımının ve sermaye birikimi
oluşumunun) durdurulmasıyla mümkün olabiliyor.
Diğer yandan ulusal
ekonomilerin üzerinde bir emperyalist -kapitalist sistem mevcut ve bunun
temelini de küresel emek, meta, sermaye mobilizasyonu oluşturuyor.
Yani
küresel kapitalizm en başta insanların kolektif olarak mobilizasyonuna dayanıyor.
Diğer taraftan bu sınırsız dolaşım salgının yayılması için en verimli yol. Bu
nedenle de salgını denetim altına almak için kolektif küresel mobiliteyi
azaltmak gerekiyor. Bu yapıldığında ise ekonomik canlanma sağlanamıyor. Sonuç
olarak, daha önceki ekonomik krizler para ve metanın dolaşımını önlemişti, bu
salgın ise insan faaliyetlerinin durmasıyla sonuçlanıyor.(14)
Böylece insan yaşamını
koruyabilmek için; ülkelere giriş çıkışlar yasaklanıyor ya da sınırlandırılıyor,
uluslar arası seyahatler durduruluyor ya da çok kısıtlanıyor, karantina, sosyal
izolasyon, fiziki mesafelenme ya da evde kal gibi yollara başvurulması
gerekiyor. Bu yapıldığında sosyal yaşamın temelini oluşturan ekonominin temelleri çökertiliyor.
Diğerlerinden biraz farklı bir
ekonomik kriz
Bu krizi,
kapitalizmin toplumların ekonomik sistemi haline geldiğinden bu yana (yani
birkaç yüzyıldır), her 4-7 yılda bir iş döngüleri istikrarsızlıkları biçiminde ortaya
çıkan krizlerden de ayırmak gerekiyor.
Böyle döngüsel krizlerin
temel nedenini emek ve sermaye arasındaki çelişki ve piyasaların rekabetçi
yapısı oluştursa da, kapitalizm her seferinde (kendini bu döngülerden çıkartabilecek
maliye politikası ve para politikası gibi araçlara ve mekanizmalara sahip
bulunduğundan) bu krizlerinden çıkmayı başardı.
Burada altının
çizilmesi gereken olgu böyle döngüsel krizlerin sadece çok özel durumlarda ve
çok nadiren sistemin krizi haline gelmesi. Bu da sosyal, politik, ekolojik,
kültürel gibi pür ekonomik olmayan ciddi sorunların ekonomiler aşağıya doğru
giderken ortaya çıkmasıyla gerçekleşiyor. Nitekim Korona salgını (ortaya
çıkardığı sonuçlar itibarıyla), 2019 yılında başlayan ekonomik durgunluğu
sistemik bir hale getiren temel unsur oldu. Bugün başta ABD olmak üzere
dünyanın birçok ülkesinde bu olgu yaşanıyor.(15)
Çeşitli ekonomik çöküş senaryoları
Küresel ekonomi ile
ilgili son veriler bu tespiti doğruluyor. Öyle ki OECD bu yıl için eğer ikinci bir salgın dalgası
savuşturulursa, dünya ekonomisinde yüzde 6’lık,
ikinci bir salgın dalgası olursa yüzde 7,6’lık bir küçülme yaşanmasını
bekliyor.
Ekonomik küçülmenin Merkez Ekonomilerde
çok daha büyük olması bekleniyor. Örneğin Avro Bölgesinde ikinci salgın dalgası
yaşanmazsa bu küçülmenin yüzde 9,1 ve eğer yaşanırsa yüzde 11,5 olması
öngörülüyor. Avrupa’da en büyük ekonomik daralmanın ikinci dalga olmazsa yüzde
11’in üzerinde ve ikinci dalga olursa yüzde 14’ün üzerinde olmak üzere
sırasıyla; Fransa, İtalya ve İngiltere’de yaşanacağı tahmin ediliyor. Bu
süreçte ABD ekonomisinin ise ikinci dalga olmazsa yüzde 7,3 ve ikinci dalga
olursa yüzde 8,5 oranında küçülmesi bekleniyor. (16)
Bu verilere UNCTAD’ın bu yılın ikinci çeyreğinde dünya ticaretinin yüzde
27 ve yılın tamamında yüzde 20 azalacağı yönündeki beklentisi (17), ILO’nun kapanma nedeniyle dünya çapında
çalışılan saatlerinde yüzde 50’lik bir azalma olduğu yönündeki tespitleri (18),
bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 5 küçülen ABD’de işsizlik yardımı almak için başvuran işsizlerin sayısının 46
milyonu aştığı (19) ve kapanmaların
yaşandığı ilk ay olan Nisan ayında İngiltere ekonomisinin yüzde 20,4 oranında
küçüldüğü (20) gerçeği eklendiğinde, salgının
dünya ekonomisinin sürükleyicisi konumundaki
bazı ekonomilerde yaratmakta olduğu büyük tahribat açıkça
görülebiliyor.
Türkiye ekonomisinde yüzde 26,7’lik bir
küçülme öngörülüyor
Türkiye’de yakınlarda yapılan bir makroekonomik
modelleme çalışmasına göre, milli gelirin yıllandırılmış olarak yüzde 26,7
küçülürken, toplam istihdamın yüzde 22,8 azalması ve işsizliğin yüzde 33,7’e çıkması
bekleniyor.
Buna göre; hane halkı kullanabilir geliri yüzde 26,5;
toplam özel tüketim harcama talebi yüzde 23,0; yatırım harcamaları yüzde 66,7;
toplam ihracat gelirleri yüzde 27,8; ithalat talebi yüzde 29,5 azalacak, Türk
lirası reel olarak yüzde 30,5 değer kaybedecek, vergi gelirleri yüzde 48,7 ve kamu
tüketim harcamaları yüzde 20 azalacak, merkezi yönetim bütçesi açığı ise milli
gelirin yüzde 12,4’üne çıkacak. (21)
TÜİK tarafından
açıklanan ve Türkiye'de imalat sanayi üretiminin Nisan ayında
yıllık yüzde 33,3 azaldığını (22) gösteren resmi veri ise gelecekte işsizlik ve
yoksulluğun daha da artacağının bir kanıtı niteliğinde.
Sömüremezlik açmazı
Kısaca, kapitalist ekonominin temeli olan kârlı üretimin maddi-fiziki koşullarını sarsan salgınla birlikte kapitalist ekonomiler sömüremezlik, dolayısıyla da kendini sosyal olarak üretemezlik durumuyla karşı karşıya kaldılar. Çünkü salgının yayılımını durdurabilmek ya da yavaşlatabilmek için kapanmalar şart oldu.
Bu bağlamda emeği sömüremez
duruma gelmek, bu salgının yol açtığı en temel sorun olarak kapitalistlerin
karşısına çıktı çünkü salgın sömürüyü büyük çapta önledi.
Diğer yandan hangi
gerekçe ile yapılırsa yapılsın üretimin ve dolaşımın, dolayısıyla da sermaye
birikiminin durdurulması ve kâr amacı gütmeyen sosyal ihtiyaçları karşılamaya
dönük üretimin sürdürülmesi sermaye sınıfı için uzun süreli olarak kabul
edilebilir bir durum değil.
Benzer bir durum
işçi sınıfı için de geçerli. Toplumun büyük bir kısmı emek güçlerini satarak
yaşamlarını sürdürebiliyorlarsa ve bunu salgın yüzünden artık yapamıyorlarsa,
bu insanların yaşamlarını maddi olarak sürdürebilmeleri mümkün olmaz. Devlet
için de (vergi gelirlerini üretimden, gelirden, istihdamdan ve tüketimden sağladığı
için) salgının neden olduğu bu durum kabul edilebilir bir durum değil.
Özcesi, salgının
yayılmasını durdurmak ya da salgını ortadan kaldırmak için “evde kalırken”, aynı
zamanda kârlı bir sermaye birikimini sürdürebilmek mümkün değil. İşte bu
nedenle de sistemin karar alıcıları seçimlerini ikincisinden yana yaptılar ve
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 1 Haziran’dan itibaren ara verdikleri üretim,
dolaşım ve tüketim faaliyetlerine geri dönüş yaptılar.
Sürü bağışıklığı
stratejisi de (salgını önlemede ve krizi yumuşatma da başarısızlığa mahkum olsa
da, çok sayıda insanın ölümüyle sonuçlanacak olsa da), bu nedenle hayata
geçirilmeye çalışılıyor. Böylece hem işsiz kaldığı
için artı değer üretemeyen işsiz kitleler, hem de yaşlılar, kronik hastalığı
olanlar, kısaca sistem için artık bir yük olarak görülenler bir tür piyasa
temizliğine uğratılarak kapitalizmin tekrar verimli bir şekilde işlemesinin önü
açılmaya çalışılıyor.
Dip notlar:
(1) Isabel Frey, “Herd Immunity” is
Epidemiological Neoliberalism”, https://economicsociology.org (24 April 2020).
(3) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1701951/chp-sehir-hastanelerinin-ekonomi-icin-bir-kara-delik-oldugunu-ortaya-koydu
(13 Kasım 2019).
(4) Bazı
araştırmalar ikinci bir dalganın mümkün olmayacağını, bu konudaki yanlış bilginin
Covid-19’un grip salgını ile karşılaştırmasından kaynaklandığını, Covid-19’un
mevsimsel olarak, örneğin yaz aylarında ortadan kalkıp kış aylarında yeniden
ortaya çıkmasının söz konusu olmadığını ileri sürüyorlar. Bu konuda bak: https://theconversation.com/can-we-please-stop-talking-about-a-second-wave-of-covid-19 (17 June 2020).
(5) https://www.nytimes.com/interactive/2020/04/30/opinion/coronavirus-covid-vaccine.
(6) “COVID-19 heightens need for pharmaceutical production in
poor countries”, https://unctad.org
(27 May 2020).
(7) Rebecca Weintraub, Asaf Bitton, Mark L. Rosenberg, “The danger of vaccine Nationalism”, https://hbr.org (22 May 2020).
(8) https://anticap.files.wordpress.com/2020/06/initial-claims9.jpg.
(10)
Frey,
agm.
(11)
Harold
Clarke, Paul Whiteley, “Economic inequality can help predict COVID-19 deaths
in the US”, https://blogs.lse.ac.uk/usappblog (6 May 2020).
(13)
“A crisis like no other: social
reproduction and the regeneration of capitalist life during the COVID19
pandemic”, https://mronline.org
(23 April 2020).
(15)
Richard D. Wolff, “There’s
a Crisis in US Capitalism”, https://www.counterpunch.org (10 June 2020).
(16)
OECD
Economic Outlook (June 2020), The world economy on a tightrope, http://www.oecd.org/economic-outlook/june-2020.
(17)
“ COVID-19 triggers marked decline in global
trade, new data shows”, https://unctad.org (14 May 2020).
(18)
ILO
Monitor: COVID-19 and the world of work. Fourth edition, https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---dgreports/---dcomm/documents/briefingnote/wcms.pdf
(27
May 2020).
(20)
https://www.theguardian.com/business/2020/jun/12/britains-gdp-falls-204-in-april-as-economy-is-paralysed-by-lockdown? (12 June 2020).
(21)
Ebru Voyvada ve Erinç Yeldan,
COVİD-19 Salgının Türkiye
Ekonomisi Üzerine Etkileri ve Politika Alternatiflerinin Makroekonomik Genel
Denge Analizi, (Mayıs 2020), s. 11.
İyi günler ! kredi talep eden tüm değerli müşterilerimize hızlı bir bildirimde bulunmaktayız, şu anda uygun bir kredi faiz oranına sahip bir kredi planındayız.
YanıtlaSilİletişim:
creditcentercorp.usa@gmail.com
whatsapp: +1 (847) 453 9904