Uçuyoruz…
Mustafa
Durmuş
22
Temmuz 2020
Bu ayın 16’sında Hazine ve Maliye Bakanlığı
tarafından ilk 6 aylık Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmesi Raporu yayınlandı
(raporu Bakanlığın sayfasından indirebilmek mümkün).(1)
Bu raporu incelerseniz sadece genel ekonomide değil,
devletin ekonomisinin temelini oluşturan kamu maliyesinde de (son haftaların resmi
söylemiyle) uçuşa geçtiğimizi (!) görebilirsiniz.
6
ayda 110 milyar liraya yakın bir bütçe açığı
Öyle ki bu yılın Ocak-Haziran dönemini kapsayan ilk
6 ayında bütçe açığı (-) 109,5 milyar liraya fırlamış durumda. Bu, geçen yılın
aynı dönemine göre yüzde 39,3’lük bir artış demek oluyor.
Dahası, faiz ödemeleri düşüldükten sonraki açık
(faiz dışı denge) (-) 38,2 milyara liraya yükselmiş. Bu rakam da geçen yılın
aynı dönemine göre yüzde 37,2’lik bir artışa denk düşüyor.
Kısaca hem genel olarak bütçe açığı, hem de faizler dışındaki bütçe açığı ciddi
olarak kötüleşiyor. Sadece Korona Salgını nedeniyle ortaya çıkan ekonomik kriz yüzünden
azalan vergi gelirleri ya da sermayeye verilen destekler değil, Suriye, Irak ve
Libya’da yürütülen askeri operasyonların artırdığı askeri harcamalar da bu
açıkların durdurulamaz biçimde artmasına neden oluyor.
Gelir
Vergisi tahsilatları yüzde 25, KDV tahsilatları yüzde 75 azaldı
Ancak haksızlık etmeyelim. Raporda azalmakta olan
veriler de mevcut. Örnek olarak; sadece Haziran ayında Gelir Vergisi
tahsilatları yüzde 23 ve Dâhilde Alınan KDV yüzde 75 azalmış.
Diğer taraftan (bilindiği gibi) vergi gelirlerindeki
böyle bir düşüş (harcamaların bu denli arttığı bir zamanda), iyiye değil,
kötüye işarettir. Aynı zamanda ekonominin durumunun ne kadar kötü olduğunun da
somut göstergelerinden biridir.
Bir
ayda 7,222 işyeri kapandı
Nitekim esnaf örgütü TESK’in verileri KDV’nin yasal
mükelleflerinden olan esnafın nasıl kepenklerini kapattığını ortaya koyuyor.
Örgüte göre; Türkiye'de bu yılın ilk 6 ayı itibarıyla 3,400 esnaf odasına
kayıtlı 1 milyon 906 bin esnaf ve 2 milyon 58 bin adet işyeri bulunuyor. Ancak
bu yılın ilk 6 ayında kapanan işyeri sayısı 35 bin 965 olarak gerçekleşti. Kapanan
işyeri sayısı sadece Haziran ayında 7 bin 222 adet oldu. Bu rakam son 5 yılın
en yüksek Haziran ayı rakamları olarak kayıtlara geçti.(2)
Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) ise, özellikle de
İstanbul’da Kadıköy ve Taksim İstiklal Caddesi gibi ana arterlerde faaliyet gösteren
marka giysi mağazalarının tek tek kapanmakta olduğuna dikkat çekiyor. Bu mağazaların
kapatılmasının Mayıs ayında başladığı, Haziran’da ve Temmuz’da yüksek kiraların
devam etmesi nedeniyle daha da hızlandığı ileri sürülüyor. Derneğe üye
markaların yüzde 71,7’si ise Salgın sonrası ekonominin yeniden açılışının
ardından mağaza kapatmayı düşündüklerini dile getirmişlerdi.(3)
Yine geçtiğimiz günlerde İstanbul’da toplam 160 bin
metrekarelik bir alanda kurulu 2 büyük AVM’nin 5,5 milyar liraya satışa
çıkartıldığına dair haberler basında yer almıştı.(4)
ÖTV’ye
ve İthalde Alınan KDV’ye yüklenmeye devam
Diğer yandan Haziran ayında Özel Tüketim Vergisi (ÖTV)
gelirleri yüzde 25,4 ve İthalde Alınan Katma Değer Vergisi (KDV) gelirleri
yüzde 96 oranında artmış.
Yani hükümet petrolden, alkollü içki ve sigaradan
aldığı ÖTV ve ithalattan aldığı KDV ile durumu idare etmeye çalışmış, bunu
yaparken de verginin yükü halkın sırtına bindirilmiş. Bu istatistik de neden
dünyanın en pahalı petrolünü, sigarasını tükettiğimizi ve en pahalı
otomobillerini kullandığımızı izah ediyor.
100
liralık vergi gelirinin sadece 9,3 lirası patronlardan
Şimdi sıkı durun. Bütçenin gelirleri hangi
biçimlerde ve kimlerden sağlanmış acaba? Haziran ayı verileri bunu da net biçimde
gösteriyor: Öncelikle bütçe gelirlerinin
kabaca yüzde 85’i vergilerden elde ediliyor. Bu yılın Haziran ayında bu vergilerin
yüzde 16,6’sı Gelir Vergisi ve yüzde 3,5’i Kurumlar Vergisinden karşılanmış. Bu
toplamda yüzde 20,1 oluyor.
“Daha ne olsun en azından devletin topladığı her 1
liralık verginin 20 kuruşunu patronlar ödemiş” diye düşünebilirsiniz, ama
yanılırsınız. Çünkü bu Gelir Vergisinin yaklaşık yüzde 65’i emekçiler, kalan
yüzde 35’i kâr payı, faiz, kira geliri gibi sermaye geliri elde edenler tarafından
ödeniyor. Böyle olunca bu kesimin yüzde 16,6’lık Gelir Vergisi’nin sadece 3,5
puanlık kısmını sermayedarlar ödüyor.
Yani Haziran ayında, toplamda her 100 liralık vergi
gelirinin sadece 9,3 lirası sermaye sahipleri, zenginler ve rantiye
tarafından, kalan asıl büyük miktarsa
emekçiler tarafından ödenmiş.
Kârlar
özelde kalırken, zararlar toplumun sırtında
Ne hoş değil mi? Korona sonrasında resmi olarak
açıklanan yüzlerce milyar liralık mali destek ve teşvikten kepçe ile pay
alanlar sıra vergi vermeye gelince kaşığın ucuyla katkıda bulunmuşlar.
Bunun basit bir izahı var: Kapitalizm kârların
özelde kaldığı, zararın ise toplumsallaştırıldığı bir sistemdir. Yani iyi
günlerdeki kârlarını kendilerinde tutan sermayedarlar, patronlar, zenginler, kriz
zamanlarında ortaya çıkan zararlarını tüm toplumun üzerine yıkmayı hep
becermişlerdir. Bu kural Korona salgını ile birlikte bir kez daha hayata
geçiriliyor o kadar.
Nitekim bugünlerde Meclis’teki “Mini Paket” olarak
da adlandırılan bir düzenleme ile; bir yandan Cumhurbaşkanı’na ücretsiz izin
uygulamasını 3’er aylık sürelerle 1 Temmuz 2021 tarihine kadar uzatma yetkisi
veriliyor. Aynı zamanda da kısa çalışma ödeneği uygulamasından şu ana kadar
yararlanan turizm başta olmak üzere bazı sektörlerin bu kapsamdan çıkartılması,
daha da önemlisi işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmasının 4 yıl
ertelenmesi gibi, işçiler aleyhine sonuç yaratacak düzenlemelerin yapılması
hedefleniyor. (5)
Önlenemeyen
‘görev zararları’: Neden?
Kamu giderleri ya da harcamaları açısından da benzer
bir çarpıklık söz konusu. Bu yılın ilk 6 ayında en hızlı artan harcamalar faiz
ödemeleri olmuş. Geçen yılın aynı dönemine göre faizciye yapılan ödemeler yüzde
40,4’lük bir artış ile 71 milyar liranın üzerine çıkmış.
İkinci sırada ise yüzde 20’lik bir artışla cari
transferler geliyor. Bu kalem aynı zamanda bütçenin en büyük harcama kalemi.
Haziran ayı sonu itibarıyla 239 milyar lirayı aşıyor ve bütçe içindeki payı
yüzde 42,3’ü buluyor.
Bu cari transfer harcamalarının neleri kapsadığı çok
önemli. Çünkü bunların içinde kamu kurumlarının ve kamu bankalarının görev
zararları ve sosyal güvenlik kurumlarının (SGK) zararları olmak üzere, kamu
kurumlarının zararları ve bunları kapatmak için yapılan ödemeler (görev
zararı) bulunuyor.
Görev
zararı politik tercihlerin sonucu
Normalde kamu kurumlarının zarar etmesi için her
hangi bir iktisadi neden yok. Bu kurumların özel işletmelerden daha verimsiz
çalıştığını kanıtlayan bilimsel araştırmalar kadar, tersini ortaya koyan
araştırmalar da mevcut. Yani hangilerinin daha iyi olduğu tartışmalı bir durum.
Bu bağlamda kamu kurumlarının zararı iktisadi
nedenlerin yol açtığı bir zarar değil, siyasi tercihlerin yol açtığı bir zarardır.
Bu nedenle de bu zarardan bunları yöneten siyasal iktidarlar sorumlu tutulmalıdır.
Daha somut konuşursak, bu yılın bütçesinde görev
zararları için öngörülen bütçe başlangıç ödeneği 99,5 milyar liraydı. İlk 6
ayda bunun 50,3 milyar lirası harcandı. (6) Bu zararların en büyüğünü ise Sosyal
Güvenlik Kurumu (SGK) yaptı. Bu nedenle de ilk 6 ayda bu kuruma görev zararı olarak
46 milyar lirayı aşkın bir para transfer edildi.
Çalışanlardan yapılan kesintiler anlamında bu tür
sosyal güvenlik primleri ve vergilerle birlikte OECD ülkeleri içinde en yüksek
mali yüke sahip (vergi, SGK primleri ve KDV’den oluşan vergi kaması da deniliyor)
bir ülkeyiz. (7) Yani işçiler, emekçiler zaten çalışırken bu kurumlara ciddi
primler ödüyorlar.
Buna rağmen bu kurum zarar ediyorsa, bunun nedeni emekçiler
değil, toplanan bu paraların doğru biçimde harcanmaması, bazı kesimlerden
sigorta primlerinin tahsil edilmemesi ve sürekli olarak yapılandırma adı
altında aflara başvurulmasıdır. Bunlara bir de medar-ı iftiharımız şehir
hastanelerine yapılan ve her yıl on milyarları aşan ödemeler eklendiğinde neden
zarar edildiği ortaya çıkar.
Önce
Merkez Bankası, sonra 2 kamu bankası: Sırada ne var?
Cari transferler içinde ikinci sırada kamu
bankalarının zararları geliyor. Öyle ki “görev zararı” kapsamında Ziraat
Bankası’na 1,9 milyar lira ve Halk Bankası’na 1,4 milyar lira olmak üzere 2
büyük kamu bankasına 3,3 milyar lira aktarıldı.
“Dünyanın hiçbir yerinde normalde bu çaptaki, köklü
bankalar zarar değil kâr ederken bizimkiler neden son yıllarda zarar ediyorlar”
diye sormak gerekiyor. Kaldı ki bu dönemde Türkiye’deki yabancı bankalar ve
yerli özel bankalar da yeterince kâr elde etmişler.
Bunun nedeni de iktisadi değil, politik. Zira daha
önce, 2018 yılında ülkenin 10,6 milyar lira ülkede açık ara en fazla Kurumlar
Vergisi ödeyen Merkez Bankası’nın (8) başına gelenler ülkenin en büyük 5
bankası arasında sayılan bu 2 kamu bankasında da sahneleniyor (Ziraat Bankası
aynı yıl en fazla Kurumlar Vergisi ödeyen ikinci kurum).
Bir başka anlatımla izlenen yanlış ekonomi
politikaları ve siyaset sonucunda giderek yükselen döviz kurunu suni olarak belli
bir düzeyde tutabilmek için nasıl ki bu Merkez Bankası kullanılmış ve bunun
sonucunda kurumun net rezervleri (swaplar hariç tutulduğunda) eksi 5,7 milyar
dolara kadar düşmüşse, (9) bu 2 kamu bankası da aynı doğrultuda ve amaçla
kullanılarak zarar ettirildiler.
Belki de bu kullanım biçimini hayata geçirebilmek
için, bu kurumların yönetim kurullarına bankacılıkla ilgisi bulunmayan
siyasetçiler ve meslekten olmayan partililer getiriliyor. Doğallıkla da bunların
zararları siyasal iradenin emrinde olan Hazine tarafından 3,3 milyar liralık
bir görev zararı ödemesiyle karşılanıyor. Bankaların bu şekilde kullanılması
devam ederse bu görev zararının miktarının daha da artması kaçınılmaz olacak.
Bıldırın
hurmaları…
Bu da ikinci çok hoşluk, değil mi? Hem serbest
piyasa ekonomisi, herkesin kârı kendine diyeceğiz ve bu kesimlerden alınması
gereken vergiyi almayacağız, hem de sermayeye daha ucuz dolar, avro sunabilmek
için kamu bankalarının zarar etmesine, 9,7 milyar doları aşan açık pozisyonu
vermelerine (böylece net döviz açığının yasal sınır olan yüzde 20’yi aşıp sermayelerinin
yüzde 30,22' sine denk geliyor) (10) göz yumacağız. Üstelik de bu durumu bir
başarı öyküsü olarak anlatacağız.
Kısaca yukarıda sözünü ettiğimiz, “kâr özelde
kalırken, zararların toplumun sırtına yıkılması” kuralı tıkır tıkır işliyor.
Ancak bugünü kurtarmak, kısa vadeli hesaplarla
ayakta kalabilmek için toplumun geleceğinin feda edilmesinin ekonomik sınırları
olduğu kadar, çok ağır politik sonuçları da var. Tarih bunun sayısız
örnekleriyle dolu.
Dip
notlar:
(1) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe
Gerçekleşme Raporu, Haziran 2020, https://www.hmb.gov.tr (16 Temmuz
2020).
(2) Yener
Karadeniz, “Esnaf devren satılık”, https://www.dunya.com
(20 Temmuz 2020).
(3) Agh.
(4) https://www.emlakgundemi.com.tr/sektorel/istanbul-da-2-avm-satisa-cikarildi
(18 Temmuz 2020).
(5) https://www.evrensel.net/haber/409821/iskender-bayhan-mini-paket-iscileri-somurme-kapitalistleri-besleme-paketi
(20 Temmuz 2020).
(6) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kamu-banka-ve-kurumlarinin-6-aylik-gorev-zarari-503-milyar-liraya-yukseldi
(19 Temmuz 2020).
(7) OECD, Taxing Wages 2020, OECD Publishing,
Paris, https://doi.org (May 2020).
(8) Gelir İdaresi Başkanlığı, 2018 Vergilendirme
Dönemi Kurumlar Vergisi Türkiye Geneli İlk 100 Sıralaması, https://gib.govtr (10 Temmuz 2020).
(9) http://www.mahfiegilmez.com/2020/07/rezervleri-hesaplama-rehberi
(20 Temmuz 2020).
(10) Şebnem
Turhan, “Kamu mevduat bankaları döviz açığında sınırı aştı”, https://www.dunya.com (21 Temmuz 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder