Tüketim
harcaması: mızrak çuvala sığmıyor
Mustafa
Durmuş
27
Temmuz 2020
Kamuoyu yoklamaları Türkiye toplumunun işsizlik,
hayat pahalılığı ve yoksulluk gibi ekonomik sorunları en yakıcı sorunların
başında gördüğünü ortaya koymasına rağmen, çoğunluğumuz (biraz da bilinçli bir
biçimde anlaşılamaz bir hale sokulan) ekonomiye ait konuları “sevimsiz” konular
olarak görüyoruz, yeterince tartışmıyoruz.
Nasıl tartışılsın ki? Üniversitelerin ekonomi bölümlerinde dahi
ekonomik konular soyut modeller altında, gerçekten tamamen kopuk olarak;
TV’lerde ise sadece uzmanların anlayabileceği teknik bir dille ve borsa, döviz,
faiz. altın piyasasında olup bitenlerle sınırlı olarak ele alınıyor.
Yoksulluk
ve açlık sürecine girdik
Oysa bir süredir toplum olarak çok ciddi bir yoksullaşma ve
açlık süreci yaşıyoruz. Korona salgını ile birlikte, bu süreç hem daha fazla
insanı içine aldı, hem daha da hızlandı.
Bu durumun nedenleri ise çok açık. Bir yandan tarihimizde
daha önce karşılaşmadığımız büyüklükte
bir gelir bölüşümü adaletsizliği ve işsizlikle karşı karşıyayız, diğer yandan
uygulanan parasal genişleme, bol kredi politikaları yüzünden enflasyon ciddi
olarak yükselişe geçti. Doğruluğu tartışmalı resmi verilerle dahi enflasyon iki
haneli olarak artmaya devam ediyor.
Kısaca hayat dar gelirliler, yoksullar, emekçiler için çok daha pahalı
artık.
Öte yandan TÜİK, sunduğu ekonomik büyüme, işsizlik
ve enflasyon verilerinde gerçek durumu gizlediği, verileri makyajlayarak
sunduğu gerekçesiyle haklı olarak eleştiriliyor. İşin kötüsü artık toplumdaki TÜİK’in
verilerine ilişkin bu kuşkulu bakış giderek yaygınlaşıyor.
Şüphesiz bir kamu kurumu olarak TÜİK’in bu duruma
gelmesini (tıpkı Merkez Bankası ve kamu bankaları gibi) devlette yaşanmakta
olan ve karar almayı tek bir odağa bağlayan mevcut dönüşümden ayrı düşünmemek
gerek.
Ancak her türlü manipülasyona ya da karartmaya
karşın gerçekler var olmaya ve kendilerini dayatmaya devam ediyor. Böylece
makyajlama her zaman gerçekleri farklı göstermeye ya da üzerini örtmeye yetmiyor.
Nitekim işsizlik ve enflasyonda gizlenmeye çalışılan gerçek durum, tüketim
harcamalarının dağılımıyla ilgili olarak sunulan verilerde kendini gözümüze
sokuyor.
Tüketim
harcamalarının dağılımı bize neyi anlatıyor?
İktisatçılar ekonomik refahın bir göstergesinin
gelir (ve servet), diğerinin tüketim harcaması olduğu konusunda genelde
uzlaşırlar. Bir başka anlatımla insanların elde ettikleri gelirler üzerinden ne
denli refah içinde olduklarını (ya da tersi) bazen istatistik oyunları yüzünden
yakalayabilmek zor olsa da, kapitalist sistemin temel sürükleyici harcama
biçimi olan tüketim harcamaları aracılığıyla bunu görebilmek mümkün olabiliyor.
Bu bağlamda TÜİK’in her yıl yayınladığı ve 16
Temmuz’da 2019 yılına ait verileri içeren, hanehalkı tüketim harcamalarının
dağılımını gösteren son bülteni çok önemli. TÜİK dışında başka bir veri
kaynağımız olmadığı için bu verileri (sorgulayarak da olsa) kullanmak
durumundayız.
Önemli zira bu bültende veriler, grafikler var,
eklerinde ise “şeytan ayrıntıda gizli” dedirtecek türden tablolar yer alıyor. Meraklılar
bülteni ve eklerini TÜİK’in sayfasından indirebilirler.(1)
Bu bülten ve eklerindeki tablolar, TÜİK tarafından
yapılan Hanehalkı Bütçe Anketlerine dayalı olarak hazırlanıyor. Bu anketler de 1
Ocak–31 Aralık tarihleri arasında bir yıl süre ile her ay değişen sayıda örnek
hanehalkına uygulanıyor. 2019 Hanehalkı Bütçe Anketi de, her ay farklı 1,296
örnek hanenin dönüşümlü olarak izlenmesi yoluyla yürütülmüş ve toplamda yıl
boyunca 15,552 hanehalkına anket uygulanmış.
Bu noktada anketlere katılan hanehalkının
tanımlanmasında yarar var. TÜİK bunu; “tek başına yaşayan kişiler ile
aralarında akrabalık bağı bulunsun ya da bulunmasın aynı konutta yaşayan,
barınma, gıda vb. ihtiyaçlarını ortaklaşa karşılayan, hanehalkı hizmet veya
yönetimine katılan kişilerden oluşan topluluk” olarak tanımlıyor.(2)
Hanede
yaşayan kişi sayısı ve hanelerin hangi bölgelerde olduğu açıklanmıyor
Dikkatinizi çekmiştir, bu tanımda bir hanede
ortalama kaç kişinin yaşadığı belirtilmiyor. Oysa ortalama hanehalkı
harcamasının miktarının yeterli olup olmadığı, hanedeki insan sayısına göre
değişir. Sonuç 2-4 kişilik bir hanede farklı, 8-10 kişilik bir hanede çok daha farklı
olacaktır.
Anket ve verilerle ilgili ikinci sorun kuşkusuz bu
hanelerin hangi bölgelerde olduğunun açıklanmaması. Oysa ülkenin Kuzeyi ile
Güneyi, Doğusu ile Batısı arasında ciddi gelir farklılığı olduğu gibi, ciddi
bir tüketim düzeyi farklılığı da, bu tüketimin dağılımı farklılığı da söz
konusu.
Bu farklılıkları dikkate almaksızın yapılan toptancı
analizlerin bazı bölgelerde yaşayan bazı halkların çok daha yoksul oldukları
gerçeğini gizlemeye yaradığı ileri sürülebilir.
2019
anketinin çarpıcı sonuçları
Sözü edilen bu bültende geçen yılki anketlerin sonuçları
şöyle özetleniyor(3):
2019 yılında ülkede hanelerin bütçesinden en fazla
pay yüzde 24,1 ile konut ve kira harcamasına gitmiş (2018’de bu pay yüzde 23,7
imiş). İkinci sırada yüzde 20,8 ile gıda ve alkolsüz içecekler yer alıyor
(2018’de bunun payı yüzde 20,3 imiş). Üçüncü sırada ise yüzde 16,5 ile
ulaştırma hizmetleri geliyor (2018’de bunun payı ise yüzde 18,3 ü imiş). Kısaca
haneler bütçelerinin yüzde 61’inden fazlasını bu üç temel ihtiyacı karşılamak
için harcamışlar.
Bu verilerle ilgili ilk sorun bunların içinde, su,
enerji (elektrik), ısınma (doğal gaz) gibi zorunlu ihtiyaçlar için yapılan
harcamaların yer almaması. Oysa bu kalemlere yapılan harcamaların sürekli gelen
zamlarla da ciddi bir şekilde arttığı ve bunun emekçilerin bütçesinde önemli
bir yere sahip olduğu herkes tarafından biliniyor.
Gıda harcaması içerisinde ise en fazla paya et,
balık ve deniz ürünleri için yapılan harcamalar sahip görünüyor. Düşük gelirli
haneler (tahmin edilebileceği gibi), yüksek gelirlilere göre gıdaya iki kat
daha fazla pay ayırmışlar. En yoksulların toplam bütçelerinden gıda ve alkolsüz
içeceklere ayırdığı pay yüzde 30,7 iken; en yüksek gelirli ailelerde bütçenin
sadece yüzde 15,3’ü gıda ve alkolsüz içeceklere gitmiş.
Tüketim
biçimlerinin farklılığı sınıfsal ayrışmanın bir yansıması
Bu durum da verilerle ilgili ikinci tartışmayı
gündeme getiriyor. Çünkü sanki en yoksullarla, en zenginlerin aynı tür ve nitelikte
gıdayı tükettikleri gibi bir izlenim yaratılmış. Oysa tüketim harcamaları,
sınıfsal ayrışmanın en iyi yansıtıldığı kalemlerden biridir.
Bu ayrışma kendini; bu sınıflara mensup insanların alış
veriş yaptıkları yerlerin, tükettikleri gıda ve alkolsüz içeceklerin
niteliklerinin ve sonuçta bunların fiyatlarındaki farklılıklarda gösterir.
Buradan hareketle, zenginlerin lüks gıda harcamaları
için ayırdıkları gelirin, kaynağın yoksul ailelerin toplam bütçelerinin dahi çok
üstünde olduğunu ileri sürebiliriz.
Bu gerçeği görebilmek için, gıda ürünlerinde;
örneğin Migros ve A101’deki ya da BİM’deki fiyat farklılıklarına bakmak ya da
yoksul mahallelerdeki semt pazarlarına yolu düşürmek yeterli olur.
Kısaca TÜİK’in bu bülteninde yer alan verilerin (anketler
üzerinden) sahadan ziyade masada hazırlanmış olma olasılığı çok yüksek.
Aylık
hanehalkı harcaması 4,972 lira olabilir mi?
Diğer yandan bültenin kendinde yer almayan ama bir ayrıntı
gibi eklerde sunulan bir tablo var ki bizce mızrağın çuvala sığmadığını asıl o
tablo gösteriyor. Aşağıda da yer verdiğimiz bu tabloya göre;
Geçen yıl hanelerin ortalama olarak harcama bütçesi
4,972 lira, (neredeyse 5,000 lira) imiş (2018’de bu rakam 4,446 lira idi). En
büyük harcama kalemleri olarak, haneler bunun 1,196 lirasını konut ve kiraya;
1,033 lirasını gıda ve alkolsüz içkilere ve 818 lirasını ulaştırmaya
harcamışlar.
Bu hane halkı harcamasının yanı sıra, bültende
ayrıca hanelerdeki kişiler için harcama rakamları hesaplanmış ve kişinin
eşdeğer harcama miktarı aylık 2,465 lira olarak belirlenmiş.
TÜİK’ten
gelen dolaylı itiraf: Asgari ücretliler ve emekliler açlık sınırının altında
yaşıyor!
Böylece TÜİK dahi mevcut asgari ücretin, kişinin tek
başına yaşaması halinde bile zorunlu harcamalarını karşılamaya yetmeyeceğini
(zira net asgari ücret sadece 2,324 lira) kabul etmek durumunda kalıyor (kaldı
ki tek başına yaşayan bir kişinin kira için sadece 593 lira ayırdığını, ya da
kendi payına bu kadar düştüğünü varsayıyor).
Hanelerde ise ayda ortalama 4,972 lira
harcanıyormuş. Bunun olabilmesi içinse bir hanede iki tane asgari ücretliden
fazla çalışan olmalı. Çünkü iki asgari ücretin toplam tutarı ancak 4,648 lirayı
buluyor.
Geçen yıl (Korona salgını henüz yokken) Türkiye’deki
asgari ücretli sayısı resmi ve kayıt dışı işçilerle birlikte 10 milyonu
buluyordu. Ortalama ücret ise bunun çok üstünde değildi. Ülkedeki emekli sayısı
12 milyon civarındaydı ve bunun de neredeyse yarısı asgari ücretin çok altında
bir ücret alıyordu (bu durum hala geçerli).
Bu nedenle TÜİK’in hanehalkı harcaması bülteni işçi sınıfının üçte ikisine yakın bir
kısmının gerçek durumunu yansıtmıyor. 5,000 lira aylık geliri olmayanlar ya açlık
sınırında yaşıyorlar ve ciddi biçimde yetersiz beslenme sorunları yaşıyorlar. Ya
da bu harcamaları karşılayabilmek için sürekli borçlanıyorlar.
Bir diğer olasılık ise aldıkları yoksulluk, hayırseverlik
yardımlarıyla, köyden gelen gıda desteğiyle veya kayıt dışı faaliyetlerden
sağladıkları düzensiz gelirlerle geçimleri sağlamakta olmaları.
Zorunlu tüketimin bankalara yapılan borçlarla ya da
siyasal iktidara ve sermaye gruplarına siyasi olarak borçlu kalmak anlamına
gelen hayırseverlik yardımlarıyla ya da kayıt dışı faaliyetlerden elde edilen
gelirlerle yapılabilir duruma gelmesi, hem etik olarak sorgulanması gereken bir
durum, hem de yurttaşlarımızın büyük bir kısmının ne hale geldiğinin bir göstergesi.
İnsanımız
hızla mülksüzleşiyor, yoksullaşıyor, sırada açlık var
Korona salgını sonrasında asgari ücretli bir işe
sahip olmanın dahi imkânsız hale geldiği, gerçek anlamda işsiz sayısının 10
milyonun üzerine çıktığı, 1 yıl daha uzatılacak olan ücretsiz izinli sayılma
uygulamasıyla işçilerin günde sadece 39 lira ile geçinmeye mahkûm edildiği ve
ülkedeki tarımsızlaştırma politikaları yüzünden köyden gelen gıda desteğinin de
iyice azaldığı gerçeği dikkate alındığında emekçilerin nasıl bir yoksullaşma sürecinin
içine girdiklerini görmemek mümkün değil.
İşin kötüsü siyasal iktidarın bu tabloyu tersine
çevirmek gibi bir çabası ya da niyeti olmadığı gibi, Korona Salgını fırsat bilinerek
bu tabloyu daha da derinleştirecek adımlar atılmaya devam ediyor.
İşsizlik, yoksulluk ve beraberinde gelebilecek açlık…
Bunlar ne yükseltilen militarizmle körüklenen milliyetçilik, ne de Ayasofya’nın
ibadete açılmasıyla körüklenen siyasal İslamcılık hamleleriyle üzerleri
örtülemeyecek kadar büyük ve ekonomik oldukları kadar, sosyal ve siyasal
sorunlar.
Radikal
çözümler radikal tutumlar ve politikalar gerektirir
Bu sorunları ortadan kaldırabilecek radikal çözümler
üretmemiz gerekiyor. Böyle radikal çözümlerinse, bu sorunları yaratanlarca,
onların destekçileri konumundaki büyük sermayenin örgütlerince üretilemeyeceği
açık.
Keza çözümün,
bu sorunları yaratan sisteme karşı çıkmaksızın, pansuman niteliğinde çözüm
üreten sözde muhalefet partilerinden ya da iktidarın içinden çıkarak rol
çalmaya niyetlenen yeni siyasal partilerden gelmeyeceği de açık.
Bu çözümler, nihayetinde sorunların en çok etkilediği
kesimlerden, onun mağdurlarından ve bunların ekonomik ve politik örgütlerinden
gelmek zorunda. Tarih bize bu gerçeği defalarca öğretti, öğretmeye de devam
ediyor.
Dip
notlar:
(1) TÜİK,
Hanehalkı Tüketim Harcaması, 2019 (16 Temmuz 2020).
(2) Agb.
(3) Agb.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder