Ekonomi
gerçekten büyüdü mü?
Mustafa
Durmuş
5
Aralık 2020
Bu yılın Temmuz-Ağustos-Eylül aylarını kapsayan üçüncü çeyrekte ekonominin geçen yılın aynı çeyreğine göre yüzde 6,7 oranında; bu yılın ikinci çeyreğine göre ise yüzde 15,6 oranında büyüdüğü ve yaklaşık 1,4 trilyon lira olarak gerçekleştiği açıklandı.(1) Bu durum havuz medyasınca Salgına rağmen elde edilen bir ekonomik başarı olarak sunuldu.(2)
Öncelikle TÜİK’in ekonomik büyümeyi hesaplama
yöntemiyle ilgili bir saptama ile başlayalım. Bilindiği gibi TÜİK büyümeye
ilişkin hesaplama yöntemini 2016 yılında değiştirdi. Bunun sonucunda da büyüme rakamları
farklılaştı.
Tartışmalı
büyüme tahmin yöntemi
Böylece, “GSYH zincirlenmiş hacim endeksi” adlı bir
endeks kullanılarak yapılan yeni hesaplama ile ekonomik büyüme oranları (eski
yönteme göre hesaplanandan bariz bir biçimde) yüksek çıkıyor. Öyle ki bu
değişiklikle 2015 yılında bir anda kişi başı gelirimiz kâğıt üzerinde 2,000
dolar birden büyüdü.
Bu yöntem haklı olarak iktisatçılar tarafından
eleştiriliyor. Özellikle de bu yöntemde baz yılı olarak 2009 yılı gibi yüzde (-)
4,7 olarak küçülmüş bir yılın alınmasının yanlış olduğu vurgulanıyor. Çünkü
böyle en kötü performansa sahip bir yıl baz yıl olarak alındığında bu yıldan
sonraki her oran çok daha iyi (yüksek) oluyor.
Ayrıca GSYH büyümesi bir önceki yılın aynı çeyreği
ile kıyaslanarak ve o yılın ortalama fiyatları veri alınarak, yani yıldan yıla hesaplanıyor.
Ancak böyle bir hesaplama bir yıl boyunca ekonomik büyümenin aşağı yukarı
öngörülen bir yolakta (trendde) hareket
ettiği varsayımına dayanıyor.
Oysa (bu yıl Salgın nedeniyle yaşandığı ve daha da yaşanacağı
gibi) çok sert iniş çıkışlar söz konusu olduğunda bu hesap yanıltıcıdır. Öyle
ki GSYH’deki değişimlerin olduğundan daha küçük ya da daha yüksek
gösterilmesiyle sonuçlanır.
GSYH
büyümesi toplumsal refahın göstergesi olamaz
Kapitalist ekonomilerde iktisadi büyümenin ölçütü
olan GSYH büyümesinin toplumsal refahın tek göstergesi olamayacağı yönünde ana
akım iktisatçılar tarafından dahi giderek benimsenen bir yaklaşım söz konusu. (3)
Çünkü iktisadi büyümenin gerçek anlamda toplumsal
refahı artırabilmesi için kapsayıcı olması, nitelikli istihdam yaratması, gelir
bölüşümünde adaleti sağlayıcı olması, yoksulluğu azaltması, toplumsal cinsiyet
eşitliğini sağlamaya yardımcı olması, farklı kimlikler arasındaki
eşitsizlikleri azaltması ve son olarak da ekolojiyi tahrip etmemesi gerekiyor.
Bu bağlamda iktisatçılarca ve bazı uluslararası örgütlerce farklı toplumsal
refah ölçümü göstergeleri önerilmeye başlandı. (4)
Bir başka anlatımla, toplumsal ilerlemeyi ve iyi
olma halini mutlak ve en yüksek ekonomik büyüme ile ilişkilendiren söylem bir
burjuva propagandasıdır, kapitalist kültürel hegemonyanın bir yansımasıdır. Bu
metalaştırma ve doğanın tahribatı gibi insan toplulukları ve ekoloji için
yıkıcı etkilere sahip bir süreci içerir.
Oysa bizim sermayenin değil, insanın ve doğanın ihtiyaçlarını önceleyen
bunun için örgütlenen bir ekonomik örgütlenme biçimine ihtiyacımız var.
Bu anlamda açıklanan büyüme rakamı doğru olarak
kabul edilse (hatta çok daha yüksek oranlarda bir büyüme sağlanmış olsaydı
bile) dahi, yukarıdaki ölçütlere uygun olmayan bir büyümenin başta işçi sınıfı
ve emekçiler olmak üzere yoksullara, ezilen kimliklere, kadınlara ve doğaya bir
hayrı yok. Tersine bunlara zarar veren bir büyüme olurdu.
Yanıtlanması gereken dört soru
Gelelim işin nicelik tarafına. Aşağıdaki soruların
yanıtlarını arayarak başlayalım.
•Türkiye
ekonomisi üçüncü çeyrekte diğer ekonomilerden farklılaşarak çok daha hızlı mı
büyüdü?
Hayır. Zira aynı çeyrekte (önceki çeyreğe göre) gelişkin
ekonomilerde büyüme hızı, örneğin; İngiltere’de yüzde 15,5; İtalya’da yüzde
16,1; İspanya’da yüzde 16,7, Fransa’da yüzde 18,2 oldu.(5) Türkiye’de ise bu oran
yüzde 15,6 olarak gerçekleşti. Yani Türkiye’de birçok gelişkin ekonomideki büyümenin
altında bir büyüme gerçekleşti.
•Bu bir ekonomik toparlanma işareti midir?
Hayır. Çünkü rakam doğru olarak kabul edilse dahi, açıklanan
bu rakam ikinci çeyrek küçülmesinin neden olduğu kaybı telafi edip onun üzerine
çıkabilecek bir düzeyde değil. (Nisan-Mayıs-Haziran) aylarını kapsayan ikinci
çeyrekte ekonomi yüzde 9,9 oranında küçüldü. Kaldı ki üçüncü çeyrekte aynı oranda,
yani yüzde 9,9 oranında bir büyüme sağlansaydı dahi bu kaybın tamamen
kapatıldığı anlamına gelmeyecekti.
Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: 100 liralık
bir milli gelirimiz olsun. Ekonomi yüzde 10 küçüldüğünde milli gelir 90 liraya
düşer. Üç ay sonra bu kez ekonomi yüzde 10 büyüdüğünde tekrar 100 liraya çıkmaz,
99 lira olur. olur. Dolayısıyla ekonomi aynı
oranda büyüse dahi hala 1 liralık bir kayıp söz konusudur.
•Bu
yılın üçüncü çeyreğindeki bu yükseliş ekonominin gerçekte bir büyüme anında ve
patikasında olduğunu gösterir mi?
Hayır. Çünkü bu rakam sadece (Temmuz-Ağustos--Eylül)
ortalamasını gösterir. Önceki dönem olan (Nisan-Mayıs- Haziran) ortalaması çok
düşük olduğundan baz etkisiyle ciddi bir sıçrama olduğunu anlatır, o kadar.
•Şu
anda içinde olduğumuz dördüncü çeyrekte ve seneye de bu büyüme devam eder mi?
Hayır. Zira bu büyüme Haziran ayında gerçekleştirilen
erken açılma ile ekonominin kısmen normale dönmesiyle sağlandı. Bu arada şirketlerin,
esnafın vergi vb borçları ertelendi, bazılarının bankalara olan kredi borçları da
yapılandırıldı.
Kasım ayından itibaren ise artan salgın vakaları
yüzünden işyerleri tekrar kapanmaya başladı, üretim ve ticaret yavaşladı,
gelirler azaldı ve daha da azalacak. Üstelik bu ertelenen vergi ve kredi
borçlarının da vadeleri geldi. Dolayısıyla (eğer aşı konusunda olumlu
gelişmeler olmazsa) önümüzdeki yılın ortalarına kadar ekonominin toparlanması imkânsız
gibi görünüyor. Kısaca dördüncü çeyrekte yeniden bir daralma kaçınılmaz olacak.
Ekonomiyi
ne büyüttü?
Son bir soru: “Sürdürülemez de olsa, ekonomiyi büyüten
nedir?” sorusu olabilir. Bu sorunun
yanıtını TÜİK’in ilgili bülteninde bulmak mümkün. Bültende harcamalar yönünden ekonomik
büyümeyi etkileyen faktörler şöyle sıralanıyor:
Sabit sermaye oluşumundaki (tahmin) yüzde 22,5’lik
artış, ithalattaki yüzde 15,8’lik artış, hane halkı tüketimindeki yüzde 9,2’lik
artış, devletin tüketim harcamalarındaki
yüzde 1,1’lik artış ve ihracattaki yüzde 22,4’lik azalma.
Sabit
sermaye oluşumu verisi tahminden ibaret
Büyümeyi olumlu etkileyen faktörlerden sabit sermaye
oluşumu rakamı kesinleşmiş bir veri değil, iş çevreleri ile yapılan anketlere
dayalı olarak hesaba katılan bir veri, yani sadece bir tahmin. Dolayısıyla da
geçerliliği oldukça tartışmalı. Kaldı ki bu kavramın içine hem doğaya zarar
veren konut-inşaat yatırımları, hem HES’ler gibi enerji yatırımları, hem de
silah sanayi yatırımları girdiğinden bu faktör üzerinden sağlanan bir ekonomik
büyümeye çekince koymak gerekir.
Ekonominin dış ticaret üzerinden büyümediği ise çok açık
çünkü ihracat neredeyse dörtte bir oranında küçülmüş.
284
milyar liralık kredi artışı
Geriye hane halkı tüketim harcamaları kalıyor ki büyümeyi
büyük ölçüde açıklayan da bu faktör. Yani siyasal iktidar bu yılın Ekim ayına
kadar banka kredileri ile tüketimi pompalamış. Ayrıca erken açılmayla birlikte
kısmen elde edilen gelirlerle bu tüketimi artırmış, bu da sürdürülemez de olsa
bir büyüme yaratmış.
Bu durumu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan
(BDDK) derlediğimiz son kredi verilerinden de görebilmek mümkün (6): Büyümenin
gerçekleştiği Temmuz ayından - Ekim ayına toplam krediler yaklaşık 284 milyar lira
artış göstererek yaklaşık 3,7 trilyon liraya ulaştı. Yani sadece 3 ayda
piyasaya verilen krediler yüzde 8 oranında arttı.
Finans
sektörüne 41 kere maşallah
TÜİK bülteninde yer alan bir başka veri de bu
saptamayı doğruluyor. Öyle ki bu üç ayda en fazla büyüyen sektör yüzde 41,1 ile
finans sektörü olmuş. Bu da artan kredilerle birlikte artan tüketim
rakamlarıyla uyumlu.
Kısaca bu süreçte siyasal iktidar bir kez daha borçlandırmayla
ekonomiyi büyütmek istedi, bankalar buna uyarak kredilerini artırdı, hem
tüketiciler, hem de firmalar kredilere yüklenerek harcama yaptılar ve sonuçta böyle
bir büyüme ortaya çıktı.
İşçinin
payı 3 puan gerilerken patronun payı 5 puan arttı
Bu büyümenin işçilere, emekçilere bir şey
getirmediği, aksine onlardan çok şey götürdüğü ise aynı bültenden net bir
biçimde görülüyor:
“ İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla gayrisafi katma
değer içerisindeki payı geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 32,9 iken bu oran 2020
yılında yüzde 29,9 oldu. Net işletme artığı/karma gelirin payı ise yüzde 50,5'ten
yüzde 55,3'e yükseldi”. (7)
Kısaca ekonomi büyürken emeğin ve emekçinin payı azaldı,
sermayenin payı arttı.
Bankaların
cirosu yüzde 49, kârı yüzde 28 arttı
BDDK verileri de bu büyümeden aslan payını
bankaların aldığını ortaya koyuyor.
Öyle ki Temmuz’dan Ekim’e tüm bankacılık sektörünün
ağırlıklı olarak faiz vb gelirleri biçiminde elde ettiği ciro yaklaşık 113
milyar lira artarak 345 milyar liraya yükseldi. Bu sadece 3 ayda cironun yüzde
49 arttığı anlamına geliyor. Sektörün vergi sonrası net kârı ise 11 milyar lira
artarak 50 milyar liraya çıktı, yani kâr yüzde 28 oranında arttı. (8) Yani
birkaç bankanın kârı artınca ekonomi de büyüdü. Bu da kapitalist büyümenin
gerçekte bir toplumsal refah artışı değil, servetin ve sermayenin büyümesi
olduğunu gösteriyor.
Bankaların
efektif vergi yükü: yüzde 2,7
Bu süreçte bankaların ne kadar Kurumlar Vergisi ödeyeceği
merak ediliyorsa bu sadece 3,1 milyar lira. Ödenecek bu vergiyi bu süreçte elde
edilen ciroya böldüğümüzde efektif olarak vergi yükünü buluruz ki, bu sadece
yüzde 2,7. Oysa Kurumlar Vergisi Kanunu’nda yazılı olan oran yüzde 22. Kısaca bankalar
Kanunda yazan resmi-nominal oranın sadece onda biri kadar bir efektif vergi
yükünü üstlenecekler.
Diğer taraftan OECD, Türkiye’deki bekâr bir işçiden alınan
gelir vergisi, sosyal güvenlik primi kesintisi ve katma değer vergisi biçimindeki
vergilerin işçinin ücretinin yüzde 43’ünü alıp götürdüğünü ileri sürüyor. (9) Buna
bir de özel tüketim vergisi dâhil edilse işçilerin sırtındaki yükün ne kadar ağır
olduğu ortaya çıkacaktır.
Sonuç:
ekonomik büyüme zenginin servetini artırırken, yoksulun payını azalttı
Açıklanan ekonomik büyüme rakamı doğru olarak kabul
edilse dahi, bu büyümenin toplumu, özellikle de emekçileri daha fazla borçlandırarak
sağlandığı, buna karşılık finansal servetleri daha da büyüttüğü görülüyor.
Öte yandan böyle bir büyüme (insanları daha da
borçlandırarak yoksullaştırdığı için etik olmaması bir yana), sürdürülebilir de
değil.
Çünkü bu borçlar bir gün geri ödenmek zorunda. 10
milyon civarındaki işsiz, hızla batmakta olan küçük esnaf ve iyice mülksüzleşen
çiftçiler ve yeniden atağa geçen Salgın göz önüne alındığında bu kredi borçlarının
önemli bir kısmının batık olduğu açık.
Böyle giderse, bu geri ödenmeyen krediler bankaları
vuracak ve bankacılık krizine yol açacak. Kim bilir belki de adalet böyle
tecelli eder.
Dip notlar:
(1) TÜİK,
Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, III.
Çeyrek: Temmuz - Eylül, 2020 (30 Kasım 2020).
(2) https://www.trthaber.com/haber/ekonomi/turkiye-salgina-ragmen-3-ceyrekte-67-buyudu
(30 Kasım 2020).
(3) https://rwer.wordpress.com/2020/01/02/beyond-gdp; David Pilling, The Growth Delusion: Wealth, Poverty, and the Well-Being of Nations,
Bloomsbury Publ. 2018.
(4) Jason Hickel, “Thought experiment: Radical
abundance”, https://rwer.wordpress.com/2019/07/09;
Thorvaldur Gylfason, “Economic
performance in two dimensions: How Europe beats the US”, http://voxeu.org/article/human-development-inequality-and-long-working-hours
(22 August 2016).
(5) “GDP and employment flash estimates for the
third quarter of 2020”, https://ec.europa.eu/eurostat
(13 November 2020).
(6) BDDK, Temel
bankacılık verileri-Ekim 2020, https://www.bddk.org.tr (3 Aralık 2020).
(7) TÜİK, agb.
(8) BDDK, agb.
(9) OECD, Taxing
Wages 2020, OECD Publishing, Paris, https://doi.org (May 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder