Gelirin
sadece en altını değil, en üstünü de konuşalım
Mustafa
Durmuş
20 Aralık 2020
Asgari Ücret Tespit komisyonu 15 Aralık’ta ikinci toplantısını da yaptı. Geriye iki toplantı kaldı. Bu yılın sonuna kadar bu toplantılar tamamlanacak ve önümüzdeki yıl için geçerli olmak üzere 10 milyonu aşkın işçiyi doğrudan, onlarca milyon insanı da dolaylı olarak etkileyecek olan yeni asgari ücret belirlenmiş olacak.
Enflasyonu
düşük göstermek yetmiyor, yoksulluğun da bittiği (!) söylenmeli
Eski yıllarda bu rakamı aşağı çekmek
için enflasyon oranları düşük gösterilirdi. Bu yıl da bu geçerli, ancak
enflasyon resmi olarak dahi artmaya devam ettiğinden işçilerin ücret talebini
asgaride tutabilmek için başka gerekçeler bulmak lazım.
Bunun için resmi ağızlardan “ülkede yoksulluğun
bitirildiği” açıklamaları yapılıyor. Bu açıklamalar, üstelik Covid-19’un daha
da artırdığı yoksulluk gerçeği, bedenlerine “aş ve iş” talebini kazıyarak
intihar eden bir işsiz emekçi, işsiz kaldığı için hayatına kıyan bir müzisyen örneğinde
olduğu gibi sosyal medyaya yansıyan acı örneklere rağmen yapılıyor.
Fakir
babasından kibirli seçkinliğe yükseliş
Kısaca “garip gurebanın, fakir fukaranın” hakkını
savunduğunu söyleyerek iktidar olan neo liberal- neo otoriter seçkinlerin,
makyajlarının silinerek büyük patronların çıkarlarının açıktan savunucusu
haline geldiği bir dönemden geçiyoruz.
Peki, bizleri temsil ettiğini ileri süren siyasal partiler
ve işçi sendikaları bu durum karşısında ne yapıyorlar?
İktidar ortağı MHP asgari ücretin (enflasyonun da,
açlık sınırının da altında kalacak bir şekilde) net 2,517 TL olmasını önerirken,
Saadet Partisi bunun 2,900 TL, İYİ Parti
3,000 TL, CHP 3,100 TL, Gelecek Partisi 3,300 TL ve HDP 4,000 TL olmasını talep
ediyor.(1)
Öneriler
sınıfsal tercihleri açığa çıkartıyor
Partilerin önerdiği asgari ücret rakamları, sermaye
sınıfı ile kurdukları ya da kurmak istedikleri ilişkiyi gösterircesine
yelpazenin Sağ’ından Sol’una doğru artarak gidiyor.
Örneğin MHP dört kişilik bir ailenin açlık sınırında
bir ücret (2,517 TL) önerirken, Saadet
Partisi zam önermiyor ancak mevcut asgari ücretten gelir vergisi alınmamasıyla
net ücretin 2,900 TL’nin üzerine çıkacağını söylüyor. Yıllarca mevcut iktidarın
ekonomi politikalarını yürütmüş olan Babacan başta olmak üzere bazı eski
AKP’lilerin kurduğu DEVA Partisi mevcut asgari ücretin Çin’dekinden bile düşük
olduğunu belirtmekle yetiniyor.(2) Yani şu ana kadar her hangi bir somut
öneride bulunmuş değil. Bu da Partinin sermaye sınıfına bakışının ve onunla
ilişkilenme biçiminin bir sonucu olsa gerek. Belli ki sermayeyi küstürmek
istemiyor.
Devleti ve sermayeyi işçi sınıfı dâhil tüm toplumun
üzerinde tutan bir geleneğin devamı olan Gelecek Partisi, İYİ Parti ve CHP’nin önerileri
de bu ideolojileriyle uyumlu.
Bu bağlamda, sermaye ve devlete bakışları ve bu
yöndeki pratikleri diğer partilerden farklı olan, programlarında ülkedeki
halkların çıkarlarını öncelediğini ileri süren (3) HDP’nin en yüksek rakamı
önermesi sürpriz değil.
“Sarı”
bile olamayan sendikalar suskun
AKP iktidarları döneminde net bir biçimde sermaye ve
iktidarın yanında saf tutan HAK- İŞ her hangi bir rakam önermeyerek,
muktedirden “hesap yaparken yılsonu enflasyon oranını esas almasını” istiyor.(4)
TÜRK- İŞ ise her hangi bir rakam
önermiyor, önce işveren ve devletin önerisini görmek istediğini söyleyerek (5) zamana
oynuyor.
Ülkenin üçüncü büyük işçi sendikası konumundaki DİSK
ise asgari ücretin net 3,800 TL olmasını talep ediyor. Bunu yaparken kendi
bünyesinde yaptırdığı bir araştırmayı dayanak olarak gösteriyor.
DİSK’in
talebi kayıpları karşılamaktan uzak
Bu araştırmaya göre; “1978’de kişi başına milli gelirin yüzde 3,4
üzerinde olan asgari ücret, aradan geçen 42 yılda kişi başına milli gelirin
yüzde 40 altına düştü. Eğer asgari ücret kişi başına gelire paralel olarak
artsaydı, brüt asgari ücretin 2020 yılında 2.943 TL değil, 4.995 TL olması gerekiyordu.
2003 yılında asgari ücretin yıllık tutarı ile 25 Cumhuriyet altını
alınabilirken, 2020’de sadece 10 altın alınabiliyor. 2016’da 430 dolara yükselen
asgari ücret Ocak-Kasım 2020 ortalama döviz kurlarına göre 336 dolara geriledi”.
(6)
Kısaca araştırma, işçi sınıfının milli gelir
artışından aldığı payın sürekli düştüğünü, yükselen döviz kurlarıyla da işçilerin
hızla yoksullaştığını ortaya koyuyor (kaldı ki TÜİK’in son ekonomik büyüme
verilerine göre, işçiler bu yılın üçüncü çeyreğinde, önceki çeyreğe göre, milli
gelirden 3 puan daha az pay aldı ve payları yüzde 29,9’a düştü).
Buradan hareketle de DİSK, 2021 yılı için asgari ücretin en az net 3,800
TL olmasının (şu ana kadarki kayıpları karşılamasa da) yerinde ve haklı bir
talep olduğunu ileri sürüyor.
Bir
haneye iki asgari ücret girmiyor, girse bile hane yoksulluk sınırının altında
kalıyor
Diğer taraftan, TÜRK-İŞ Kasım ayında 4 kişilik bir
ailenin açlık sınırının 2,517 TL ve yoksulluk sınırının 8,198 TL olduğunu açıkladı.(7)
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ise
asgari ücret belirlenirken; işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçlarının, ülkedeki
genel ücretlerin düzeyinin, yaşam maliyetlerinin, sosyal güvenlik/yardım
ödemelerinin ve diğer sosyal grupların göreli yaşam standartlarının dikkate
alınması gerektiğini vurguluyor.(8)
Keza Covid-19 salgınının emek piyasasını çok fena
vurduğu bir gerçek. 10 milyonu bulan işsiz ve eksik çalışan sayısı dikkate
alındığında bir haneye iki asgari ücretin girmesi çok zor. Kaldı ki bu
gerçekleşse dahi 3,800 TL’lik öneri haneyi yoksulluk sınırından çıkartmıyor.
Eğer, raporda vurgulandığı gibi, asgari ücretten beklenen amaç işçileri
Covid-19’un neden olduğu zarardan, yoksullaştırıcı etkilerinden korumaksa bu
talep bunu karşılamaya yetmez.
Kısaca Covid-19 gerçeği DİSK’in talebini daha yüksek
tutmasını gerektiriyor. Ya da ücret gelirinin istihdamla bağının giderek
koptuğu böyle bir dönemde Herkese Temel Gelir gibi araçların işçi sınıfı
perspektifinden nasıl politikleştirilebileceği üzerinde düşünülmeli.
Asgari
ücret mücadelesi emek sömürüsünü azaltma mücadelesidir
Kaldı ki asgari ücret meselesinin asıl önemli kısmı emek
sömürüsüyle ilgili. Çünkü asgari ücret bir yıl boyunca işçi sınıfının yarattığı
değerin ne kadarının kendisinden artı değer sömürüsü (kâr, faiz, vergi vb)
biçiminde alınacağına karşı verilen bir mücadele aracı olmak zorunda. Ne kadar
yüksek net asgari ücret o kadar az artı değer sömürüsü demek. Yani bu mücadele sınıf
mücadelesinin en somut, en net biçimlerinden biri. Sendikaların da asıl görevi bu
sömürüyü azaltma mücadelesi vermek değil mi?
Keza asgari ücret artışı genel ücret düzeyini ve bunun
artışını da etkiliyor. Bu nedenle, asgari ücret sadece asgari ücret civarında
ücret alanları değil, bütün ücretli çalışanları ve aileleriyle birlikte on
milyonlarca yurttaşı ilgilendiren bir konu. Ayrıca sosyal güvenlik primlerinin
alt ve üst sınırı asgari ücrete bağlı olarak belirleniyor. İşsizlik
ödeneklerinden, emekli aylıklarına kadar pek çok ödeme asgari ücret düzeyinden
etkileniyor. Özellikle salgın döneminde büyük önem taşıyan kısa çalışma ödeneği
de asgari ücrete oranla hesaplanıyor.
Son olarak, asgari ücret ülkemizde giderek ortalama
ücrete dönüşmüş durumda. Öyle ki asgari ücretin yüzde 20 fazlası ve altında
ücret alan işçilerin sayısı 9,7 milyon. Bütün ücretli çalışanların yüzde 50’ye
yakını bu kapsamda yer alıyor. Tüm ücretli çalışanların yüzde 64’ü ise (12,5
milyon işçi) asgari ücretin altı ile asgari ücretin bir buçuk katı arasında bir
ücret elde ediyor. (9)
Verili
gerçekler sendikanın elini zayıflatıyor
Durum bu ise, DİSK neden yoksulluk sınırının da
altında kalan 3,800 TL’lik bir öneride bulunuyor? Kuşkusuz Covid-19 ile
birlikte iyice otoriterleşen rejim, 10 milyonu bulan işsiz sayısı, son derece güçsüz
konumdaki işçi sınıfı örgütleri, sendikalar, Tespit Komisyonu’nun yapısı gibi
verili durumlar sendikayı böyle bir tutuma zorluyor. Bu yüzden de
uzlaşılabileceği umut edilen en yüksek rakam talep ediliyor.
Sınıfın
gücüne gerçekten inanıyor muyuz?
Diğer yandan bu tutum, sınıfın eldeki nispeten en
dirençli örgütü konumundaki bir sendikanın dahi ücret sendikacılığına
sıkıştığını, sınıfın gücünü harekete
geçirebilecek güçlü ve haklı bir ekonomik-politik bir zeminde durduğunun ve tüm
topluma sunabileceği güçlü bir işçi sınıfı ideolojisine sahip bulunduğunun
yeterince bilincinde olmadığını gösteriyor.
Ayrıca görüşmelerin sonucunda ortaya çıkacak rakamın
3,800 TL’nin çok altında olacağı da peşinen biliniyor? Çünkü Komisyon’un bir
adalet sağlama arayışı içinde olmadığı çok açık Bu konuda geçmiş yıllara bakmak
yeterli. Raporun da vurguladığı gibi, 1978 yılından bu yana gerçekleşen
ekonomik büyüme adil bir biçimde ücrete yansıtılsaydı şu anki asgari ücret en
az iki kat olurdu.
Örgütlü
mücadele yoksa kazanım da yok!
Kısaca tarih bize müesses nizamın, işçilerin
kendilerinin yarattığı değerden adaletli bir pay alma talebini her zaman reddettiğinin,
işçilerin de örgütlü bir biçimde mücadele etmeden kazanım elde edemediğinin çok
sayıda örneğiyle dolu olduğunu gösteriyor.
Ayrıca ücret-fiyat ilişkisi dikkate alındığında
kapitalist toplumda ücret artışlarının enflasyonist etkileri de söz konusu.
Ülkede özellikle de yüksek döviz kurları olmak üzere birçok nedenden dolayı hali
hazırda yüksek bir enflasyon mevcut. Böylece 3,800 TL’lik bir asgari ücretin dahi
yılın ilk bir kaç ayında yüksek enflasyon karşısında erimesi kaçınılmaz olacak.
Kısaca kapitalizmin sürekli durgunluk ya da kriz
içinde olduğu bir dönemde sadece ücret sendikacılığı yaparak elde edeceğimiz
ücretlerin reel değerini koruyabilmek imkânsız. Bu kazanılması mümkün olmayan
bir yarış gibi bir şey.
Ne
yapmalı, neyi talep etmeliyiz?
Kapitalizmin ücretli emek sömürüsüne
dayalı bir sermaye birikim sistemi olduğunu biliyoruz. Nihai talep böyle bir
ücretli emek köleliğine son vermek olabilir. Ancak bu yolda ilerlerken
yapılacak çok şey var. Öncelikle bu ücreti yeniden tanımlamamız gerekiyor. Emek
örgütlerince sıklıkla dile getirildiği gibi bu “geçinilebilir bir yaşam ücreti
karşılığı olan bir asgari ücret” olabilir.
“Geçinilebilir
bir yaşam ücreti”
Geçinilebilir bir yaşam ücreti
tartışması bazı kaynaklara göre Antik
Yunan’da Aristo ve Platon’a, 13.
yüzyılda St.T. Aquinas’a, 18.yüzyılda Adam Smith’e ve 1890’dan bu yana Papalık Kurumuna kadar
gidiyor. BM’nin Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi (1948) ve ILO Anayasası
(1919) işçilerin kendilerine ve ailelerine tatmin edici bir yaşam standardı
sunmaya yetecek bir geçinilebilir yaşam ücreti elde etmesi gerektiğini
savunuyor. 21.yüzyılın başlarında ABD’de
100 civarında belediye ve üniversitede ve hatta birçok çok uluslu şirkette
böyle bir ücretin uygulanmasına başlandı. (10)
Ancak insan onuruna yakışır bir biçimde
yaşamak için sadece bunu karşılayacak bir gelir elde etmek yeterli olmaz. Buna
ilave olarak insanların, temel kamusal hizmetler ya da müşterekler olarak da
adlandırılan eğitim, sağlık, barınma, ulaştırma, iletişim, internet ve ısınma
gibi hizmetlere de nitelikli ve ücretsiz olarak ulaşabilmeleri gerekir. Çünkü
bu hizmetler sunulmadığında gelirin de her hangi bir anlamı kalmaz.
Yani işçiler, yukarıda sayılan müştereklerimizi
oluşturan kamusal hizmetlere ücretsiz, eşit ve etkin bir biçimde erişebilmeli.
Böyle bir temelin üzerinden gıda ve dayanıklı tüketim mallarına ve diğer
mallara erişimi yeterli bir biçimde karşılayacak bir geçinilebilir yaşam ücreti
olarak asgari ücret müzakeresi yapılabilir.
Bu yapılırken sınıfın en çok ezileni
konumundaki kadın işçiler ve ötekileştirilmiş diğer kimliklere mensup işçilerin
bu hizmetlerden öncelikli olarak yararlanmasının sağlanması yüzlerce yıllık
eşitsizliği ortadan kaldırmanın bir yolu olabilir.
Asgari
ücret vergi dışı tutulmalı
Böyle bir ücretin her türlü vergi ve benzeri mali
kesintinin dışında tutulması gerekir. Çünkü hali hazırda Türkiye’de bir işçi
haftada 50 saate kadar çalışıyor. Buna karşılık haftada sadece 36 saat çalışan
bir OECD üyesi ülke işçisinden en az üçte bir oranında olmak üzere daha ağır
bir vergileme ve prim kesintisine tabi tutuluyor.(11) Hali hazırda asgari
ücretliden, ülkedeki pek çok meslek grubuna mensup birisinin dahi ödemediği 619
TL’lik bir Gelir Vergisi alınıyor. Ayrıca SGK kesintisi yapılıyor.
Bugüne kadar asgari
ücretle çalışan işçilerden alınan gelir vergisinin miktarı ilk vergi dilimi
tarifesi düşük tutularak artırıldı. Öyle ki 2003 yılında ilk vergi dilimi
tarifesi asgari ücretin 15-16 katı iken, AKP iktidarlarında vergi dilimi
tarifeleri asgari ücretten ve enflasyondan daha az artırıldığından 2020 yılına
gelindiğinde ilk vergi dilimi asgari ücretin 7,5 katına geriledi.(12)
Kuşkusuz işçi sınıfının
yoksulluğunu artıran, başta KDV ve ÖTV gibi vergiler olmak üzere, dolaylı
vergiler de var. Bunların da sıfırlanması gerekiyor. Çünkü bu vergiler pratikte
sadece emekçiler tarafından ödenen vergiler haline geldi.
Asgariyi
konuşmak kadar azamiyi de konuşmak gerek
Diğer taraftan neden “ücretin asgari düzeyi” tartışıldığı
gibi, “diğer gelirlerin azami düzeyi ” de tartışılmıyor ve “ böyle gelirlere
bir üst sınır konulması” talebinde bulunulmuyor?
Bir başka deyimle, gelirin en altına sözde sınır
konulurken, neden diğer gelirlere (faiz, rant, kâr gibi) bir üst sınır getirilmiyor
ve emekçilerle sermayedarlar arasındaki uçurum daha da derinleştiriliyor?
Böyle bir gelir ve servet farklılığının hem sosyal,
hem de politik olarak geniş yığınları yoksullaştırıp güçsüz bırakırken, bir
avuç zenginin gücünü daha da pekiştirdiği açık değil mi?
Kısaca toplum etiği ve iyiliği açılarından gelirin
asgari bir düzeyin altına inmemesi kadar, belli bir düzeyin üzerine çıkmaması
da son derece önemli. Nasıl ki trafikte aşırı hız yasağı ya da av yasağı
toplumun ve doğanın iyiliği için gerekliyse, üst gelirlere sınır getirilmesi de
toplum iyiliği ve toplumsal barış için gerekli.(13)
Vergi
oranı belli bir düzeyden sonra yüzde 100’e çıkartılabilir
Gelire üst sınır koymanın en kestirme yolu,
vergilemeyi düşük gelirliler lehine olmak üzere yeniden bölüşüm aracı olarak
kullanmak. Yani belli bir düzeye ulaşan en üst gelirlere uygulanan gelir
vergisi oranını yüzde 100’e çıkartmak. Benzer bir biçimde belli bir düzeyi aşan
her türden serveti de artan oranlı bir biçimde (üst oran yüzde 100’e ulaşacak
şekilde) vergilendirmek gerekir.
Bir başka deyimle, yüksek gelirin ve servetin belli
bir düzeyden sonrasına vergilemeyle kamu adına el koyup, onu toplumsallaştırmak
ve toplumun ortak hizmetlerini finanse etmede kullanmak etkin ve adil bir çözüm
olabilir. Böyle bir çözüm, servet zenginlerinin siyasal iktidarlar üzerindeki
etkisini azaltarak, halkın gücünün ön plana çıkmasına ve böylece ülkenin
demokratikleşmesine de katkıda bulunur.
Diğer yandan “yeni özel sektör yatırımlarının
yapılmasını önleyeceği”, “vergi kaçakçılığını teşvik edeceği” ya da “zenginlerin
politik güçlerini kullanarak böyle bir vergi düzenlemesine izin vermeyecekleri”
gibi savlardan hareketle vergileme yoluyla gelir ve servete böyle bir üst sınır
koymanın yapılabilir bir şey olmadığı ileri sürülecektir.
Gelire
üst sınırın örnekleri mevcut
Öncelikle, geçmişte böyle müdahalelerin yapıldığı biliniyor.
Örnek olarak 1871 Paris Komünü sırasında, kamu görevlisi olarak tanımlanan
milletvekilleri, memurlar- bürokratlar ya da belediye başkanlarının maaşlarına
üst sınır getirilmesi uygulaması hayata geçirilmeye çalışıldı. 1944-1964
döneminde ABD’de yıllık 400,000 doların üzerindeki gelirlere yüzde 90 oranında
gelir vergisi uygulandı.(14) Bugün de bu bakış açısına bağlı olarak, KESK’e
bağlı kamu emekçileri sendikalarında yöneticilerin
maaşları, ortalama bir kamu emekçisinin maaşı kadar olabiliyor.
Ayrıca şu anki egemen düşünce biçimi olan “yatırımların
sadece özel firma ya da bireyler tarafından yapılabileceği” düşüncesinin
piyasacı kapitalist üretim tarzı içinde geçerli olabilecek bir düşünce
olduğunun altını çizelim.
Topluma
yararlı ve doğaya zarar vermeyen yatırımlar ve buna uygun araçlar seçilmeli
Özellikle de ekolojiye verdiği zarar nedeniyle
yatırımlar konusunda seçici davranmalı ve ekolojiye zarar vermeyen, aynı
zamanda da toplum için faydalı olan
yatırımlara yönelmeliyiz.
Kâr amacı taşımayan bu tür yatırımlar; işçi
sınıfının denetimindeki demokratik merkezi yönetimler, yerel yönetimler, belediyeler, kooperatifler,
yerel meclisler, komünler ve diğer topluluk örgütlenmeleri biçiminde, yerelin
öncelikleri gözetilerek demokratik bir biçimde aşağıdan yukarıya doğru planlanabilir.
Buna uygun üretim, dağıtım ve bölüşüm modelleri ve araçlarıyla hem daha
verimli, hem daha çevreci, hem de bölüşüm anlamında daha adil biçimde
gerçekleştirilebilir.
Sendikaların çok güç kaybettiği bir dönemde böyle
örgütlenmeler ekonominin toplumsallaştırılmasında ve demokratikleştirilmesinde dönüştürücü
bir rol oynayabilirler. Kaldı ki sendikalar ve böyle yapılar, örgütlenmeler birbirini
dışlamazlar. Böyle demokratik işçi kooperatifleri, işçi birlikleri
işyerlerinin, iş mekânlarının ötesinde daha geniş topluluklarda daha iyi kök
salabilirler.
Sermaye gelirlerine üst sınır konulabilmesinin politik
zorluklarının bilincinde olarak, bu zorlukları aşabilmek için emekçi halkların
çıkarlarını savunan bir paradigmaya, siyasal programa, kolektif özneye ve bunu
hayata geçirmeye kararlı bir politik iradeye ihtiyacımızın olduğu açık. Ama öncelikle,
sermaye ideolojisinin çeşitli yollarla düşüncemize ve eylemlerimize koyduğu
sınırlardan kurtulmamız, kendimizi fikren özgürleşmemiz gerekiyor.
Dip notlar:
(1) https://kronos34.news/tr/partilerin-asgari-ucret-teklifleri-ne-kim-ne-vaat-ediyor
(5 Aralık 2020).
(2) Agh.
(3) https://www.hdp.org.tr/tr/parti-programi
(17 Aralık 2020).
(4) https://www.cnnturk.com/ekonomi/2021-asgari-ucret-ne-kadar-olur-hak-is-asgari-ucret-icin-ne-ded
(16 Aralık 2020).
(5) https://www.ntv.com.tr/ekonomi/turk-isten-asgari-ucret-aciklamasi
(13 Aralık 2020).
(6) DİSK-AR, “Salgın günlerinde asgari ücret
gerçeği araştırması”, http://disk.org.tr/2020/12.
(7) http://www.turkis.org.tr/Kasım-2020-Açlık- ve-Yoksulluk sınırı
(26 Kasım 2020).
(8) Asgari Ücret Belirleme Anlaşması (1970-No.
131 Madde 3/a, http://www.ilo.org
(17 Aralık 2020).
(9) DİSK-AR, agr.
(10)
Richard Anker , Estimating a living wage: A methodological review, Conditions of Work
and Employment Programme, ILO, 2011.
(11)
OECD, Taxing Wages 2020, OECD
Publishing, Paris, https://doi.org
(May 2020).
(12)
DİSK-AR, agr.
(13)
Sam Pizzigati, Greed
and Good: Understanding and Overcoming the Inequality that Limits Our Lives,
Rowman & Littlefield Publishers, 2004;
Sam Pizzigati , The Rich Don’t
Always Win: The Forgotten Triumph over Plutocracy that Created the American
Middle Class, 1900-1970, Seven Stories Press, 2012.
(14)
Sam Pizzigati, “Do We Need a Maximum Wage?”, http://inequality.org (25 September
2015).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder