19 Aralık 2020 Cumartesi

Gelirin sadece en altını değil, en üstünü de konuşalım

 

Gelirin sadece en altını değil, en üstünü de konuşalım

Mustafa Durmuş

20 Aralık 2020

Asgari Ücret Tespit komisyonu 15 Aralık’ta ikinci toplantısını da yaptı. Geriye iki toplantı kaldı. Bu yılın sonuna kadar bu toplantılar tamamlanacak ve önümüzdeki yıl için geçerli olmak üzere 10 milyonu aşkın işçiyi doğrudan, onlarca milyon insanı da dolaylı olarak etkileyecek olan yeni asgari ücret belirlenmiş olacak.

Enflasyonu düşük göstermek yetmiyor, yoksulluğun da bittiği (!) söylenmeli

Eski yıllarda bu rakamı aşağı çekmek için enflasyon oranları düşük gösterilirdi. Bu yıl da bu geçerli, ancak enflasyon resmi olarak dahi artmaya devam ettiğinden işçilerin ücret talebini asgaride tutabilmek için başka gerekçeler bulmak lazım.

Bunun için resmi ağızlardan “ülkede yoksulluğun bitirildiği” açıklamaları yapılıyor. Bu açıklamalar, üstelik Covid-19’un daha da artırdığı yoksulluk gerçeği, bedenlerine “aş ve iş” talebini kazıyarak intihar eden bir işsiz emekçi, işsiz kaldığı için hayatına kıyan bir müzisyen örneğinde olduğu gibi sosyal medyaya yansıyan acı örneklere rağmen yapılıyor.

Fakir babasından kibirli seçkinliğe yükseliş

Kısaca “garip gurebanın, fakir fukaranın” hakkını savunduğunu söyleyerek iktidar olan neo liberal- neo otoriter seçkinlerin, makyajlarının silinerek büyük patronların çıkarlarının açıktan savunucusu haline geldiği bir dönemden geçiyoruz.

Peki, bizleri temsil ettiğini ileri süren siyasal partiler ve işçi sendikaları bu durum karşısında ne yapıyorlar?

İktidar ortağı MHP asgari ücretin (enflasyonun da, açlık sınırının da altında kalacak bir şekilde) net 2,517 TL olmasını önerirken, Saadet Partisi bunun 2,900 TL,  İYİ Parti 3,000 TL, CHP 3,100 TL, Gelecek Partisi 3,300 TL ve HDP 4,000 TL olmasını talep ediyor.(1)

Öneriler sınıfsal tercihleri açığa çıkartıyor

Partilerin önerdiği asgari ücret rakamları, sermaye sınıfı ile kurdukları ya da kurmak istedikleri ilişkiyi gösterircesine yelpazenin Sağ’ından Sol’una doğru artarak gidiyor.

Örneğin MHP dört kişilik bir ailenin açlık sınırında bir ücret (2,517 TL)  önerirken, Saadet Partisi zam önermiyor ancak mevcut asgari ücretten gelir vergisi alınmamasıyla net ücretin 2,900 TL’nin üzerine çıkacağını söylüyor. Yıllarca mevcut iktidarın ekonomi politikalarını yürütmüş olan Babacan başta olmak üzere bazı eski AKP’lilerin kurduğu DEVA Partisi mevcut asgari ücretin Çin’dekinden bile düşük olduğunu belirtmekle yetiniyor.(2) Yani şu ana kadar her hangi bir somut öneride bulunmuş değil. Bu da Partinin sermaye sınıfına bakışının ve onunla ilişkilenme biçiminin bir sonucu olsa gerek. Belli ki sermayeyi küstürmek istemiyor.

Devleti ve sermayeyi işçi sınıfı dâhil tüm toplumun üzerinde tutan bir geleneğin devamı olan Gelecek Partisi, İYİ Parti ve CHP’nin önerileri de bu ideolojileriyle uyumlu.

Bu bağlamda, sermaye ve devlete bakışları ve bu yöndeki pratikleri diğer partilerden farklı olan, programlarında ülkedeki halkların çıkarlarını öncelediğini ileri süren (3) HDP’nin en yüksek rakamı önermesi sürpriz değil.

“Sarı” bile olamayan sendikalar suskun

AKP iktidarları döneminde net bir biçimde sermaye ve iktidarın yanında saf tutan HAK- İŞ her hangi bir rakam önermeyerek, muktedirden “hesap yaparken yılsonu enflasyon oranını esas almasını” istiyor.(4)  TÜRK- İŞ ise her hangi bir rakam önermiyor, önce işveren ve devletin önerisini görmek istediğini söyleyerek (5) zamana oynuyor.

Ülkenin üçüncü büyük işçi sendikası konumundaki DİSK ise asgari ücretin net 3,800 TL olmasını talep ediyor. Bunu yaparken kendi bünyesinde yaptırdığı bir araştırmayı dayanak olarak gösteriyor.

DİSK’in talebi kayıpları karşılamaktan uzak

Bu araştırmaya göre;  “1978’de kişi başına milli gelirin yüzde 3,4 üzerinde olan asgari ücret, aradan geçen 42 yılda kişi başına milli gelirin yüzde 40 altına düştü. Eğer asgari ücret kişi başına gelire paralel olarak artsaydı, brüt asgari ücretin 2020 yılında 2.943 TL değil, 4.995 TL olması gerekiyordu. 2003 yılında asgari ücretin yıllık tutarı ile 25 Cumhuriyet altını alınabilirken, 2020’de sadece 10 altın alınabiliyor. 2016’da 430 dolara yükselen asgari ücret Ocak-Kasım 2020 ortalama döviz kurlarına göre 336 dolara geriledi”. (6)

Kısaca araştırma, işçi sınıfının milli gelir artışından aldığı payın sürekli düştüğünü, yükselen döviz kurlarıyla da işçilerin hızla yoksullaştığını ortaya koyuyor (kaldı ki TÜİK’in son ekonomik büyüme verilerine göre, işçiler bu yılın üçüncü çeyreğinde, önceki çeyreğe göre, milli gelirden 3 puan daha az pay aldı ve payları yüzde 29,9’a düştü).

Buradan hareketle de DİSK,  2021 yılı için asgari ücretin en az net 3,800 TL olmasının (şu ana kadarki kayıpları karşılamasa da) yerinde ve haklı bir talep olduğunu ileri sürüyor.

Bir haneye iki asgari ücret girmiyor, girse bile hane yoksulluk sınırının altında kalıyor

Diğer taraftan, TÜRK-İŞ Kasım ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 2,517 TL ve yoksulluk sınırının 8,198 TL olduğunu açıkladı.(7)  Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ise asgari ücret belirlenirken; işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçlarının, ülkedeki genel ücretlerin düzeyinin, yaşam maliyetlerinin, sosyal güvenlik/yardım ödemelerinin ve diğer sosyal grupların göreli yaşam standartlarının dikkate alınması gerektiğini vurguluyor.(8)

Keza Covid-19 salgınının emek piyasasını çok fena vurduğu bir gerçek. 10 milyonu bulan işsiz ve eksik çalışan sayısı dikkate alındığında bir haneye iki asgari ücretin girmesi çok zor. Kaldı ki bu gerçekleşse dahi 3,800 TL’lik öneri haneyi yoksulluk sınırından çıkartmıyor.

Eğer, raporda vurgulandığı gibi,  asgari ücretten beklenen amaç işçileri Covid-19’un neden olduğu zarardan, yoksullaştırıcı etkilerinden korumaksa bu talep bunu karşılamaya yetmez.

Kısaca Covid-19 gerçeği DİSK’in talebini daha yüksek tutmasını gerektiriyor. Ya da ücret gelirinin istihdamla bağının giderek koptuğu böyle bir dönemde Herkese Temel Gelir gibi araçların işçi sınıfı perspektifinden nasıl politikleştirilebileceği üzerinde düşünülmeli.

Asgari ücret mücadelesi emek sömürüsünü azaltma mücadelesidir

Kaldı ki asgari ücret meselesinin asıl önemli kısmı emek sömürüsüyle ilgili. Çünkü asgari ücret bir yıl boyunca işçi sınıfının yarattığı değerin ne kadarının kendisinden artı değer sömürüsü (kâr, faiz, vergi vb) biçiminde alınacağına karşı verilen bir mücadele aracı olmak zorunda. Ne kadar yüksek net asgari ücret o kadar az artı değer sömürüsü demek. Yani bu mücadele sınıf mücadelesinin en somut, en net biçimlerinden biri. Sendikaların da asıl görevi bu sömürüyü azaltma mücadelesi vermek değil mi?

Keza asgari ücret artışı genel ücret düzeyini ve bunun artışını da etkiliyor. Bu nedenle, asgari ücret sadece asgari ücret civarında ücret alanları değil, bütün ücretli çalışanları ve aileleriyle birlikte on milyonlarca yurttaşı ilgilendiren bir konu. Ayrıca sosyal güvenlik primlerinin alt ve üst sınırı asgari ücrete bağlı olarak belirleniyor. İşsizlik ödeneklerinden, emekli aylıklarına kadar pek çok ödeme asgari ücret düzeyinden etkileniyor. Özellikle salgın döneminde büyük önem taşıyan kısa çalışma ödeneği de asgari ücrete oranla hesaplanıyor.

Son olarak, asgari ücret ülkemizde giderek ortalama ücrete dönüşmüş durumda. Öyle ki asgari ücretin yüzde 20 fazlası ve altında ücret alan işçilerin sayısı 9,7 milyon. Bütün ücretli çalışanların yüzde 50’ye yakını bu kapsamda yer alıyor. Tüm ücretli çalışanların yüzde 64’ü ise (12,5 milyon işçi) asgari ücretin altı ile asgari ücretin bir buçuk katı arasında bir ücret elde ediyor. (9)

Verili gerçekler sendikanın elini zayıflatıyor

Durum bu ise, DİSK neden yoksulluk sınırının da altında kalan 3,800 TL’lik bir öneride bulunuyor? Kuşkusuz Covid-19 ile birlikte iyice otoriterleşen rejim, 10 milyonu bulan işsiz sayısı, son derece güçsüz konumdaki işçi sınıfı örgütleri, sendikalar, Tespit Komisyonu’nun yapısı gibi verili durumlar sendikayı böyle bir tutuma zorluyor. Bu yüzden de uzlaşılabileceği umut edilen en yüksek rakam talep ediliyor.

Sınıfın gücüne gerçekten inanıyor muyuz?

Diğer yandan bu tutum, sınıfın eldeki nispeten en dirençli örgütü konumundaki bir sendikanın dahi ücret sendikacılığına sıkıştığını,  sınıfın gücünü harekete geçirebilecek güçlü ve haklı bir ekonomik-politik bir zeminde durduğunun ve tüm topluma sunabileceği güçlü bir işçi sınıfı ideolojisine sahip bulunduğunun yeterince bilincinde olmadığını gösteriyor.

Ayrıca görüşmelerin sonucunda ortaya çıkacak rakamın 3,800 TL’nin çok altında olacağı da peşinen biliniyor? Çünkü Komisyon’un bir adalet sağlama arayışı içinde olmadığı çok açık Bu konuda geçmiş yıllara bakmak yeterli. Raporun da vurguladığı gibi, 1978 yılından bu yana gerçekleşen ekonomik büyüme adil bir biçimde ücrete yansıtılsaydı şu anki asgari ücret en az iki kat olurdu.

Örgütlü mücadele yoksa kazanım da yok!

Kısaca tarih bize müesses nizamın, işçilerin kendilerinin yarattığı değerden adaletli bir pay alma talebini her zaman reddettiğinin, işçilerin de örgütlü bir biçimde mücadele etmeden kazanım elde edemediğinin çok sayıda örneğiyle dolu olduğunu gösteriyor.

Ayrıca ücret-fiyat ilişkisi dikkate alındığında kapitalist toplumda ücret artışlarının enflasyonist etkileri de söz konusu. Ülkede özellikle de yüksek döviz kurları olmak üzere birçok nedenden dolayı hali hazırda yüksek bir enflasyon mevcut. Böylece 3,800 TL’lik bir asgari ücretin dahi yılın ilk bir kaç ayında yüksek enflasyon karşısında erimesi kaçınılmaz olacak.  

Kısaca kapitalizmin sürekli durgunluk ya da kriz içinde olduğu bir dönemde sadece ücret sendikacılığı yaparak elde edeceğimiz ücretlerin reel değerini koruyabilmek imkânsız. Bu kazanılması mümkün olmayan bir yarış gibi bir şey.

Ne yapmalı, neyi talep etmeliyiz?

Kapitalizmin ücretli emek sömürüsüne dayalı bir sermaye birikim sistemi olduğunu biliyoruz. Nihai talep böyle bir ücretli emek köleliğine son vermek olabilir. Ancak bu yolda ilerlerken yapılacak çok şey var. Öncelikle bu ücreti yeniden tanımlamamız gerekiyor. Emek örgütlerince sıklıkla dile getirildiği gibi bu “geçinilebilir bir yaşam ücreti karşılığı olan bir asgari ücret” olabilir.

“Geçinilebilir bir yaşam ücreti”

Geçinilebilir bir yaşam ücreti tartışması  bazı kaynaklara göre Antik Yunan’da  Aristo ve Platon’a, 13. yüzyılda St.T. Aquinas’a, 18.yüzyılda Adam Smith’e  ve 1890’dan bu yana Papalık Kurumuna kadar gidiyor. BM’nin Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi (1948) ve ILO Anayasası (1919) işçilerin kendilerine ve ailelerine tatmin edici bir yaşam standardı sunmaya yetecek bir geçinilebilir yaşam ücreti elde etmesi gerektiğini savunuyor.  21.yüzyılın başlarında ABD’de 100 civarında belediye ve üniversitede ve hatta birçok çok uluslu şirkette böyle bir ücretin uygulanmasına başlandı. (10)

Ancak insan onuruna yakışır bir biçimde yaşamak için sadece bunu karşılayacak bir gelir elde etmek yeterli olmaz. Buna ilave olarak insanların, temel kamusal hizmetler ya da müşterekler olarak da adlandırılan eğitim, sağlık, barınma, ulaştırma, iletişim, internet ve ısınma gibi hizmetlere de nitelikli ve ücretsiz olarak ulaşabilmeleri gerekir. Çünkü bu hizmetler sunulmadığında gelirin de her hangi bir anlamı kalmaz.

Yani işçiler, yukarıda sayılan müştereklerimizi oluşturan kamusal hizmetlere ücretsiz, eşit ve etkin bir biçimde erişebilmeli. Böyle bir temelin üzerinden gıda ve dayanıklı tüketim mallarına ve diğer mallara erişimi yeterli bir biçimde karşılayacak bir geçinilebilir yaşam ücreti olarak asgari ücret müzakeresi yapılabilir.

Bu yapılırken sınıfın en çok ezileni konumundaki kadın işçiler ve ötekileştirilmiş diğer kimliklere mensup işçilerin bu hizmetlerden öncelikli olarak yararlanmasının sağlanması yüzlerce yıllık eşitsizliği ortadan kaldırmanın bir yolu olabilir.

Asgari ücret vergi dışı tutulmalı

Böyle bir ücretin her türlü vergi ve benzeri mali kesintinin dışında tutulması gerekir. Çünkü hali hazırda Türkiye’de bir işçi haftada 50 saate kadar çalışıyor. Buna karşılık haftada sadece 36 saat çalışan bir OECD üyesi ülke işçisinden en az üçte bir oranında olmak üzere daha ağır bir vergileme ve prim kesintisine tabi tutuluyor.(11) Hali hazırda asgari ücretliden, ülkedeki pek çok meslek grubuna mensup birisinin dahi ödemediği 619 TL’lik bir Gelir Vergisi alınıyor. Ayrıca SGK kesintisi yapılıyor.

Bugüne kadar asgari ücretle çalışan işçilerden alınan gelir vergisinin miktarı ilk vergi dilimi tarifesi düşük tutularak artırıldı. Öyle ki 2003 yılında ilk vergi dilimi tarifesi asgari ücretin 15-16 katı iken, AKP iktidarlarında vergi dilimi tarifeleri asgari ücretten ve enflasyondan daha az artırıldığından 2020 yılına gelindiğinde ilk vergi dilimi asgari ücretin 7,5 katına geriledi.(12)

Kuşkusuz işçi sınıfının yoksulluğunu artıran, başta KDV ve ÖTV gibi vergiler olmak üzere, dolaylı vergiler de var. Bunların da sıfırlanması gerekiyor. Çünkü bu vergiler pratikte sadece emekçiler tarafından ödenen vergiler haline geldi.

Asgariyi konuşmak kadar azamiyi de konuşmak gerek

Diğer taraftan neden “ücretin asgari düzeyi” tartışıldığı gibi, “diğer gelirlerin azami düzeyi ” de tartışılmıyor ve “ böyle gelirlere bir üst sınır konulması” talebinde bulunulmuyor?

Bir başka deyimle, gelirin en altına sözde sınır konulurken, neden diğer gelirlere (faiz, rant, kâr gibi) bir üst sınır getirilmiyor ve emekçilerle sermayedarlar arasındaki uçurum daha da derinleştiriliyor?

Böyle bir gelir ve servet farklılığının hem sosyal, hem de politik olarak geniş yığınları yoksullaştırıp güçsüz bırakırken, bir avuç zenginin gücünü daha da pekiştirdiği açık değil mi?

Kısaca toplum etiği ve iyiliği açılarından gelirin asgari bir düzeyin altına inmemesi kadar, belli bir düzeyin üzerine çıkmaması da son derece önemli. Nasıl ki trafikte aşırı hız yasağı ya da av yasağı toplumun ve doğanın iyiliği için gerekliyse, üst gelirlere sınır getirilmesi de toplum iyiliği ve toplumsal barış için gerekli.(13)

Vergi oranı belli bir düzeyden sonra yüzde 100’e çıkartılabilir

Gelire üst sınır koymanın en kestirme yolu, vergilemeyi düşük gelirliler lehine olmak üzere yeniden bölüşüm aracı olarak kullanmak. Yani belli bir düzeye ulaşan en üst gelirlere uygulanan gelir vergisi oranını yüzde 100’e çıkartmak. Benzer bir biçimde belli bir düzeyi aşan her türden serveti de artan oranlı bir biçimde (üst oran yüzde 100’e ulaşacak şekilde) vergilendirmek gerekir.

Bir başka deyimle, yüksek gelirin ve servetin belli bir düzeyden sonrasına vergilemeyle kamu adına el koyup, onu toplumsallaştırmak ve toplumun ortak hizmetlerini finanse etmede kullanmak etkin ve adil bir çözüm olabilir. Böyle bir çözüm, servet zenginlerinin siyasal iktidarlar üzerindeki etkisini azaltarak, halkın gücünün ön plana çıkmasına ve böylece ülkenin demokratikleşmesine de katkıda bulunur.

Diğer yandan “yeni özel sektör yatırımlarının yapılmasını önleyeceği”, “vergi kaçakçılığını teşvik edeceği” ya da “zenginlerin politik güçlerini kullanarak böyle bir vergi düzenlemesine izin vermeyecekleri” gibi savlardan hareketle vergileme yoluyla gelir ve servete böyle bir üst sınır koymanın yapılabilir bir şey olmadığı ileri sürülecektir.

Gelire üst sınırın örnekleri mevcut

Öncelikle, geçmişte böyle müdahalelerin yapıldığı biliniyor. Örnek olarak 1871 Paris Komünü sırasında, kamu görevlisi olarak tanımlanan milletvekilleri, memurlar- bürokratlar ya da belediye başkanlarının maaşlarına üst sınır getirilmesi uygulaması hayata geçirilmeye çalışıldı. 1944-1964 döneminde ABD’de yıllık 400,000 doların üzerindeki gelirlere yüzde 90 oranında gelir vergisi uygulandı.(14) Bugün de bu bakış açısına bağlı olarak, KESK’e bağlı  kamu emekçileri sendikalarında yöneticilerin maaşları, ortalama bir kamu emekçisinin maaşı kadar olabiliyor.

Ayrıca şu anki egemen düşünce biçimi olan “yatırımların sadece özel firma ya da bireyler tarafından yapılabileceği” düşüncesinin piyasacı kapitalist üretim tarzı içinde geçerli olabilecek bir düşünce olduğunun altını çizelim.

Topluma yararlı ve doğaya zarar vermeyen yatırımlar ve buna uygun araçlar seçilmeli

Özellikle de ekolojiye verdiği zarar nedeniyle yatırımlar konusunda seçici davranmalı ve ekolojiye zarar vermeyen, aynı zamanda da  toplum için faydalı olan yatırımlara yönelmeliyiz.

Kâr amacı taşımayan bu tür yatırımlar; işçi sınıfının denetimindeki demokratik merkezi yönetimler,  yerel yönetimler, belediyeler, kooperatifler, yerel meclisler, komünler ve diğer topluluk örgütlenmeleri biçiminde, yerelin öncelikleri gözetilerek demokratik bir biçimde aşağıdan yukarıya doğru planlanabilir. Buna uygun üretim, dağıtım ve bölüşüm modelleri ve araçlarıyla hem daha verimli, hem daha çevreci, hem de bölüşüm anlamında daha adil biçimde gerçekleştirilebilir.

Sendikaların çok güç kaybettiği bir dönemde böyle örgütlenmeler ekonominin toplumsallaştırılmasında ve demokratikleştirilmesinde dönüştürücü bir rol oynayabilirler. Kaldı ki sendikalar ve böyle yapılar, örgütlenmeler birbirini dışlamazlar. Böyle demokratik işçi kooperatifleri, işçi birlikleri işyerlerinin, iş mekânlarının ötesinde daha geniş topluluklarda daha iyi kök salabilirler.

Sermaye gelirlerine üst sınır konulabilmesinin politik zorluklarının bilincinde olarak, bu zorlukları aşabilmek için emekçi halkların çıkarlarını savunan bir paradigmaya, siyasal programa, kolektif özneye ve bunu hayata geçirmeye kararlı bir politik iradeye ihtiyacımızın olduğu açık. Ama öncelikle, sermaye ideolojisinin çeşitli yollarla düşüncemize ve eylemlerimize koyduğu sınırlardan kurtulmamız, kendimizi fikren özgürleşmemiz gerekiyor.

Dip notlar:

(1)  https://kronos34.news/tr/partilerin-asgari-ucret-teklifleri-ne-kim-ne-vaat-ediyor (5 Aralık 2020).

(2)    Agh.

(3)    https://www.hdp.org.tr/tr/parti-programi (17 Aralık 2020).

(4)    https://www.cnnturk.com/ekonomi/2021-asgari-ucret-ne-kadar-olur-hak-is-asgari-ucret-icin-ne-ded (16 Aralık 2020).

(5)    https://www.ntv.com.tr/ekonomi/turk-isten-asgari-ucret-aciklamasi (13 Aralık 2020).

(6)    DİSK-AR, “Salgın günlerinde asgari ücret gerçeği araştırması”, http://disk.org.tr/2020/12.

(7)    http://www.turkis.org.tr/Kasım-2020-Açlık- ve-Yoksulluk sınırı (26 Kasım 2020).

(8)    Asgari Ücret Belirleme Anlaşması (1970-No. 131 Madde 3/a,  http://www.ilo.org (17 Aralık 2020).

(9)   DİSK-AR, agr.

(10)                    Richard Anker , Estimating a living wage: A methodological review, Conditions of Work and Employment Programme,  ILO, 2011. 

(11)                    OECD, Taxing Wages 2020, OECD Publishing, Paris, https://doi.org (May 2020).

(12)                      DİSK-AR, agr.

(13)                    Sam Pizzigati,  Greed and Good: Understanding and Overcoming the Inequality that Limits Our Lives, Rowman & Littlefield Publishers, 2004;  Sam Pizzigati , The Rich Don’t Always Win: The Forgotten Triumph over Plutocracy that Created the American Middle Class, 1900-1970, Seven Stories Press, 2012.

(14)                    Sam Pizzigati,  “Do We Need a Maximum Wage?”, http://inequality.org (25 September 2015).

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder