Son yapılandırma kanunu devletin sosyal
sınıflarla olan ilişkisine ayna tutuyor
Mustafa Durmuş
30 Kasım 2020
Torba yasa mantığı
ile hazırlanan ve kamuoyunca “vergi ve prim affı” olarak da bilinen “Bazı
Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun (1)” 17 Kasım tarihinden itibaren yürürlüğe girdi.
Özetle bu kanun ile
sırasıyla:
• İstihdamı teşvik etmek gerekçesiyle devlet, finansmanı İşsizlik
Sigortası Fonu’ndan (İSF) karşılanmak üzere patronlar için maliyet unsuru
sayılan sigorta primi gibi ödemeleri üstleniyor.
Ayrıca, (Madde 12-
4447 Sayılı Kanun Geçici Madde 27 (1.Fıkra/[b bendi ile) Salgın sırasında ücretsiz izin adı altında gündeme
getirilen günlük 39,24 liralık gelir desteği uygulaması uzatılıyor.
• Çok sayıda vergi ve diğer kamu alacağının yeniden yapılandırılması ve bunların
cezalarının ve gecikme faizlerinin iptali sağlanıyor.
•Varlık Barışı adı altında sermayedarların kayıt dışı paralarını
meşrulaştırarak kullanabilmesine imkân tanınıyor.
• Bu yılın sonunda bitecek olan faiz gelirlerine tanınan Gelir Vergisi
istisnası 2025 yılına kadar uzatılarak rantiyeye kaynak aktarımı sürdürülüyor.
Düzenlemeleri,
gerekçelerini ve yol açacağı sonuçları sırasıyla ele alalım:
İstihdamı mı, sömürüyü mü teşvik?
(i) İstihdamı teşvik adı altında:
•İşveren prim
desteği, prim teşviki, gelir vergisi stopaj teşviki ile damga vergisi
desteğinin süresi 31 Aralık 2023' e ve ‘kısa çalışma ödeneği’nin süresi 30
Haziran 2021'e kadar uzatılıyor.
•Kayıt dışı işçi çalıştırmayı
ödüllendirircesine (1 Ocak 2019-17 Nisan 2020) döneminde işten çıkarılanlar ile
kayıt dışı çalışanları iş yerlerinde fiilen yeniden çalıştıran ve ilave
istihdam sağlayan işverene ‘nakdi ücret desteği’ veriliyor.
•Ayrıca ( Madde 5- 4447 Sayılı Kanun Ek Madde 7 ile); “işsizlik
ödeneğinden yararlandırılıp, işten ayrılmalarını takip eden 90 gün içerisinde
özel sektör iş yerlerinde bu Kanun kapsamında işe giren ve işe girdiği tarihten
itibaren hizmet akdine tabi olarak en az 12 ay süreyle kesintisiz çalışanlardan
talepte bulunanların, 5510 sayılı Kanun md. 4/1-a uyarınca sigortalı sayılmak
suretiyle, işe başladıkları tarihten önce yararlandıkları en son işsizlik
ödeneği süresi için Kurumca Sosyal Güvenlik Kurumuna ödeme yapıldığı tarihte
geçerli prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanacak uzun vadeli sigorta
primi işveren ve sigortalı hisselerinin tamamı fondan karşılanır”.
Denilerek işsizlerin
Salgın ve kriz koşullarında bulabildikleri
ve oldukça düşük ücretli olduğunu tahmin edebileceğimiz işlerde
çalıştırılmaları teşvik ediliyor. Bu çerçevede patronların ödemesi gereken
sigorta primlerinin tamamının da İşsizlik Sigortası Fonu’ndan (İSF) karşılanması
sağlanıyor.
İSF ilk kez zararda
İstihdamı teşvik gerekçesine
sığınan bu düzenlemelerin patronlara önemli bir maddi destek niteliğinde olduğu
açık. Üstelik bu destek genel vergi havuzundan da yapılmıyor. Bu destek işçilerin
ödedikleri primlerden oluşan İSF’den verilecek.
Kısaca İSF’nin
kaynakları patronlar için kullanılmaya ve buradan hareketle de patronların
siyasal iktidara desteğinin sürdürülmesine devam edilecek. Yani bir tür “elin
taşıyla elin kuşunu vurma” uyanıklığı sergileniyor.
Diğer yandan bu Fon’un
varlığı ilk kez eksiye düşüyor, Fon ilk kez zarar ediyor. Bu durumu 2021 Yılı
Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’ndan görebilmek mümkün. Çünkü Rapor; İSF’nin
gelir-gider fazlasının azalarak 2020 yılında açığa dönüştüğünü (milli gelirin
binde 8’i oranında), bunun da kamu kesimi borçlanma gereğini artıracağını ifade
ediyor. Bu da bu Fon’un aynı zamanda bütçe açıklarını kapatmak için
kullanıldığını gösteriyor.
İşçiler ağır bir mali yük altında
Kuşkusuz bu
gelişmeler bize işçiler üzerindeki mali yükün (vergi, prim vb kesintiler)
gerçekten yüksek olup olmadığını sorgulatıyor. Bunun yanıtını OECD’nin bir
raporunda bulabilmek mümkün. Çünkü OECD’nin bu raporu (2), Türkiye’de emek
üzerinden alınan vergilerin emekçileri nasıl ezdiğini gözler önüne seriyor.
Buna göre, işçilerin
ödediği Gelir Vergisi, Sosyal Güvenlik Katkı Payları ve Katma Değer Vergisi
gibi üç temel vergi ve benzeri mali yük işçilerin belini büküyor.
Rapordan sadece bu üç
verginin OECD genelinde bekâr bir işçinin brüt ücretinin yüzde 41,5’ini; Türkiye’de ise yüzde 43’ünü götürdüğü
görülüyor. İşçi evli ve iki çocuklu ise durum daha da kötüleşiyor çünkü bu yük
OECD ortalamasında yüzde 26,4’e düşse de, Türkiye’de yüzde 37’inin üzerinde
kalıyor. Yani Türkiyeli bir işçi OECD ortalamasından 11 puan daha fazla mali
yük altında yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Bu da sermaye sınıfı gibi devletin
de işçinin yarattığı artı değer üzerinde söz sahibi olduğunu gösteriyor.
Diğer yandan bu
hesaba sigara, petrol, alkollü içecek, beyaz eşya da dâhil geniş bir tüketim
malı tabanından alınan Özel Tüketim Vergisinin getirdiği yük dâhil edilmiyor.
Bu vergiler de eklendiğinde, Türkiye’nin patronlar için vergi cenneti olurken,
işçiler ve emekçiler için nasıl bir vergi cehennemine dönüştüğü ortaya çıkıyor.
Kanun teklifinden
esnek, kısa ve tazminatsız çalışma hükümlerini çıkarttırarak büyük bir başarı
kazandığını düşünen işçi sendikalarının, asgari ücret görüşmelerinin
başlayacağı Aralık ayında; bu yasanın
kesinleşen diğer maddelerinde patronlara hangi kaynakların aktarıldığını, bunun
için İSF’nin nasıl zarar ettirildiğini, temsil ettikleri işçilerin üzerindeki
mali yükün ne kadar ağır olduğunu hatırlamalarında büyük fayda var. Konuyu aylık
300-500 liralık bir ücret artışı talebi ile sınırlı tutmaksızın, bütüncül bir
emek ve demokrasi mücadelesi vermeleri gerektiğini anlamaları gerekiyor.
Önce Kurumlar Vergisi indirimi, sonra Katar’a
satış
•Kanun teklifinden
her ne kadar Kurumlar Vergisi (KV) oranının 5 puan düşürülmesi maddesi geri
çekilmiş olsa da, “Borsa İstanbul Pay
Piyasasında işlem görmek üzere en az yüzde 20 oranında ilk defa halka arz
edilen kurumların paylarının, ilk defa halka arz edildiği hesap döneminden
başlamak üzere beş hesap dönemine ait kazançlarına Kurumlar Vergisi oranı 2
puan indirimli olarak uygulanacak”. Yani borsa kazançlarında KV nominal olarak
yüzde 22 yerine yüzde 20 oranında uygulanacak.(3)
Dünyanın, Kurumlar
Vergisinde asgari bir oranın mutlaka belirlenmesi, bu oranın farklılaştırılarak
büyük şirketlerin vergi oranının artırılması gerektiğini tartıştığı bir dönemde
(4) bizimkiler yine bir uyanıklıkla önce oranı düşüren bir teklifle geldiler, sonra
da bundan vazgeçtiler. Bu durumunda kamuoyunda, sarı sendikaların bir başarısı
olarak sunulmasını sağladılar.
15 yıl öncesindeki Türk Telekom’un satışından
ders alınmadı
Borsadaki arzlara ilişkin
bu 2 puanlık indirimin ardından Borsa’nın yüzde 10’unun Katar sermayesine
satışı gerçekleştirildi. Bu iki gelişme arasında bir ilişkinin olmadığını
düşünmek naiflik olur. Çünkü bu satış bize Türk Telekom’un Lübnanlı Hariri ailesine
21 yıllığına satılması ve ardından yüzde 30 olan Kurumlar Vergisinin yüzde
20’ye düşürülerek bu şirkete havadan 200 milyar liralık vergi iadesi
yapılmasını (5) hatırlatıyor.
Kuşkusuz bu kanunda
vergilerle ilgili sermayeye sunulan ilgili asıl “kolaylık” bu değil. Asıl vergi
vb düzenlemesi; yine kamuoyunda yeni bir vergi affı olarak bilinecek olan ve vergi
dâhil neredeyse her türden kamu alacağının 18 taksitle (36 ay) ödenebilmesini
mümkün kılan bir yapılandırma.
Vergi ve diğer borçların yapılandırılması
500 milyar liralık
bir kamu alacağının yapılandırılmasının amaçlandığı bu düzenlemenin kapsamında Gelir
Vergisi, Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi (KDV), Motorlu Taşıtlar Vergisi
(MTV), Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) gibi temel vergi borçları girdiği gibi, tüm idari para cezaları ve diğer Hazine
alacakları da yer alıyor. Ayrıca bu yapılandırmaya TOBB, TESK, Türkiye Barolar
Birliği, TÜRMOB, ihracatçı birliklerinin aidat ödemeleri de dâhil edildi.
Böylece; vergi
borçlarının dışında, 2020/Ağustos dönemi ve öncesindeki dönemlere ait
kesinleşmiş olan: Sigorta primleri, genel
sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idari para cezaları, iş
kazası veya meslek hastalığı sonucunda doğan rücu alacakları, yersiz ödenen
gelir ve aylıklardan doğan alacaklar, 4/B
sigortalılarının daha önce durdurulan hizmet sürelerinin ihyası halinde doğan
alacaklar yapılandırılacak.
Bu kapsamda anapara
borçları için gecikme cezası ve gecikme zammı ile faiz uygulanmayacak, borçlar yurt
içi üretici fiyat endeksi ile güncellenecek. Peşin ödemelerde güncellenecek
tutarın yüzde 90’ı, iki taksitli ödemede ise yüzde 50’si; vergi aslına bağlı
olmayan usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezalarının yüzde 50’si affedilecek.
Çiftçi borçları yapılandırılmıyor
Yapılandırmaya dâhil
edilmeyen en önemli borç kalemi ise çiftçilerin borçları. Bu da haklı olarak
tepkilere neden oluyor. Zira devlete ve kendi kooperatiflerine kredi borçlarını
ödeyemeyen çiftçilerin başta traktörleri olmak üzere tüm üretim araçlarına
haciz yoluyla el konulmaya başladı.
Bu durum aslında son 18 yıldır tarımda küçük
üreticinin ve köylünün mülksüzleştirilmesi ve yoksullaştırılmasıyla, halkın da
ucuz ve nitelikli gıdaya erişiminin imkânsız hale gelmesiyle sonuçlanan
neo-liberal tarım politikalarının bir devamı.
Öyle ki bu politikaların bir sonucu olarak; 2021
yılı Merkezi Yönetim Bütçesinde tarım kesimine dönük tarımsal destekleme
miktarı (yüksek enflasyona, kurdaki yükseliş nedeniyle sürekli artan girdi
maliyetlerine rağmen), neredeyse sabit tutuldu (22 milyar lira), hatta mazot ve
gübreye verilen desteklerde 787 milyon lira kesinti yapıldı. (6)
Patronlara sağlanan vergisel teşvikler bununla da
sınırlı değil. Çünkü 1 Ocak 2021
tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülen Konaklama Vergisinin yürürlük tarihi, 1
Ocak 2022 tarihine ertelendi. Belgeli turizm tesislerinin yatırımcıları ve
işletmecilerinden aynı dönemde tahsil edilmesi gereken ecrimisillerin ödeme
süreleri ise 6 ay ertelendi.
Yapılandırma esnafı iflastan kurtarır mı,
kamu gelirlerini artırır mı?
Bu yapılandırmanın,
Haziran’daki açılmayla birlikte işe geriş dönüş yapan özellikle de küçük ve
orta ölçekli esnafı rahatlatmaktan ziyade, en azından bir kısmının batışını
biraz daha ötelemeye yarayacağı açık.
Zira erken
açılmadan bugüne kadar esnafın ancak yüzde 30 oranında toparlanabildiği, bankalara, piyasaya olan eski borçlarının vadelerinin
geldiği, ama bunları da ödeyemediği biliniyor. Üstelik yükseltilen faiz
oranlarıyla bu borçların daha da artması kaçınılmaz olacak. Esnafa, kira ve
çalıştırdığı işçilere gelir desteği yapılmaksızın üstelik de en az 6 aylık bir
ödemesiz dönem imkânı sunmaksızın vergi, prim borçlarını 36 aya yaymanın
faydası olmayacak (7) gibi görünüyor.
Diğer yandan
devletin de bu yapılandırmadan gelir sağlama umudunun yüksek olmaması
gerekiyor. Çünkü AKP Hükümetleri son 18 yılda dokuz kez yeniden yapılandırma
kanunu çıkarttı. İki yılda bir çıkan af kanunları beklendiği gibi vergi ve prim
gelirlerini artırmadığı gibi, mükelleflerin vergilerini ve prim borçlarını zamanında
ödememe gibi bir refleks geliştirmeleriyle, vergisini zamanında ödeyenlerin ise
aptal yerine konulmasıyla sonuçlandı.
Varlık affı yedinci kez sahnede
(iii) Kuşkusuz bu Kanunda dikkat çeken düzenleme getirilen Varlık Affı oldu. Çünkü
Madde 21 ile (193 Sayılı GVK’ya eklenen geçici madde 93) ; T.C. vatandaşlarına
ve kurumlarına ait olan fakat finansal sistemde yer almayan para, altın, dövizin
yanı sıra, menkul kıymet ve diğer
sermaye piyasası araçları 30 Haziran 2021'e kadar Türkiye'deki banka veya aracı
kuruma bildirilmesi halinde; bu gerçek ve tüzel kişilere bu serveti “nereden
buldun” sorusu sorulmayacak, bu servetler üzerinden her hangi bir vergi alınmayacak
ve her hangi adli bir soruşturma ya da geriye dönük vergi incelemesi de
yapılmayacak.
Türkiye’de varlık afları
ilk kez yapılmıyor. İlki 2008 krizi sırasında olmak üzere şu ana kadar altı kez
yapıldı. “Varlık Barışı” gibi adlandırmalarla toplum nezdinde meşrulaştırılan
böyle aflarla 2010 yılından bu yana finansal sisteme yaklaşık 150 milyar liralık
kayıt dışı para sokuldu. Buna karşılık (daha önceki aflarda düşük oranda da
olsa bu girişlerden vergi alındığı için) toplamda sadece 3,3 milyar liralık bir
vergi geliri elde edilebildi. Bu şekilde sisteme giren kayıt dışı para 2010 ve
2013 yıllarında sırasıyla 47 milyar lira ve 69 milyar lira iken bu rakam
2018’de 16 milyar liraya 2019 yılında ise 17 milyar liraya kadar geriledi. (8) Yani
AKP iktidarlarının son yıllarında kayıt dışı servet sahiplerinin bu aflara
eskisi gibi rağbet etmediği görülüyor.
Servete servet katan vergi indirimleri ve
kamu ihaleleri
Siyasal iktidarın
büyük servet sahiplerine olan sevgisi varlık aflarıyla da sınırlı değil. Yine
bütün dünyanın Salgınla mücadelede kaynak yaratabilmek için artan oranlı bir
servet vergisinin gerekliliğini tartıştığı bir anda, bizde bırakın
yüksek gelirlilerin vergisini artırmayı ya da servet vergisi koymayı, siyasal
iktidar Eylül ayında sermaye kesimine 10 milyarlarca liralık vergi indirimi,
istisnası ve muafiyeti sağladı.
Yani alınması gereken vergileri alınmadı. Bu yapılırken
de bir kayırmacılığa daha imza atıldı ve (9 Ekim tarihli Resmi Gazetede
açıklandığı gibi) iktidara çok yakın
olduğu bilinen bir şirketten 9,5 milyar liraya varan vergiyi almaktan vazgeçildi.
Bu arada aynı inşaat şirketi Ağustos ayındaki bir 21/b ihalesiyle, yaklaşık 10
milyar liralık Bandırma-Bursa-Yenişehir-Osmaneli Yüksek Standartlı Demiryolu
ihalesini aldı. (9)
(iv)
Son değişiklik ise faiz gelirleriyle ilgili. Kanunun 19. Maddesi ile 193 Sayılı
Gelir Vergisi Kanunu’nun Geçici 67. Maddesinde düzenlenen ve faiz dâhil
finansal gelirlerin vergisini sıfıra kadar düşüren uygulama 2025 yılına kadar
devam ettirilecek. Bu da siyasal iktidarın faiz lobisi söylemlerinin gölgesinde
faizle olan imtihanının süreceğini gösteriyor.
Kanunda yapılan tüm bu düzenlemeleri, piyasaya güven
ve itibar sözü veren yeni Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın 76,8 milyarlık
yeni paket sözü ile tamamlayalım. Zira Bakan “ekonominin toparlanması için
bütçeden 76,8 milyar lira ilave para harcayacaklarını, bütçe açığı ve cari
açığın biraz daha artacağını, bunun da devlet
borçlanmasını daha da artıracağını” söyledi.(10)
Yani ne eski bakanın YEP’teki hesabı, ne de yeni
bakanın bütçe hesabı tutmayacak. Bunda en büyük etken (iyi yönetilememe
dışında) Salgınla birlikte derinleşen
ekonomik krizin artık kapitalizmin defolarını tamir edilemez bir noktaya
getirmesi. Korona Salgını da fırsat bilinerek çıkartılan böyle torba yasalarla
kaynaklar büyük sermaye ve patronlar için kullanılırken, bunun bedeli her
zamanki gibi başta işçi sınıf olmak üzere tüm emekçi halklara ödettiriliyor.
Meseleyi bir kısım muhalefet partisi gibi sadece
“liyakatsizlik, beceriksizlik, kötü yönetim” gibi konulara sıkıştırarak açıklamak
ve bunun üzerinden muhalefet yapmak doğru bir yöntem değil. Düzenlemelerin
neden ve nasıl yapıldığını anlayabilmek için sistemin en önemli aktörü
konumundaki devletin sosyal sınıflarla kurmuş olduğu ilişki biçimine odaklanmak
gerekiyor.
Devlet
sosyal sınıflar ilişkisi
Bir başka anlatımla, son torba yasadaki düzenlemeler
başta olmak üzere, bütçe ve diğer konuları bilimsel bir bakış açısıyla analiz
ederek emekten yana politik önermeler geliştirebilmek için devletin sistem
içindeki işlevini ve özellikli durumlardaki rolünü iyi kavramamız gerekiyor.
Bunun için de topluma benimsetilmiş olan ve ana akım
burjuva ideolojisi ile beslenen devlet teorilerini sorgulamamız gerekiyor.
Çünkü bu teoriler “devletin toplumsal işbölümünün gelişimi sırasında ortaya çıkan,
dolayısıyla da sınıflar üstü, pasif bir organ olduğunu” ileri sürüyor. Böyle
olunca da devlet müdahaleleri tüm toplumun lehine imiş gibi bir görüntü veriyor.
Bu da bu müdahalelere emekten yana bir eleştirinin ya da karşı tavrın
geliştirilmesini önlüyor.
Oysa devletin sosyal
sınıflarla ilişkisi hiç de bizlere anlatıldığı gibi değil. Tarihsel sürece
baktığımızda Marx ve Engels’in çalışmalarında açıkladıkları gibi devlet; ilk
kez Asya toplumlarında gelişmeye başlıyor ve ilk işlevi de (sınıfların ortaya
çıkmasının öncesinde) gruplaşan toplulukların ortak çıkarlarını korumak oluyor
(ancak bu süreçte bu topluluklarda toprak üzerinde özel mülkiyet mevcut değil).
Sonrasında sınıflı toplumların gelişimiyle devletin de yeni bir işlev üstlendiği
görülüyor.
Yani önceleri grupların
ortak çıkarlarını örgütlemek ve dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı onları
korumak amacıyla oluşan devlet, sosyal sınıfların ortaya çıkmasıyla egemen,
yöneten sınıfın yönetilen sınıfa karşı yaşam ve egemenlik koşullarını zorla
sürdürme amacına hizmet etmeye başlıyor. (11)
Bir başka deyimle,
ilksel toplumdan sınıflı topluma geçilince, başlangıçtaki ortak çıkarı koruma
gereksinimi, çoğunluğun azınlık tarafından sömürüldüğü bir üretim biçimini
koruma gereksinimine dönüşüyor, bu da bugünkü anlamda devleti var ediyor.
Uzlaşmaz sınıf çıkarlarının belirleyiciliği
Uzlaşmaz sınıf
çıkarları ve devletin oluşumu fikri Engels’te oldukça nettir: “Devletin rolü, uzlaşmaz çatışmayı frenleyip,
kontrol etmek, bu çatışmanın düzeni bozmasına engel olmaktır. Ancak bunu yaparken devletin, taraflı,
sınıfsal niteliği de ortaya çıkar. Devlet sırasıyla, mevcut düzenin, yani
statükonun koruyucusu olduğu (statüko sermayeden yana işler) için ve toplumsal
zenginliklere sahip sermaye sınıfı devleti kontrol edebildiği için, sosyal
sınıfların çıkarları karşısında tarafsız kalamaz. (12)
Sonuç
olarak
Çağdaş kapitalizmin
işleyişi devletin rolüne bakılmadan analiz edilemez. Ayrıca devletin rolü sabit
de değildir, kapitalist ekonomilerin içinde bulunduğu duruma ve sermaye birikim
sürecinin karşı karşıya olduğu sorunlara göre farklılaşır. Devlet hem üretim ve
bölüşümde hakemlik yapar, hem de kriz dönemlerinde kapitalist birikimi
istikrara kavuşturmaya çalışır. Tüketim sübvansiyonları, işsizlik yardımları,
vergi imtiyazları, kamu ihaleleri, doğrudan yatırımlar gibi efektif talep
yaratma amacı olan müdahalelerde bulunur. Bu yolla devlet kriz zamanlarında
sınıf mücadelesinden kaynaklanan çelişkileri, çatışmaları yumuşatma konusunda
merkezi bir rol oynar. (13)
Ayrıca işgücünün
kıt olduğu dönemlerde (tam istihdama yakın bir durum) ücretlere bir üst sınır
getirerek ve ücret düzeyini verimliliklerle ilişkilendirerek kapitalist sınıfın
çıkarlarını korur. Buna karşılık işgücünün bol olduğu dönemlerde istihdamı
teşvik etmek gerekçesine sığınarak işgücü piyasasını esnekleştirir, emekçiyi
koruyan yasaları da, onların kazanımlarını da ortadan kaldırmaya çalışır. Bu
şekilde devlet sadece bölüşüm ilişkilerindeki çatışmaları hafifletmekle kalmaz,
aynı zamanda politikalarını “istihdam artışına yardımcı olan politikalar”
olarak sunarak toplum nezdinde meşrulaştırır.
Kanunlaşan son torba
kanundaki istihdam teşviki altında patronlara sağlanan imkânlar ve sınıftan
gelen tepkiler üzerinde kanundan çıkartılan iki maddeyi bu çerçevede
değerlendirmek gerekir.
Keza kapitalist
devlet gelir bölüşümünde de çok önemli bir rolü var. Hem asgari ücretle ilgili
müdahalelerinde ve vergi politikalarıyla olduğu gibi yaratılan toplam değerin kapitalist
sınıf ve işçi sınıfı arasındaki bölüşümünde; hem de faiz politikaları gibi para
politikalarıyla, artı değerin kâr, faiz ve rant biçiminde bölüştürülmesinde
etkili olur. İki sınıf arasındaki ilişkilerini yönetirken yasalar koyar,
geliştirir, yasaları değiştirir, böylece sınıf çatışmasını kontrol altına alır.
Torba kanun ile
çıkartılan vergi, prim afları ve özellikle de varlık affı devletin bölüşüm
ilişkilerine sermaye sınıfı lehine yapmış olduğu müdahalenin en somut
göstergesidir.
Dip notlar:
(1) 17
Kasım 2020 tarihli ve 31307 sayılı Resmî Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe
giren 7256 Sayılı Kanun.
(2) OECD,
Taxing Wages 2020, OECD Publishing,
Paris, https://doi.org
(May 2020).
(3) 17 Kasım 2020 tarihli agk.
(4) Eva
Joly, “Tax havens: patience is running out”, https://www.socialeurope.eu (20 November 2020).
(5) https://ozgurdenizli.com/rabbim-cleveland-dedi-yerseniz-mustafa-durmus (9 Eylül 2018).
(6) https://www.dunya.com/kose-yazisi/mazot-gubre-hayvancilik-destegi-787-milyon-tl-azalacak (28 Ekim 2020).
(7) “Palandöken: “Yapılandırma Kanununda
değişiklik yapılmalı”, https://www.medya-24.com
(24 Kasım 2020).
(8) Taxia & Taxademy- Tax & International
Advisory, 2020/131 sayılı ve 13 Kasım
2020 tarihli bülten.
(9) https://twitter.com/cigdemtoker/status/1314479073310191617.
(10)
https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/76-8-milyarlik-paket-aciliyor
(18 Kasım 2020).
(11)
F. Engels, Anti-Dühring, Herr Eugen Dühring's
Revolution in Science, http://www.marxists.org/archive/marx/works/1877/anti-duhring/index.htm
ve F. Engels, The Origin of the Family, Private Property and the State, http://www.marxists.org/archive/marx/works/1884/origin-family/index.htm.
(12)
Neil Faulkner, “Introduction to Lenin’s
State and Revolution”, www.counterfire.org
(30 December 2012).
(13)
Paramjit Singh and Balwinder Singh Tiwana,
“The state and accumulation under contemporary capitalism”, https://mronline.org (20 February 2019):
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder