Demokrasiyi ve barışı savunmak, kamusal hizmetleri ve KESK’i
savunmaktır!
Mustafa Durmuş
28 Haziran 2021
23 Haziran tarihi çok önemli iki konferans ve kongrenin gerçekleştiği bir gün oldu. Bunlardan ilki Demokrasi İçin Birlik (DİB) tarafından düzenlenmiş olan “Demokrasi Konferansı- Ekmek, Özgürlük, Adalet” ve diğeri Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK) 10. Olağan Genel Kuruluydu.
KESK genel kurul delegesi
sıfatıyla kongrede olduğumdan dolayı DİB’in konferansına katılamadım ama sonuç
bildirgesinde de yer alan “Ekonominin Demokratikleştirilmesi” ya da “Demokratik
Ekonomi” alanındaki metnin hazırlanmasında katkım oldu.
Demokrasi Konferansı 21 alt başlıkta alternatif politika
üretti
Demokrasi Konferansı
ülkedeki nekrokapitalist-narko devlet yapılanmasının iyice açığa, bu bağlamda
demokrasi mücadelesinin ön plana çıktığı, buna karşılık ana muhalefetin bu
mücadeleyi seçimleri beklemeye indirgediği bir dönemde gerçekleşti.
Konferansın açılış ve
sonuç bildirgelerine aşağıdaki linkten (1)
ulaşabilmek mümkün. Bu yüzden burada sadece “katılımcı demokrasi” vurgusundan
söz etmekle yetineceğim.
‘Güçlendirilmiş parlamenter rejimi’ aşan bir yeni
demokrasi ufku
Öncelikle “yeni bir
toplum, yeni bir demokrasi ve yeni bir ekonomi” şiarıyla yola çıkılan bu
süreçte, yeni demokrasinin ana akım muhalefet partilerince savunulan “güçlendirilmiş
parlamenter sistemin kurulmasına indirgenmemesi gerekliliği” vurgusunu çok
önemli buluyorum.
Bir başka anlatımla, özellikle
de Covid-19 salgınının deneyimlerinden hareketle, eskiye dönülmeyecek ve yeni bir toplum
yaratılacaksa, bu elbette daha demokratik bir toplum olmalı. Ancak bu sadece
parlamentonun güçlendirilmesiyle sınırlandırılmış bir temsili demokrasi ile
mümkün olamaz. Kaldı ki bugünkü otoriter rejimin böyle kusurlu bir parlamenter burjuva demokrasisinin içinden doğduğu göz
ardı edilmemeli. Kısaca, demokrasi anlayışında bir reformasyona değil, radikal
bir değişikliğe ihtiyaç var.
Tabandan, katılımcı demokrasi
DİB’in demokrasi tanımı
ise “yerelden-tabandan, doğrudan, katılımcı” bir demokrasi tanımı. Yukarıdan
aşağıya doğru (hiyerarşik/dikey) değil, aşağıdan yukarıya doğru ve daha ziyade
yatay olarak işleyen bir demokrasi. Bu yönüyle hem 2017 öncesinde ülkedeki
yaşanan siyasal rejimden, hem de muhalefet partilerinin öngördüğü
güçlendirilmiş parlamenter rejimden daha ileri bir demokrasi tanımını
içeriyor.
Böyle bir demokrasi
tanımının, özellikle de Covid-19 salgını ile birlikte iyice belirginleşen,
maddi gerekçelerini ise iyi açıklamak gerekiyor. Çünkü bu Salgın en az beş temel iktisadi ve
sosyal soruna neden oldu ya da var olan bu sorunları daha da derinleştirdi:
1. Kapanmalara ve
ciddi bir küresel ekonomik krize yol açtı.
2. Kadını erkekten,
becerisiz veya düşük becerili emeği yüksek beceriye sahip emekten daha fazla
etkiledi, işsiz ve gelirsiz bıraktı.
3. Kapitalizmin mevcut
yapısal eşitsizliklerini daha da derinleştirmesine, yoksulluğu ve açlığı
artırmasına rağmen, verilen devlet desteklerinin çoğu halktan ziyade, sermaye kesimine
ve finansal sektöre gitti.
4. Ciddi bütçe
açıklarına, dolayısıyla da devlet borç stoklarının artmasına neden oldu.
5. Kamusal
hizmetlerin ve bunlara yönelik olarak elde edilmiş kazanımların ne denli önemli olduğunu gösterdiği gibi,
bunların yeterince sunulmadığı ülkelerde halkların kendi içindeki gönüllü
dayanışma ağlarının geliştirilmesinin de ne denli acil ve önemli bir mesele olduğunu
ortaya koydu.
Demokrasi eşit yurttaşlık bilincine dayanır
Böylece acilen yapılması
gereken şey, tabandan örgütlenen katılımcı bir demokrasiyi kurabilmek için böyle
bir demokrasinin temelini oluşturan yurttaşlık bilincini harekete geçirmek.
Çünkü içinde
yaşadığımız toplumda insanı sadece “emekçi- işçi”, “üretici”, “tüketici”, “iş
sahibi”, “tasarrufçu” ya da “yatırımcı” olarak tanımlamak yeterli değil. Toplumu
bu tür sınıfsal farklılaşmanın ötesinde ortak bir çaba etrafında bir arada
tutan çok önemli bir olgu daha var: Yurttaşlık. Kuşkusuz Türkiye gibi onlarca
yıldır ciddi bir ulusal sorunun yaşandığı ülkelerde bu yurttaşlık “eşit
yurttaşlık” olarak anlaşılmalı.
Yurttaşlık olgusunun
temelinde ise yurttaş olma ve yurttaş gibi davranma bilinci yatıyor. Bu ana
akım muhalefetin dahi kullanmakta sakınca görmediği “kul” gibi kavramları
kullanmaktan kaçınıp, eşit yurttaş kavramına vurgu yapmaktan geçiyor.
Yani demokratik
toplumlarda insanlar kul ya da tebaa değil, özgür yurttaşlardır ve anayasalarla
ve evrensel insan hakları beyannamesi ile koruma altına alınmış olan hakları vardır.
Demokratik devletlerin öncelikli görevi ise tüm yurttaşlarının sağlığını, ekonomik ve
sosyal refahını korumak, onlara ekonomik ve siyasal olarak güvenceli bir yaşam
sunmaktır.
Siyasal alandaki demokrasi ekonomik alandaki demokrasi
ile mümkün olabilir
Böyle bir bilincin
ekonomi alanında hayata geçirilmesi ise ancak demokratik bir ekonominin
kurulmasıyla mümkün olabilir. Bir kısmı DİB’in sonuç bildirgesinde de yer
aldığı gibi, böyle bir ekonominin kurulabilmesi için aşağıdaki gibi bazı somut adımların
atılması gerekiyor:
•Salgın, derin bir
ekonomik kriz ve politik ve toplumsal çürümenin yaşanmakta olduğu bir ortamda,
kamu yeniden tanımlanarak, tüm ulusal kaynakların kâr sağlamak için değil,
toplum için kullanılması sağlanmalıdır. Böyle bir “sosyal ya da
sosyalleştirilmiş ekonomi” aynı zamanda “demokratikleşmiş bir ekonomi” anlamına
gelir.
•Böyle bir ekonomide
her yurttaşın nitelikli eğitim, sağlık, iletişim, ulaştırma hizmetine ücretsiz
erişimi garanti edilir. Yurttaşlar toplumda,
işyerinde her türlü ayrımcılığa, fiziki ve duygusal taciz ve sömürüye
karşı korunur. Yurttaşların kolektif haklarını koruyabilmek için işyerlerinde
özgürce, diğer işçilerle birlikte hareket edebilmesi, örgütlenebilmesi
güvencesi sağlanır.
•Çalışmak isteyen
herkes için ‘istihdam yaratıcı son merci’ olarak kamunun; işsiz milyonları yeni
işlere yerleştirmek için, özellikle de ekoloji ile uyumsuzluk oluşturmayan
ulusal ve bölgesel düzeyde olmak üzere büyük çaplı kamusal yatırım projelerini
hayat geçirmesi gerekir.
•Bankalar başta olmak
üzere, temel finansal kuruluşlar kamusallaştırılmalı, bunların hizmetleri
kamusal hizmete dönüştürülmelidir. Ayrıca enerji, gıda, imalat ve iletişim
sektörlerindeki stratejik öneme sahip şirketler kamusal kontrol altına alınmalıdır.
•Uzun vadede ise, çok
daha büyük felaketlere yol açacak olan kâr amaçlı bir büyüme fetişizminden
vazgeçilerek, çevre ile uyumlu, sosyal ihtiyaçları karşılayabilecek kamusal
plan ve programlar başlatılmalıdır.
Demokratik özyönetimsel planlama
Demokratik ekonominin
piyasalar aracılığıyla gerçekleştirilen kaynak tahsisini reddederek demokratik
bir planlamayı esas alması gerekir. Ancak bu planlama geçmişte reel sosyalizm
dönemindeki gibi ya da 1960’larda Türkiye’deki gibi sermaye birikimini
hızlandırmayı amaçlayan kapitalist hiyerarşik bir planlama olmamalıdır. Daha
ziyade, üretim ve dağıtım alanlarındaki temel kararların (neyin, ne şekilde,
nasıl yapılacağına ilişkin), yerelde, tabanda, bölgelerde alındığı, tepenin
bunu sadece koordine ettiği demokratik- özyönetimci bir planlama olmalıdır.
İşyerinde demokrasi
Böyle bir demokratik ekonominin
oluşumu sadece makro değil, asıl olarak da mikro yani işletme ya da üretim
birimi düzeyindeki demokratikleşme ile sağlanabilir. Yani işyerleri
demokratikleştirilmeden ekonominin ve siyasetin demokratikleşmesi mümkün olmaz.
Bu ise kuşkusuz mülkiyet biçiminden bağımsız olarak ele alınamaz.
Yani son tahlilde kapitalist
mülkiyete son verilmeden, işyerindeki kapitalist iş bölümü ortadan
kaldırılmadan işyerlerini demokratikleştirmek söz konusu olamaz. Bu nedenle de
demokratik bir ekonomi büyük çaplı-stratejik öneme sahip sektörlerde demokratik
bir kontrole tabi devlet mülkiyetini olduğu gibi, her türden kolektif mülkiyeti
(kooperatif ya da komünal) ve küçük çaplı özel mülkiyeti de içermek
durumundadır.
Emek örgütleri demokratikleştirilmeli
Kuşkusuz işyerindeki
demokratikleşme sadece mülkiyet biçiminin değişmesiyle de sağlanamaz. Ayrıca
işçilerin öz örgütleri olan işçi sendikalarının korunması ve güçlendirilmesi de
şarttır. Ancak işçilerin örgütlenme biçimlerinin sendikalarla sınırlı
tutulmaması, aynı zamanda meclisler, birlikler, kooperatifler, komünler gibi
diğer yatay örgütlenmelerin de kullanılması gereklidir.
Son olarak, işyerindeki
demokratikleşme, işçi sendikalarında da demokratikleşmeyi gerektirir. Temsil
siyasetinden ziyade doğrudan ve demokratik bir biçimde karar alma süreçlerine
işçilerin her birinin aktif bir biçimde katılımını sağlayacak, koruyacak
mekanizmaların kurulması da gereklidir (bu bağlamda KESK’in yeni yönetiminin bu
meseleyi ciddi bir biçimde ele almasında büyük yarar var).
‘Uluslararası Kamu Hizmetleri Günü’
23 Haziran tarihinin
bir diğer önemli yanı daha var. Bu tarih Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından ‘uluslararası
kamu hizmetleri günü, kamu emekçilerinin topluma verdikleri katkıları bilince
çıkartmak amacıyla benimsenmiş bir gün olarak tanıtılıp kutlanıyor.(2)
Avrupa’daki bazı kamu
emekçisi sendikaları ise bu günü nitelikli ücretsiz kamusal hizmetlere daha
fazla kamusal yatırım yapılması ve emekçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi amacıyla kemer sıkma politikalarına, ticarileştirmeye
ve özelleştirmelere karşı mücadele günü
olarak kutluyorlar.(3)
Bu örgütler aynı
zamanda hazırladıkları raporlarla, kamusal hizmetlerin giderek özelleştirme ve
benzeri uygulamalarla miktarsal olarak
azaldığını ve bu hizmetleri sunan kamu emekçilerinin istihdam edilme
biçimlerinin de kamudaki dijitalleşme, uzaktan çalışma, yapay zeka kullanımdaki
artışlar yüzünden kötüleştiğini ortaya koyuyorlar.
Kısaca, ‘uluslararası
kamusal hizmetler günü’ gelecekte daha iyi bir yaşamın inşasında nitelikli,
ücretsiz kamusal hizmetlerin ve bu
hizmetleri sunan kamu emekçilerinin ne denli önemli olduğunun hatırlanması için
belirlenmiş bir gün. Çünkü eğitimden sağlığa ve bankacılık hizmetlerine, sosyal
bakım hizmetlerinden (yaşlı, çocuk ve engelli bakımı) iletişim ve ulaştırma
gibi alt yapı hizmetlerine kadar böyle hizmetler hayatın ve toplumsal üretimin
yeniden üretimi için zaruri olan hizmetler. Bu hizmetler ve onları üreten
emekçiler olmaksızın hayat dönmüyor. Bunun en önemli kanıtlarından biri
Covid-19 sırasında başta sağlık ve dağıtım olmak üzere böyle hizmetlerin
kesintisiz olarak sürdürülmesiydi.
Kamusal hizmetlere
değer vermek bu hizmetleri üreten kamu emekçilerine değer vermekten geçiyor. Bu
nedenle de kamu emekçilerinin
sağladıkları toplumsal katkıyı gözeten bir maddi (adil ücretlendirme ve sosyal
haklar) ve maddi olmayan değerlendirme
(itibar vb) hakkaniyetli bir biçimde yapılmalı.
Demokratikleştirilmiş bir kamu hizmeti programı nasıl
olmalı?
Bu çerçevede başta
kamu- özel işbirliği projeleri ve taşeronlaştırma olmak üzere tüm
özelleştirmelere karşı çıkılmalı ve daha önce özelleştirilmiş olanlar (yeni bir
kamusallık tanımı altında) tekrar kamusallaştırılmalı ya da
toplumsallaştırılmalıdır.
Bu bağlamda bu
hizmetlerin sadece merkezi yönetimlere bağlı kamu iktisadi kuruluşları ya da
diğer merkezi yönetim birimlerince sunumu kadar, bunların yerel birimler
tarafından da yani belediyeler, yerel meclisler, komünler ve demokratik
kooperatifler tarafından sunumu da çok önemli.
Kamusal hizmetler aynı zamanda müştereklerimiz
Bir başka anlatımla kamusal
hizmetler artık sadece “sosyal devlet” olmanın bir gereği olarak değil, aynı
zamanda bu hizmetlerin her birinin müştereğimiz olduğu bilinciyle, piyasa/sermaye ve devletten özerk aktörlerce ve ücretsiz
olarak sunulması savunulmalıdır. Bu da her türden demokratik yerel sunum
biçiminin artık denenmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Son olarak, Covid-19
Salgını nedeniyle ortaya çıkan büyük çaptaki bütçe açıkları ve devlet
borçlarındaki artışlar, özellikle de
otoriter yönetimler tarafından öncelikle halka dönük kamusal hizmetlere ayrılan
bütçe ödeneklerinin azaltılmasıyla (kemer sıkma) telafi edilmeye çalışılıyor.
Yani Covid-19 salgını ve beraberinde derinleşen ekonomik krizin faturası
kamusal hizmetlerin daha da kısılması biçiminde emekçi halklara çıkartılıyor.
Oysa bu açıklar zenginlerden alınabilecek vergilerle kapatılabilir.
Örneğin Türkiye’de
Salgın döneminde 26 dolar milyarderinin toplam servetlerinin 15 milyar dolar
daha arttığı biliniyor. Bunlara dönük bir servet vergisiyle bu açıklar
giderilebilirdi. Bu yapılmadığı gibi, yakınlarda açıklanan Kamu Maliyesi Raporunda (4) yer alan
verilere göre, bu bütçe açıkları KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerdeki artışlarla
ve kamusal hizmetlere ayrılan kaynakların azaltılmasıyla kapatılıyor.
Umutsuz TİS görüşmeleri
Bu bağlamda, kamu
emekçilerinin kısa bir süre sonra siyasal iktidar ile başlatacakları toplu iş sözleşmesi
(tis) görüşmelerinden gerçek enflasyonun yoksullaştırıcı etkisini ortadan
kaldırabilecek bir reel ücret zammının çıkmayacağı çok açık.
Çünkü grev hakkı ile
desteklenmeyen toplu görüşmelerden emekçilerin elde edebilecekleri şeyler çok
sınırlı. Ayrıca kamu emekçilerini temsilen masaya oturan sendikalar gerçek bir
emekçi sendikası olmaktan çok uzak, siyasal iktidarın kontrolü altındaki
sendikalar. Keza ekonomik kriz dönemlerinde siyasal iktidarlar bu krizin
bedelini tüm işçi sınıfına ve emekçi halklara ödetmek istediklerinden çok daha
sert, otoriter, anti-demokratik tutum sergilerler. Bugün yaşanmakta olan da budur.
Bu yüzden de
öncelikle kamu emekçilerinin ve onların sendikalarının Türkiye işçi sınıfının
bir parçası olduğu ve mücadelenin kamusal alan dışındaki işçi sınıfı ile
birlikte birlikte yürütülmesi gerektiğinin bilincinde olması gerekiyor.
Emek, demokrasi ve barış mücadelesi
Ayrıca ücret
iyileştirmeleri de dahil olmak üzere, ekonomik haklar için verilen emek
mücadelesi demokrasi ve barış için verilen mücadelenin bir parçası olmak
durumunda. Çünkü hem otoriter rejimler, hem de bunların yöneldiği savaş
ortamı işçilerin, emekçilerin ekonomik
taleplerinin reddedilmesini kolaylaştıran faktörler.
İşte, KESK diğer
sendikalardan farklı bir biçimde, bu üç
ayaklı mücadeleyi yıllardır yürütmekte olan bir emek örgütüdür. Bu yüzden de
KESK’i güçlendirmek demokrasiyi ve
barışı güçlendirmek, demokrasiyi ve barışı savunmak KESK’i savunmaktır.
Dip notlar:
(1)
https://demokrasikonferansi.org (26 Haziran 2021).
(2)
https://publicadministration.un.org/en/UNPSA2021 (23 June 2021).
(3)
https://socialeurope.eu/international-public-service-day-a-day-of-celebration-action-and-resistance (23 June 2021).
(4)
T.C.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, Kamu Maliyesi Raporu 2021-1/ Mayıs 2021, https://www.hmb.gov.tr (26
Haziran 2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder