Emperyalist
savaşlar ve sömürgecilik ekosistemi yok ediyor
(İklim
krizi militarizm ilişkisi-3)
Mustafa
Durmuş
12
Eylül 2021
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de İkiz Kulelere yapılan terör saldırılarının ardından 20 yıl, Türkiye’de yapılan 12 Eylül Askeri Darbesinin ardından ise 41 yıl geçti.
Bu saldırılar ve darbeler dünyanın birçok
ülkesinde “terörle mücadele” adı altında militarizmin yükseltilmesiyle
sonuçlandı. Türkiye hala bu darbe sonrası kurulan askeri diktatörlüğün neden
olduğu sosyal, politik ve ekonomik hasarın etkilerini yaşarken, son 20 yılda ortaya
çıkan diğer terör saldırılarının ardından dünyada birçok yerde Olağan Üstü Hal
ilan edildi.
Olağan Üstü Hal gibi uygulamalar terörle
mücadele önlemlerinin kalıcı bir hale gelmesini sağladı. Öyle ki bu sözde terörle
mücadele uygulamaları nihayetinde, özellikle sosyal medyada olmak üzere,
düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı üzerindeki kısıtlamaları normalleştirdi, temel
insan hakları normlarını kısıtladı ve muhalefeti bastırmak için bahane olarak
kullanıldı.
“Terörle
mücadele” kâr odaklı bir sanayi
Diğer taraftan, terörle mücadelenin aynı
zamanda yüksek kâr odaklı bir güvenlik sanayi ile ilişkili olduğu gerçeği
ortaya çıktı. Yani terörle mücadelenin bir dizi politika, bir ideoloji, bir
siyasi proje ve hızla büyüyen bir endüstri olduğu görüldü. Böyle bir güvenlik
sanayi özellikle de Olağan Üstü Hal dönemlerinde ciddi bir büyüme kaydediyor.
Terörle mücadele mantığı ve siyaseti altında,
özellikle de sınır bölgelerinde ve göçmen rotalarında güvenlikleştirme ve
militarizm hızla bir norm haline geldi. Artık ‘dış düşman’ ile mücadele yerine, “terörle mücadele” adı
altında bu sanayinin ürettiği silahların, araç ve gereçlerin içe, yani kendi
yurttaşlarına dönük olarak kullanıldığına tanık oluyoruz. (1)
Sınıra
çekilen duvarlar toplumsal refaha, kültüre ve ekolojiye zarar veriyor
Bu bağlamda, yükselen militarizmin ekoloji
ve küresel ısınma üzerindeki etkilerini ortaya koyabileceğimiz çok sayıda örnek
mevcut. Bunların başında ülkelerin arasındaki mevcut doğal sınırlarla (dağ,
nehir gibi) yetinmeyip binlerce kilometreyi bulan yüksek duvarların çekilmesi
geliyor. Bu konuda en somut örnekler ABD-Meksika sınırına ve Türkiye-Suriye
sınırına örülen duvarlar. Bu duvarlar sadece beton-çelik bir görüntü vermiyor,
sayılamayacak kadar da ekolojik tahribata neden oluyor.
Geçtiğimiz haftalarda ABD’de bir federal yargıcın
3 bin145 kilometrelik ABD-Meksika sınırı boyunca artan militarizasyonla
ilişkili olarak iki ABD devlet kurumunun (İç Güvenlik Bakanlığı ve Gümrük ve
Sınır Güvenliği Kurumu ) “potansiyel
ekolojik zararların analizini yapmayarak yasayı çiğnediği” yönündeki kararı, sosyal
adalet ve çevre adaleti savunucularını çok mutlu etti.(2) Çünkü sınıra çekilen
duvar bölge halklarının refahı ve sağlığı kadar ekolojiyi de tahrip ediyor.
Öncelikle böyle duvarlarla insan hakları
ihlal ediliyor, bölge halkı bölgeden sürülüyor, toprakları ellerinden alınıyor,
duvarın örüldüğü yerde faaliyet gösteren köylüler, çiftçiler, küçük üreticiler,
küçük esnaf, tüccar ciddi ekonomik zarara uğratılırken, ülkeler arasındaki
ilişkiler bozuluyor. Kısaca halklar refah kaybına uğruyor.
Duvar
kültürel karşılaşmayı ve çeşitlenmeyi önlüyor
Ayrıca sınırlara çekilen duvarlar farklı
kültürlerin karşılaşmasını önleyerek, insani gelişime de zarar veriyor. Örneğin
ABD’deki sınır bölgeleri, Kuzey Amerika'nın en nadide vahşi türlerinden
bazılarını ve en eski insan kültürlerini (Hohokam, Lipan-Apache ve İspanyol sömürge
ailelerinin soyundan gelenleri) barındırıyor. Bilindiği gibi, bu kültürlerin hepsi
Amerika Birleşik Devletleri'nden yüzyıllarca önce o bölgede vardı.
Duvar
biyoçeşitliliği azaltıyor
Keza ABD-Meksika sınırı boyunca var olan kara
parçası tropik ve ılıman bölgeleri birbirine bağlıyor. Burada jaguarlar ve
ocelotlar yaşıyor; yeşil alakargalar, Altamira sarımsağı ve zarif trogonlar,
kuzey kardinalleri ve alaycı kuşlarla birlikte mesquite, abanoz ve pamuk ağacı
dallarında yan yana tünüyorlar. 450’den
fazla nadir tür burada yaşıyor - bazıları gezegenin başka hiçbir yerinde
bulunamıyor. Her yıl en az 700 neotropik kuş, memeli ve böcek sınır
bölgelerinden göç ediyor. Bunlar insan göçmenler gibi, güvenlik, gelecek ve hayatta
kalma çabası içindeler. (3)
Beton-çelik duvarlar örüldüğünde, zırhlı
araçlarla duvar boyunca devriye geziliyor, yüksek ısı yayan güçlü aydınlatma
aparatları kullanılıyor, kontrol noktaları ve karakollar kuruluyor. Duvar insanlar ve diğer canlı türlerinin
normal göçlerini önlediğinden, sağlıklı bir kültürel çeşitlenmeyi de yok
ediyor. Duvar ayrıca bazı türlerin
(kurtlar, ayılar, geyikler gibi) hareket alanını kısıtlıyor, böylece türlerin
yaşamlarını sürdürmelerini zorlaştırıyor. (4)
Nitekim ABD’de sözü edilen duvarın nesli
tükenmekte olan türler için göç koridorlarını bloke ettiği, sınır bölgelerinin
ekonomisini baltaladığı, 1990'ların başlarına dayanan bir militarizasyon
politikasıyla birlikte, 6 binden fazla göçmenin ölümüne yol açtığı, yukarıda
sözü edilen yargı kararının gerekçelerini oluşturuyor.
Suriye
sınırına örülen duvar
Kuşkusuz ABD-Meksika sınırı duvarı örneği dünyadaki
tek örnek değil. Türkiye bilindiği gibi, 2011 yılında başlayan Suriye’deki
savaşın ardından benzer bir biçimde 911 kilometrelik sınır boyunca 837
kilometrelik bir beton duvar projesini tamamlamak üzere. (5)
Ayrıca ‘Yeşil Yol Projesi’ çerçevesinde
tüm Karadeniz boyunca yaylalardaki genişliği 7 metreye varan yolların kenarına
yapılan yüksek duvarlar da mevcut. ABD’dekine benzer biçimde bu duvarlar insan
ve diğer canlı türleri, ekonomik ve sosyal yaşam ve genel olarak ekoloji üzerinde
ciddi düzeyde tahrip edici etkilere sahip.
İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları ekolojiyi tahrip ediyor
ABD’nin stratejik ortaklarından olan ve
mali-askeri desteğini hiç esirgemediği Siyonist İsrail devleti ve ordusunun Filistin
topraklarını işgali yıllardır devam ediyor. Bu işgal sırasında başta hava
saldırıları olmak üzere Filistin halkına yönelik saldırılar da hız kesmeden
sürüyor. Bu saldırılar sadece insani kayıplara değil, aynı zamanda çevre
tahribatına da neden oluyor.
Örneğin, 2014 yılında bombalı hava
saldırıları, karadan topçu ateşi ve yoğun roket atışları biçiminde İsrail
ordusunun Gazze’de Filistinlilere yönelik saldırıları sonucunda bölgedeki
haşere ilacı ve organofosfat gibi kimyasal depoları, boya ve plastik fabrikaları
vuruldu.
Bu saldırılarda üretimde formaldehid,
benzen ve naftalin gibi toksik kimyasalları ve ağır metalleri kullanan
fabrikalar yok edildi. Bunun sonucunda ortaya çıkan yangınlarla birlikte büyük
çaplı hekzakloroetan dumanı ortaya çıktı. Bunun insan sağlığı üzerindeki etkilerinin
yanı sıra, hava kirliliği, su kaynakları ve toprak üzerinde ciddi uzun dönem
çevresel etkileri de söz konusu. (6)
‘Güvenlik’
gerekçesiyle yok edilen bitki örtüsü, kasıtlı çıkartılan ya da söndürülmeyen
orman yangınları iklim değişikliğini tetikliyor !
Savaşlar bitki örtüsüne ve ormanlara da
zarar veriyor. Örnek olarak, Afganistan’da ABD’nin Stinger füzeleri ile
donattığı mücahit grupların başlattığı iç savaş nedeniyle, tarım arazileri,
meralar, sulama sistemleri büyük ölçüde yok edildi. Binlerce köy boşaltıldı.
Nüfusun üçte biri evlerini terk etmek zorunda kalırken, bu köylülerin
çiftlikleri, tarlaları ve meyve bahçeleri de çürümeye terk edilmiş oldu.
Dağlık bölgelerdeki mücahitlerin barınak ve
saklanma yerlerinin yok edilmesi gibi ‘güvenlik’ gerekçeleriyle ormanlar, bitki
örtüsü yok edildi, ülkeye 10-20 milyon civarında (çoğunluğu Taliban tarafından)
mayın döşendi. Ormansızlaşma, ekilebilir arazileri tahrip eden sel ve çığlara
yol açan erozyona neden olurken, mayınlar
toprak kullanımını engelledi, çocuklar, çobanlar, köylüler ve yüz binlerce
canlı hayvan ya mayınlardan ya da bombalamalardan öldü. Bazı araştırmalara göre
ailelerin beşte biri mayın kazalarından etkilendi. (7)
Suriye’deki
savaş ormanları ve bitki örtüsünü yok etti
Suriye'de ormanların yüzde 76’sı sahil
bölgesinde yer alıyor. 2011 yılının ortalarında patlak veren çatışmalar
sırasında bu orman örtüsü hızla tükendi. Toplam orman alanında önemli bir düşüş
gerçekleşti (31,116 hektar, yüzde 24,3) ve buna yoğun ormanlık alanı (2010 -
2020 arasında) azalması eşlik etti 11,778 hektar (yüzde 9,2). Orman örtüsündeki
bu değişiklik, silahlı çatışmalarla ilgili faktörler nedeniyle ortaya çıktı. (8)
Hollanda kökenli bir barış örgütü olan PAX
tarafından yürütülen yeni uydu analizine göre, Suriye'nin kuzeydoğusundaki
Haseke vilayetinde yüz binlerce dönümlük tarım arazisi yangınlarla kavruldu. Geçen
yıl 15 Mayıs ile 25 Temmuz tarihleri arasında bu vilayette kabaca 436.882 dönüm
arazinin yakıldığı tespit edildi.
Tarım
arazileri kasıtlı olarak yakıldı
Yangınların önemli bir kısmı, Kuzey Doğu
Suriye'de Türkiye destekli Suriyeli milisler ile Kürtlerin öncülüğünü yaptığı
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında devam eden gerilimin sonucunda ortaya
çıktı. Sınır boyunca yapılan top atışları yangınları tutuşturdu, ekinler ve
otlaklar yandıkça geriye kararmış topraklar kaldı. Tarım arazilerinin kasıtlı
olarak yakılması ise yerel topluluklardaki geçim kaynaklarını yok etmek için
bir taktikti. Sözde ‘İslam Devleti’ ekili alanları yakma çağrısı da yaptı.
Suriye'nin 'ülkenin ekmek sepeti' olarak bilinen bu kısmı, birçok çiftçinin ürününü
kaybettiği yangınlardan büyük zarar gördü. (9)
PAX’ın raporuna göre, doğrudan
düşmanlıkların yanı sıra, bölge artan orman yangınlarına katkıda bulunan daha
büyük sorunlarla karşı karşıya. Bölgede
iklim krizinin neden olduğu artan sıcaklıklar, daha uzun süren kuraklık
dönemlerine neden oluyor, bu da ister tarım araçlarından kaynaklanan
kıvılcımlardan, isterse atılan sigara izmaritlerinden kaynaklansın, yangın
koşulları yaratıyor. Yangınla mücadele araçlarının eksikliği ve yetersiz su
kaynakları durumu daha da kötüleştiriyor. Yangınlardan etkilenen çiftçi
topluluklarının azalan mahsul gelirleri ve geçim kaynaklarıyla ilgili sorunlar,
Suriye lirasının devalüasyonu nedeniyle baş gösteren ekonomik krizle daha da
ağırlaşıyor.
Kısaca, Kuzey Doğu Suriye’deki savaşın
doğal kaynaklar ve çevre sağlığı üzerinde telafi edilmesi imkânsız etkileri söz
konusu ve bu etkiler devam edecek. Bölgede temiz suya, havaya ve toprağa erişim
bir sorun olurken, savaşın zehir saçan kalıntılarının etkilerinin ortadan kaldırılması
ya çok uzun yıllar alacak ya da bu hiç mümkün olmayacak.
Bölgede hem tarım, hem de fosil yakıt
çıkarımı (savaş öncesinde günde 400 bin varil petrol çıkartılıyordu) en temel
ekonomik faaliyet. Savaş fosil yakıt sanayinde yarattığı etkiler yüzünden ciddi
bir kirliliği miras bıraktı. Aynı zamanda savaş su ve arazi kaynaklarını ciddi
boyutta tahrip etti.
Petrolün
üç kirlilik etkisi
Petrol çıkartma faaliyetleriyle ilgili üç
tür ekolojik kirlilik söz konusu: (i) Çatışma
öncesi mevcut petrol çıkarma faaliyetleri (ii) Elle yapılan petrol çıkartımı
(2013-2017 arasında yaygınlaşan yol kenarı, arka bahçe kuyuları) (iii) Petrol
atıklarının (katran) konulduğu çukurlar.
Özellikle de bu katran biçimindeki atıklar
açık havada tutuluyor ve bunlar hem su kaynakları, hem arazi, hem de vahşi
yaşam için ciddi bir risk oluşturuyor. Çatışmalar sürdükçe sokaklardan kirli
atıkların toplanabilmesi ve sağlıklı bir biçimde depolanabilmesi imkansız
olduğundan bu çok ciddi bir ekolojik etki yaratıyor. Bu atıkların bölge
sakinlerince usulsüz yakılması ise sera gazı emisyonuna neden oluyor. Lastik ve
plastik yakılması pratikleri de bunu hızlandırıyor (10)
Su
savaşları
Euronews’a göre, yaklaşık on yıl boyunca
savaşın gölgesindeki Suriye'de şimdi insanları çok daha zorlu bir dönem
bekliyor. Son yıllarda kuraklık yaşayan özellikle Suriye'nin kuzey bölgelerinde
Fırat Nehri'nin suları büyük oranda çekildi ve birçok gölet yok oldu. Savaş, Kovid-19
salgını ve ekonomik kriz derken, şimdi de baraj sularında görülen büyük düşüş
sonrası bölgede su ve elektrik kesintileri kapıda.
Barajlardaki su seviyesinin düşüklüğü ve
diğer birçok etmen sebebiyle de Suriye'de geçen seneye oranla elektrik üretimi
yüzde 70 oranında azalmış durumda. Yaklaşık 5 milyon Suriyeli su sorunu ve
elektrik kesintileriyle karşı karşıya. Bölgede yaşayanlar, özellikle Fırat
Nehri’nden gelen suyun azalması konusunda komşu ülke Türkiye'yi suçluyor.
Buradaki Kürtler, siyasi sorun yaşadığı Türklerin Fırat Nehri'nin suyunu
kıstığını ileri sürüyor, Türkiye ise bu iddiaları kabul etmiyor.(11)
Fırat’ın
Doğusunda süren savaş
ABD Minnesota Üniversitesi öğretim üyesi Z.
Pehlivan kendisiyle geçen yıl yapılan bir söyleşide (12), ağaçların yakılarak
ormansızlaştırma yapılmasının ilk örneklerinin ABD’nin Vietnam Savaşı ve Kolombiya’da
FARC’a karşı yürütülen savaşta görüldüğünün altını çiziyor.
Yazara göre, Türkiye’de- Batıda sahil
bölgelerinde çıkan yangınların dışında- orman yangınları en çok Kürtlerin
ağırlıklı olarak yaşadıkları Diyarbakır’ın Kuzey-Doğu ve Güney-Doğu
kırsalı-Batman-Bitlis üçgeni, Siirt, Hakkâri ve Şırnak dolaylarında çıkıyor. Bu
yangınların bazıları doğal koşullardan, bazıları tarımsal alan açmak amacıyla,
bazıları ise askeri güvenlik amacıyla çıkartılıyor.
“Güvenlik”
gerekçesiyle ormansızlaştırma
Pehlivan bu tezini de orman yangınlarının
yoğunlaştığı bölgelerde son yirmi yılda çok sayıda karakol, ya da yerelde tabir
edildiği gibi, kalekol inşa edilmesiyle ilişkilendiriyor:
“Buna göre; kalekollar ortaçağdaki
korunaklı kaleler gibi hâkim tepelere kuruldu. İnşa edildikleri tepelerin
çevresindeki ormanlık alanlar tıraşlandı. Yetmedi kalekolların civarındaki
ormanlar ve yaylalar güvenlik bölgesi olarak ilan edildi, sivillerin girişine
kapatıldı. Bu ideolojik mühendislik planının iki amacı var: Birincisi
kalekolların görüş alanını olabildiğince genişletmek. Çünkü ormanlık arazideki
görüş alanı ile ağaçtan arındırılmış bir alanın görüş alanı bambaşka. Ormanı
yakarak sadece görüş alanını temizlemiyor, aynı zamanda karşı taraftan
gelebilecek muhtemel tehlikeyi bertaraf ediyorsunuz. Vietnam savaşı sırasında,
ABD ormanlık alanlardaki bitkilerin yapraklarını dökmesine ve kurumasına sebep
olan ağır kimyasal maddeler kullanmıştı. İkincisi ise bölgedeki nüfusun doğal
kaynaklara erişimini zorlaştırarak, hatta tamamen engellemek suretiyle göçe
zorlamak. Dahası, ormanı yakarak çevredeki nüfusta güvenlik endişesini artırıp
istikrarsızlık yaratmak, doğayı katlederek korku siyasetini yaygınlaştırmak
amaçlanıyor”. (13)
Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Kuru Kaymak
köyü ile Koçeri mezrasında 17 Ağustos tarihinde askeri operasyon sonrası
başlayan orman yangınına 13’ncü güne kadar müdahale edilmediği, yangına
müdahale etmek isteyen yurttaşların askerlerce engellendikleri iddiası güvenlik,
insansızlaştırma-orman yangınları ilişkisini güçlendiriyor. (14)
Savaşta 1500 km2’lik bir alan yandı
Mayıs 2021’de yayınlanan bir diğer uluslararası
raporun Suriye’deki savaş ile ilgili bulguları Türkiye’de “güvenlik gerekçesiyle
ormansızlaştırma” iddialarını destekler nitelikte.
Buna göre; Suriye rejimi ile IŞİD ve Türk
ordusu arasında gerçekleşen çatışmaların sonucunda ekolojik alt yapı, doğal
kaynaklar hasar gördü. Ekolojik sistem bu çatışmaların sonucunda ciddi kayıplara
uğradı. Çatışmalı bölgelerde aynı zamanda ormansızlaştırma yaşandı. Türkiye
sınırında Türkiye devletinin yaptığı barajlar suya erişimi büyük ölçüde
engelledi. Bu bölgelerde ciddi boyutlarda yangınlar çıktı. Bunların bir kısmı
silahlı gruplar ve Suriye ordusunun taktik olarak çıkarttığı yangınlardı. 2019
yılında Türk ordusu ile SDG arasındaki çatışmalar sırasında 1500 km2’lik bir
alanın yandığı belirlendi. Su, çatışmaları ve iklim güvenliği riskleri tarım
sektöründe de görülüyor. Kuraklık, ağır yağışlar savaşlarla daha da ağırlaştı,
bu durum toprak kullanımını etkiledi ve ürün azaldı. Köylülerin savaştan kaçmak
için topraklarını terk etmeleri bu durumu daha da kötüleştirdi. Aşırı sıcaklar
ve son iki yıldır görülen ağır yağışlar hububat tarlalarında yangınlara neden
oldu. Yangınların bir diğer nedeni ise sınırda açılan yoğun topçu ateşi ve
bombardımanlardı. 2019-2020’de toplamda 1050 km2’lik bir alan yandı. Bu önceki
yıllara göre çok ağır bir tahribattı. (15)
Savaşın neden olduğu doğa tahribatına toprağın
katmanındaki tahribatları da dâhil etmek gerekiyor. Bir yandan yangınlar
toprağın üzerindeki bitki örtüsünü yok ederken, diğer yandan bombanın
içeriğindeki kimyasallar ve toprağa dökülen askeri atıklar yüzünden toprak
zehirleniyor. Keza toprağa mayın döşenmesi ve güvenlik barajları da (su) benzer
etkiler yaratıyor.
İklim
krizi yeni savaşları önleyebilir mi?
Militarizm-iklim krizi ilişkisi konusunda
farklı görüşler de mevcut. Örneğin küresel ısınma ve iklim değişikliği
konusunda gelinen nokta itibarıyla askeriyenin, ulusal orduların, iklim
değişikliğine neden olmaktan ziyade, bundan böyle iklim değişikliğinin neden olduğu
yangınlar, su baskınları gibi felaketlerle uğraşacağı da ileri sürülüyor.
Nitekim bir çalışmaya göre, örneğin Çin
ordusu, 2049’a kadar, daha ziyade orman yangınlarıyla su baskınlarıyla, kısaca çalkantılı
bir iklim değişikliği ile başa çıkmakla meşgul olacak. Küresel sıcaklıklar
arttıkça, ülke hiç bitmeyen iklim acil durumunun şiddetli etkilerinden zarar
görecek ve halkı daha da feci sellere, kıtlıklara, kuraklıklara, orman
yangınlarına, kum fırtınalarına ve tsunamilere karşı savunmak için Halk
Kurtuluş Ordusu (PLA) dâhil olmak üzere hükümetin her aracını kullanmak zorunda
kalacak.
Üstelik Çin bu konuda pek de yalnız
kalmayacak. Şu anda, ABD Savunma Bakanlığı ‘Ulusal Savunma Stratejisi
Belgesi’nin yeni bir baskısını hazırlıyor ve bu sefer iklim değişikliği nihayet
resmen Amerikan güvenliğine yönelik büyük bir tehdit olarak tanımlanacak. Bu
durum her iki ülkeyi o denli tehdit ediyor olacak ki birbirlerine karşı savaş
başlatma güçleri ya da iradeleri olmayacak. (16)
Sonuç
Yukarıdaki öngörü ne kadar gerçekleşir bunu
bilmek mümkün değil. Ancak hali hazırda Kovid-19 salgını, ekolojik tahribat ve
iklim değişikliği içinde olduğumuz bir çağda yaşamakta olduğumuz çok açık.
Kapitalizm sürdükçe gezegenimizde insanın
var oluşu ölümcül bir tehdit altında olmaya devam edecek. Salgının yalnızca bir
sağlık krizi ve küresel ısınmanın sadece bir doğal felaket olmadığı açıkça
ortada. Her ikisi de sosyal yeniden üretim sisteminin yapısal kısıtlarını açığa
çıkartan ekonomik ve sosyal krizleri de alevlendiren krizler.
Bu felaketler yerel ya da ulusal değil
küresel, bu yüzden de tek bir ülkede bunlarla baş edilemez. Bu bir ulusal kriz
olmadığı için ulus devletleri güçlendirerek de bu krizden çıkılamaz. Yani eşitsizliklere,
yoksulluğa, salgına ve iklim krizine yol açan faktörleri ortadan kaldırabilmek
sadece mevcut üretim ilişkilerini ortadan kaldırmakla da sağlanamaz. Ayrıca
başat bir politik ve ekonomik organizasyon olan ulus devletlerin kapitalizme
hizmet eden (ekolojiyi tahrip eden) işlevleriyle
de yüzleşmek gerekecek.
Diğer yandan kendi iç çatışmalarından
kaynaklı sorunlarını çözmekte yetersiz kalan kapitalist sistem giderek yıkıcı
ve otoriter biçimler alıyor, daha da alacak.
İlerici güçler bu gelişme sırasında seçenek olduklarını gösteremezler ve
insanları ikna edemezlerse, ekonomik krizin de derinleşmesiyle beraber aşırı
sağ daha da güçlenecektir.
Bugün hala dünya siyasetindeki, potansiyel
olarak, en önemli faktörün; işçi sınıfının, yoksulların ve ezilenlerin
dünyayı yeniden kurma konusundaki iradeleri ve örgütlü mücadeleleri, bunların
kendilerini hem sistemik yoksulluğa, eşitsizliklere, hem salgına, hem de iklim
krizine karşı korumaları gerçeği olduğu unutulmamalı.
Özetle, mevcut sistemi toplumsal
ihtiyaçları karşılamaya dönük, hem emeği, hem de doğayı koruyan demokratik bir
biçimde planlanmış bir ekonomiye dönüştürmemiz gerekiyor. Bu bugün hem gereklilik, hem de yapılabilir
bir şey.
Vakit geçirmeden ilerici temel bir
toplumsal değişim ve dönüşüm için mücadele eden tüm emek yanlısı, ilerici, demokratik,
özgürlükçü, laik, anti militarist, anti sömürgeci ve çevreci güçlerin birlikte
mücadelelerinin sağlanması gerekiyor.
Dip notlar:
(1) https://www.tni.org/en/article/an-ignoble-end-to-counter-terrorism
(30 August 2021).
(2) https://www.commondreams.org/court-ruling-us-border-militarization-called-win-wildlife
(24 August 2021).
(3) Krista Schlyer, Embattled
borderlands, The irreplaceable riches of our borderlands,
“storymaps.esri.com/stories/2017/embattled-borderlands”
(24 August 2021).
(4) https://www.commondreams.org/court-ruling-us-border-militarization-called-win-wildlife
(24 August 2021).
(5) “Suriye-Türkiye
sınır duvarı”, https://tr.wikipedia.org (4 Eylül 2021).
(6) Pax,
“Environment and Conflict Alert- Gaza,
preliminary urban and environmental impacts”, https://paxforpeace.nl (26 May 2021.
(7) Cemil
Aksu, “Afganistan nasıl narko-devlet oldu?”, https://www.dokuz8haber.net (7 Temmuz 2021).
(8) Mohamed
Ali Mohamed, An Assessment of Forest Cover Change and Its Driving Forces in the
Syrian Coastal Region during a Period of Conflict, 2010 to 2020, Land 2021,
10(2), 191; https://doi.org (26
December 2020).
(9) https://reliefweb.int/report/syrian-arab-republic/farmland-fire-northeast-syria
(24 August 2020).
(10) Pax, War, Waste, and Polluted Pastures, An Explorative
Environmental Study of the Impact of the Conflict in north-east Syria, www.paxforpeace.nl ( May 2021), s.
24-27.
(11) https://tr.euronews.com/suriye-de-kurakl-k-alarm-f-rat-nehri-kuruyor-insani-kriz-kap-da (30
Ağustos 2021).
(12) “Cudi’deki yangın ve orman yangınlarının
ekolojik, ideolojik, siyasal ve tarihsel boyutları, Devletin ekolojik
aygıtları”, Anıl Olcan’ın Minnesota Üniversitesi öğretim üyesi, The Harry Frank
Guggenheim araştırmacısı, çevre tarihçisi Zozan Pehlivan ile söyleşisi, https://birartibir.org/devletin-ekolojik-aygitlari
(21 Eylül 2020).
(13) Ags.
(14) https://artigercek.com/haberler/emek-ve-demokrasi-gucleri-yanginlarin-amaci-insansizlastirmak
(30 Ağustos 2021).
(15) Pax,
War, Waste, and Polluted Pastures, An Explorative Environmental Study of the
Impact of the Conflict in north-east Syria, www.paxforpeace.nl ( May 2021), s. 38-42.
(16) https://www.commondreams.org/cold-war-china-still-possible-overheating-world
(24 August 2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder