Orta
Vadeli Program: Ortaya vasat propaganda belgesi
Mustafa
Durmuş
9
Eylül 2021
Daha önce Bakan Albayrak, adını “Yeni
Ekonomi Programı” (YEP) olarak değiştirip sunmuştu, bu yıl adı tekrar Orta
Vadeli Program (OVP) oldu.
Ancak ad değişse de içerik değişmedi. Bir
kez daha, her yıl birbirinin benzeri söylemlerden, yerine getirilmesi imkânsız
vaatlerden ve iktidarca sergilenen ekonomik performansa yapılan övgülerden
oluşan bir belge ile karşı karşıyayız. OVP, 5018 sayılı kanunda öne sürüldüğü
gibi, ne “kamu için zorunlu”, ne de” özel sektör için yol gösterici” özellikler
taşıyor. Kendi geleceği belirsiz bir iktidarın böyle işlevlere sahip bir
program yapması da beklenmemeli.
Üstelik Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi
altında bu program Saray’da hazırlanıyor ve Saray tarafından onaylanıyor. Bu
yıl bir gelişme daha yaşandı ve Bütçe Sürecinin asıl belgelerinden olan Orta
Vadeli Mali Plan’ın hazırlanmasından vaz geçildi. Artık ikisi bir arada sunuluyor.
Bir
yanıyla “peri masalı”
Programı hazırlatanların, hazırlayanların
sınıfsal karakterleri, ideolojileri, beklentileri değişmediği gibi, böyle programlar
yıllardır gerçeklerden uzak, bir “fairy tales”, yani “peri masalı” tadında
hazırlanıyorlar. Buna rağmen topluma ciddi ekonomik analiz ve politika
önermeleri, ekonomide önemli yol haritası gibi sunuluyorlar.
Aslında 5018 Sayılı Yasa zorunlu kılmasa belki
bu zahmete de girişilmeyecek. Öyle ya “omniscient,
omnipotent, omnipresent”(⁎) bir karar verici varken böyle fani belgelere neden
ihtiyaç olsun ki?
Giderek
daha az ciddiye alınıyor
Diğer yandan iktidar bloğunca hazırlanan
diğer makro belgelerde olduğu gibi, OVP
de artık giderek daha az ciddiye alınıyor. Bunu son OVP’ye verilen tepkilerden de
görebiliyoruz. Öyle ki bunu, programın abartılı iyimserliğine vurgu yaparak,
“Alice Harikalar Diyarında Belgesi” diye tanıtanlar oldu. (1)
İşin doğrusu, iç tutarlılıktan yoksun,
bilimsel öngörü ve hesaplamalara göre hazırlanmış bir ulusal kalkınma planına
dayanmayan, hazırlayanları sadece “cek
ve cak”larla biten vaatlerle bağlayan bir programın bu şekilde eleştirilmesi
sadece siyaseten değil, teknik olarak da haksız gözükmüyor.
Türkiye toplumu, emekçiler, sendikalar,
demokratik kitle örgütleri, STK’lar ve siyasal partiler zaten bu program
hazırlanırken dışarıda tutuluyorlar. Bütçe Hakkı’nın kullanımı ise, ironik bir
biçimde, bu OVP’de “döner sermaye
gelirlerinin Merkezi Yönetim Bütçesi içine alınması” vaadiyle (2) sınırlı
tutulmuş. Bu “bütçe hakkının bir gereği mi, yoksa her türden gelire el koyma arzusu
mu”, diye de sormak gerekiyor.
Sermaye
kesiminin de ilgisi az
Genelde sermaye kesimi de, daha önceki
programların hedeflerinin tutmadığının bilincinde olarak, bu tür programlara pek
ilgili değil. Özellikle de iktidar blokuna yakın sermaye çevreleri ilgilerini (muhtemelen)
kendilerine ne tür yeni ticari imkânlar, teşvikler, yeni ihaleler
verilebileceği konusu ile sınırlı tutuyor ve işlerini kendi bildiklerine göre
yapıyorlar.
Özetle (2022-2024) OVP’si bu haliyle ayrıntılı
bir değerlendirmeyi hak etmiyor. Böyle değerlendirmeleri özendirecek bir
biçimde de hazırlanmamış zaten. Belgeye bir tür “dostlar alışverişte görsünler”
ruh hali hâkim. Bu yüzden de sistematik bir değerlendirmeye girmeksizin bazı
noktalara değinmek yeterli olacak.
Büyüme
masalı
Ekonomik büyüme tahminleri ile başlayalım.
Öyle ya mevcut iktidar da, tıpkı tüm diğer burjuva iktidarlar gibi, ekonomik
büyümeyi (adeta bir halı gibi) kiri
örten bir örtü gibi kullanıyor. Ekonomi büyüdükçe bir başarı hikâyesi yazılıyor
ve böylece işsizlik, derin yoksulluk, yolsuzluklar, adaletsizlik ve ayrımcılık
gibi diğer ekonomik ve sosyal sorunlar bu halının altına süpürülüp göz ardı
edilmeye çalışılıyor. Bu yüzden de, zaman zaman hatalı ya da manipüle edilmiş
büyüme rakamlarıyla karşılaşabiliyoruz.
Örnek vermek gerekirse, baz etkisiyle,
Kovid-19 salgınının ikinci yılının ikinci çeyreğinde dünyada çok sayıda ülkede ekonomik
büyüme oranları yüzde 20’lerin üzerinde çıkarken, bizimkiler bizde gerçekleşen
yüzde 21,7’lik büyümeyi sadece bize mahsus bir başarı gibi yansıttılar ve
buradan bir toparlanma başarısı hikayesi çıkartmaya çalıştılar.
Bir
kez daha potansiyelinin üzerinde bir büyüme hedefi
Yeni OVP’ye göre; bu yıl ekonominin yüzde
9, seneye yüzde 5 ve diğer iki yıl yüzde 5,5’er oranda büyümesi bekleniyor.
Yani önümüzdeki üç yıl ekonominin yılda ortalama 5,3 büyümesi öngörülüyor. (3) Oysa
bu hedef Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyelinin üzerinde bir hedef (yaklaşık
yüzde 1 puan üzerinde). O potansiyel de, her şey yolunda giderse gerçekleşebilecek
bir durum.
Salgının yeni varyantlarıyla yeniden
saldırıya geçtiği, geçen yıl aynı aylara göre vaka ve ölüm sayılarının neredeyse
10 kat daha fazla olduğu ve bu durumun bir müddet daha böyle gideceği, bunun genel
olarak üretimi, hizmetleri, eğitim ve sağlık alanlarını, işgücü verimliliklerini,
turizmi olumsuz etkileyeceği gerçeği ortada iken ekonomi yılda yüzde 5,3 gibi
seviyelerde reel olarak nasıl büyüyebilir?
İtiraflar!
Büyüme ile ilgili olarak, iktidarın
açıktan kabullenmediği ama OVP’de itiraf edilen bir gerçek söz konusu.
Kişi başı gelir 2013 yılında 12,519
dolardı. Yani, eşit dağılmasa da, kişi başı gelir ölçütü ile açıklanan ortalama
insanımızın refahı 2013 yılında, bugüne göre, yüzde 24 daha yüksekti (3,000
dolar fazlaydı). O yıldan bu yana refahımız sürekli azaldı ve 2020 yılında bu
gelir 8,597 dolara düştü. Bu yıl 9,489 dolar olması beklenirken, ancak önümüzdeki
3 yılın sonunda bu rakam 11,465 dolara çıkabilecek. Yani 2024 yılı sonunda dahi,
2013 yılındaki kişi başı gelir düzeyini tekrar yakalayabilmek mümkün
olamayacak.
Bir an 7 yıl geriye gidelim ve konulan
hedefleri ve verilen sözleri hatırlayalım. 10’uncu Kalkınma Planı’nda (2013)
ekonominin 2023 yılında 2 trilyon dolar, kişi başına gelirin ise 25,000 dolar
olacağı açıklanmıştı. Aradan sadece 7 yıl geçti ve hedefler 2023 için ekonominin
büyüklüğü olarak 925 milyar dolara ve kişi başına gelir de 10,703 dolara kadar
düşürüldü. Yani Cumhuriyet’in 100’ncü yılında (2023) ilkinin yüzde 46’sı ve
ikincisinin yüzde 43’ü ile yetinmek durumunda kalacağız (o da işler beklendiği
gibi giderse) .
Kaldı ki, milli gelir eşit dağılmadığı
gibi, bu geçen yıllar boyunca bölüşüm eşitsizliği daha da arttı. Öyle ki işçilerin
ücret biçiminde milli gelirden aldıkları pay üçte bire, hatta onun da altına
kadar geriledi.
Nitekim bu yılın ilk çeyreğinde işçilerin milli
gelirden aldıkları pay yüzde 35,5 iken, ekonominin yüzde 21’den fazla büyüdüğü
ikinci çeyrekte bu pay yüzde 32,9’a düştü. Buna karşılık bu altı ayda sermayedarın
kâr olarak aldığı pay yüzde 45,7’den yüzde 49,8’e yükseldi. (4) Kısaca ekonomi
büyürken bu büyümeden emekçinin aldığı pay azaldı, buna karşılık sermayedarın
payı arttı.
Ucuz
emek sömürüsüne dayalı, yoksullaştırıcı bir ihracat
Program, büyümenin asıl olarak iç
talepteki artışla (hem tüketim, hem de yatırım mallarına olan) sağlanacağını
ileri sürüyor. Bu noktada bu denli baskılanmış işçi ücretleri ve diğer emek
gelirleri ve böyle bir finansal istikrarsızlık ve belirsizlik ortamında bunun
nasıl sağlanabileceği kuşkulu. Belli ki yine kredi-borçlandırma pompalamasına
başvurulacak.
İhracatın ise büyümeye pozitif katkı
vermeyi sürdüreceği vurgulanıyor. Hatırlayalım 10’uncu Kalkınma Planı’nda
ihracat hedefi 2023 yılı için 500 milyar dolardı. Bu 11’nci Planda (2019) 227
milyar dolara düşürüldü. Son OVP’ de ise 242 milyar dolar olarak belirlendi.
Yani son 7 yılda hedef yarıdan fazla düşürüldü. Alın size müthiş bir bilimsel (!)
öngörü hikâyesi daha.
Dahası ihraca artışı , artık daha ziyade ucuz
emek sömürüsünün yanı sıra asıl olarak kayıt dışı mülteci emeği ile ve Türk
Lirasının dolar ve avro karşısında ciddi anlamda değer kaybetmesi ile yürüyor.
Bunu T.C. Merkez Bankası’nın açıkladığı
Reel Efektif Döviz Kuru Endeksi’nden (REK) görebilmek mümkün. Zira bu ay TÜFE
bazlı REK 62,89’a; Birim İşgücü Bazlı REK (2020 yılı sonunda) 57,16’ya kadar
geriledi. (5)
Hatırlatalım, REK ülkeler arasındaki
göreli fiyat veya maliyet gelişimi hakkında bilgi içeriyor, dolayısıyla
ekonomilerin rekabet güçlerinin değerlendirilmesinde kullanılan anahtar
makroekonomik göstergelerden biri olarak kabul ediliyor.
Böylece bir ülkenin reel efektif döviz
kuru endeksi 100’ün üzerine çıkıyorsa, o ülkenin ulusal parası diğer paralar
karşısında değer kazanmaya, 100’ün altına düşüyorsa değer kaybetmeye başlıyor.
Ya da ilkinde aşırı değerli, ikincisinde değersiz ulusal paradan söz ediliyor.
Böyle olunca da, aşırı değerlenmiş ulusal para altında ihracat daha pahalı hale
geldiğinden, ihracat beklendiği gibi artmıyor. REK’in 120 – 25 aralığına doğru
hareketlenmesi durumunda ise TL aşırı değerleniyor. Bu durumda para politikası
araçları kullanılarak TL’ye müdahale edilebiliyor. Endeks düştüğünde ise
meselenin bir başka boyutu ortaya çıkıyor, ülkede üretilen ürünler çok ucuz
fiyattan dışarıya satılıyor. Yani hem ülke ekonomisi ciddi bir kan kaybına
uğruyor, hem emek daha fazla sömürülüyor, hem de doğa daha fazla tahrip
ediliyor.
Nitekim geçen yıl 13 Ağustos’ta (6), REK’in Türkiye’de hızla düşmekte olduğunu,
ülkeyi yönetenlerin ileri sürdüklerinin aksine, düşük reel efektif kurun (yani
TL’nin aşırı değer kaybetmesinin) Türkiye’nin ihracatı için rekabet artırıcı
olmadığını, aksine bunun bir emperyalist sömürünü göstergesi olduğunu
yazmıştık.
Kısaca, düşük kurlar aracılığıyla bir
emperyalist sömürü ortaya çıkıyor. Küresel kapitalist sistemin işleyişine uygun
olarak azgelişmiş ülkelerin emekçileri çok büyük bir sömürüye ve dolayısıyla da
değer kaybına uğruyor. Emperyalist ülkelerin sermayedarları ise, hem diğer ülkelerin işçilerinin emeğini, hem
de doğal kaynaklarını gerçek değerinin çok altında fiyatlarla elde ediyorlar.
Böyle bir “eşitsiz değişim” altında
azgelişmiş ülkeler (daha ucuz emek ve toprak, daha fazla mali teşvik, düşük
vergileme sunmak anlamında) birbirleriyle yarıştırılıyorlar. Böylece değerinin
çok altında fiyatlarla yaptıkları ihracat yüzünden bu ülkelerin halkları daha
da yoksullaşırken, ekonomileri daha kırılgan ve krizlere yatkın bir hale
geliyor.
İhracatta durum bu olmasına rağmen OVP’de
“uluslararası arenada rekabet gücü yüksek sektörler desteklenecek” denilerek (7)
kamu kaynaklarının, sanayi ve ihracatı teşvik adı altında bu sektörlere
aktarmaya devam edileceğinin altı çiziliyor.
Ayrıca Tahvil Garanti Fonu oluşturularak
reel sektör şirketlerinin tahvil ihracı kolaylaştırılacak. Yani devlet bir şekilde
özel sektörün çıkardığı borçlanma senetlerine garantör olacak. Keza Hazine
taşınmazlarının özel sektöre tahsisi hızlandırılarak özel sektöre kaynak
aktarımı sürdürülecek.(8)
İşsizlik
Programın, çözümünü piyasalara havale
ettiği diğer sorunlar; emekçilerin çok ciddi bir işsizlik, hayat pahalılığı,
yoksulluk ve borçluluk altında eziliyor olması gibi sorunlar. Programda nasıl
hesaplandığı anlaşılamayan salgın boyunca verildiği ileri sürülen 734 milyar
TL’lik afaki bir mali desteğin dışında devletin bu sorunların çözümüne ilişkin
üstlendiği somut bir görev ya da görev mevcut değil.
Zaten bu konular da hafife alınan bir
yaklaşımla ele alınıyor. Örneğin programa göre, işsizlik oranı 2024 yılında
dahi iki haneli olmaya devam edecek (resmi olarak yüzde 10,9 olacak). Bu veri
güvenirliliği son derece tartışmalı TÜİK verisi. Gerçek işsizliğin bunun en az
iki katı olduğunu biliyoruz. İstihdam oranı ise aynı yıl yüzde 50’nin altında
kalacak (yüzde 47,8).
Günümüzde ‘Yükselen Ekonomi’ olarak (üstelik
de şahlanmış olduğunun altı çizilen) dünyanın hiçbir ekonomisinde 3 yıl
sonrasında dahi bu kadar yüksek bir işsizlik ve bu kadar düşük bir istihdam
oranıyla karşılaşmak mümkün değil.
Enflasyon
Benzer bir durum enflasyon rakamları için
geçerli. TÜİK tarafından açıklanan ama doğru olduğuna neredeyse kimsenin
inanmadığı enflasyon rakamları söz konusu. Buna rağmen resmi enflasyon çok
yüksek. Hali hazırda bu yüzde 19.25.
Programda bu yılın sonunda yüzde 16,2 olacak
olan enflasyonun programın son yılı olan 2024’te yüzde 7,6’ya düşeceği ileri
sürülüyor. Kalkınma Planı’nda bunun yüzde 5’e kadar çekileceği öngörülmüştü. Albayrak’ın
YEP’inde ise bu yıl enflasyonun yüzde 8,0, 2022’de yüzde 6,0 ve 2023’te yüzde 4,9 olması
bekleniyordu. Kısaca hiçbir öngörü
tutmadı, bundan böyle tutması da çok zor.
Gelişkin ekonomilerde yüzde 2-3’ün altında
seyreden enflasyon 3 yıl sonra bile bizde bunun iki katından fazla olacaksa,
üstelik enflasyondaki bu yarıya düşüş yüksek büyüme, yüksek cari açık ve yüksek
kur öngörüleriyle (iktisat bilimi gereğince) hiç uyumlu değilse, buradan da bir
başarı öyküsü çıkartabilmek ancak bizim yerli ve milli marifetimiz olabilir.
YEP’te ortalama dolar kuru 2021’de 1 dolar
= 7,68 TL, 2022’de 7, 88 TL ve 2023’te ise 8,20 TL olarak tahmin edilmişti.
Daha 2023 yılı görülmeden, bu yıl döviz kurunun 8,80 TL’ye kadar yükseldiğini
hatırlayalım. Dolar şu sıralar 8.44 civarında seyrediyor. Bu yüzden de OVP’nin doların
kurunu 2023’te 9,77 TL ve 2024’te 10,27 TL olarak öngörmesi son derece aşırı
iyimser bir yaklaşım.
Kemer
sıkma devam edecek
Programda “mali disiplinin sürdürüleceği”,
bu yönde olmak üzere başta Merkezi Yönetim Bütçesi olmak üzere Genel Devlet
Harcama ve Gelirlerinin GSYH içindeki paylarının bu 3 yıl boyunca aşamalı
olarak azaltılacağı ve bütçe açığının da düşürüleceği ileri sürülüyor. Öyle ki
Genel Devlet Açığı 2024 yılı sonunda yüzde 3,5’ten yüzde 2,6’ya kadar
çekilecek.
Kamu maliyesi değişkenlerinde böyle bir
küçülme finans sermayeye bir güven tazeleme olarak algılanırken (bunun nasıl
sağlanabileceği bir yana), bunun emekçiler için ciddi bir kemer sıkma olduğu
çok açık. Salgın ve kriz koşullarında aslında tersinin gerçekleşmesi ve kamu
harcamaları ile ekonominin desteklenmesi beklenir.
Oysa bu programda faiz ödemeleri hız
kesmeden devam ediyor. Öyle ki bu yıl 180 milyar TL civarında olması beklenen
faiz ödemeleri 2024 yılının sonunda 320 milyar TL’nin üzerine çıkacak. Yani
rantiyeye yapılacak ödemelerden her hangi bir tasarruf söz konusu olmayacak.
Keza Merkezi Yönetim Bütçesi harcamaları
2022’de yüzde 16 artarken Cumhurbaşkanlığı bütçesi yüzde 23, Diyanet İşleri
Başkanlığı yüzde 60, İletişim Başkanlığı yüzde 92 dolayında artacak. Diyanet’in
2022 yılı bütçe başlangıç ödeneği 16 milyar TL, 2023 yılı hedefi 18,6 milyar TL
ve 2024 yılı hedefi 20,7 milyar TL olarak belirlendi). (9)
Diğer taraftan, Orta Vadeli Program,
sanki Kovid-19 salgını hiç yaşanmamış
gibi hazırlanmış zira programda bu salgından en çok etkilenen alanların başında
gelen sağlık, eğitim ve istihdam alanlarına ilişkin dişe dokunur hiçbir önleme
yer verilmiyor. İktidar bloku bu alanlarda kendini yeterince başarılı saydığı
için olsa gerek, bu alanlara daha fazla kamu kaynağı aktarma ihtiyacı
hissetmiyor. Bu nedenle de iktidarı sürdürebilmek için gerekli olan
faaliyetlere kaynak aktarmayı sürdürecek gibi görünüyor.
Sonuç olarak, OVP bir yandan, mevcut
iktidar blokunun ve üzerine yerleştiği “ahbap-çavuş-akraba” kapitalizminin
tipik sınıfsal ve siyasal tercihlerine göre düzenlenmiş bir belge. Diğer
yandan, bu yılki Merkezi Yönetim Bütçe hazırlıklarına çerçeve çizdiği için, çok
önemli ama öz itibarıyla “ortaya vasat propaganda” belgesi olmanın ötesine
geçemiyor.
Dip Notlar:
(⁎) Her şeyi bilen, her şeyi yapabilen,
her yerde var olan
(1) https://www.dunya.com/kose-yazisi/ovp-secim-surecinin-basladiginin-gostergesi
(7 Eylül 2021).
(2) 2022-2024
Orta Vadeli Program, 4474 Sayılı
Cumhurbaşkanlığı Kararı (5 Eylül 2021), s.22.
(3) Agk, Tablo: 1.1, s. 25.
(4) TÜİK,
Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, II. Çeyrek: Nisan - Haziran, 2021, https://data.tuik.gov.tr (1 Eylül 2021).
(5) T.C.
Merkez Bankası, https://www.tcmb.gov.tr (8
Eylül 2021).
(6) https://t24.com.tr/yazarlar/mustafa-durmus/yuksek-kur-somuruyu-artiriyor
(13 Ağustos 2021).
(7) 2022-2024 Orta Vadeli Program, s. 14.
(8) Agk, s. 15, 21.
(9) https://www.birgun.net/haber/bol-itirafli-orta-vadeli-temenni
(7 Eylül 2021).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder