‘Sınır/Göç-Sanayi
Karması’ sığınmacıların acılarından kâr devşiriyor
(İklim
Krizi, göç ve sığınmacı ilişkisi (1)
Mustafa
Durmuş
26
Eylül 2021
“Dünyanın karşı karşıya bulunduğu en ciddi
yedi sorun nedir” diye sorulsa yanıtımız aşağı yukarı şöyle olurdu:
(i) Eşitsizlik, adaletsizlik, nepotizm
(ii)Faşizm, etnik ayrımcılık, kadın ezilmişliği, farklı kimliklere karşı nefret
söylemi, dinin siyasallaşması (iii) Emperyalizm, yükselen militarizm, savaşlar
(iv) Yolsuzluk, müştereklerin gaspı, yetersiz kamu hizmetleri, güvencesizlik,
engellilik (v) Salgın, işsizlik, hayat pahalılığı, derin yoksulluk (vi)
Ekolojik çöküş, iklim yıkımı (vii) Göçler, mülteci akını, yükselen ırkçılık.
Bu sorunların hepsi birbiriyle ilişkili.
Öyle ki biri büyüyünce diğeri de büyüyor ya da biri sönümlenince diğeri de
sönümleniyor.
İki kısımdan oluşan bu yazımızda yoksulluk,
güvencesizlik, faşizm, ayrımcılık ve iklim yıkımı ile doğrudan bağlantılı olan
göçler ve sığınmacı/mültecilik olgusunu, özellikle de iklim krizi ile olan
ilişkisi bağlamında ele alacağız.
İnsanlar
neden göç ederler?
Çok az insan doğduğu, yaşamının önemli bir
kısmını geçirdiği topraklardan çok uzaklara taşınmak ister. Çünkü normalde
insanlar işleri, aileleri, arkadaşları, kültürleri, alışkanlıkları gibi yaşam
alanlarıyla kurdukları güçlü bağlar nedeniyle, mecbur kalmadıkça, yerlerini,
yurtlarını terk edip gitmezler.
Diğer yandan yıllardır Hintliler,
Meksikalılar asıl olarak Avrupa ve Kuzey Amerika’ya, Suriyeliler ve Afganistanlılar
ise Türkiye’ye göç ediyorlar. Batıya gidenleri bu göçe zorlayan şey kuşkusuz yoksulluk,
işsizlik ve ülkeler arasındaki gelir ve refah eşitsizlikleri gibi daha ziyade
ekonomik nedenler. Türkiye’ye olan göçün asıl nedeni ise bu ülkelerde
yaşanmakta olan iç savaşın beraberinde getirdiği insani ve ekonomik yıkım.
Bu nedenlere artık bir yenisini daha
eklememiz gerekiyor: İklim değişikliği ya da iklim yıkımı. Öyle ki artık ‘iklim
mültecileri’ diye bir kavramı da kullanmaya başladık. Ancak pratikte iklim değişikliğinin bu
yönünden, yani yeni yeni sığınmacılar yaratma özelliğinden çok da söz
edilmiyor. Oysa bilimsel araştırmaların bulguları bize yakın geleceğin en
önemli krizlerinden birinin iklim değişikliği kaynaklı krizler olacağını
söylüyor.
Bu gerçekle yüzleşebilecek bilgi ve
bilince, kararlılığa sahip miyiz yoksa bu tür göçleri de, şu an yaygın biçimde
yapıldığı gibi, metafizikle ya da ırkçı saik ve davranışlarla ele almaya devam
mı edeceğiz?
Göçler
ve sığınmacılık giderek büyüyen bir sorun
Öncelikle, genel olarak uluslararası
göçlerin ve bunun bir alt biçimi olarak sığınmacılığın dünyada önemli boyutlara
ulaştığının altını çizelim.
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından
hazırlanan son rapora göre (1); 2020
yılında dünyada toplam 281 milyona yakın uluslararası göçmen var (toplam dünya
nüfusunun yüzde 4’üne yakın) . Bu, dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesi olan
Endonezya’nın nüfusuna eşit bir rakam. Dahası 2010-2020 dönemini kapsayan son
10 yılda göçmen sayısı 60 milyon arttı. Çıkış ülkeleri itibarıyla, en fazla dış
göç veren ülkeler sırasıyla; Hindistan, Meksika, Çin, Rusya ve Suriye.
Her
100 göçmenden 12’si sığınmacı konumunda
Rapora göre, göçmenlerin içinde sığınmacı
olarak tanımlananların sayısı (2020 yılında) 34 milyona ulaştı. Yani her 100 göçmenden
12’si sığınmacı, kısaca zorunlu koşullar yüzünden göç ediyor. Sığınmacı sayısı
hem genel göçmen sayısından, hem de dünya nüfusundan çok daha hızlı artıyor, öyle
ki son 10 yılda sığınmacı sayısı 17 milyon arttı. 2020 yılında sığınmacı olarak göçe zorlanan
her 5 kişiden 1’i Suriyeli idi (toplam 6,7 milyon). Bunu 5,7 milyon ile
Filistinliler ve 3,6 milyon ile Venezüellalılar izledi.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR)
bu yılın Ağustos ayında yaptığı bir açıklamaya göre ise (2), dünyadaki göçmenler arasında sığınmacıların
sayısı daha da arttı. Zira Taliban'ın bu ayın
başlarında Afganistan'ı ele geçirmesi, on binlerce insanın ülkeden kaçmasına
neden oldu. BM Mülteci Ajansı'nın rakamlarına göre, hali hazırda yerlerinden
edilmiş olan 3 milyon kişiye ek olarak Ocak ayından bu yana 550 binden fazla
Afgan ülke içinde göç etti. Ayrıca Kabil Hava Limanından 12 binden fazla Afgan ABD
uçaklarıyla tahliye edildi (İran üzerinden Türkiye'ye giren Afganlıların tam
sayısı ise bilinmiyor).
30,6 milyon sığınmacı, 79,5 milyon zorunlu göçmen
UNHCR, 2020 ortası itibarıyla başka
ülkelere sığınan 26,4 milyon mülteci statüsüne sahip olmak üzere toplam 30,6
milyon insanın sığınmacı olduğunu, (Kolombiya’ya
göç eden Venezüellalılarla birlikte 34 milyonu aşıyor) ayrıca (2019 yılı sonu
itibarıyla) kendi ülkesi içinde zorunlu göçe uğrayan 45,7 milyonun da dâhil
edilmesiyle toplam 79,5 milyon insanın zorunlu göçmen konumunda olduğunu ileri
sürüyor. (3)
Yine Dünya Bankası’nın bir raporuna göre, (4)
Kovid-19 salgını yüzünden yaşanan iş ve gelir kayıpları, silahlı çatışmalar/ savaşlar ve iklim değişikliği
küresel yoksulluğu ve yoksunluğu daha da artırdı. Öyle ki 2020 yılında 88-115
milyon ve 2021 yılında ilave 35 milyon olmak üzere küresel aşırı yoksul sayısı
110-115 milyonu bulacak. Bu durum dünyadaki sığınmacı sayısını daha da
artıracak.
Sığınmacıların
çok büyük bir çoğunluğu azgelişmiş ülkelerde barınıyor
Diğer yandan, göçmenlerin gittikleri bölgelere
ve ülkelere göre dağılımı ile sığınmacıların dağılımı arasında asimetrik bir
durum söz konusu. Öyle ki uluslararası göçmenlerin yüzde 52’si Avrupa ve Kuzey
Amerika’daki gelişkin ülkelerde ve yüzde 17,8’i Kuzey Afrika ve Batı Asya’da
yaşıyor. Sığınmacıların ise (5) sadece yüzde 16,8’i gelişkin ülkelerde, buna
karşılık yüzde 83,2’si (yarıdan fazlası Asya’da), yani çok büyük bir çoğunluğu
azgelişmiş ülkelerde barınıyor. Avrupa’daki sığınmacı oranı ise sadece yüzde
12,5.
Aynı rapora göre, sığınmacıların
sığındıkları ülkelerin başında yaklaşık 3,7 milyon civarında sığınmacı ile Türkiye
gelirken (toplam sığınmacılar içindeki payı yüzde 13’ten fazla), onu 2,9 milyon
ile Ürdün, 2,2 milyon ile Filistin, 1,6 milyon ile Lübnan ve her biri 1,4 milyon ile Almanya, Pakistan ve Uganda izliyor. Yani
Türkiye’deki sığınmacı sayısı Avrupa’daki toplam sığınmacı sayısından daha
fazla.
Kısaca sığınmacılar sanıldığı gibi
gelişkin ülkelere değil, asıl olarak azgelişmiş ülkelere sığınmak durumunda
kalıyorlar. Bu da hem sığınanların, hem de sığındıkları ülkelerin sosyal ve
ekonomik durumlarını olduğu kadar siyasal durumlarını da etkiliyor.
Bir başka anlatımla, başta Merkez kapitalist
ülkeler olmak üzere küresel kapitalist sistemin neden olduğu göç ve
sığınmacılık sorunu, bu sorunun ortaya çıkışından en az sorumlu olan ya da hiç sorumluluğu
bulunmayan azgelişmiş Çevre ülkelerine aktarılmış durumda.
Sığınmacı
yardımları: Mali yardım mı, rüşvet mi?
Merkez ülkeler, sığınmacıları aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu “tampon ülke” olarak tabir edilen sınır ülkelerde
tutma politikası izliyor. Bu yönde olmak üzere, Avrupa Birliği’ne üye olmaya
aday ülkelere, AB fonlarından yararlanabilmeleri için sığınmacıları ülkelerinde
tutması, Avrupa’ya göndermemesi koşulu dayatılıyor. AB adayları dışında 22
ülkeye de benzer gerekçelerle parasal yardım yapılıyor. (6)
Böylece süper kârlı bir sektör haline
gelen göç ve sığınmacı sektörünün nemasını Merkez ülkelerin çok uluslu
şirketleri elde ederken, tampon ülkeler kendilerine verilen mali yardımların
karşılığında bu sorunla boğuşmak durumunda kalıyorlar. Böyle olunca da insan
hakları karnesi zaten çok kötü durumda olan bir çok tampon ülkedeki
sığınmacılar her türden insan hakkı ihlaline uğrayabiliyorlar.
Türkiye’de
resmi olarak 4 milyona yakın sığınmacı var
En fazla sığınmacının geldiği ülke olarak
Türkiye’de bu sorunun çok daha yakıcı bir biçimde kendini göstermesi
kaçınılmaz. Üstelik bu rakamlara ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin ardından
İran üzerinden gelen Afgan sığınmacılar dâhil değil.
Bir başka anlatımla ülkedeki Suriyeli sığınmacı
sorunu hafife alınacak bir sorun değil. Öyle ki bir boyutuyla bu sorun siyasal
manipülasyonların aracı olarak kullanılıyor. Diğer boyutuyla sığınmacılık
sektörü çok kârlı bir sektöre dönüşmüş durumda.
Öte yandan sığınmacılara olan yaklaşım
genel olarak insan haklarıyla ilişkilendirilmiş bir yaklaşım olmaktan ziyade,
konuya bir ulusal güvenlik sorunu gibi yaklaşılıyor. Bu durum ırkçılığı,
yabancı düşmanlığını, sığınmacılara karşı fiziki saldırıları artırıyor.
Sağ
siyasetin ve ulus devletlerin sığınmacılara yaklaşımı sorunlu
Bir başka anlatımla, mülteciler,
sığınmacılar, ana akım medya ve bazı siyasetçiler ve siyasal partiler tarafından,
ülkedeki asıl sorunların üzerini örtmek amacıyla bir oyalama politikası olarak
veya seçmen korkularından siyasi rantlar devşirebilmek için şeytanlaştırılıyor,
günah keçisi yapılıyor. Bu da, maalesef, uzun süredir ekonomik ve sosyal
krizlerle boğuşan her toplumda karşılık bulabiliyor.
Öyle ki yakın tarihli bir ankete göre, neredeyse
her üç Avrupalıdan biri “diğer gruplara göre sığınmacıların potansiyel olarak daha
fazla suça eğilimli” olduğunu düşünürken, “sığınmacıların terör eylemlerinin
gerçekleştirilmesi olasılığını artırdığına” inananların sayısı bunun neredeyse
iki katı düzeyinde. (7)
Türkiye’de de yer yer yaşanan fiziki
saldırıların dışında, en temel insan hakkı olan içme suyunun dahi Suriyelilere T.C.
vatandaşlarına sunulan fiyattan daha pahalı verilmesi gibi önerileri ortaya
atan politikacılar olduğunu anımsayalım.
Türkiye’deki
Suriyeliler mülteci statüsünde değil
Öncelikle Türkiye’deki sığınmacıların
statüleri ile ilgili belirsizliklerin sürdüğünün altını çizelim. Nitekim
pratikte “göç”, “sığınma”, “iltica”, “göçmen”,
“sığınmacı” ve “mülteci” kavramları çoğu kez birlikte ve birbirlerinin yerine
kullanılıyor.
Oysa bu tanımlar birbirlerinden farklı
anlamları, hukuki hak ve statüyü ifade ediyor. Öyle ki sahip oldukları statüye
göre sığınmacıların bazı hakları doğuyor, hükümetin ise sorumlulukları ortaya
çıkıyor ya da tersi. Kısaca sanıldığı gibi Türkiye’deki Suriyelilerin (BM düzenlemelerine
uygun olarak) fiilen her türlü haktan ya da imkândan yararlanmaları söz konusu
değil.
Konuyu biraz açalım.
Uluslararası göç literatüründe ‘göç’(migration):
“Bir kişinin veya bir grup insanın uluslararası bir sınırı geçerek veya bir devletin
sınırları içinde yer değiştirmesidir. Süresi, yapısı ve nedeni ne olursa olsun
insanların yer ve nüfus hareketleridir. Buna, mültecilerin, yerinden edilmiş
kişilerin, ekonomik göçmenlerin, aile birleşimi gibi farklı amaçlarla hareket
eden kişilerin göçü de dâhildir”.
Göçmen (migrant) terimi ise, sosyal ve maddi bakımdan şartlarını daha iyi
hale getirerek, bireysel ve ailelerine yönelik beklentilerin gerçekleştirilmesi
hedefiyle bulunduğu yerden başka bir yere hareket etmiş birey ve aile üyelerini
anlatır.(8)
Buna karşılık sığınmacı (asylum seeker),
ciddi zarar ve zulümden kurtulmak için, ülkesi haricinde bir ülkede güvenlik
arayışında olan ve ilgili ulusal ya da uluslararası belgeler çerçevesinde
mültecilik statüsü için başvuruda bulunarak neticesini bekleyenleri tanımlamak
için kullanılıyor.
Son olarak, mülteci (refugee) ise 1951
Cenevre Sözleşmesi’nin birinci maddesine referans verilerek şöyle tanımlanıyor:
“Mülteci, ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi
görüşleri yüzünden haklı bir zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkenin
dışında bulunan ve söz konusu korku yüzünden, ilgili ülkenin korumasından
yararlanmak istemeyen kişidir.” (9)
Türkiye’deki
Suriyeliler ‘geçici sığınmacı’ statüsünde
Türkiye Avrupa dışından gelen insanları
mülteci olarak kabul etmiyor, onlara geçici koruma sağlayarak üçüncü ülkelere
güvenli geçişlerini hızlandırmaya çalışıyor. Yani Avrupa kökenli olmayanlara
kapılarını tamamen kapatmazken, onlara belli koşullarda, üçüncü bir ülkeye
yerleşene kadar “geçici sığınmacı” statüsü tanıyor.
Bu tanımlama altında, Göç İdaresi Genel
Müdürlüğü’nün verilerine göre (10): 2012 yılında Türkiye’deki “geçici koruma
altındaki Suriyeli” sayısı 14,237 iken, bu sayının Şubat 2021 tarihi itibariyle
3.655.067’e ulaştığı görülüyor. Kayıt yeri esasına göre (3 Şubat 2021 itibarıyla)
en fazla Suriyelinin bulunduğu il 520,343 kişi ile İstanbul. Bunu Gaziantep
(450,407), Hatay (434,460), Şanlıurfa (422,106), Adana (252,968), Mersin (223,959),
Bursa (178,584), İzmir (147,792), Konya (118,404) ve Kilis (105,211) takip
ediyor.
Sığınmacı
krizi manipüle ediliyor
Merkez ülkeler sığınmacıları üçüncü
ülkelerde tutarken, bunların genç ve nitelikli olanlarını kendi ekonomik
durgunluklarından çıkmak için bir araç olarak kullanıyor.
Öyle ki bir dönemin IMF Başkanı C. Lagarde,
Huffington Post adlı bir gazete ile yaptığı söyleşide; Suriye sığınmacı
krizinin, iktisadi durgunluktan bir türlü kurtulamayan Avrupa ekonomilerini
ayağa kaldırması konusunda işe yarayabileceğini söyleyerek, bu konuda da
özellikle Almanya’yı işaret etmiş ve bütçe fazlası olan, ama ciddi genç nüfus
açığı da olan bu ülkenin bu fırsatı değerlendirmesinin gerekliliğini
vurgulamıştı. (11)
Gerçekten de Almanya’da genç emek gücünün
hızla azaldığı biliniyor. Bir rapora göre (12) Almanya kısa bir süre sonra 1,5
milyon genç nitelikli işgücü açığı sorunu ile karşı karşıya kalacak. Çünkü (13)
2015 yılında Almanya’daki 65 yaş üstü nüfus toplam nüfusun yüzde 21,2’sini
oluşturuyordu. Buna karşılık aynı yıl bu oran Suriye’de sadece yüzde 4,1 idi.
Kısaca, daha genç, örgütsüz, her şeyi
yapmaya ve her koşulda çalışmaya mecbur ve hazır insan daha fazla verimli emek
gücü, bu daha fazla üretim, daha fazla sömürü, daha fazla kâr, daha fazla sermaye ve servet birikimi demek.
Türkiye’deki
fırsatçı yaklaşım
Türkiye’de benzer bir yaklaşımı bir
zamanlar bir sermaye örgütünün liberal bir yöneticisi de dile getirmiş ve “ülkenin
ekonomik çıkarları” gerekçesinin ardına sığınarak, Suriyeli sığınmacılar
konusunun nasıl bir piyasa projesi gibi ele alınabileceğini ortaya koymuştu.
Ona göre, Suriyeli göçmenlerin bir
bölümünün T.C vatandaşı olabilmesine dair bir perspektif olmadan Türkiye’nin bu
göçmen akımından fayda sağlaması mümkün değil. Türkiye özellikle de ihracat
sektöründe olmak üzere yüksek öğrenimli genç ve ucuz Suriyeli işgücünden
faydalanmalıdır. (14)
AKP’nin eski genel başkan yardımcısı Yasin
Aktay’ın “Antep’teki patronların Suriyelilerden çok memnun oldukları, Suriyeliler
olmazsa Antep ekonomisinin çökebileceği, Antep’in yıllarca işgücünü Güneydoğu’dan
çektiği ama artık eskisi gibi buralardan yeterince işçinin gelmediği,
Suriyelilerin bu açığı kapattığı” yönündeki sözleri (15) ise Türkiye’de hem
sermaye çevrelerinin, hem de iktidar blokunun Suriyeli sığınmacılara sömürebilecekleri
ucuz işgücü olarak baktıklarının somut kanıtı niteliğinde.
Özetle böyle yaklaşımlar bir insanlık
felaketinin, yüzyılın belki de en büyük dramının müesses nizam tarafından nasıl
bir kâr yaratma fırsatı olarak manipüle edilebileceğinin en çarpıcı örneklerini
oluşturuyor.
‘Sınır/Göç-Sanayi
Karması’
Kapitalizmin içine girdiği çoklu krizler giderek
çok daha fazla insanı göçe zorluyor. Ulus devletlerse (buna bir yanıt olarak) bir
yandan giderek daha fazla güvenlikçi politikalara yönelirken, artık sektör haline gelmiş olan sınır
güvenliğinde rol alan büyük sermaye şirketleriyle birlikte adeta proje ortağı
gibi çalışıyorlar. Bu devletler sorunu bir güvenlik sorunu olarak görüp böyle
ele aldığında, sorunun asıl olarak bir insan hakları sorunu olduğu gerçeğinin
üzeri örtülüyor, milyonlarca insan hakları ihlallerine uğruyor.
Sınır güvenliği ya da göç-sığınmacı
sektörü o kadar kârlı bir hale geldi ki bu alanda ürün ve hizmet sağlayıcı
konumundaki çok uluslu şirketler sığınmacı krizinin daha da derinleştirilmesi
konusunda devletleri etkilemek için yoğun lobicilik faaliyetlerinde
bulunuyorlar.
Bu yüzden de günümüzde artık “Sınır/Göç-Sanayi Karması” gibi bir sektörden söz ediliyor (tıpkı Askeri –Sanayi Karması gibi). Kaldı ki dünyanın önde gelen sınır sanayilerinin lideri konumundaki şirketler aynı zamanda askeri alanda faaliyet gösteren şirketler. Bunlar ürettikleri ürünleri giderek büyüyen bu sektörde pazarlamak istiyorlar ve bunu da beceriyorlar.
Sektör
krizlerden etkilenmiyor, aksine hızla büyüyor
Bu sektör çok hızlı büyüyor. Kriz
dönemlerinde uygulanan kemer sıkma önlemlerine tabi olmadığı gibi, ekonomik
krizlerden de etkilenmiyor.
Bu yılın Mart ayında yayınlanan bir rapora
göre, dünyada bu sektör yılda ortalama yüzde 7,2 - yüzde 8,6 oranında büyürken,
piyasanın 2025 yılına kadar yıllık 65-68 milyar dolarlık bir büyüklüğe erişmesi
bekleniyor.
En hızlı gelişimi ise biyometri ve yapay
zekâ ürünleri gösteriyor. Her ikisi de
göç/ sığınmacı sektörü açısından son derece önemli. Öyle ki 2019 yılında
biyometrinin 33 milyar dolarlık bir cirodan 2024 yılında 65,3 milyar dolara
çıkması bekleniyor. Yapay zekâ ürünleri ise 2025 yılında 190,6 milyar dolarlık
bir büyüklüğe erişecek. (16)
Sektörün sınır güvenliği
(izleme/gözetleme, sınır duvarı ve çitleri), biyometri ve akıllı duvarlar (göz
taraması ve parmak izi), göçmen muhafaza ve iade merkezleri ve danışmanlık
işleri gibi segmentleri söz konusu.
Airbus’tan
PwC’ye kadar küresel sermayenin yoğun ilgi gösterdiği sektör
Bu sektörde faaliyet gösteren Airbus,
Deloitte, Eurasylum, Lockheed Marin, PwC, Thomson Reuters, Thaler, IBM ve
Unisys gibi bazı uluslararası
şirketlerin isimlerini zikretmek dahi sektörün büyüklüğünü anlatmak için
yeterli.
Keza sektör sermaye yoğun bir sektör
olduğundan finansal yatırımcılar da devrede. The Vanguard Group, Blackrock,
Capital Research and Management bunlardan bazıları. Ayrıca en büyük üç Avrupa
kökenli silah üreticisi olan Airbus, Thales ve Leanordo (ki bunların
hisselerinin bir kısmı devletlere ait) sınır güvenliği konusunda oldukça faal
konumdalar.
Sınır/Göç-Sanayi Karması bu gelişmelerin
hem sonucu, hem de nedeni. Yani bu kavram sınır izleme, militarizasyon ve
finansal çıkarlar arasındaki rabıtayı, kamu ve özel sektör çıkarlarının
birleştiği yeni bir alanı anlatıyor. (17)
Sonuç
olarak
Tıpkı Kovid-19 salgını gibi iklim krizi de
mülteciler üzerindeki baskıların artırılması, sınırların militarizasyonu ve
gözetimi faaliyetlerinin yoğunlaştırılması için bir araç olarak kullanılıyor.
İklim krizine ilave olarak, devletlerin ve
sermayenin doğal kaynaklar ve toprakları fosil yakıt üretimi, maden çıkarımı,
hatta yenilenebilir enerji üretimi gibi amaçlarla gasp etmesi de mevcut
toplumsal rahatsızlıkları, çelişkileri, muhalefeti ve bunları bastırmaya dönük
baskıları daha da artıracak. Bu da yeni ekolojik ve sosyal sorunlara neden
olacak, zorla yer değiştirmeler, ülke içi göçler ve başka ülkelere sığınma
girişimleri artıracak.
İşin kötüsü, her ne kadar 2020 Ocak
ayındaki BM İnsan hakları Komitesinin aldığı karar iklim değişikliğinin
zorlaması yüzünden göç edenlerin zorla geldikleri ülkelere geri
gönderilemeyeceğini öngörse de (18), bir bütün olarak mevcut durum iklim
göçmenleri için hiç iç açıcı değil. Bu tür göçmenler de gittikleri ülkelerde düşmanca
davranışlarla karşılaşıyorlar.
Bunun asıl nedeni de kapitalist sistemin
neden olduğu bu denli ciddi bir sorunun topluma müesses nizamın sözcüleri ve
kurumları tarafından çarpıtılarak anlatılması. Yani Sınır/Göç-Sanayi Karması ve
askeri çıkarların iklim değişikliğini ulusal ve uluslararası bir güvenlik
sorunu olarak gösterebilme becerisi. Böyle bir yaklaşım sınır duvarlarını,
bombaların, silahların ve insansız hava araçlarının üretimini ve kullanımını
meşrulaştırmaya hizmet ediyor.
Özcesi, sığınmacılık sorununun bir güvenlik sorunu olmaktan ziyade insan hakları sorunu olduğu ve bunun temelinde de kapitalist kârların, siyasi rantların, savaşların, emek ve çevre sömürüsünün olduğu sabırla anlatılmalı, ırkçılığa ve savaşlara karşı uluslararası bir karşı duruş sergilenmeli.
Sonraki yazı: İklim Mültecileri (İklim krizi, göç ve sığınmacı ilişkisi)
Dip
notlar:
(1) United
Nations, Department of Economic and Social Affairs, International Migration 2020
Highlights (ST/ESA/SER.A/452)s. 1-17.
(2) https://wol.iza.org/articles/integrating-refugees-into-labor-markets/long
(August 2021).
(3) The
UN Refugue Agency UNHCR, Mid-Year Trends Report 2020, https://www.unhcr.org, s. 3.
(4)
World Bank, 2020, Poverty
and Shared Prosperity 2020: Reversals of Fortune, Washington DC, https://www.worldbank.org.
(5) United
Nations, Department of Economic and Social Affairs, Workbook: UN Migrant Stock Total 2019.
(6) Transnational
Institute (TNI), Outsourcing oppression, How Europe externalises migrant
detention beyond its shores, www.tni.org
(April 2021), s. 1.
(7) https://theconversation.com/countries-that-are-more-compassionate-towards-refugees-have-lower-levels-of-violence-new-research
(25 August 2021).
(8) Göç
Terimleri Sözlüğü, 2013, Uluslararası Göç Örgütü, 2013,
http://publications.iom.int,
s. 35- 37.
(9) Ags,
s.65, 74.
(10) Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, https://www.goc.gov.tr (3 Şubat 2021).
(11) https://highline.huffingtonpost.com/articles/en/lagarde-interview by Isaac Chotiner (2 October 2015.
(12) http://www.dw.com/en/what-helping-refugees-costs-germany
(2014).
(13) Drew DeSilver,
Refugee surge brings youth to an aging Europe, http://www.pewresearch.org/fact-tank
(8 October
2015).
(14) Güven Sak, “Suriyeli göçmenler konusunu böyle
tartışamayız”, https://www.tepav.org.tr (11
Temmuz 2016).
(15) https://tr.euronews.com/2021/07/26/prof-dr-yasin-aktay-k-l-cdaroglu-iktidar-degisse-de-suriyelileri-geri-gonderemez
(28 Temmuz 2021).
(16) Mark Akkerman, “Financing Border Wars- The
border industry, its financiers and human rights”, http://www.tni.org (March 2021).
(17) Golash-Boza, Tanya, ‘The immigration
industrial complex: why we enforce immigration policies destined to fail’, Sociology Compass 3(2009/2): 295–309.
(18) OHCHR, “Historic UN Human Rights case opens
door to climate change asylum claims”, https://www.ohchr.org
(7 May 2020).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder